9- VEKİLİ, VEKÂLETTEN ÇIKARMAK

Vekili, vekaletten çıkartmanın bazı şartlan vardır:
1) Vekilin tasarruflarından önce müvekkilin o işi bizzat kendisinin yapması vekaletten çıkarma sebeblerindendir.

Mesela: Bir adam, diğer birisini kendi kölesini satmaya vekil ettiği halde, müvekkil bizzat kendisi satar veya o köleyi azad eder veya mü-debber yahut mükateb kılarsa, vekil vekaletten düşmüş olur.

Keza, o köleye bir hak sahibi çıkar veya köle aslen hür olursa, vekil vekaletten çıkmış olur. Şayet, köleyi bağışlasa veya tasadduk eylese; veya cariye ise ona cima eylese de oda çocuk doğursa, yine vekil veka­letten çıkmış olur. Eğer,, cima eder de doğum yapmaz ise; veya onu istihdam eder yahut ona ticaret izni verirse, vekil vekaletinde duruyor demektir.

Şayet, o köleyi rehin bırakır veya kiraya verirse zahiri rivayede, vekil vekaletten çıkmış olmaz.

Eğer amir, o köleyi satar veya vekil satar; sonra da müşteri aybı sebebiyle geri yollar; bunu da hakimin hükmüyle yaparsa; yine vekil onu satabilir.

Eğer, müvekkil satar ve kendini üç gün muhayyer bırakır; sonra da satışı bozarsa; yine vekil onu satabilir. Her ne kadar müvekkil redde muhayyer olsa bile bu böyledir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerini, "kölesini azad etmeye veya mükateb yap­maya" vekil ettikten sonra ..kölenin efendisi, o köleyi satarsa, vekil vekaletten çıkmış olur. Şayet o köle, efendisinin mülküne geri döner ve bu dönüş, satışın bozukluğu sebebiyle olur ve köle, efendisinin malı olmuş bulunursa, vekil yine de vekildir.

Şayet aybı sebebiyle red gibi... geri dönmüş veya ıkâle sebebiyle, veya miras yoluyla geri dönmüşse; vekalet avdet eylemez.

Eğer harb esiri olmuş, dar-i harbe gitmiş, sonra da efendisine dönmüşse; (efendisinin onu yeniden satın almış olması gibi...) vekilin vekaleti avdet eylemez.

Şayet o köle, ganimet olarak efendisinin hissesine düşmüşse; işte o zaman, vekil yine vekaleti üzerinedir.

Bir adam, diğerini, "cariyesini azad etmeye" vekil ettikten sonra bu cariyeyi kendisi azad eder; kadın da irtidat edip dar-i harbe gider sonra da, esir alınarak efendisinin eline geçerse, artık onu vekil azad eyleyemez. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, diğerini "kölesini bağış yapmaya" vekil ettikten sonra bu köleyi, bizzat kendisi bağışlar; sonra da bağışından, rücû ederse, bu durumda vekilin vekaleti —yeniden vekil yapılmadıkça— avdet etmez.

Keza, bir adam, diğerini "bir şey satın almaya" vekil ettikten sonra o şeyi, kendisi satın alırsa; vekil, vekâletten düşmüş olur. Bedâi'Me de böyledir.

Bir adam, diğerine, "belirli bir buğdayı almasını" veya "sat­masını" söyler; sonra da qnu, un yaparsa, bu durumda vekil, vekaletten düşmüş olur.

Bir adam, diğerine, "belirli bir yeri satın almaya" vekil yapar; o yer de hali bir yer olduğu halde, sonradan, oraya bir ev yaplır; bundan sonra da, vekil orayı satın alırsa; bu caiz olmaz. Şayet, "içinde ev olduğu halde, almasını" söyler; sonradan bir duvar yapılsa veya kireçle badana edilirse, ev amire ait olur; satış da böyledir.

