5- DÜŞMANLARIN İSTİLASI

İki kâfir kavimden biri, diğerine galip gelip, onları esir etse ve mallarını alsa; o mallara mâlik (= sahip) olurlar.

Biz, bir   kâfir kavme galip gelsek; aldığımız ve bulduğumuz şeyler, bize helâl olur.

İki taife ile bizim aramızda anlaşma bulunur ve bu iki taife savaşıp, biri diğerine galip gelirse; biz, galip gelenlerin, diğer taifeden almış bulunduğu ganîmet mallarından —her hangi birini—, satın alabiliriz.

Keza, bizimle iki taife arasında anlaşma bulunur ve onlar bizim yurdumuzda savaşırlarsa; galip gelen taraftan, —ganîmet mallarından— bir şey, satın alamayız.

Fakat, bu iki taife, başka bir beldede savaşırlarsa, galip gelenlerin, güvence altında bulunanlarından, —ganîmet malı olan— köle veya başka bir şey satın alabiliriz. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Ehl-i harp, bizi istilâ edip* mallarımızı alır ve yurtlarına götüriir-lerse; bize göre, o mallara sahip olurlar.

Bundan sonra, müslümanlar, bu harbîlere, galebe çalar ve onlardan ganîmet alırlarsa; bu ganîmet taksim edilmeden Önce, bir müslüman, kendisine ait bir şeyi bulursa; onu hemen alır; buna, bir bedel de vermez.

Fakat, bu müslüman, bir malını, ganîmet taksim edilip, bu şey,-birinin hissesine düştükten sonra onu bulursa; bu mal, kıymetli bir şeyse; kıymetini ödeyerek, —o şahıstan almak isterse— alır. Fakat, bu mal mislî ise, taksimden sonra, onu alamaz. Fetâyâyi Kâdîhân'da da böyledir,

İbn-i Mâlik, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'dan, O da, İmâm Ebû Hanîfc (R.A.)'den, —O'nun şöyle buyurduğunu— rivayet etmiştir:

Bir esir, ganimetlerin taksimi sırasında, bir şahsın hissesine düşer ve —sonra— eski efendisi gelirse; onu, aldığı kıymeti ödeyerek geri alır.

Bu hüküm, efendinin, o köleyi, —taksimden önce— olmaması ve o şahsın hissesine düşmesi hâlinde geçerlidir. Muhıyt'te de böyledir.

Bu hüküm, kâfirlerin, müslümanlara galip gelip, mallarını aldık­ları ve bu mallan, yurtlarına götürdükleri zaman geçerlidir.

Fakat, bu malları yurtlarına çıkartmamışlar ve müslümanlar, galip gelerek, onları geri almışlar ve bundan sonra da, sahibi gelmiş bulu­nursa; bu durumda, mal sahibi, bir şey vermeden, malını geri alır.

Çünkü, harbîler, o mala, onu yurtlarına çıkartmadan sahip ola­mazlar.

Keza, bu harbîler, o malı, islâm yurdunda taksim etseler bile, bu caiz olmaz. Müslümanlar, galip geldikleri zaman, o mal, karşılıksız olarak sahibinindir.

Bir müslüman, dâr-i harbden, düşmanların esir aldığı bir köleyi satın alsa; onun efendisi gelip, bedelini vererek geri alabilir veya almaktan vaz geçer.

Efendisi, bu köleyi, almadan önce ölürse, vârisi gelip, onu satın almak isteyebilir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, vâris, bunu isteyemez.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, vârisin de, bu köleyi alma hakkı vardır. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

tbn-i Semâ'a, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir.

Bir kimse, bir köle satsa ve bu şahıs, o köleyi, alıcıya teslim etmeden önce, bu köleyi düşman esir alsa ve satan da ölse; sonra da, bir müslüman, o köleyi satın alıp getirse; satan şahsın vârisleri, bedelini vererek, o köleyi geri alırlar. Bunlardan da, önce satın almış bulunan şahıs, köleyi alır.

Şayet, satan şahsın vârisleri olmasaydı; satın alan şahsın, o köleyi almasına da yol vardı. Muhıyt'te de böyledir.

