1) Ev Vakfetmek

İmâm Muhammed (R.A.) "Bir kemsenin, sağlığında, evini miskin­lere vakfetmesi" konusu ile başlamış ve Vakf Babi'nda şöyle buyurmuştur:

Bir adam, sağlığında evini miskinlere sadaka etmek istese, bu caiz olur mu?

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.), bu hususta:

"Ev elinde iken ölürse, o ev, vârislerine mîras olur." dedi de 'caiz olmaz." demedi; "Gerçeken caiz olur." da demedi. Çünkü, İmâm Ebû Hanîfe (RA.)'ye göre, vakıf, aslında, vâkıfın mülkü üzeri­ne habsdir. Vakfedilen yerin gelirini ve meyvesini tasadduk; evin ve arazinin de menfaatini tasadduk ariyet gibidir. Ariyet ise caizdir.

Ariyet bırakan ölünce, o ariyet vârislere mîras olur. İmam'in kav­line göre, vakıf da böyledir.

Ben:

— "Buna bir çâre yok mu ki, bu sadaka caiz olsun ve onu hiç bir kimse bozamasm?" diye sordum İmâm, şöyle buyurdu:

—Sultan veya vâris bunu bozabilir. O şey üçte birden vasiyet edilmiş olunca, satılır ve tasadduk edilir, işte böylece siyânet hasıl olur. Çünkü o, ibtâlini murad eylemiştir. Ve biliyorki, ibtâl ile isti­fâde olmaz da, onun için ibtâl eylemez.

Sonra, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.), bu husustaki çâreyi öğretmek hu­susunda, şöyle buyurdu:

—Üçte birden vasiyet edilince, o satılır ve bedeli fakirlere ta-sadduk edilir. Ölümümden sonra "vakıfdır sadakadır." demez.

Şayet vakıf, ölümden sonraya izafe edilirse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'yegöre bu caizdir ve lâzımdır. Ölenin malının üçte birinden çıkınca; vakıf ölümden sonraya muzaf olur. Vasiyyetin ma'nası da böyledir.

İbnü Ebi Leylâ'nın mezhebine göre, geliri ve meyveyi vasiyet et­mek caiz olmaz. Çok kerre hâkime çıkılır.

Görülüyor ki, İbnü Ebi Leylâ'ya göre, bu bâtıldır. Onun kavlin­den taharruz (= kaçınmak) gerekir. Buna göre, bu durum nasıl ya­zılır?" diye sordum İmâm-ı A'zan (R.A.) şöyle buyurdu:

—"Filan şahıs sağlığında, "evfnrn sadaka (= vakıf) olduğu hususunda" söz verdi. Bu ev Allah için vakıftır." diye yazılır.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nın arkadaşları ile Tahâvî ve Hassaf şöyle yazarlardı: "Bunu, filan oğlu filan tasadduk eyledi.

Ebû Yezîd eş-Şürûli de: "Şahitler şöyle şehâdet eylediler..." diye yazardı. Ve devamla: "filan şahıs, evinin tamamını tasadduk eyle­di." derdi.

Ba'zı müteahhirîn âlimleri de: "Bu yazı filandandır..." şeklin­de yazarlardı. Müteahhirîn âlimlerinin çoğu da: "Bu (ev), filanın vakf ve tasadduk eylediğidir." diye yazarlardı.

Bunların tamamı caiz ve güzeldir.

İmâm Muhammed, evi —fariğ olduğundan dolayı— vasıflamadi.

Tahâvî ve Hassâf ise: "Bu fariğ olmuş evdir." diye yazarlardı. Ha­kikaten bu da güzeldir. Çünkü evin meşguliyeti, sadakanın cevazına mânidir. Bu, mütevelliye teslim edilmesini şart görenlere göre böy­ledir. Bu ziyâdeye (ilâveye) mutlaka ihtiyaç vardır. Böylece Tahâvî ve Hassaf'a muhalefet edilmemiş olur.

Sonra da: "Alan için vakfedilmiş sadakadır." dedi. Gerçekten böyle söylemekle, o vakfı, mukayyed sadakadan- ayırmış oldu.

Tahâvî ve Hassâf "sadakatün mevkûfetün lillâhi azze ve celle mü-ebbedetün muharremetün muhtesebetün betletün bettetün" derler ve devamla şöyle yazarlardı: "Bu vakıf) bağış yapılmız; miras bırakıl­maz; hiç bir veçhile mülk olmaz; hiç bir hâlde telef edilmez; aslının üzerine kâim, şartları üzerine mahfûze; Allah yolunda (vakfedilmiştir.) Vârisi Allah'tır. Ve Allah, yerlerin, göklerin gerçek vârisidir. Ö, vârislerin en hayirlısıdır."

Sonra da "...icara verilir." derlerdi. Çünkü, vâkıf, gelerîni ta­sadduk etmeyi vasiyet eyledi. Gelerini tasadduk da ancak onu icara vermekle mümkün olur.

Gerçekten İmâm Muhammed (R.A.), "icâre-i mutlaka" diye söy­ledi; —tasadduk eden şahıs, icara verme hususunda açıklık murad ederse— bu ıtlak doğrudur.