Bir adam, diğerine:' "Şu boş yeri, bana satın al." veya "Sat." dediğinde, o yerede, hurma ağacı veya başka bir ağaç dikili olur yahut içinde ev  veya hamam, han, dukan bulunur veya orası bostan olursa; alımı da, satımı da amire ait olmaz. Ve onu ilzam eylemez.

Keza,-^jraya ekin ekilmiş, bağ dikilmiş olursa, alımı da satımı da amire ait olmaz. Serahsî'nîn Muhıytı'hde de böyledir.

Bir adam, diğerine, "borcunu ödemek İçin," bir miktar mal verir; sonra da bu amir, borcunu bizzat kendisi öder; bilâhare de, bu borcu vekil öderse; eğer vekil, amirin ödediğini bilmeyerek ödeme yapmışsa, ona tazminat yoktur. Müvekkil alacaklıya müracaat ederek, malını geri alır.

Eğer vekil, bile bile ödeme yapmışsa, onu müvekkiline öder. Bu hususta, yeminle birlikte vekilin.sözü geçerlidir. O, yaptığını bilmeden yaptığına yemin edecektir. Havî'de de böyledir.

Bir adam, diğerini, "kölesini mükâteb yapmak üzere" vekil apar, o da, onu mükâteb kılar; sonra da köle mükâtebe olmaktan aciz olur ve vazgeçerse; bu vekilin, onu ikinci defa mükâteb yapma hakkı yoktur.

Keza müvekkil, vekilini, "bir kadın nikahlarnaya vekil eder; o da, bir kadın nikahlar; sonra da müvekkil, onu boşarsa; vekil onu tekrar nikahlayamaz. Bedâi*'de de böyledir.

Şayet, aynı kadını, müvekkil kendisi nikah yapar veya o kadın mahremiyet sahibi çıkar yahut o kadından başka müvekkilin dört karisi olursa, bu durumlarda, vekil azledilmiş olur.

Keza, bir adam, "karısını, mal mukbili bir başkasının boşamasını" söyler; sonra da bu işi kendisi yaparsa; vekil, vekaletten düşer.

Bir adam, diğerini, "belirli bir kadını nikahlamâya" vekil ettikten sonra, vekil, o kadını kendi nefsine nikahlar; sonra da boşar ve sonra da müvekkiline nikahlarsa; bu caiz olmaz.

Bir kadın da, "birisini vekil tayin ederek: "Kendisini, bir erkeğe nikahlamasını." söyler; sonra da, kadın, kendisi bizzat bu işi yaparsa, vekil vekaletten düşmüş olur. Vekil durumu bilsin veya bilmesin fark etmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, "karısını boşamaya" birisini vekil ettikten sonra, bu müvekkil, karısını bainen veya ric'î talakla kendisi boşar ve iddeti tamam olur, bilahare de, vekil boşama yaparsa, bu boşama vaki oimaz.

Keza, müvekkil, kendisi yeniden nikahlarsa, artık vekil onu boşayamaz.

Şayet koca, vekil tayin ettikten sonra, karısını bir talak boşar; bila­hare de vekil boşama yapar, bu da iddet içinde olursa; talak vaki, kadın boş olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bîr kimse, başka bir şahsı, karısını boşamaya vekil ettikten sonra; kadının   kocası,   onu,   mal  mukabili  boşasa;   iddeti  içinde, vekilin boşaması  vaki olur. Çünkü vekilin vekaleti   devam   etmektedir. Tebyîn'de de böyledir.

Bir adam, diğerini, rehin için vekil yaptıktan sonra, bizzat bu müvekkil kendisi rehin verir; bilahare de rehnini kurtarırsa, vekil, tekrar rehin veremez.

Eğer müvekkil, başka birisini rehin bırakmaya vekil yapar, sonra da birisini vekil yapar; önceki de rehini kurtarırsa, ikinci vekil rehin koya­bilir. Çünkü, onu birinciden sonra vekil etmiştir. Bu durumda onu, rehni kurtardıktan sonra vekil etmiş oldu. Çünkü, ikinciyi vekil tayini caizdir. İki vekilden her birinin rehin alması da vermesi de caizdir. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyiedir.