Bir tüccar, düşmanlardan bir köle satın alır ve onu islâm yurduna getirir; önceki sahibi de, onu, o tüccardan satın alırsa; bu durumda, o tüccar, köleyi altın veya gümüş paranın dışında, başka bir karşılıkla almışsa; sahibi de, onu, o kıymetle geri alır.

Keza, düşman, o köleyi, bir müslümana bağışlamış olursa; bu kölenin eski sahibi, onu, bu müslümandan bedelini ödeyerek ahr.

Tebyîn'de de böyledir.

Keza, buna benzer mes'elelerde de hüküm böyledir. Yani, hîbe edilen herhangi bir şeyi, önceki sahibi, bedelsiz alamaz.

İki kölesi olan bir müslüman:"Kölelerimdenbiri hürdür.*' dese de, hangisinin hür olduğunu açıklamasa ve bu köleleri, düşman aldıktan sonra; biz galebe çalarak, onları, düşmanın elinden alıp, yurdumuza getirsek ve onları, eski sahibine versek; bu kölelerin efendisinin, düşman, onları alıp götürdükten sonra, hangisinin hür olduğunu açıklamış olması da, sahih olur.

Bu şahıs, düşman, kölelerinden birini götürdükten sonra, hangi­sinin hür olduğunu açıklasa, bu yine caiz olur. Kâfî'de de böyledir.

Bir kimse, düşmana esir düşmüş bulunan bir köleyi satın alıp, dâr-i İslama getirdikten sonra; bu kölenin gözünü çıkarsalar ve satın alan şahıs, diyetini alsa; —ilk— efendisi, o köleyi, o şahsın, düşmandan aldığı bedel mukabilinde alır. Diyetini ise alamaz. Bundan dolayı, bede­linden de, bir şey düşüremez.

Esir olan bir köleyi, bir kimse, bin dirheme satın aldıktan sonra, o köle, ikinci defa esir düşse ve onu dâr-i harbe götürseler; bir başka şahıs daha, onu, bin dirheme satın alsa; bu durumda, önceki efendisi, onu ikinci efendisinden alamaz.

Önce satın almış bulunan şahıs, bedelini vererek, o köleyi, ikinci defa satın alan şahıstan alabilir.

Sonra da, önceki efendisi, isterse; bu şahsa, iki bin dirhem ödeyerek, onu alabilir. Hidâye'de de böyledir.

Ancak, ilk satın alan şahıs, bu köleyi almaktan kaçınırsa; bu durumda, eski efendisi, o köleyi alamaz. Kâfî'de de böyledir.

Şayet, ilk satın alan şahıs, ikinci satın alan şahıstan satın alırsa; önceki efendi, onu satın alamaz. Çünkü, bu durumda,  "onu alma hakkı" elinden çıkmış olmaktadır. Tebyîn'de de böyledir.

Bir kimse, düşmandan bir köle satın alıp, onu dâr-i İslama getirir ve bu sırada, sahibi hazır bulunmaz; o şahıs, bu köleyi, bir başka şahsa sattıktan sonra, sahibi gelirse; bu kimse, ikinci satın alan şahıstan, ödediği bedeli ona vererek, alabilir. Bunun için, önce almış bulunana bir yol yoktur.

Şayet, önceki şahıs, köleyi satmış olmasaydı; sahibi ondan alırdı.

Eğe'r, kölenin sahibi, ikinci satışı bozup, birinci şahsın verdiğini vererek almayı istese; bunu yapamaz. Bu, İmâm Ebâ Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlidir.

İmâm Muhammed (R.A.), Siyer-i Sağîr'inde şöyle buyurmuştur: "Bu kölenin  önceki  sahibi,  harbîden temellük edenin ücretini bozar; rehnini ise bozamaz." Muhıyt'te de böyledir.

Birinci müşteri, bu köleyi, başka bir şahsa bağışlamış olsa; efen­disi, bu hibeyi bozamaz.

Bu köle, bir suç işlese de, ilk satın alan şahıs, işlediği suç mukabi­linde; onu karşı tarafa verse; bu durumda, efendisi, kıymetini ödeyerek, bu köleyi satın alabilir.

