Muayyen Olmayan Bir Şeyi Satın Alma Hususunda Tevkil Ve Vekille Müvekkil Arasındaki İhtilaf

Bir kimse, diğer bir şahsı, bir köle satın almaya vekil eder başka, birisi de aynı şahsı bir köle satın almaya vekil yapar; her ikisi de, kölenin bedelini verirler; vekil de, bir köle satın alıp: "Ben bu köleyi, filanın namına almaya niyet eyledim." derse; bu sözü kabul edilir.

O iki kişiden, her birisi;o şahsı, bu kölenin yarısını satın almaya vekil eder; vekilde onu satın alır; bedelleri de ayni cinsten olur ve vekil: "Ben, bu köleyi filanın namına aldım." derse onun sözü geçerli olur.

Şayet bedellerin cinsleri ayrı ayrı olur; mesela: Onlardan birisi, "kölenin yarısını, beşyüz dirheme satın almaya vekil ederken; diğeri ise, "yüz dinara, satm almasını" söyler; vekil de kölenin yarısını yüz dinara satın alarak, dirhem sahibine niyyet ederse; bu satın alış vekile ait olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsı, belirli olmayan bir şey satın almaya, vekil tayin eder; vekil de bir köle satın aldığında bunun bedeli, ya belirli bir akde izafe edilir veya mutlak bir bedele izafe edilir: Eğer belirli bir bedele izafe edilmişse, satın alınan şey, bu bedelin sahibinindir. Her ne kadar, bunun hilafına niyet edilse de, bu böyledir.

Eğer mutlak bir bedel izafe edilmişse; bu da, ya hal-i hazırda alınır verilir veya vadeli olur.

Eğer peşinse; alan vekil ya ikisinden birine niyet eder. (Böyle yaparsa, aldığı şey niyet ettiği kimsenin olur.)
Eğer vekiller niyette ihtilaf ederlerse; hüküm bi'1-icma bedelini' nakden ödeyenedir.

Eğer hiç birine niyet etmemişse, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, satın alınan şey, akdi yapanındır.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, nakid sahibinindir.

Eğer bedel vadeli ise, işte o alınan şey vekil içindir.  

Vekil, bizzat belirtilmiş olmayan bir köleyi satm aldığında, onu .müvekkil görmüş olduğu halde, vekil görmüş olmasa; bu vekile görme muhayyerliği vardır.

Şayet vekile, muayyen olmayan bir köle alma yetkisi verilir; o da gördüğü bir köleyi satın alırsa; vekil de müvekkil de, görme muhayyerliğine sahip değildir.

Bir kimse, diğerini,' 'bin dirheme, bir cariye almaya" vekil edip ve ona bedelini de verir; vekil de ona bir cariye satm aldığında amir, "ona: "Sen beşyüz dirheme satın aldın." der; me'murda: "Hayır bin dirheme satın aldım." derse; me'murun sözü geçerli olur.

Şayet, cariyenin emsali (= benzeri) bin dirhem ediyorsa, bu böyledir.

Eğer beşyüz dirheme müsavi bir cariye ise, amirin sözü geçerli olur;

Eğer amir, bin dirhemi me'mura vermemişse, mes'ele hali üzeredir. Ve amirin sözü geçerli olur. Me'mur yeminleşmeden sonra bu cariyeyi kendisi alır. Kâfî'de de böyledir.

Bir kimse, diğerini, "belirli bir cariyeyi kendisine satm almaya" vekil tayin eder; vekil, onu satın aldıktan sonra da, bu vekil ile, müvekkil arasında ihtilaf çıkar ve vekil, müvekkiline:  "Sen, bana, onu bin dirheme satm almayı emreyledin. Ben de, onu emrettiğin gibi, bin ' diheme satm aldım." der; müvekkil de: "Ben, sana» onu beşyüz dirheme satın al." dedim. "Sen, onu, bin dirheme, kendin için satın aldın." derse; müvekkilin sözü geçerli olur. Ve iki tarafa da yemin ettirilmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, diğerini: "Şu köleyi satm al." diyerek vekil tayin eder; ancak bedelini (= fiatını) söylemez; vekil de onu satın alır ve: "Onu bin dirheme satın aldım." der; satıcı da onu doğrular; âmir ise: "Sen, onu beşyüz dirheme satm aldın." derse; bu durumda, yeminleşirler.

Bu görüş, İmâm Ebû Mansur'un görüşüdür, yeminleşmezler de denilmiştir. Bu da Ebû Ca'fer'in görüşüdür. Sahih olanı ise, öncekidir. Kâfî'de de böyledir.