Zekatını ödemeye bir şahsı vekil yapan müvekkil, zekatını bizzat kendisi öder; sonra da vekil öderse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, tazminati gerekir. Vekil, durumu bilsin veya bilmesin müsavidir.

İmâmeyn'e göre ise, eğer müvekkilin ödediğini bildiği halde ödemişse, tazminat gerekir; değilse gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.
2) Vekili, müvekkilin azletmesi de,vekaletin sona ermesinin sebep­lerindendir.

Azletmenin iki şarti vardır:

Birincisi: Azli, vekilin bilmesi şarttır. Çünkü: Azl, akdi ( = sözleşmeyi) bozmak içindir. Bunun hükmü de, onu bilmeden olmaz. Ancak bildikten sonra olur.

Vekil, huzurda iken azledildiği gibi, —hazırda değilse— mektupla da azledilir. Azil yazısı, vekile varınca o, azledilmiş olur.

Keza, vekil kendisine bir elçi gönderilerek de azledilir. Elçi varıp, durumu anlatınca, vekil azledilmiş sayılır.

Eiçi ona: "Gerçekten beni sana, fülan adam gönderdi ve dedi ki: Muhakkak ben, onu vekaletten azlettim." der ve işte o zaman, vekil azledilmiş olur.

Elçinin adil olması veya olmaması; hür veya köle olması; küçük veya büyük olması —tebliğ yaptığı takdirde— aynıdır.

Eğer müvekkil, vekile mektup yazmaz; elçi de yollamaz, fakat iki kişi ona azil haberini söylerse, —adil olsunlar veya olmasınlar— veya adil bir kişi söylerse; bütün bilginlere göre, o vekil azledilmiş olur. Vekil ona inansın veya inanmasın fark etmez. Çünkü, muamelatta tek kişinin haberi makbuldür. Her ne kadar, adil olmasa bile böyledir.
Şayet, haber veren bir kişi olur, o da adil olmazsa; eğer vekil ona inanırsa bi'1-icma azledilmiş olur. Eğer inanmazsa azledilmiş olmaz. Her ne kadar onun haberinin doğruluğu meyana çıkmış oîsa bile böyledir.

Bu görüş, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nîn görüşüdür.

İmâmeyn'e göre ise, inanmasa da, haberin doğruluğu meydana çıkınca azledilmiş olur.

Şayet müvekkil, vekili azleder; o da huzurda bulunmazsa, onu azlettiğine dair şahit edinir.

Azli kendisine haber verilmeyen vekil, azledilmiş olmaz.

Azlinden sonra ve bilgisinden önceki tasarrufatı —azledilmeden önce olan, bütün hükümlerde olduğu gibi— geçerlidir.

İkincisi: Vekaletin, başkasının hakkına tealluku olmamakda , azletmemin şartlarındandır.

Fakat, vekalet başkasının hakkına tealluk ederse; o hak sahibinin rızası olmaksızın, onu azletmek caiz değildir.

Mesela: Müvekkil, malını rehin bırakır; vakti gelince onu satmaya da birisini vekil eder; rehin alan şahıs da, o satıştan onu azlederse, işte bu azil makbul olmaz.

Keza, davalı olan zat, davasına bakmak üzere bir vekil tayin eder; bunun vekaletine, davacı da razı iken, onun haberi ve rızası olmadan, davalı vekili azlederse, işte bu azil de makbû! olmaz. Bedâi"de de böyledir.