Keza, bu köleyi ilk satın alan şahıs; kasden bir suç işlese de; bu köleyi karşılık vererek sulh olsa;  kölenin ilk sahibi, yine, bedelini vererek, onu, alabilir.

Bu şahıs, suçu hatâen işlemiş ve bu köleyi de, diyet olarak vermiş bulunsa; hüküm yine böyledir.

Bu köleyi, bir harbî, bir müslümana bağışlasa ve bir adam da, onun gözünü çıkarsa; bunun üzerine, kendisine bağışlanan şahıs, bu köleyi, kör eden şahsa kıymetini alarak satsa; bu kölenin ilk sahibi, onu, kör eden şahıstan, kör değeri ile satın alır.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir.

îmâmeyn'e göre, ilk sahibi, bu köleyi, gözü çıkartılmadan önceki kıymeti ile alır. Bu da, onun verdiği kıymettir.

Doğurmuş olan bir cariyenin çocuğunu bir adam öldürürse; bu cariyenin önceki sahibi, ölen çocuk için, bir hak alma hakkına sahip değildir.

Fakat, bu cariyeyi, o günün kıymeti ile ya alır veya aîmaz.

Ana ölse veya öîdürülse; çocuğun sahibi, hissesini alır. Şöyleki:s Ananın hîbe edildiği gündeki kıymetini, taksim eder ve çocuğa ne düşerse, onu alır.
Bir kimse, bir köleyi bin dirheme satın alsa ye teslim almadan Önce, o köle esir düşse; daha sonra da, o köleyi, bir başka şahıs, beşyüz dirheme satın alsa; bu satan şahıs da, beş yüz dirhemini aldıktan sonra; Önce, o köleyi, bin dirheme satın alan şahıs, onu, iki bedelle (1000 + 500) alır. Satıcı, buna razı olmazsa, müşteri, onu, beş yüz dirheme satın alır.

Şayet, onu, veresiye, bin dirheme satmış olsa; müşteri, isterse, buna razı olmaz ve geri verir. "Al, beş yüzünü." der.

Esir düşmüş olan bir köleyi, bir kimse, düşmandan, bin dirhem vererek satın alır; sonra, bu köle, tekrar esir düşer ve başka bir şahıs da, bu defa, onu, beş yüz dirheme satın alır ve önceki efendisi ile ikinci defa satın alan şah;s, hâkimin huzuruna çıkarlar; hâkim de, önceki müşterinin, bu köleyi aldığını bilerek veya bunu bilmeden, eski efendi­sine hükmederse; bu hüküm geçerli olmaz ve bu köle, ikinci müşteriye geri verilir. Tâ ki, birinci müşteri alana kadar, bu böyledir.
Birinci müşteri, bu köleyi alınca; eski efendi, dilerse, iki bedeli  (1000 + 500 = 1500 dirhemi) vererek, onu satın alır.

Şayet, bu kölenin efendisi, ikinci müşteriden hükümsüz olarak aldıktan veya satın aldıktan sonra; birinci müşteri gelse; önceki efen­diden, bin dirhemini alır. Sonrada, önceki efendi, onu, iki bedelle, dilerse, satın alabilir.

Keza,   ikinci  defa  alan  şahıs,   o   köleyi,   birinci  efendisine bağışlamış  olsa»;  birinci  müşteri,  o  şahıstan,  bu  köleyi,   kıymetini ödeyerek alabilir. Çünkü, bu durumda, o şahıs, yabancı gibidir.

Sonra da, bu efendi, o birinci müşteriden, bedeli ve kıymeti ile, bu köleyi satın alabilir.

Rehin bulunan bir köle, rehin olduğu şahsın elinde iken, esir düşse ve bir şahıs da, onu, bin dirheme satın alsa; rehin bırakanla rehin*alan geldiği zaman bu köleyi alma hakkı, rehin bırakmış olana aittir. Çünkü, o fazladır ve sanki, sahibi; cinayet işlemiş de, o köleyi fidye olarak vermiş olan kimse gibidir.

Bu köleyi, rehine veren almak istemezse; rehin alan şahıs, bedelini Ödeyerek alır. Bu durumda da, rehin verenin borcu düşer.

