4- ÖŞÜR TOPLAYAN KİMSELERİN DURUMU

Öşür toplayan kimse, devlet başkanının, sadakaları (zekât­ları, devlet gelirlerimi) toplamak ve tüccarı hırsızdan korumak üze­re tayin ettiği kimsedir.

Âşir (= öşür toplayan kimse =âmil), açık malların sadakasını (= zekâtını) aldığı gibi, tüccarın yanında bulunan gizli malların da sadakalarım (— zekâtlarını) alır. KâB'de de böyledir.

Âmil'in' (= Âşir'in), hür olması, müslüman olması ve Ha-şimî olmaması şart kılınmıştır. Gâye'den naklen Bahrü'r Râık'ta da böyledir.
Bir müslüman, yanında ticaret malı bulunduğu halde bir âmile (= âşir'e) uğrarsa, havM havelan (= senenin tamam olması) ve nisabın tam olması şartı ile, âmil o malın 40 da birini, zekât ola­rak alır. ve zekât konulmakta olan yere kor.

Bu âmile, bir zımmî îslâm ülkesinde yaşayan gayr-i müslim vatandaş) uğrarsa; âmiil, bu kimseden yanında bulunan ticaret mal­larının yirmide birini alır. Bunu da, cizyelerin konulduğu yere kor. Bu zımmîden cizye alınmış olmasından dolayı, onun harâc borcu düşmez. Zımmîden de, bir senede, bir defadan fazla —vergi—• alın­maz. Şirâcü'I - Vehhâc'da da böyledir,
Bir âşire, yanında 200 dirhemden daha az malı bulunan bir kimse uğrayınca; bu kimse, müslüman olsun, zımmî veya harbî olsun; âmil bu kimseden evinde başka malı olduğu bilinse de, bi­linmese de— bir şey almaz. Serâhsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.

Bir âşir'in yanına, malı ile uğramış olan kimse : «Bu malın üzerinden sene geçmedi. Aynı cinsten, üzerinden sene geçmiş olan başka malım da yok» dese; veya : «Üzerimde insanların isteyip ala­cakları borcum var.» veya :.«Ben yolculuğa çıkmadan önce, sadaka­yı zekâtı, vergiyi) başka fakirlere ödedim.» veya : '<... bu sene için de başka âşir'e ödedim.» der ve yemin ederse; o kimsenin söz­lerine inanılır.

Câmi-i Sağîr'de : «Bu kimsemi beraatını  vesikasını, delili­ni) çıkarması şart değildir. Sahih olan budur.» denilmiştir. Ancak, o sene, bu âşirden başka âşir yoksa, o kimsenin sözüne inanılmaz.

Keza, yolculuğa çıktıktan sonra verdiğini iddıia edenin de, sözü doğru görülmez. Kâfî'de de böyledir.

Bu kimse, zekâtım verdiğini iddia ettiği âmil'in ismine uy­mayan, başka bar isimle berât çıkarıp göstermiş olsa ve verdiğine yemin etse, sözüne inanılır. Zahirü'r- rivâye'de böyledir. Çünkü, be­raat şart değildir. Bedâi'de de böyledir.

Bir kimse, başka bir âmü'e verdiğine dair yemin ettiği hal­de; senelerce sonra yalanı ortaya çıkmış olsa bile, kendisinden bu zekâtı alınır. Câmiu'l - Cevâmi'den naklen Tatarhâniyye'de de böyle­dir.

Müslümanların doğru   söylediklerinin   kabul edildiği her şeyde, zımmîlerin de doğrulukları kabul edilir ve onlara da inanılır. Koız'de de böyledir.

Âmilin bu hususu umum hakkında icrası caiz olmaz. Meselâ : Zımmî'den alman cizye hususunda, o zımmî : «Ben ver­dim.» dese, sözü doğru bulunmaz. Çünkü, fakir olan zımmîlere, bu hak —cizye— verilmez. Onların bunu almaya, ehliyetleri ve veren zımmînin de bunu yermeye velayeti yoktur. Bu, müslümanlann ala­cağı bir şeydir.

