Müteahhirîn Âlimeerince Yazılan İcâre Akdi Senedi Örneği

Müteahhirîn âlimlerinin, bu hususta ihtiyar eyledikleri, örnek nüsha şudur:

Filan oğlu filan, filan oğlu filandan, evleri müştemil olan bir yerin tamamını icarladı. O mülk, onun mülküdür ve onun elindedir. Şu yerde şu hudutlarla hudutlu, haklarının tamamı, yeri, binası, yukarısı—aşağısı, içinde—dışında olanların haklan, az—çok ne varsa cümlesinin haklan, tam bir sene (on iki ay)— ayların başlangıcı şu ayın başı; sonu, şu senenin şu ayında;— şu kadar dirheme, (her ayın-hissesi şu kadar dirhem olmak üzere) sahih caiz nafiz, müfsid şart­lardan hâli, mubtil meâniden uzak olmak üzere icarladı. Bunların tamamı ecr-i misildir. Üzerine sözleşme yapılan yerde, bu icâre vu­ku bulduğu günde, bir noksan ve bir haksızlık olmamıştır. Müste'-cir,   bu   müddetin   tamamında,   bizzat   ma'ruf   bir   şekilde menfaatlanacaktır.

Bundan sonra, eğer müste'cir ücreti nakden (peşin) ödemişse, o da yazılır ve şöyle denilir:

Müste'cir, şu müddetten şu müddete kadar olan icarı, tamamen peşin olarak ödemiştir ve müşteri ücretin tamamından beri olmuş­tur. (= kurtulmuştur).

Şayet müste'cir, peşin ödememiş ise; o da yazılır ve şöyle denilir: Her ay geçtikçe, o ayın icar hissesini ödeyecektir. Bu ücretin tamamı bütün manialardan ve münâzâlardan fariğ­dir. İcarcı ve icara veren, birbirlerinden sahih ve temam sözleşme­den sonra ayrılmışlardır. Müste'cir, bunların tamamını görmüş ve anlamış ve ikisi birlikte nefisleri üzerine şehâdette bulunarak, bu ya­zı tamam olmuştur.

Şeyh'ul-İmâm Necmüddin en-Nesefî şöyle buyurmuştur: Kabzedilmemiş olan ücretin tazmin edileceği yazılmaz. Peşin alı­nan ücreti tazmin yazılır.

Şayet peşinle beraber ücret alınmışsa, ödetileceği yazılır. Peşin alı-tin aslını tazmin, başka bir borcu tazmin gibidir.

Buna binâen, dükkan icarı, yer icarı, değirmen icarı, hamam icarı ve hudutlu yer icarı yazılırlar. Zehiyre'de de böyledir.

En doğrusunu ancak Allahu Teâlâ bilir.

Şayet müste'cir, —yerinin dışında— bir bağı icarlarsa; uygun olanı bağın aslını (kökünü) yazmaktır; ağacım çubuğunu değil... Çün­kü, onları icarlamak bâtıldır.

Tarladaki ziraat da böyledir.

Filan oğlu filan, etrafı çevrili üzüm bağı olan yerin tamamını icarladı. îcâra veren şahıs o yerin, mülküyetinin ve hakkının kendi­ne ait olduğunu ve elinde bulunduğunu; bu yerinin Buhara köyle­rinden şu köyde olduğunu ve —olduğu gibi— hudutlarını yazdırır. Sonra da hudutlanyla, haklarıya, mürafıklanyla, icara veren şahıs, o yeri müste'cire sattıkdan sonra, onun olduğunu ve o bağda ne var­sa ağaçlar, yoncalar, üzüm çubukları dikmeler ve o yerde mahsûl­den karpuz, kavun, pamuk kökleri gibi ne varsa, şu kadar belirli be­delle ve sahih satışla sattı." diye yazılır.

Ve gerçekten bu müste'cir, bu belirli, bedelle, sahih satın alışla satın aldı.

Her ikisi de, sahih teslim alışla teslim aldılar.

Şayet icâre, ağaçların üzerinde meyve, çubuklar üzerinde yaş üzüm var iken yapıldı ise, onlar da söylenir ve yazılır. Zira, meyve, söylemeden satışa dahil olmaz.

Şayet bağda hilaf ağaç varsa; bu durumda "bu bağda bulunan bütün hilaf ağaçlar...'* diye söylenir. Çünkü hilaf ağaçlarda meyve gibidirler; söylenmeden satışa dâhil olmazlar.

Muhtar olan görüş budur.