Şayet, rehinin kıymeti iki bin, borç ise, bin dirhem olursa; o, olduğu gibi rehin kalır. Şayet, rehin veren, buna razı olmazsa; köleyi alır.

Kâfirler, cinayet işlemiş bulunan bir köleyi elde edip, yurtlarına götürdükten sonra; müslümanlar galebe çalıp, o köleyi, islâm yurduna getirerek, eski sahibine verseler ve ondan bir şey almasalar; kendilerine karşı, bu kölenin suç işlemiş bulunduğu şahıslar; şayet ganimetin taksi­minden sonra, bu köleyi almak isterlerse; kendilerine bir şey verilmez. Bu köle, onların olmaz.

Çünkü, bu şahısların hakkı, mücerred bir haktır. Böyle bir hakla, mülkiyeti bozmak caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Hissesine, böyle bir esir düşmüş olan bir şahıs, —bu kölenin efendisi orada bulunmazken— bu köleyi, azâd etse veya müdebber kılsa; bu caizdir,

İmâm Mııhammed (R.A.), şöyle buyurmuştur:

"Bir kimsenin bir şeyini, kâfirler elde edip, kendi yurtlarına götür­dükten sonra, bir müslüman oraya gidip, o şeyi onlardan satın alarak, dâr-i islâma getirse; bundan sonra, o şeyin eski sahibi gelip onu, satın alan şahıstan alamaz.*'

Bu mes'ele, Ziyâdât'da böyle zikredilmiştir. Siyer-i Kebir'de ise "... alır." diye mezkûrdur. Çünkü:

Bu kimse, o şeyi, düşmandan, sahih bir "alış-veriş"le, satın almıştır. Zira, dâr-i harbde, harbî ile müslüman arasında ribâ (= faiz) câri olmaz. Bu durumda, bu şahsın, almak hakkı baki kalır.

Nitekim, bu şekilde, burada, dirhemlerin dirhemlerle satın alınması gibi...

Ziyâdât'da zikredilen hüküm ise, müşterinin, dâr-i harbde, düşmandan o şeyi, fâsid bir "alış-veriş'le, satın almış olması halindedir.

Çünkü, Allahu Teâlâ, faizi mutlak şekilde haram kılmıştır. Müşteri ise, onu, fâsidbir "ahş-veriş"lealmıştır.

Ziyâdâtta zikredilen, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlidir. O'na göre, faiz —ahkâmı— dâr-i harbde ve müslümanlarla harbîler arasında da câridir.

Şayet, müşteri, aldığı bu şeyi, mislinden noksana almış ve onu dâr-i islâma getirmiş bulunursa; rivayetlere göre, eski sahibi, onu ala­bilir.

Müşteri, bu şeyi, harbîlerden, şarap veya domuz vererek satın alrmş olursa ve onu dâr-i islâma getirmiş bulunursa; bütün rivayetlerin ittifakı üzere, onu, eski sahibi alamaz.

Şayet, müşterinin, harbîden aldığı bu şey, bir zimmînin olursa; bu durumda, bu zimmî, müşterinin karşılık olarak ödediği domuz veya şarabın bedelini, ona vererek, malını alır.

Müşteri, bu malı, düşmandan, misli ile aldıktan sonra; dâr-i islâma getirirse; rivayetlere göre, o malı, eski sahibi alamaz.

Şayet, müşteri, o şeyi, misli ile veresiye alıp, dâr-i İslama getirirse; eski sahibi, yine onu alamaz.

Müşrikler, bir şahsın, bin dirhemini alıp, dâr-i harbe götürür, bir müslüman da, o bin dirhemi, bin dirhem gülle île satın alıp, onu dâr-i islâma getirirse; bütün rivayetlere göre, onu, eski sahibi alabilir.

Bu müşteri, o malı, güllenin mislini ödeyerek dinarlarla alıp, dâr-i harbe çıkarmış olsaydı; yine o dirhemleri, önceki sahibi, dinarların mis­lini vererek alabilirdi.

Keza, bu müslüman, düşmanlardan bin dirhem gülleyi, bin dirhem nakdile satın almış ve onu dâr-i harbe çıkarmış olsa; önceki sahibi, onu alabilir.