Bir kimse, diğerini, "kardeşini satın almaya" vekil tayin ettiğinde, bu vekil onu satın alır; müvekkil ise: "Bu benim kardeşim değildir." derse; yeminle birlikte onun sözü geçerlidir. Ve vekil onu kendisi için satın almış olur. Onu, müvekkilin kardeşi zanniyle aldığından dolayı, bu köleyi   vekilin,   müvekkiline   karşı   azad   etmesi   gerekir.   Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, diğerini, "hintîi bir köle satm almaya" vekil ettiğinde, bu vekil onun dediği köleyi satın alıp müvekkiline getirince, müvekkil: "Bu, benim köîemdir. Filan adam, bu köleyi benden gasbetmişti. ( = zoraki almıştı.)" der vekil de "Bu filanın kölesidir. Ben, bunu senin için satm aldım." derse burada iki vecih vardır:

Eğer kölenin bedeli ödenmişse, müvekkilin sözü kabul edilmez.

Şayet bedel ödenmemiş ise, müvekkilin sözü geçerlidir.

Şayet, onun bedeli ödediğini belgeleyemezse, -vekilin, kölenin bede­lini almak için, müvekkile müracaat etme hakkı yoktur.

Eğer bedeli ödediğini isbat edese; dava aydınlığa çıkmış olur.

Şayet müvekkil, kölenin aslen kendisinin olduğuna dair, beyyine ibraz ederse, bu durumda vekilin beyyinesi, daha evla sayılır.

Bir  kimse,  diğerine bin  dirhem vererek,  "onunla,  bir köle almasını" emreder; vekil de bir köle getirerek: "Bunu, sana bin dirheme satın aidim." deyince, amir: "Niçin satm aldın. Ben, seni vekâletten çıkartmıştım." derse; me'murun sözü kabul edilir.

Keza vekil: "Ben, bu köleyi senin için, şu adamdan satın aldım." der ve: "Öldüğünü" söylerse; bu,da caizdir. Bedeli alan şahıs, bin dirhemi müvekkile öder.

Eğer vekil: "Ben, bunu senin için, bin dirheme satın aldım." der, müvekkil de ona: "Hayır, sen benim için, bir şey satın almadın. Çünkü, ben seni vekaletten çıkartmıştım." der ve hakikaten de, vekaletten çıkarılmış olursa, bu durumda da onun sözü doğrulanmaz.

İbnü Semâa'nın Nevâdirî'nde, İmâm Ebû Yusuf (R.A.)*un şöyle buyurduğu  rivayet  edilmiştir:  Bir  adam:   "Ben,  bu  köleyi,  filanın malından satın aldım." dediğinde, o adamda: "Ben, böyle istedim." der; fakat diğer şahıs: "Sen, bana emretmedin. Fakat, ben senden bin dirhem gasbettim ve onunla, bu köleyi satın aldım." derse; onun sözü geçerli olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, diğer bir şahsı, "bin dirheme, bir cariye satın almaya"  vekil tayin eder; o vekil de, iki bin dirheme bir cariye satın alarak, onu amire yollar; amir, o cariyeye cima ettikten sonra da, vekil amire: "Ben, o cariyeyi iki bin dirheme satın aldım." derse; eğer vekil, cariyeyi amire yollarken: "Sen, bana onu satın almayı emreyledin. Ben de, onu senin için satın aldım." der; sonra da "iki bin dirheme satın aldım." derse; sözüne inanılmaz. Beyyine ibraz etse bile, bu kabul edilmez. Şayet vekil, bu cariyeyi yollayınca, hiç bir şey söylemez; sonra da: "Ben, onu iki bin dirheme satın aldım." derse sözü kabul edilir. Ve amirden bu cariyeden doğan çocuğun bedelini alır. Fetâvâyi Kâdîlıân'cla da böyledir.

Bir kimse, diğerine bin dirhemi vererek, "kendisine bir cariye almasını" söyler ve "beşyüz dirheme kadar artırabileceğini de" bildirir; vekil de bir cariye satın alarak: "Onu, Hn beşyüz dirheme aldığını" söyler; amir de: "Bin dirheme aldın." derse; her ikisine de iddialarına göre yemin verilir. Yemine, önce vekilden başlanır. Şayet, o yemin ederse;   cariyenin   üçte   ikisi   vekilin,   kalanı   da   müvekkilin   olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Eğer vekil: "Ben, bunu amir için satın aldım." der; amir de: "Sen, onu nefsin için satın aldın." derse, me'murun aldığı kölenin muayyen olması ve onu satın almış bulunması ve onun hal-i hazırda mevcut olması halinde,  me'murun sözü geçerH olur.  Bu bi'1-icma' böyledir. Bedel, nakid olsun veya olmasın farketmez.