Eğer, bir zımmî, sahnelerinin vergisini, şehrin fakirlerine ver­diğini iddia ederse; bu iddiası kabul edilmez. Bil-akis, verdiği bilin­se bile, ikinci defa yeniden aîimr.

Bu durumda, ikinci defa alman, zekât yerine geçer; birin­cisi ise nafile olmuş olur. Sahih olan budur. Tebyîn'de de böyledir.

Ebû'l-Yüsr, Cami'de : «Eğer, devlet başkanı, onlara, ver­gilerini diledikleri kimseye vermeleri hususunda izin vermişse, o za­man bir beis yoktur. Çünkü, devlet başkanının, başlangıçta onlara izin vermiş olması halinde,   fakire vermelerinin   caiz olduğu gibi, bunlar fakire verdikten sonra devlet başkanı izin vermiş olsa; bu durum yine caiz olur.» demiştir. Bahrü'r - Râık'ta da böyledSr.

Bir âmil. sâimelere veya nükuda uğramış olsa da, sahibi : «Bunlar benim değildir.» dese, u kimseye inanılır. Sirâcü'l - Vehhâc'­da da böyledir.

Bir âmile, ticaret malı ile uğrayan bir kimse : «Bu ticaret malı değildir.» dese, onun sözüne de inanıür. Tahâvî Şerfıi'nde de böyledir.
Âşir, 200 dirhem değerinde, bulunmuş olan bir mala rast-lasa, bunun öşrünü almaz.

Keza, bu durumda müdâribden de zekât alınmaz. Ancak, mü-dârîb (.= sermaye başkasından, emek kendisinden olmak üzere or­taklık yapan kimse) kendi öz hissesinden kâr eder de, bu kân nisab miktarına baliğ olmuş bulunur, bununda da, üzerinden bir sene geçmiş olursa; bu müdâribden o malının zekâtı alınır. Çünkü, o şa­hıs, bu malin sahibi olmuştur. Hidâye'de de böyledir.

Keza, mal sahibi olma izin ve yetkisine sahip olan bir kö­leye uğramış olan âmil, o köleden ide zekâtını alır.

Fakat, mal —böyle izni olmayan— bir kölenin olursa; kazancı olsa bile, âmil, ondan zekât almaz. Bu görüş sahihtir.

Eğer, efendisi bu köle ile beraberse, âmil bu efendiden zekâtı alır. Ancak, bu efendinin malından, kulların alacağı varsa, (yani, bu mal sahibi başkalarına borçlu ise) ve bu mal da borcunun karşılığı ise, o zaman âmil bu kimseden de zekât almaz. Kâfî'de de böyledir.
Ticaret malı olan şarap ve domuzu bulunan bir zımmı, âmil'e gelse; bu ticaret mallarının değerleri de 200 dirheme eşit ve­ya ondan daha fazla bulunsa; bu âmil, şarabın kıymetinin onda bi­rini alır. Zahirü'r - rivâye'ye göre, domuzun değerinden bir şey al­maz. Bu, İmâmı A'zam (R.A.) ve İmâm Mvihammed (R.A.)'e göre­dir. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.

İmâm Muhammed CR.A.), ölmüş hayvanların derilerinin hükmünü zikretmedi. «...Böyle bir metâı olan, bir zımmî, âşire uğ­radığı zaman, münasip,olan, âşirin onların da öşrünü almasıdır.» denilmiştir, Muhıyt'te de böyledir.

Harbîden de öşür alınır. Ancak, harbîden öşür alınması için, onların da müslüman tüccarlardan az veya çok öşür almakta olmaları gerekir.

Keza, onlar bizim tüccarlarımızdan bir zey almazlarsa; biz de, onlardan hiç bir şey almayız. Yani, onlar bize nasıl davranırlarsa, biz de onlara öyle davranırız.

Eğer onlar, bizim tüccarlarımızın elinden mallarının tamamını alırlarsa; biz de onlardan mallarının tamamını alırız. Ancak, bu cUit rumda, ona emân verene kadar olan miktar müstesnadır.

Harbîlerin mukatep kölelerinden ve çocuklarından bir şey alın­maz. Ancak, onlar bizim mükâtep kölelerimizden ve çocuklarımız­dan alırlarsa, o zaman biz de onların mükâtep koie ve çocuklarından —vergi— alınz. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.  