Harbîler, bir müslümanın, on elbisesini alıp, dâr-i harbe götürür; başka bir müslüman da, oraya gidip, o düşmandan, eşya mukabilinde, o on elbiseyi alırsa; önceki sahibi eşyaların kıymetini Ödeyerek, elbiselerini geri alabilir.

Düşmanın götürmüş olduğu bir şeyi, bir müslüman ondan satın alsa ve bu şeyi ikiye bölüp, bir parçasını zayi etse; Önceki sahibi, kalanı yarı kıymetini vererek ajabilir. Bu şey, elbise olsa da, hüküm aynıdır.

Alman bu şey, gümüşten yapılmış, kıymeti bin dirhem; ağırlığı ise, beş yüz dirhem olan bir ibrik olursa; satın almış olan bu müslüman, onu, düşmandan, ağırlığından çok veya az bir karşılıkla satın almışsa, önceki sahibi, onu, «insi ile değil de, bunun hilâfına olan kıymeti kadar verip, ipriğini alır.

Şayet, bu müşteri, bu ipriği, aynı ağırlığı vererek, başabaş almış ve dâr-i islâma getirmiş olursa; bütün rivayetlere göre, ilk sahibi, bu ipriği, bin dirhemi vererek alır.

Şayet, bu müşteri, o ipriği, harbîden, dirhemlerin ağırlığını vererek ve fakat, bedelini sonra vermek üzere alırsa ve dâr-i islâma getirirse; bu durumda, bu ibriği, önceki sahibi, dirhemlerin vezninden (ağırlığından) fazla veya noksanla alabilir.

Şayet, bu şahıs, o ibriği, harbîden, şarap veya domuz vererek almışsa; önceki sahibi, onu, verilen bu şeylerin dışında, bir şey vererek ,alır. Bütün rivayetler böyledir

Keza, bu şahıs, bu ibriği, şarap veya domuz vererek almış ve dâr-i islâma getirmişse; eski sahibi, onu, şarap veya domuzun bedelini vererek alabilir.

Siyer-i Kebîr'de şöyle denilmiştir:

Müşriklerin» esir edip götürdüğü bir köleyi, bir müslüman, bin dirhem ile bir batman şaraba satın alarak dâr-i islâma getirse; efendisi, o köleyi, —şayet değeri bin dirhemden fazla ise— bu bin dirhem ile tam kıymetini ödeyip alabilir.

Şayet, bu kölenin kıymeti, bin dirhemden noksan veya tam bin dirhem ise; efendisi, onu, bin dirheme alır.

Eğer, o müslüman, bu köleyi, bin dirhemle birlikte bir de lâşe vererek almışsa; eski efendisi, —sadece— bin dirhemi verir. Bu kölenin değeri, bin dirhemden fazla bile olsa; bu durumda, eski sahibi, İaşeye bedel olarak, fazladan bir şey vermez.

Bir kimse, bir köleyi gasben (~ zorla) birinden aldıktan sonra; bu köle düşmanların eline geçer; onlar, bu köleyi yurtlarına götürürler ve bilâhare de onu, bir müslüman ele geçirir, daha sonra da, elinden zoraki alınan şahıs, bu köleyi, ganîmet taksim edilmeden-önce, bir başka şahsın elinde bulursa; köleyi, o şahsa bir şey vermeden alır. Onu gasbeden şahsa da, tazminat gerekmez.

Şayet, bu kölenin sahibi, onu, ganîmet taksim edildikten sonra, bir ganîmet ehlinin elinde bulursa; muhayyerdir. İsterse, o köle kimin his­sesine düşmüşse, ondan, o günkü kıymetini ödeyerek alır.

İsterse, bu köleyi almaz ve zoraki alan şahıs, o kölenin, aldığı günkü kıymetini tazmin eder. (= öder.)

Şayet, esas sahibi, bu köleyi, kölenin hissesine düşmüş bulunan şahıstan, aldığı gündeki kıymetini vererek alırsa; bu köleyi zoraki alan kimseye müracaat ederek, noksanını, ondan gasbettiği gündeki kıyme­tinden tazmin ettirir.