Eğer, me'mur: "Senin için satm aldıktan sonra, köle öldü." der; müvekkil de, bunu inkar ederse; bedel peşin Ödenmemişse, amirin sözü geçerli oîur.

Eğer bedel nakid ise, yeminli olarak mem'urun sözü kabul edilir.

Eğer köle, biaynihi (= belirli) bir köle olmaz ve kendisi de sağ bulu­nur me'mur da: "Onu, senin için satın aldım." der; âmir ise; "Hayır, bilakis, onu, sen kendi nefsin için aldın." derse; bedelinin ödenmiş olması halinde me'murun sözü geçerli olur.

Eğer bedeli ödenmemişse, amirin sözü geçerlidir.  

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin görüşüdür.

İmâmeyn'e göre ise, yine me'murun sözü geçerli olur.

Eğer köle ölmüş bedeli de ödenmişse; yine me'murun sözü geçerli olur.

Eğer parası ödenmemişse, amirin sözü geçerlidir. Tebyîn'de de böyledir.                                           

Bir kimse, diğer bir şahsa, onunla bir şey satın almak üzere bin dirhem verir, bu dirhemlerde vekilin elinde iken zayi olur; sonra da, vekil, müvekkilin dediği şeyi satın alırsa; bu satın alış, vekil için geçerli olur.

Eğer vekil, satın aldıktan sonra, dirhemler zayi olur ve vekil bedelini vermemiş bulunursa, vekil, onu satın almadan önce, dirhemler kendi elinde zayi olmuşsa, bu satın alış müvekkil için olmuş olur. Onun misli için, me'mur amire başvurup parasını alır.

Bu zayi dirhemlerin oluşunda ittifak (= görüş birliği) olduğu zaman böyledir: İster satm almadan önce, isterse satın aldıktan sonra olsun müsavidir.

Fakat ihtilaf ederlerse (= görüş ayrılığına düşerlerse) amirin sözü geçerli olur. Ve ona, yemin verilir.

Şayet, dirhemler zayi olmaz, vekil onu nakden öder; sonra da bu dirhemler satıcının yanında iken, ona bir hak sahibi gelirse; satıcı vekile vekil de müvekkile başvurur.

Şayet, satm alman şey, satm aldıktan sonra helak olursa; vekil mü­vekkile baş vurarak, ikinci defa ondan bedelini alır.

Eğer satın alman şey ikinci defa yine vekilin yanında zayi olursa, bundan sonra amire başvuramaz.

Keza vekil, dirhemleri, müvekkilden satın almadan önce alır; ve satınaldıktan sonra, elinde iken helak olursa, amire müracaat edemez. Kendi nefsî malından, satıcıya ödeme yapar. Zehiyre'de de böyledir.

Bir kimse, diğerine bin dirhem vererek, ona: "Bu bin dirhemle, bir köle almasını" söyler; vekil de o dirhemleri evine koyarak çarşıya çıkar ve müvekkiline, bin dirheme bir köle satın alıp bu köleyi eve getirir; dirhemleri satıcıya vermek isteyince, bir de bakarki dirhemler çalınıp evinde zayi olmuş; satıcı gelip parasını; müvekkil de gelerek köleyi isterse; alimler: "Müvekkil, vekilden bin dirhemini alıp, onu satıcıya geri verir. Köle de, dirhemler de onun yanında emanet olarak helak olmuş sayılırlar." buyurmuşlardır.

Fakıyh Ebû'I-Leys: "Bu, şahitler şehadette bulunup: "Gerçekten vekil köleyi satın aldı ve elinde helak oldu." demeleri halinde böyledir." buyurmuştur.