Bu icâre, İmâm Muhammed (R.A.)'in el-Asl'da zikrettiği şu mes'eleden çıkarılmıştır:

Bir adam, iki adamdan, on seneliğine bir evi icarlar; sonra da, o iki adamın, kendini çıkaracaklarından korkup icâreyi kuvvetlen­dirmek isterse; bu duruma çâre şudur:

O evi, aylardan her ayın evveli için bir dirheme icarlar; ayların sonlan geride kalır. Bu durumda onlar, o evden karcıyı çıkaramazlar.

Gerçekten şöyle hikâye olundu: Bidayetinde satış muamelesi ya­zılıyordu; vaktaki Fakıyh Muhammed bin İbrahim el-Meydânı geldi. O zat, riba şübhesinden bunu kerih gördü ve icâreden bu nev'i meydana çıkardı. Ve bunu insanlar, malları sebebiyle kâra vasıl olsunlar ve onlar için arazi ve evlerinin menfaati "hasıl olsun diye yaptı.

Bu durumda senenin önleri için, az bir şey koydu ve malın ba­kiyesini senenin sonlarına bıraktı. Ve, her senenin son üç gününü müs­tesna kıldı. O üç günde, her iki tarafı da muhayyer bıraktı. Taraf­lardan her birisi için muhayerlik sabit olunca, icara veren —o yere ihtiyacı olursa— icâreyi, bu mahayyerlikte bozup malına kavuşur.

Sözleşmede üç günden fazla muhayyerliği şart koşmazlar. Zira, bu akdin fesadını gerektirir.

Bu, İmâra Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. Hatta, feshin sa­hih olması için, sahibinin hazır olması şart kılınmamıştır. Bu, İmim Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Muhammed (R.A.)'e göre böyledir.

Gerçekten otuz bir sene olarak takdir eylediler. Çünkü her üç ayın arkasından, üç günü müstesna eyledi. Biz senedimizde— her se­nenin sonundan üç günü müstesna kılınca, bu müddet içinde müs­tesna günler üçyüz altmış gün eder. Bu da bir sene yapar. îcâre akdi otuz sene olarak kalır. Ancak akd, otuz sene içinde olur. Fazla sene­de olmaz. Zira otuz sene şer'i şerifde yarı ömürdür.

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz: "Ümmetimin ömrü altmış ile yetmiş senenin arasındadır." buyurmuştur.

Yine Peygamber (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Ölüm, altmışla yetmiş arasında galebe çalar."

İşte bu yüzden, yarı ömürden fazlasını kerih gördüler. Çünkü külde çokluk muteberdir; hatta, rek'atların çoğuna yetişen ekserisi­ne yetişmiş menzilinde olur.
Bu icarenin tecvizine, Şeyhu'1-İmâm Ebû Bekir Muhammed bin Fadl da muvafakat eylemiştir.

Keza, ondan sonra Buhara imamları da muvafakat eylemişlerdir.

Bunun üzerine, fetvada, imamlar bu günde, "bu icarenin cevazını" emreyledi. Şeyhn'l-İmâm Ebû Bekir bin Hâmid, ŞeyhıTI-İmâm Hafs es-Sefkerderî bu icâreyi tecviz eylemediler ve: "Bunda riba şübhesi var­dır." dediler.

Biz, bu fesadının vücuhlarını* İcârat kitabında zikreyledik.
Şeyhu'1-İmam Üstad Zahîriid-dîn el-Mürgînânî, şöyle buyurmuştur:

Gerçekten biz, bu icarenin sıhhatinin vecihlerini beyan eyledik ve ondan ribâ şübhesinin müntefi olduğunu açıkladık. Şayet bu yol tecviz edilmez ise, insanların ihtiyaçları halledilemez. Bundan dola­yıdır ki, hamama ücretle girmek caizdir. Halbuki ücret meçhuldür; daha suyu dökmemiştir.'

Âlimler, bu icarenin cevazında ihtilaf eylemişlerdir: Kadı İmâm Ebû'l-Âsım el-Âmirî tecviz eylememiştir.

Ba'zıları da tecviz eylemişlerdir.
Meselâ: Bir adam, bir kadını yüz seneye kadar nikâhlasa, işte o mut'a olur ve bu nikâh sahih olmaz. Bu hususta âlimlerimizden sahih rivayetler vâkidir. Her ne kadar, ikisi de bu müddete kadar yaşamasalarda bu böyledir ve itibar sözedir; oda nikâh için mubtil-dir. Zahîrriye'de de böyledir. [109]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..