Meselâ: Bu kölenin kıymeti, gasbedildiği gün, bin dirhem; satın alındığı gün ise, iki bin dirhem olur ve bu köle, hissesine düştüğü adamdan iki bin dirheme alınırsa; bu şahıs, gasbeden adama müracaat ederek, bu bin dirhem farkı, ondan alır.

Şayet, köleyi, beş yüz dirheme alırsa; gasbeden şahıstan, beş yüz dirhem daha alır.

Bu hüküm, köle sahibinin, bu köleyi, hissesine düşmüş bulunduğu şahıstan, almayı istediği zaman geçerlidir.

Fakat, bu şahıs, köleyi almayıp, onun kıymetini, gasbeden şahsa ödetirse; bu durumda, gâsıbm gasbettiği günkü değeri üzerinden Ödetir.  ;

Şayet, bu köleyi gasbeden şahıs, onu, ganîmet taksim edilmeden önce, birinin elinde bulursa; bir şey ödemeden, bu köleyi, o şahıstan alır.

Şayet, taksimden sonra bulursa; bedelini ödeyerek onu alır.

Keza, müslümanlar, —savaş yolu ile değil de— 'satın alarak, bir köleyi, dâr-i islâma getirirse ve efendisi, zorla alan şahsa; o gün, kölenin kıymetini tazmin ettirmezse; kölesi zorla alınan bu şahıs serbesttir: İsterse, o köleyi bedelini ödeyerek, alır, isterse almayıp, onu zoraki alan şahsa, o günkü değerinden bedelini ödetir.

Şayet, esas sahibi, bu köleyi, düşmandan satın alan şahıstan, kıymetini ödeyerek alırsa; yine, gasbedene baş vurarak, aradaki farkı, ona Ödetir. Gasbeden de, onun, gasbettiği günkü kıymetini ödeyince,

başka bir yol kalmaz.

Bu durumda, köleyi gasbeden, kölenin sahibi makamında olur. İsterse, satın alan şahıstan, bedelini vererek alır; isterse, bırakır.

Gâsıb, ister, ganimetten hissesine düşen şahıstan; ister, satın alan şahıstan olsun, bu köleyi satın alınca; kölenin eski efendisi, onun bede­lini vererek satın almak isterse; bu olurmu?

Burada iki yol vardır:

Şöyleki:

Bunlar, kölenin kıymetinde ihtilaf ederler; gâsıp: "Benim köleyi gasbettiğim günkü kıymeti bin dirhem idi."; köle sahibi de: "İki bin dirhem idi." der ve köle sahibi, beyyine ile sözünü ispat ederse; bu durumda, gâsıptan iki bin dirhemi alır.

Köle sahibinin beyyinesi yoksa, gasbeden şahıs, oha yemin verir. Bu şahıs yemin ederse, yine, iki bin dirhemi alır.

Yahut, aralarında anlaşma yaparlar ve gâsıp, köle sahibinin iki bin dirhemini verir.

Füsûlü Selâse'de şöyle denilmiştir:

Kölesi, elinden zorla alınmış bulunan bir şahıs, gasbeden şahsın verdiğini ödeyerek, ondan köleyi almakta veya almayıp, onu bırakmakta muhayyer değildir.

Şayet, kölenin kıymeti, gasbedenin dediği gibi olursa; (şöyle ki, köle sahibinin beyyinesi olmaz; gâsıb da yemin ederse); bu durumda, mal sahibi, —gasbedenin söylediği gibi— ondan bin dirhem alır.

Köle sahibi, köleyi, bundan sonra bulursa; bu durumda, muhayyerdir. îsterse, kıymetini gasbedene verip, köleyi alır, isterse, köleyi ona bırakır.

İmâm Muhammed (R.A.), şöyle buyurmuştur:

Bu kölenin sahibi, gasbedenin dediği kıymeti almış olur; sonra da, bu köleyi, satın alan veya hissesine düşen bir kimsenin elinde bulur ve bu durumda, bu kölenin kıymeti de, —köle sahibinin dediği gibi— iki bin dirhem olursa, o, muhayyerdir.

Bu köleyi, —gasbedenin dediği gibi— bin dirhem veya daha az ' değerde bulsa, durum ne olur?

Bu, kitapta zikredilmemiştir.