Fakat müvekkil, işin hakikatini ancak vekilin söylemesi ile bilirse, gerçekten o, tazminatı nefiyde doğrulanır. Kendi nefsinden amirin taz­minat ödemesi de gerekir. Ayrıca vekilin amire tazminatta bulunması doğrulanmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, diğerine bin dirhem vererek, "onunla, kendisine bir cariye almasını" emreder; o da satın aldıktan sonra bu dirhemleri geçersiz veya katkıntılı yahut onları kalay olarak bulur ve onları geti­rerek, satıcıya vermek ister, satıcı da onları kabul etmezse; bu dirhem­lerin vekilin yanında zayi olması halinde onlar amirin malı olarak zayi olmuş olur. Ve vekil, amir'eparası için baş vurarak, dirhemlerin yenisini ondan alır ve satıcıya verir. Şayet satıcı, vekilden bu dirhemleri aldıktan sonra, onları bizim vasıjfladığımiz gibi bulur ve vekile geri verir've o da, vekilin yanında zayi olursa; şayet dirhemler katkıntılı veya geçersiz iseler; zayiat vekile aittir. Bu durumda vekil, yeni dirhemleri kendi malından öder. Müvekkiline başvurarak, verdiğini geri de alamaz.

Şayet dirhemler kalay ve sütuka iseler; vekilin yanında zayi olunca; vekil yeni dirhemleri alıp satıcıya vermek üzere, müvekkiline başvurur.

Vekil, müvekkilden taze dirhemleri alır ve bunlar yanında zayi olursa; bunları kendi malından öder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse; kendisi için bir cariye almak üzere, bir cariye bedeli olan bin dirhemi başka birine verir; vekil de o cariyeyi satın aldığı halde, onu teslim almaz ve o bedeli de satıcıya, —amir, ödemek için, onu nakden vekile verene kadar, vermez; sonra da vekil, o bedeli zayi eder; kendisi de çok fakir birisi olursa bu durumda satıcı, cariyenin bedelini almadıkça, onu vermez. Bu satıcı, o cariyenin bedelini amirden isteyip alamaz.

Vekilin de, bu amire karşı, yapacağı bir şey yoktur.

Bununla beraber, eğer amir, cariyenin parasını nakden ödemişse; satıcının cariyeyi vermekten kaçınma hakkı yoktur.

Eğer amir, cariye bedelini peşinen ödememişse; o zaman hakim; bu cariyeyi satıcı ve amirin rızaları ile, bedeli mukabili satar.

Şayet onlardan hiç birisi buna razı olmazlar veya buna amir razı olmazsa; İmâ m ey ne göre yine böyle yapılır.

Hakimin, bu cariyeyi satması halinde eğer ikinci bedel, birinci­sinden fazla bulunuyorsa; bu fazlalık amire aittir.

Eğer, noksanlık varsa; satıcı o noksanlığı almak için vekile müra­caat eder. Amire müracaat edemez.

Sonra da amir, ondan aldığına göre vekile müracaat eder. Tatarhâ-niyye'de de böyledir.

Bir adam başkasına: "Şu bin dirhemle, bana bir cariye satın al." deyip,   ona,   dirhemleri  gösterdiği  halde,   onları  teslim   etmez;   bu dirhemler çalınır; vekil de bin dirheme bir cariye satın alırsa, onu, ödemek müvekkile aittir.

Keza, dirhemler çalınmaz fakat, sahibi onu harcar ve bir ihtiyacına sarfederse; yine bu cariyenin bedelini müvekkil öder.  

Şayet müvekkil dirhemleri vekile teslim eder ve hu dirhemler onun yanında iken, çalınırsa, vekilin bunları tazmin etmesi gerekmez.

Eğer vekil, bundan sonra, bin dirheme bir cariye satın alırsa, o cariye vekile ait olur. Vekil, dirhemlerin zayi olduğunu bilsin veya bil­mesin müsavidir.

Bir kimse, diğerine bin dirhem vererek, ona, "bir cariye satın almasını" emrettiğinde, bunun beşyüz dirhemi vekilin elinde zayi olup, geri de beşyüz dirhemi kalsa; vekil de bundan sonra, bin dirheme, bir cariye satın alsa, onu kendi nefsi için satın almış olur.

Eğer cariyeyi, beşyüz dirheme satın alır ve bu cariyenin benzeri de, beşyüz dirhem olursa, yine bu cariye müşterinin (vekilin) nefsi için alınmış olur.

Şayet   cariye,   bin   dirheme   müsavi   kıymette   veya   insanların aldatılmış sayılmayacağı kadar bir miktar daha noksan değer de olursa, bu durumda o cariye, vekil için satın almış olmayıp, müvekkil için satın alınmış olur. ZeJııyre'de de böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsın kölesine: "Nefsini, efendinden benim için satın al." der; köle de: "Olur." karşılığını verir; sonra da, efendi­sine giderek, nefsini satın alırsa;  şayet:  "Benim nefsimi, bana bin dirheme sat." demiş, efendisi de satmış; köle de bunu kabul etmişse; bu durumda köle hürdür ve bu kölenin, efendisine bin dirhem vermesi gerekir.