Bir adam, diğerine, "kölesini satmasını" emrettikten sonra, onu vekaletten çıkarır; o da bunu bilmemekte olur ve köleyi satıp ve bedelini alır, o bedeî de onun anında zayi olur; köle de teslimden önce, ölürse; müşteri, parası için, vekile müracaat eder. Bu durumda* vekil de amire müracaat eder. Keza, kölenin efendisi, onu satmış veya mükâtebe yahut müdebber eylemiş veya azad-etmiş olur vekil de bu halleri bilmez veya köleye bir hak sahibi çıkar yahut kölenin aslen hür olduğu meydana çıkarsa, vekil, asilden müşterinin parasını alır ve ona verir.

Bir adanıp "belirli bir malını sa'tmaya" birisini vekil ettikten sonra, o vekili vekaletten çıkarmayı isterse; çıkarabilir. Ancak bunun başkasının hakkına tealluk etmemesi gerekir.

Mesela: Eğer, vekile, "satmasını ve onun bedelinden borcunu ödemesini" söylemişse; o zaman azledemez. Zehıyre'de de böyledir.

Bir müvekkil, hasmının olmadığı bir yerde, vekilini azleylediği zaman, bu vekil ya  vekil talibin vekili olur (bu halde matlub huzurda olmasa bile azl sahih olur.) veya vekil matlubun (= borçlunun) vekili olur. Bu vekil, alacaklının rızası ile tayin edilmemişse, müvekkil onu azledebilir. Ve bu azil sahih olur.

Fakat, talibin rızası ile tayin edilen vekili, o almadan veya azline razı olmadan, müvekkil azledemez.

Eğer vekil, hakimin isteği ile, —talibin olmadığı zaman da tayin edilmişse, borçlunun onu hakimin huzurunda azletmesi sahih olur. Talip hazırda olmasa bile böyledir. Eğer talibin huzurunda azîeylerse, yine azli sahih olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, yolculuğa çıkmak ister; karısı da, "şayet vaktinde gel­mezse kendisi boşamaya" bir vekil tayin etmesini ister o da öyle yapar; sonra da vekile bir mektup yazarak: "Seni vekaletten çıkardım." derse; bu azil sahih olur mu? Nusayr bin Yahya: "Azli sahih olur." buyurmuştur.

Muhammen"    bin   Seleme'de:    "Azli   sahih   olmaz."   demiştir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
3) Vekaletin sona ermesinin şartlarından birisi de müvekkilin (ilme­sidir.

Çünkü vekil, müvekkilin emrile ve onun ehliyyetiyle, vekil oluyor; müvekkilin ölümü ile de vekaleti son buluyor. Vekil müvekkilinin ölü­münü bilsin veya bilmesin bu böyledir. Bedâi('de de böyledir.

Şayet alacaklı ölür; borçlu da onun öldüğünü bilmeden, borcunu vekile verirse; borcundan kurtulmuş olmaz. Bunu vekile ödettirir.

Eğer, alacaklısının ölümünü bilerek, vekile borcunu öder;, o da vekilin yanında zayi olursa; vekil onu tazmin etmez.

Satışa vekil olan ve satış yapan kimsenin vekaleti, müvekkilinin ölümü ile sona ermez. Satışı caizdir. Bu, bir vefa satışıdır. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Bir adam, yara iddiasında bir şahsı sulha (= anlaşmaya) vekil ettikten sonra, bu müvekkil ölürse, vekalet geçersiz olur.

Eğer vekil anlaşma yapmış ise, hassaten kendi malından ödeme yapar.

Şayet müvekkil ölmez de, alacaklı ölür; vekil de alacaklının varisleri ile anlaşma yaparsa; işte bu caiz olur. Çünkü, varisler —isteme ve alma hususunda- ölenin yerine kaimdirler. Mebsût'ta da böyledir.
4) Vekilin, vekaletten düşme sebebterinden birisi de, müvekkilin aklını oynatması kaybetmesidir.

Çünkü,  bu  durumda  amir  ehliyetten  düşmüştür.  Bedâi'Me de böyledir.

Tecennünün miktarı, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bir aydır. tmâm Muhammed (R. A.)'e göre ise, tam bir yıldır.

Sahih olanı da budur. KâtTde de böyledir.

