Nisabın Namı Olması :

Zekâtın farz olmasının şartla­rından bivi de, nisabın namî (= çoğalıcı) olmasıdır.

Nema (= çoğalma) 'ya, doğma, doğurma,, kazanma, kâr et­me gibi hakiki olur; veya bir kimsenin kendisinin veya naibinin elinde malın temekkünü (= durması) sebebi ile artıma el verişil olan mal gibi takdirî olur. Hakikî nema da, takdirî nema da, hılkî ve fi'li olmak üzere ikişer kısma ayrılırlar. Tebyîn'de de böyledir.

Hılkî olanlar*/ allın ve gümüştür. Çünkü bunlar, bizzat in­tifa için, yani havaic-i asliyyeyi gidermek bakımından elverişli değil­dirler. Ticaret için niyyet edilsin veya edilmesin, bu gibi malların ze­kâtı verilir. Nafakaya niyyet edilmiş olsa bile bunların zekâtı verilir. Fiilî olanlar ise, altın ve gümüşün dışında kalanlardır.

Fiilî olanlarda nema ise, ticarete niyyet etmekle olur. Ticaret mallarına veya otlak hayvanlarına ilave edilmezlerse, bunlara itibar edilmez.

Ticarete niyyet ise, ya sarahaten (açıkça) olur veya delaleten olur. Sarih olan ticaret, bu alış verişin akdi esnasında, ticarete niy­yet etmekle olur. Memlûkün ticaret için olması da böyledir. Bu akdin, satın alma veya kiralama olması ve   bedelinin de nakid veya uruz olması da müsavidir.

Öelâleten ticarete niyyete gelince : Serahaten ticarete niyyet edilmemiş olsa bile, bir malın kendisini, ticaret sebebi ile satın al­mak veya ticaret için bir evi kiraya vermek gibi durumlardır. Bu durumlarda ticarete niyyet edilmemiş olsa bile, yapılan işlem ticaret olmuş olur.

Sedâü'de : «Burada ihtilaf, bu malın bedeli hususundadır, Men­faatler ticaretin aynıdır.» denilmiştir. Kitebü'z - Zekât'ta ; «Bu ihti­laf, niyyetsiz ticaret hakkındadır.»; CâmTde ise : «Durmak, niyyete delalet 'eder.» denilmiştir. Bu mesele hakkında iki rivayet vardır. Belh'li âlimler, Cami'in rivayetim doğru bulmuşlardır.

Bir kimsenin, hibe, vasiyyet, nikâh, mehir, hulû' (= bir ka­dının kocasına, kendisini boşaması için talâk karşılığı olinak üzere, uzlaşarak verdiği para veya mal), bir kimsenin kasden Öldürülen bir yakınî için, suih sebebi ile kısas yolu ile sahip olduğu şey, veya azat olma bedeli gibi şeyleri, ticarete niyyet etmesi sahih olmaz. Esahh olan görüş budur, Bahrü'r - Râık'ta da böyledir.

Bir kimsenin, varis olduğu malı da, ticarete  niyyet etmesi sahih olmaz. Tebyîn'de de böyledir.
0 Bir varis, mirasım aldığı adamın ölümünden sonra, otlak hayvanlarını ve ticaret malarını üsaraeye veya ticarete niyyet etse, bu malların zekâtım vermek, p varise farz olur. Böyle bir niyyeti ol­maması halinde ise, bazı âlimler : «O kimseye/ zekâtı farz olur.»; bazıları ise : «farz olmaz» demişlerdir. Serahaî'nin Muhıyt'inde de böyledir.

Bir kimse, ticaret için bir cariye alsa, sonra da da onu hiz­metinde kullanmaya niyyet etse, o cariyenin bedeline zekât düşmez. Zahidî'de de böyledir.

Bir malın zekâtının verilmesi için, o malın, ya sahibi olan kimsenin veya naibinin elinde bulunması ve bu malın artması veya temekkün etmesi şarttır. Artması olmayan ve temekkünü bulunma­yan mal için zekât yoktur. Nitekim, mâl-i zımâr (= tahsili mümkün olmayan alacak böyledir. Tebyîn'de de böyledir.

Mâl-i zımâr : Aslında, bir kimsenin malı plan ve önün mül­kine dahil bulunduğu sırada elinden çıkıp, bir daha geri dönmesi umulamayan mal, demektir. Muhiyt'te de böyledir.

inkâr edilen borç ye zoraki alman mal, üzerlerine, beyyine-leri, şahitleri, senetleri veya benzeri şeyleri yoksa, mâl-i zımâr'dan-dır. Ancak, bunların beyyineleii, şahitleri veya senetleri varsa, ze-kâttarını vermek farz olur.

Ancak, gasbedilnüş olan otlak hayvanları için, gasbeden kimse durumu ikrar etse bale, zekât verilmez.

Kaybolan mal, kaçan köle, müsadere ile alınmış olan mal, deni­ze düşen veya sahraya gömülüp yeri unutulan mal da, mal-i zımâr hükmündedir.