Bu kölenin velası bu efendisine aittir.

Şayet, kelâm mutlak olur, fakat emir, satın almaya izafe edilirse; (mesela: Bir köle kendi efendisine: "Beni, filan adama şu kadar fiatla sat." der; o da satar, köle de kabul ederse) sahih olur ve köle diğerinin olur. Mal da bu kölenin rakabesine karşılık olur, Ve amirine müracaat eder.

Satıcının, bedelini alana kadar köleyi habsetmeye hakkı yoktur.

Eğer, amir o kölede bir kusur bulup, satıcıyı dava etmek isterse; o kusur nefsi satın alınırken bilinen bir kusur ise, —her ne kadar köle bunu bilmese bile— onu geri veremez. Şayet köle, nefsini amir için bin dirheme satın alsa, bedeli verilmedikçe bu akid fasiddir.

Eğer köle, akdin akabinde oluverse; amir onun bedelini tam olarak tazmin eder. Ölmez, fakat satıcısı onu bazı işlerinde kullanırsa, işte bu da satışı nakzeder (= bozar.)

Hatta, bundan sonra, bu köle ölse, satıcının malı olarak ölmüş olur.

Şayet bu köle, nefsini amir için bin on dirheme satın alsa; veya Delirli bir müddet ile satın alsa; amirde ona bin dirheme demiş olsa, işte o satım vaki olduğu zaman, köîe hürdür. Muhiyfte de böyledir.

Bir köle, bir adamı "nefsini, efendisinden satın almaya" vekil ederek, ona bin dirhemi teslim eder; vekii de, efendisine, satın alış- esnasında: "Ben, senin köleni onun nefsi için satın alıyorum." der; o da böylece satarsa, işte bu bir azad olur.

Ve, bu kölenin velası efendisi olur.

Şayet bu vekil: "Onu, ben satın aldım." der de, kölenin nefsi için satın aldığını açıklamazsa; bu durumda köle, vekilin malı olur. Köleden aldığı bin dirhem de, meccanen efendisinin olur.

Ve müşteriye, bu köleye bedelini ödemek veya onu azad etmek vacibolur.

Sonra vekil açıklama yapmadığı takdirde, kölenin efendisi vekile müracaat ederek bedelini ister. Çünkü akid yapan odur. Eğer, bu vekil, "bu köleyi, kölenin nefsi için satın aldığını açıklarsa İmâm Mııhammed (R.A.), Azad'a Vekâlet Babı'nda: "Gerçekten azad vaki olur. Zira mal vekilin değil kölenindir." buyurmuştur.

Sahih oian da budur. Tebyîn'de de böyledir.

Şayet bu köle müdebber ise; (bu müdebber) satış zamanı hürdür. İster me'mur mutlak satın alsın; ister, nefsine izafe ederek satın alsın, müsavidir. Çünkü, müdebber satın alınması caiz olmayan ve itki (-azad edilmesi) caiz olandandır.  Yapılan, bu muamele, müdebberin azadını kabul olur. Muhıyt'te de böyledir.

Satın almaya vekil edilen kimse, satın alman şeyde, bir kusur bulursa; —satın alman şeyin elinde bulunması halinde— onu, amirden emir almadan, reddedebilir. (= geri verebilir.) Hulâsa'da da böyledir.

Bir şey satın almaya vekil edilen şahıs, satın aldığı şeyi, amirine teslim ettikten sonra, gelip; satıcıyı o şeyin kusuru hakkın.da dava ederse; aldığı şeyi, satıcıya, geri verme hakkına sahip olamaz.

Ancak, bu hususta amirin beyyinesini getirirse; o zaman geri vere­bilir. Zehıyre'de de böyledir.

Eğer satın alman köleyi, amir teslim almadan; vekil o kölede bir ayıb bulur ve aybı yüzünden köleyi reddeylemeyi, amir vekil emrettiği halde, vekil, kusuruyla birlikte ona razı olur; satıcıyı da ondan ibra ederse;   müvekkil  muhayyerdir.   İsterse   cariyeyi   alır;   bu   durumda yapacağı başka bir şey olmaz. Dilerse, onu aybı (= kusuru) sebebiyle vekile verir. Ve ondan cariyenin bedelini alır.

Şayet amir cariyeyi almaz ve cariye de vekilin yanında ölürse; vekilin malı olarak ölmüş olur.

Ve bu durumda müvekkil, sadece cariyenin kusuruna karşılık, vekile müracaat eder. Sîrâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.

