Zekâtın Sıfatı :

Zekât, muhkem bir farzdır. Onu inkâr eden Jcalir olur. Ver meyen ise öldürülür. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.

Malın üzerinden tam bir sene geçince, zefcâtını^hemen ve-mek vacip olur. Özürsüz olarak, zekâ*, vermeyi geriye bırakan kim­se ise günahkâr olur.

Râzî'nin rivayetinde, zekâtın verilntesi fevrî değildir, (yani, farz olur olmaz, hemen vermek gerekmez.) Bir kimse onu Ömrünün so­nuna kadar tehir edebilir. Ancak, evvelki kavil esahhtır ve zekâtını tehir edip ölürken veren kimse günahkâr olur. Telızîb'de de böyle­dir.

Veya, bir kimse verilmesi gereken zekâtını,-malından Sı­rırken, ^-onun zekât olduğuna— niyyet etmelidir: Kenz'de de böyle­dir.

Zekât vermeye niyyeıt eden kimse, maluıdan bit-şey ayırma­dan, senenin sonuna kadar, zaman zaman tasaddıakta bulunsa ve bu sadakaları verirken, zekâta niyyet etmiş olmasa, verdiği bu sadaka­lar, zekât olarak caiz olmaz. Tebyîn'de de böyledir.

Bir kimse, bu sadakaları verdiği sırada, kendisine, «bunu ne için veriyorsun?» denilse ve o kimsenin de, hiç düşünmeden: »Zekât olarak veriyorum.» demesi mümkün olsa, o şahsın bu hali niyyet olur.

Ancak, bir kimsenin : «Senenin sonuna kadar verdiğim sadaka­ları, zekâtıma niyyet ettim.» demiş olması caiz olmaz. SSrâciyye'de de böyledir.

Zekâtını vermek üzere, birisini vekil eden kimsenin —zekât için ayırdığı malı—o kimseye verirken, zekât için niyyet etmesi caiz olur. Şayet, bu şahsı vekil tayin ederken değil de, bu vekile, zekâtı verirken niyyet etmiş olsa yine bu niyyeti caiz olur. Mî'râcü'd - Dirâ-ye'de de böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsa zekâtını verip onu fakirlere ver­mesini emretse, o kimse de verirken niyyet etmese, bu da caiz olur. Çünkü, bu durumda, âmirin niyyeti bulunmaktadır. Serahsî'nin Mu-hıyt'inde de böyledir.

Bir kimse, zekâtını vermek üzere vekil tayin ettiği şahsa, zekâtını verdikten sonra, henüz o vekil zekâtı fakirlere dağıtmadan önce, zekâtın, sahibi niyyetini değiştirip yenilemiş olsa, ikinci niy­yeti ne ise o, caiz olur.

Bu kimse, malının zekâtından vekiline bir kaç dirhem vermiş olsa, memur (= vekil) onu fakire vermeden önce, amir, o miktarın, , nezri yerine verilmesine nıyyet etse, verilen o şey zekât değil, nezir olur. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.

Zekât vercek olan bir kimse, bir şahsa : «Eğer, şu eve gi­rersem, Allah için, sana şu yüz dinarı vereceğim.» demiş olsa ve o kimse de, mezkur eve girse, zekât verecek olan kimse de, o yüz di­narı zekâtı yerine vermeye niyyet etse; bu yüz dinar, zekât olarak caiz olmaz. Serahsî'nin Muhiyt'inde de böyledir.

Kendisine emanet olarak konulmuş -bir malı zayi etmiş bu­lunan bir kimse, emanetin sahibi olan fakir kimsenin düşmanlığın­dan kurtulmak için, zayi olan emânetin bedelini, o fakir şahsa zekât niyyeti ile verse bu, caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîbân'da da böyledir.

Bir kimse, niyyetsiz olarak fakire vermiş olduğu bir malı, henüz fakir harcamadan zekât olarak niyyet etmiş olsa, bu caiz olur. Fakat, fakir harcadıktan sonra, böyle niyyet etmiş olması caiz ol­maz. Aynî'de de böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsın malından, mal sahibinin haberi olmadan, bir fakire zekât vermiş olsa ve mal sahibi de buna razı olsa; eğer bu durumda ayiu mal, aynı fakirin elinde bulunmakta İse, bu zekât caiz olur. Aksi takdirde caiz olmaz. Sirâciyye'de de böyle­dir.

Bir kimse, ihtiyacından fazla olan malının hepsini tasad-duk eylese de, bu halde zekâta niyyet etmemiş bulunsa, bu kimse­den zakâtm farziyyeü düşer. Bu istihsandır. Zâhidî'de de böyledir.

Nafile tasaddukta, niyyetin bulunmuş olması ile olmaması arasında bir fark yoktur.

Bir kimse, nisabının tamamını nezir veya başka bir vacip niyyeti ile, fukuraya vermiş olsa, neye niyyet etmişse onu vermiş olur. Diğerine ise borçlu kalır.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, nisabının bir kısmını fa­kire hibe etmiş olan, mal sahibinden zekât sakıt olur. Tebyîn'de de

böyledir.

İmâmı A'zam Ebû Hanîfe CR.A.) 'den de bunun gibi bir rivayet gelmiştir. Bu kavil, eşbehtir. Zâhîdî'de de böyledir.

Bir fakirde alacağı olan bir kimse, bu alacağından vaz geç­miş olsa; zekâta niyyet etsin veya etmesin vazgeçmiş bulun­duğu bu malın zekâtı kendisinden düşer. Çünkü o,*helak olmuş mal hükmündedir.

Fakat, bu kimse, bu alacağından bir kısmından vaz geçmiş ol­sa, vaz geçtiği kadarının zekâtı zimmetinden sakıt olur.

Bu kimse, vaz geçtiği miktarı, kalan alacağının zekâtına niyyet etmiş olsa bile kalan alacağının zekâtı, bu şahsın üzerinde kalır. (Yani onun da zekâtını vermesi^ gerekir.) Tebyîn'de de böyledir.

Bir kimse, bir zenginde olan ve üzerinden bir yıl geçmiş bu­lunan alacağını o zengine bağışlamış olsa, Câmî'in rivayetinde, esahh olan kavle göre, o kimse bağışlamış bulunduğu bu malm zekâtını da borçlu olur. Serahsî'nin Mııhıyt'inde de böyledir.

Bir kimse, bir fakire başka bir fakirde olan alacağının ze­kâtı niyyeti ile bağışlamış olsa veya kendisinin yanında bulunan ma-Jımn. zekâtı niyyeti ile bağışlamış olsa, bu caiz olmaz. Kâfi'de de böyledir.

Bİf kimsenin, bizzat yanında bulunan malının zekâtını, biz­zat yanında bulunan malı ile veya alacağının zekâtım, bizzat yanında bulunan malının zekâtı yetine sayması caiz olmaz. Ancak, alacağını, almamış bulunduğu! alacağının yerine zekât olarak verse caiz olur. Seraibsî'nm Muhiyt'inde de böyfödir.

Zekât verecek kimsenin zekâtını açıktan vermesi, nafile sa­dakalarını ise gizli vermesi daha efdaldir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir fakire; bağış veya bprç diyerek para veren kimsenin, zek&ta niyyet etmesi caiz olur. Esahh olan görüş budur. Bahrü'r -Râık'ta da da böyledir. [2]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..