Fakat, bir sene icara vermeyi murad ederse; senette "bir sene" diye zikreder. Bundan fazla vermez. Sene tamam olunca, bir sene daha verir.

Sonra da, "buranın geliri fakirlere tasadduk edilir." diye söy­ler. Nereye sarf edileceği iyice belli olsun diye "Elbette, geliri fakir­lere tasadduk edilecek..."'diye yazılır.Çünkü ebed, — İmâm Ebû Yû­suf (R.A.)'un kavline göre vakfın sıhhatinin şartlarındandır.

"Geliri fakirlere tasadduk edilecek." diye yazümasa bile, umû­mun kavline göre caizdir.

Yûsuf bin Hâlid'in kavline göre caiz değildir. Çünkü sadaka lafzı, buna delâlet etmez.

Vakfeden "bütün fakirleri murad eder." ve bu vakfın geliri bir fakire tasadduk edilecek olursa; bu caiz olur.

Şayet bir fakire vakfederse; bu caiz olmaz. Çünkü, onda ebedî­lik yoktur. Görmüyor musun; "malım sadakadır." sözüyle, "ma­lım fakirlere sadakadır." sözü arasında bir fark yoktur.

Meselede hilaf olunca, "miskinler" diye açıklamak gerekir. Böy­lece ihtilaf konusu aradan çıkmış olur.

Şayet tasadduk eden zat, gelirini, müslümanlafın fukara ve mis­kinlerine, tasadduk etmeyi istiyorsa; vakıf senedine şöyie yazılır: "Ge­liri, fukara ve miskinlerle ihtiyaç ehli olanlara, dâimi tasadduk olacaktır.

İmâm Muhammed (R.A.) bu yazıda, "önce geliri tahsil edilip imar ve ıslahına sarf edilir ve bütün ihtiyaçlarına harcanır; sonra da ar­tan fakirlere harcanır." demedi.

Halbuki, şurût ehlinin tamamı yazıya öyle başladılar. İmâm Mu­hammed (R.A.), bunu söylemedi. Çünkü, bu hususta nas vardır ve bu bir hakikattir ki, fukaraya tasadduk; imardan sonra olur. İmar­sız tanıirsiz, o yerin gelir getirmesi mümkün değildir. Şürût ehlinden olan müteahhirin âlimleri, arazi ve bağda "haracının ve vergisinin verilmesini" de yazarlardı. Çünkü, onlar olmadan olmaz.

Evlerde ve dükkanlarda da vergisi, bekçi parası ve benzen şey­ler yazılır.

Sonra da şöyle yazılır: Allah ve âhirete inanan hiç bir ferde, bu adakadan dönmek yoktur.

Tahâvî ve Hassâf, te'kid olsun diye, bu yazıyı biraz daha artırırlar ve "Allah ve âhirete inanan hiç bir ferde (bu kişi, ister hükümdar, İster hâkim, olsun) bu sadakadan dönmek, onu bozmak ve değiştir­mek, onu tebdil ve ibtal etmek helâl olmaz. Kim böyle yaparsa, ger­çekten o, büyük günah işlemiş olur. Tasadduk edenin ecri, niyetine göredir. Hisabı Allah'tandır."

Bazı âlimler şöyle buyurmuşlardır:

"Allah'a ve âhirete inanana sadakadan dönmek helâl olmaz." diye yazılmaz. Çünkü, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ya göre, bu sadakayı bozmak caizdir. Şayet bozarsa, o sahibinin mülküne avdet eder. ( = döner.) Bu durumda da adam günahkâr olmaz. O takdirde, bu söz yalan olur. Vakfettiği sırada bunu şart koşmuşsa, o vakıf bâtıl olur.

Sonra şöyle yazılır: Filan şahıs, bu evi, sadaka (vakf) ettikten sonra, filana (mütevelliye) teslim eyledi. O filan da evi teslim aldı.

"Teslim" sözü elbette söylenecektir. Çünkü, mütevelliye teslim İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, vakfın yanlarındandır.

İmâm Muhammed (R.A.), bu yazının sonuna: "Bu mütevelli, başkasını mütevelli ve vekil yapar." diye yazmazdı.

Uygun olanı ise, bunu yazmaktır. Çünkü, "vasi ve mütevelli, başkasını vekil yapamaz." diyen âlimler vardır. Ancak, kendisine böyle yapması söylenirse, o zaman yapar.

Azli de böyledir. Ancak, kendine yetki verilirse, azleder.

Sonra da şöyle yazar:

Eğer hükümdar veya başka biri reddeder yahut onda bir kimse­nin ta'nı ( = tenkidi, kınaması) bulunursa; işte o takdirde bu şey üç­le birden vasiyettir ve o satılıp bedeli fakir fukaraya tasadduk edilir. Bu, " vakıf, nakzdan ( = bozulmaktan) korunmuş olsun diye yazılır.
Bu yazının sonuna da, hâkimin hükmü —vakfın sıhhati kuv­vetlensin diye— ilâve edilir. [305]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..