Şayet, bu cariye ölmez, fakat gözünün birisi kör olursa; bu cariye amirin olur.

Yalnız, müvekkil, vekilin razı olacağı bir şekilde, aybının hissesi için vekile müracaat eder. Eğer cariyenin bir gözü kör olmazsa, amir vekili ilzam etmekte muhayyerdir. Ve bedelini vekilden alır.

Sonradan vekil, bu cariyede önceki razı olduğundan başka bir kusur bulur vekilin ve bu ayb, satıcının yanında meydana gelmiş olursa vekil, amire de satıcıya da onu reddetmeye kadir olamaz. Muhıyt'te de böyledir.

Satın almaya vekil edilen şahıs satın alınan şeyde, razı olduğu bir kusur bulur ve onu teslim alırsa; bu ayb, (iki gözü kör olmak gibi...) helakına sebeb olacak bir şey değilse, bu amirin oîur. Eğer helak olacak şekilde olmadığı gibi halkın aldatılacağı halde de değilse, amire ilzam olunmaz. Amir, müşteriyi (vekili) ilzam eder.

Bu Imâmeyn'in kavlidir.

İmâm Ebû H anî t e (R.A.)'ye göre aybı ile birlikte, bedelinde bir aldanma yoksa ikisi de müsavidir. Zehiyre'de de böyledir.

Bir kimse, diğer birisine, "onun  emriyle bir köle satın alıp, onu da teslim alsa; sonra da onda, bir kusur bulsa; satıcı onun aybmdan kaçınınca da amir ona: "Sen, kölenin aybından kaçınıyorsun" dediği. halde,   me'mur   onu   kabul   etmezse;   ancak,   hakimin   hükmüne başvurulur.

Eğer hakim, onu ilzam ederse; bu durumda o, amirden satın alınmış yerinde olur.

Eğer onda bir kusur bulursa, satıcıya reddedemez; ancak, amire karşı reddeder; sonra da amir, onu satıcısına reddeder. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer cariye vekilin yanında satın alınmış olur ve vekil de, onu aybı sebebiyle reddeylemek ister; satıcı ise, amirin razı olduğunu iddia ederse; —beyyinesinin  olmaması  halinde—  sözüne  İnanılmaz.  Şayet  satıcı, vekilin, "o kölenin aybına, amirin rızasının olduğu" üzere yemin etme­sini irade ederse; buna hakkı yoktur.

Eğer satıcının, amirin ayba karşı rızasının olduğuna beyyinesi yoksa ve vekilde cariyeyi kusuru sebebiyle geri vermek istemişse; sonra da amir huzura gelerek, rızasının olduğunu iddia eder ve cariyeyi alrnak ister;

satıcı da vermekten kaçınarak: "Hakim ahm-satımı bozdu." derse, bu durumda hakim, satıcının sözüne iltifat etmez. Ve, bu cariyeyi amire verir.

Bazı alimlerimiz: "Bu, İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir." buyurmuşlardır.

Bazıları ise: "Hayır, bu bütün bilginlerin kavlidir." buyurmuşlardır. Esahh olan da budur. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet vekil, kusuru sebebiyle cariyeyi satıcıya reddederken, satıcı­dan bedelini almış ve o bedel de vekilin yanında zayi olmuşsa; vekilin kendi malından zayi olmuş oîur. Ve bu durumda vekil, kendi malından amire borçlanmış olur.

Sonra da amir satıcıyı tasdik ederek, "vekilin onu aybıyle birlikte teslim aldığını ve ona razı olduğunu" söylerse; amir, kendi malından, satıcıya ödeme yapar ve cariyeyi teslim alır.

Müvekkilin, satıcıya: "Sen, vekilden cariyenin bedelini aldm." demeye hakkı yoktur." Bir defa da benden aldın." diyemez.

Şayet amir, o cariyede başka bir kusur bulursa; —vekilin haricinde— onu reddetme ve dava etme hakkı vardır.

Eğer vekil; amir,, cariyeyi reddeyledikten ve aybı sebebiyle hakim ahş-verişi bozduktan sonra, amirin kusura rıza gösterdiğini ikrar ederse; satıcı için muhayyerlik vardır. Dilerse, cariyeyi* yanında bırakır; dilerse vekile reddeder.