Geçici olan tecennün hakkında, bir şey söylenmedi.

Bu müvekkilin her saat vekilini azletmesi üzerine hamledilir. (Talip tarafından yapılan dava vekili gibi...) Fakat, müvekkilin vekili, azlet­mesini gerektirmeyen gayr-i lazım bir vekalet olursa (rehin satışına gözcü tayini gibi...) bu durumda, müvekkilin deli olmasıyla, vekil, vekaletten düşmez. Fakat, vekil deli olur ve aklı kah gelir, hak giderse, o takdirde aklı başında iken yaptığı ahş-veriş geçerli olur. Aklı başında değilken yaptığı alış-veriş geçersiz olur. Vekaleti devam eder ve azledilmez. el-Asl'da böyle yazılmıştır. Alimler: el-Asl Kitabında: Müvekkilin rızası şart koşulmuştur. Eğer müvekkil, onun vekaletine razı olmazsa, tasar­rufu geçerli olmaz, Muhıyt'te de böyledir.
5) Vekaletten azil sebeblerinden birisi de, vekilin irtidad ederek dar-i harbe iltihalk etmesidir.

Bu, İmam-ı A'zam (R.A.)'a göre böyledir.
İmâmeyn'e göre vekil, bu durumda vekaletten düşmez. Şayet mü­vekkil kadı:tı olur; o da irtidad ederse; o kadın ölene kadar, vey kadın dar-i harbe gidene kadar, bu vekilin vekaleti baki kalır. Bu, bi'1-icma böyledir.

Çünkü, kadının irtidat etmesi tasarrufuna mani değildir. Bedâi"de de böyledir.

Şayet vekil: "Ben, onun hayatında aldım-sattım, borç ettim." derse, sözü tasdik edilir. Bütün mes'ele de böyledir. Yalnız, hali hazırda olan malda sözüne inanılmaz. Havî'de de böyledir.

Eğer vekil: "Bana verdiğin malı, filaneden aldım." der; o da, kendi karısı olursa; —mal mevcut olmasa bile— sözüne inanılır. Meb~ sût'ta da böyledir.

Bir adam, birisini, "şu kadını, bana nikah eyle" diye vekil yapar; o kadın da irtidat ederek dar-i harbe gider; sonra da esir düşer ve müs-lüman olursa; bu vekilin, onu müvekkiline nikahlaması caiz olur. Fetâ-vâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İki kişi, bir adamı, "belirli bir cariyeyi, kendilerine satın alması için" vekil ederler; sonra da o iki müvekkilden birisi, irtidat ederek dar-i harbe gittikten sonra, vekil, o cariyeyi satın alırsa, yarısı vekile, yarısı da diğer müvekkile ait olur.

Eğer mürtedin varisleri: "Sen, bizim adamımız mürted olmadan Önce, satın aldın." diyerek vekili yalanlarsa, yeminle beraber vekilin sözü geçerli olur.

Şayet vekil mürtedin parasını nakden almışsa; o zaman varislerin sözü geçerli olur. Her iki taraf da beyyine ibraz ederlerse; veresenin beyyinesine, itibar edilir.

Şayet vekil: "Ben,onun dar-i harbe iltihak etmesinden önce satın aldım." der; varisler de onu yalanlarsa; —malın (karşılığını) kendisine verilmiş olması halinde— vekilin sözü geçerli olur.

Eğer mal (karşılık) vekile verilmemişse; varislerin sözü geçerli olur. Şayet mal verilmiş olduğu halde vekilin veya cariyeyi satan şahsın elinde duruyorsa; yine varislerin sözü geçerli olur. Mebsût'ta da böyledir.
6) Müvekkilin aciz olması da, vekaletin sona ermesinin sebeblerin-dendir.

Müvekkilin vekil tayin etmekten men edilmesi de vekaletin sona ermesinin st ebler-ıdc ırlir.