Fakat, eve gömülen, mal, gömülen ev başkasının evi olsa bile, yerinin unutulmasından dolayı, mâl-i zunâr sayılmaz. Bahrü'r - Râik' ta da böyledir

«Mal, bir kimsenin kendi arazisinde veya bağında gömiÜtt ise, bu malın zekâtını vermek farzdır.» denilmiştir. Çünkü, o kim­senin, malını bulmak için, arazisini kazması mümkündür.

«Bu durumdaki malın zekâtı, farz olmaz» da denilmiştir. ÇUn-kü, arazinin tamamım kazmak zordur.

Fakat, ev, bunun hilâfınaidır. Ancak> ev çok büyükse, gömülü bulunan o mal, nisap olarak hesaba alınmaz.

«Borç, inkarcının üzerinde olduğu halde, şahit ve senet, sağlam ve âdil değilse, o mal için zekât farz olimaz.» denilmiştir. Sahih olan İse, bu durumda zekâtın farz olmasıdır. Kâfî'de de böyledir.

Üzerine bir beyyine, bir delil olmadığı için inkâr edilen bir borç için, yıllarca sonra —borçlu olan kimsenin insanlar arasında borcunu ikrar etmesi gibi— bir .beyyine olursa, bu durumda bile, o alacağa zekât gerekmez. Tebyîn'de tde böyledir.

Eğer kadı, bu alacağı biliyorsa, bu alacağın geçmiş senelere ait zekâtının da verilmesi farz olur. Borçlu olan kimse, borcunu ik­rar ediyorsa, bu alacağın zekâtının mutlaka verilmesi lâzımdır. Bu durumda, borçlunun fakir olması, zengin olması veya müflis olması müsavidir. Kâfî'de de böyledir.

İmâm Ebû Hanîfe (R^J ve İmâm Ebû Yûsuf İKA.) 'un ka­villerine göre, borç, bir müflisin üzerinde olsa, kadı da ondan tahsil etmiş Munsa ve alacaklıya gönderse, fakat bu, alacakılya senelerce sonra ulaşmış olsa, bunu alan kimsenin, bu alacağının geçmiş sene­lere ait zekâtlarını da vermesi icabeder. Kâdîhân'm Câmiu's - Sağîr'-inde de böyledir.

Bir borçlu, borcunu, gizlide ikrar ve açıkta inkâr etse,   bu alacak nisaba dahil edilmez.

Bir borçlu, borcunu ikrar etse, fakat bunu hakimin huzurunda inkâr etse; sonra borçlu olduğuna dair şahidter getirilse; şahidlerin ta'diîi için (=; âdil olup olmadığını araştırmak için) zaman geçse; sonra da bu kimsenin borçlu olduğuna hükmedilse, borçlunun, ka-dı'nıh huzurunda, borcunu inkâr ettiği zamanüar için, bu alacağın zekâtı hükmdluriduğu zamana kadar, gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhân-da da böyledir.

fe Bir kimsenin borçlusu kaçsa, alacaklı olanın da bu kimseyi bulmaya gücü yetse; veya kaçan adamın bir vekili bulunsa, bu du­rumda alacaklı olan şahsın, bu alacağının zekâtını vermesi gerekir. Fakat, alacaklının, bu alacağını almaya gücü yetmezse, bu alacağı için zekât vermesi gerekmez. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.

İmâm-i A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)N*e göre, diğer borçlar üç mertebededir :
a)- Zayıf Alacaklar : .Bunlar, vasiyyet gibi, asla hiç bir şeyin karşılığı olmayan borçlarla; mehir, muhalaa, dem-i amd'den musâla-ha, diyet ve kitabet gibi mal olmayan şeylerin bedelleri olarak sabit ve hasıl olan ve talep edilen borçlardır.   Bunlar. alınıp, üzeri^t^1 bir yıl geçmedikçe, zekâtlarının verilmesi gerekmezi;

b)- Vasat Alacaklar : Ticaret malları veya hayvanlar gibi ol­mayan malların bedelleri (yani, havaic-i asliyeden olan, yenilen, içi­len, giyilen ve benzeri malların bedelleri ile, kiralanan ev ve akarla­rın ücretleri gibi şeylerden dolayı olan alacaklar, Vasat Alacaklardır. Sahih olan rivayete göre, bu borçların bir sene geçmesinden sonra, alınan nisab miktarının zekâtı verilir.

c.- Kuvvetli Alacaklar : Ticaret mallarının bedeli (yani, yanın­da biı- sene baki kalarak zekâtı'lazım gelen paralar, emsali mallar ve sevâimin" bedeli olan alacaklar da, Kuvvetli Alacaklaradır. Bunla-
nn miktarı, nisaba baliğ olur ve üzerinden de bir yıl geçerse, alındığı zaman zekâtı yerilir. Zâhidî'de de böyledir.[11]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..