Şayet amir, aybıyîe birlikte razı olduğunu ikrar ederse, bu cariye amirin olur. Vekil, o cariyeyi satıcıdan alıp amire verir. Bedelini satıcıya vermek, vekile aittir. Eğer vekili, cariyenin bedelini satıcıdan almış ve cariyeyi ona reddederken, sonradan, başka bir ayıp bulmuş olursa, bu durumda onu dava eder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir  kimse,  diğerine  emrederek;   "kendisine  bir  cariye  satın almasını" söyler; vekil de ona bir cariye satın alır fakat onu teslim almadan, bir kusuruna muttali olur; ancak bu o kusura amir razı olursa, bu caiz olur.

Eğer müvekkil bu akdi bozarsa; onun bu bozması geçerli olmaz ve onunla amel edilmez. Hulasa'da da böyledir.

Satın   almaya  vekil   tayin  edilen   bir   kimse,   üçbin   dirhem değerindeki bir köleyi, bin dirheme satın alır; sonra da onda bir kusur bulursa, onu geri veremez. Şayet hıyâr-i rü'yet (= görme muhayyerliği) veya şart muhayyerliği varsa; o zaman geri verebilir. Muhıyt'te de böyledir.

Belirli olmayan bir köleyi satın almaya vekil edilen bir kimse, kusurlu bir köle satın alır; onu da vekil bilmez de müvekkil olursa; ayıbı sebebiyle, vekil onu geri verir. Muhıyt'te de böyledir.

Satın almaya vekil tayin edilen bir şahıs öldükten sonra, müvekkil onun satın aldığı şeyde bir kusur bulursa, onu, ya varislerine veya vasi­sine reddeder, (geri verir)

Şayet bu vekilin varisi ve vasisi yoksa; müvekkili onu, satıcıya red-deyler. Hıılasa'da da böyledir.                                                            

Satın alma hususunda vekil tayin edilen  kimse,  kendi nefsî malından vererek satın alır ve müvekkil, o bedeli vekile vermezse; bu vekil, müvekkile müracaat ederek, verdiği malı ondan geri alır.

Ve satın aldığı, malı, bedelini müvekkilden alıncaya kadar, yanında tutabilir. Şayet, satın alman bu şey vekilin yanında iken zayi olursa; müvekkilin malı olarak zayi olmuş olur. Ve bu durumda vekile tazminat gerekmez.

Şayet vekil, aldığı bu şeyi müvekkiline vermeyip yanında tutmak istedikten sonra, bu şey zayi olursa; teslimden önce olduğundan, satın alınan şeyin bedeli zayi olmuş olur. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

Bu hususta, İmâm Muhammet! (R.A.) bir şey söylememiştir.

Eğer vekil bedeli ödememiş, satıcı da satılan şeyi vekile teslim etmişse; vekilin, —müvekkil bedelini ödeyene kadar— bu şeyi müvek­kilden habsetme hakkı var mıdır? Şeyhu'l-İslam Şemsü'I-Eimme el-Halvânî: "Hakkı vardır." buyurmuştur.

Sahih olan da budur. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet vekil, alınan şeyin bedelini, kendi malından, nakden öderse; sonra da, müvekkiline bir başka yerde raslayarak, satın aldığı şey yanında olmadan, müvekkilden onun bedelini ister; o da, alınan şey, teslim edilmeden, bedelini vermekten kaçınarak, alınanın teslimini ister; satın alınan şey vekil ile müvekkil arasında hazır olduğu halde, vekil bedelini alana kadar teslim etmezse, bu durumda müvekkilin, satın alı­nanı teslim edene kadar, beclelini vermeme hakkı vardır.

Eğer bidayette amir satın alman şeyi istememişse, onun bedelini vermeden kaçınamaz. Çünkü o, amirin zimmetine geçmiş borç olmuştur. Bahnı'r-Raık'ta da böyledir.

Bin dirheme, bir cariye satın almaya vekil edilen, bir şahıs, onu, —emredildiği   gibi—   bin   dirheme   satın   alıp,   bedelini   de  peşinen ödeyerek, cariyeyi de teslim alırsa; amir, onun bedelini nakden ödeyene kadar, onu yanında tutamaz.

Hatta amir, beşyüz dirhemini öder de sonra da kalanını, isteyince vermez ve bu cariye, müvekkilin yanında ölürse, kalan beşyüz dirhemi müvekkil vekile öder.

Şayet başlangıçta vekil, habseder de, bu cariyeyi müvekkile ver­mezse; müvekkilden aldığı beşyüz dirhemi de geri verir. Muhıyt'te de böyledir.

Vekil cariyeyi vermez ve sonra da, gözünün birisi zayi olursa, bedelinden bir şey eksiltilmez. Müvekkil serbesttir.  İsterse bedelinin tamamını alır; isterse, almaz, Bahru'r-Raik'ta da böyledir.