Şöyleki: Mükatep olan bir kimsenin veya me'zun bir kimsenin, bir şahsı vekil tayin ettikten sonra, bunların aciz kalıp; vekil tayin etmekten men edilmeleri gibi... durumlarda, vekil, —durumu bilsin, bilmesin— vekaletten düşmüş olur.

Müsteşfâda şöyle zikredilmiştir:

Vekalet aciz sebebiyle ibtal edilir. Men sebebiyle de geçersiz olur. Eğer vekil alım-satım vekili ise bu böyledir. Fakat hüküm veya borç ödeme vekili ise, vekalet geçersiz olmaz. Siracü'l-Yehhae'da da böyledir.
7) tki ortağın ayrılması da, vekâletin düşme sebeblerindendir.

Her ne kadar, onların ayrıldığını vekil bilmese bile, bu böyledir. Çünkü, hükmen azi olunmuş olur. Hükmen azilde de bilgi şart değildir.

Tebyîn'de de böyledir.
8) Vekilin ölmesi veya deli olması da vekaletten düşmesi demektir.

Şayet , vekil, mürted olarak dar-i harbe iltihak ederse, tasarrufu caiz olmaz. Ancak, müslüman olarak geri dönerse, o zaman tasarrufu caiz olur.

Yalnız, dar-i harbe iltihak etmeden önceki tasarrufu geçerlidir. Bir şartla ki, müslüman olarak geri gelirse, bekleme işi de sona erer. Hiç irtidat etmemiş gibi muamele yapılır.

Eğer dar-i harbe girdiğine hükmedilir; sonra da müslüman olarak geri gelirse; vekaleti avdet eder mi? İmâm Ebfi Yûsuf (R.A.): "Avdet etmez (= dönmez)" buyurmuştur.

İmâm    Muhammed    (R.A.)    ise:    "Avdet    eder.     {= döner)" buyurmuştur.

Vekil irtidat edip, dar-i harbe gider; sonra da geri döner ve müs­lüman olursa, zahirü'r-rivayeye göre vekaleti avdet eder. Bedâi"de de böyledir.

Bir müslüman, diğer müslümanı talak'a vekil ettiğinde, bu vekil irtidadt edip dar-i harbe iltihak eder; sonra da müslüman olarak geri dönerse, vekaleti üzerinedir. Havî'de de böyledir.
9)  Satımına vekil yapılan bir kölenin ölmesi veya azad edilesi yahut hibe edilmesi müdebber veya mükatep kılınması veya benzeri bir tasarrufta bulunulması da vekaeletten düşme sebeplerindendir. Çünkü, mahallinde

tasarruf, helakinden sonra tasavvur edilemez. Bedâi"de de böyledir.
10)  Vekilin vekaletten düşme sebeblerinden birisi de, müvekkili olduğu şey'in değişmesidir.

Müvekkil, bir şahsı, filan adamın bahçesindeki, tomurcuklu hurma ağaçlarını almaya veya satmaya vekil yapsa da, ağaçdaki çiçekler yaş veya kuru hurma haline gelse; alınacak veya satılacak olanın ismi değişmekle, vekalet batıl olur. Yine böyle hurma koruğu yaş hurma olsa vekalet batıl oîur.

Korukların bazısı, yaş hurma olsa bile, yine vekalet batıl olur. Şayet, sözleşmede yaş hurma da var ise, o zaman vekalet batıl olmaz. Her ne kadar içinde koruk hurma bulunsa bile, bu böyİedir.

Ancak az bir kısmı, yaş hurma olsa bile, yine vekalet batıl olur.

Yalnız, iki kür veya üç kür kadarı yaş hurma olursa, vekalet baki kalır. Yaş hurma, kuru hurma olsa alımı-satnm hakkında istihsanen vekalet tamamdır.