Hiç bir hususta harbîlere inanılmaz. Ancak, cariyelerinin ümm-i veled (= evlâdlarının anası) olduğunu iddia ederlerse ve ço­cukları hakkında onların kendi çocukları olduklarını iddia ederlerse bunlara inanılır. Çünkü, nesebe ikrar ve çocuğunun anası olmakla ikrar sahihtir.

Harbîler, eğer : «Bunlar müdebbirdirler,» derlerse, bu sözleri­ne inanılmaz. Çünkü, tedbiri ikrar etmeleri sahlih değildir.
Harbîler, şayet 50 dirhemle gelirlerse, bu durumdaki harbîden bir şey alınmaz. Ancak onlar bizim tüccarlarımızdan bunu alır­larsa, biz de onlardan alırız.

Eğer, harbîlerin bizden öşür alıp almadıklarını bilmezsek veya aldıklarını bilir fakat ne kadar aldıklarını bilemezsek, biz de onlar­dan öşür ahriz. SÜrftcül - Vehhâc'da da böyledir.

Eğer bir harbî, âşire uğrar; o da bu harbîden alınması ge­rekeni alırsa; bu harbî başka bir âşire uğramış olsa bile, bir yıl ta­mam oluncaya kadar, ondan yeniden hiç bir şey alınmaz. Fakat, bu harbî öşrünü verdikten sonra, dâr-ı harbe gitse de, sonra aynı gün geri gelse, önce olduğu gibi —tekrar— öşrü alınır. Hidâye'de de böyledir.

Bir harbî, âşire uğrasa; âşir de onun harbî olduğunu bilme­se ve bu harbî dâr-i harbe dönse; sonra da geri gelse, önceki uğra­masından dolayı ondan öşür alınmaz. Tebyln'de de böyledir.

Bir müslüman ve bir zımmî âşire gelseler, âşir de onları tammasa —-ve alması gerekeni almasa—, ikinci sene âşâr onları tam­sa, ikisinden de, geçen senenin zekâtını alır. Sirâcül - Vehhâc'da da

böyledir.
Bir kimse, yanında 40 koyun olduğu halde, âşire varsa, —bu koyunların da— üzerinden iki yıl geçmiş bulunsa,

senenin zekâtını alır; ikinci seneninkini almaz. Sirâcü'I - Vehhâc'da da böyledir.

Tağlib Oğullarından, cizye yerine, öşrün yarısı alınır. Eğer Tağli bililerin çocukları veya kanlan âşirin yanına varırsa; çocuklar­dan bir şey alınmaz. Kadınlardan ise, erkeklerden alman kadar alı­nır. Sirâcü'I - Vehhâc'da da böyledir.

Bir kimse, hâricilerin âşirine uğrasa; o âşir de, bu kimse­den Öşrünü alsa; bu kimse, daha sonra, adi ehlinin âşirine uğrasa; bu âşir de ikinci defa o kimseden zekâtını alır. Ancak, haricîlerin çoğunlukta bulunduğu belde bunun hilafın adı r. Bu şahsın otlak hayvanlarının zekâtını hâricilerin âşiri almış olursa, ehl-i adtfn âşiri bunların zekâtını yeniden almaz. Kâfî'de de böyledir.
Âşirin yanına, 3'aş meyve, sebze veya süt gibi çabuk bozu­lacak btr şeyle varan kimse, bunların değeri nisaba baliğ olsa bile, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.AJ've aöre, bunlardan bir sey alın-maz. tmâmeyne göre ise, bunların öşrü alınır. Sh-âcü'I - Vehhâc'da da böyledir. Bu, Serahsî'nin Muhıyt'inde ve Kâfî'de de böyledir.
Bir kimse, nisab miktarına, ulaşmamış hayvanlarla, âşirin yanına gelir; evinde de onları nisab miktarına ulaştıracak başka hayvanları bulunursa; âşir o şahıstan, vermesi icabeden kadarını alır. Çünkü, bu hayvanların hepsi himaye altındadır. Sirâcül-Veh­hâc'da da böyledir. [21]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..