Vekil, bir köleyi, bir seneye kadar vadeli olarak, bin dirheme satın alıp teslim de alır; sene gelince de, amir bedelini satıcıya ödemezse, satıcı, onu vekilden alır.

Vekil de, amir onun bedelini verene kadar, köleyi amire vermez. Şayet vekil, onu amirden men ederse, bedelini kendisi öder ve eğer amir, köleyi teslim almış; sonra da amirin bulunmadığı bir sırada, vekil onu almış ve bedelini alana kadar da durumu söylememiş; köle de yanında ölmüşse, bu durumda amirin bedel ödemesi batıl olur. Ve, bu kölenin bedelini ödemek, vekile ait bulunur. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet amir, "iki cariye satın almasını", vekile emreder ve "her bir cariye, bin dirheme olsun."  der veya "ikisini birden, bin dirheme almasını'' söyler; vekil de onları satın alır; teslim aldıktan sonra da amir, onlardan birisini ister ve onu belirtir; vekil de, onu men edip vermez ve cariye ölürse, bedeli batıl olur. Yani amir, ona karışmaz.

Eğer amir: "Geride kalan, bana lazım değildir." derse; onun bu sözüne iltifat edilmez. Ve onun bedeli ne ise, amir onu Öder. Şayet vekilin men eyleyip vermediği cariye ölmez, fakat diğeri ölürse, o tak­dirde, her ikisinin bedelini de amir öder.

Bir amir: "Kendisine, iki cariye satın almasını" bir şahsa emredip, "bunlardan birini peşin olarak bin dirheme, diğerini de bir sene sonra vermek üzere satın al." der; vekil de onun dediği gibi, yaparak, ikisini de teslim alır; ancak amir onlardan birisini, vekilden ister; vekil de, onu bedeli verilinceye kadar vermek istemezse, işte bunu yapmakta hakkı yoktur.

Ve bedeli bir seneye kadar ödenecek olan cariyeyi verir. Şayet, onu vermez ve o da ölürse, bedelini amir öder. Fakat, diğerine gelince, me'mur onu bedelini ödeyene kadar vermez. O da ölürse; o zaman amirin: "Bedeli bir seneye kadar verilerek olanı da istemem." sözüne itibar edilmez. Zamanı gelince onun bedelini öder.

Keza, her ikisini de peşin, iki bin dirheme almasını söyler, vekil de satm alırsa, onları amirden men edemez.

Satıcı, onlardan birinin bedelini peşin alsa da, diğerim ertelese; durum yukarıda söylediğimiz gibidir ve öncekinin aynıdır. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet vekil, "satın aldığını ve bedelini kendi malından ödediğini" iddia eder; müvekkil de bunu doğruladığı halde, satıcı yalanlarsa; bu durumda  vekil,   müvekkile   müracaat   edemez.   Bahru'r-Râık'ta   da böyledir.

Vekil, belirli   bir şey almaya tayin edildiği halde, bedeli, satıcı, bedeli vekilden çıkarana kadar nakden ödenmezse, sahih olur. Te'hiri de müvekkil hakkında sabit olur. Vekil, belirli zaman gelmeden öncede, müvekkile müracaat eder.

Şayet satıcı, bedelin bir kısmını vekil için düşürürse, o, müvekkilden düşürülmüş olur.

Ancak satıcı, bedelin tamamını düşürürse, bu, müvekkil hakkında olmaz. Bu durumda vekil, müvekkile başvurarak, bedelin tamamını alır.

Şayet satıcı, bedelin bir kısmım vekile bağışlarsa; bu, müvekkil hakkında zahir olmaz.

Şayet   satıcı,   tamamım   vekile   teberru   ederse;   bunun   cevabı, tamamını bağış yapmanın cevabı gibidir. Muhıyt'te de böyledir.

Satıcı, önce beşyüz dirhemini, sonra da kalan beş yüz dirhemini bağışlarsa; vekil, önceki beşyüz dirhem için, müvekkile başvuramaz. Sonraki beşyüz dirhem için, başvurur. Çünkü o, ona bağıştır. Eğer, önce dokuz yüz dirhemini bağışlar; sonra da geride kalan yüz dirhemi bağışlarsa; işte o, müvekkile, yalnız yüz dirhem için başvurur.

Bunların tamamı; İmâm Ebû Hanîic (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
En doğrusunu bilen, Allahu Tealadır. [14]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..