Yaş üzüm ise, bunun hilafmadır. Kuru üzüm olunca veya küçük koruk büyüyünce vekalet batıl olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerine "yumurta almasını" söyler; o da alır ve bu yumurtadan civciv çıkar; veya "tomurcuk al" dediği halde o kuru hurma alır; veya "üzüm şırası al." der.de, o sirke veya pekmez alır veya, "süt al." dediği halde o yağ alırsa, bu vekil, vekaletten çıkmış olur.

İbnü Semâa, İmâm Muhammet! (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir adam, üç gün muhayyer olmak üzere, yumurta satsa; onun içinden de üç gün içinde, civciv çıksa,' satış batıl (= geçersiz) olur.

İbnü Semâa, İmâm Ebû Yûsfu (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir adam, diğerine: "Belirli bir sütün yoğurdunu al." der; vekil de bu yoğurt eskidikten sonra, onu satın alırsa; müvekkile karşı bu caiz olmaz.

Şayet, "süt yoğurdu sat." der de o eskir ve vekil onu satarsa, caiz olur. Çünkü mahallini zayi etmiş olmadı. Maksad satmak ve bedelini almaktı; o da oldu. Serahsî'nih Muhiytı'nde de böyledir.

Bir zjmrnî, diğer bir zimmiyi "belirli bir içkiyi almaya" vekil eder; o da sirke alırsa, işte o, onu alabilir. Havî'de de böyledir.

Keza, bir müslüman, diğer bir müsîümanı, "belirli bir şırayı almaya" vekil eder; o şıra da sirke olursa; o, onu alabilir. İçki olsa ne olur?

Bu zikredilmemiştir.

Sahih olan, onu da almaktır. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, diğerine:"Belirli bir sevik satın al." dediğinde vekil, yağ ile karışık veya zeytin yağı ile bal ile şeker ile karışık sevik alırsa, onu satın almak amire karşı caiz olmaz. Satışı caiz olur.

Şayet müvekkil vekile: "Belirli simsim al." der; o da benefsec alırsa; satımı caiz; fakat, âmire karşı alımı caiz olmaz.

Eğer: "Belirli, beyaz bir elbise satın al." der; vekil de boyanmış olarak alırsa, alım-satımı caiz olur; fakat, amire karşı caiz olmaz.

Keza emrederken beyaza nisbet eylemez fakat işaret ederek, gsöterir; o da başkasını alırsa, amire karşı alışı caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Amir, birisine belirli bir taze olarak balık almasını söyler; o adam da, müvekkilin dediğini almaz da başkasını alırsa, amire karşı   caiz olmaz. Satım caiz olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse, "kölesini, borcuna karşılık vermeye" bir adamı vekil ettikten sonra, alacaklısının'izni ile, onu kendisi satarsa,'vekil vekaletten düşmüş olur. İster, vekil bu hali bislin, isterse bilmesin böyledir. Köle ister, borca bedel olsun, isterse olmasın yine böyledir. Bu durumda, bu kölenin efendisi borcunun karşılığını eğer üzerinde borcu varsa öder.

Fakat, efendisi onu azad ederse, vekil vekaleti üzerine kalır.

Keza, eğer alacaklısının izniyle, onu mükatebe ederse yine böyledir.

Mükâteb de bağış almak için, vekil tayin edilir ve bu müktabe kitabet bedelinden aciz olduktan veya azad edildikten sonra, bağış alırsa, bu caizdir. Yani bağış alabilir. Mebsût'ta da böyledir.

Ticaretle uğraşan bir köle, "alım-satım ve başka şeyler için" vekil yapılsa; efendisi de onu vekaletten çıkarsa; bu —kölenin üzerinde borç olsun veya olmasın— bir şey değildir.
İki kişinin, bir mükatebi bulunur, o da, alım-satım veya dava için, bir   vekil  tayin   ettikten   sonra  onlardan   birisinin   kitabet   bedelini ödemekten aciz kalsa, vekaletine devam etmesi, ikisinin hissesi hakkında da caiz olur. Mebsût'ta da böyledir. [33]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..