Fakıyh Ebû Ca'fer Hinduvânî'nin şöyle dediği hikâye edilmiştir:

Bir rivayete göre, köle sahibi muhayyerdir.

Diğer bir rivayete göre ise, muhayyer değildir.

Sonra da, bir yerde onun muhayyer olduğu söylenmiştir.

Köle sahibi: "Ben, kıymeti elimde tutar ve gâsıbın, elimden zoraki aldığı günkü kıymetine müracaat ederim. Yok öyle şey... Ancak, ya kıymetini verip köleyi alır veya kıymetini elinde tutar." derse; bu durumda köle sahibinin muhayyer olduğu söylenmiştir. Muhiyt'te de böyledir.

Alınan şey, bizatihi, iearcmın veya ödünç yahut emânet alanın elinde olsaydı; geri vermeleri hususunda mahkeme olur muydu? Yoksa, olmaz mıydı?

Âlimler: "İcarcı için ganîmet hakkında, taksimden Önce, bir şey vermeden, alma hakkı ve mahkeme yetkisi vardır. Diğerleri de böyledir, icarcı, köleyi alıp, icarladığı efendisine iade ettiği zaman, ondan, onun esir olduğu müddet içindeki ücreti düşer. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Müslümanlar, esir olan şahsın, kiralanmış olduğunu inkâr eder­lerse; bunu, kiralanmış olan şahsın ispat etmesi gerekir.

Hakim, kiralamış bulunan bu şahsın beyyinesinİ (= delilini, şahi­dini) kabul edip, o köleyi, bu şahsa verdikten sonra; bu köleyi icara veren şahıs gelip, "onun, icarlanmadığını, o şahsın elinde, emânet olarak bulunduğunu" söylese; kölenin sahibi olan, bu şahsın sözü geçerlidir.

Ancak, bu köleyi, sahibi, ganimetin taksiminden sonra bulursa; bu kölenin hissesine düşmüş bulunduğu şahısla, mahkeme hakkı vardır.

Kölenin, sehmine düşmüş bulunduğu şahıs, o esirin, onun yanında, kiralanmış birisi olduğunu inkâr; icarlayan da, bunu beyyine ile ispat eder ve beyyinesi de kabul edilirse; bu durumda muhayyerdir: îsterse, kıymetini verip köleyi alır. İsterse, almaz, bırakır.

îcarcınm yerinde.ödünç alan bir kimse veya emânet alan bir şahıs bulunsa ve bu şahıs, bu köleyi, ganîmetin taksiminden sonra bulsa; bu şahıs, kölenin sehmine düşmüş bulunduğu şahısla mahkeme olmaz.

Bu şahıs, o kölenin, ariyet veya emânet olduğuna dâir, beyyine getirse bile, dinlenmez.

Bu şahıs, bedelini vererek de, hisse sahibinden bu köleyi satın alamaz.

Taksimden sonra, bu şahıs, tam bir yabancı yerindedir.

Bir yetim için, kendisine vasıyyette bulunulmuş olan bir şahıs da, bu köleyi, bedeli mukabilinde, satın alandan,alabilir. Ancak, bu şahıs, bu. köleyi, kendisi için alamaz.

Âlimler: "Bu, o kölenin, harbîden, kıymetinin misliyle, satın alındığı zaman böyledir." demişlerdir. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Müntekâ'da şöyle denilmiştir:

Düşmanlar, bir müslümanın kölesini esir edip kendi diyarlarına götürseler; bir müslüman da oraya gidip, bu köleyi satın alarak, islâm yurduna getirir ve bunu —mehre— karşılık —verip—, bir kadını nikah­ladıktan sonra, onun efendisi gelse; bu şahıs dilerse: Kıymetini vererek, kölesini satın alır.

Bu şahıs, o kadını, mehirsiz nikahladıktan sonra, bu kadınla, "mehrine karşılık, köleyi, ona vermek üzere" anlaşma yapsalar; bu kölenin efendisine: "Dilersen, köleyi al; istersen» bu kadının mehr-i mislini al." denilir.

Bir müslüman köleyi, düşmanlar esir edip, yurtlarına götürseler; sonra da, bu köle, onların mallarından da alarak kaçıp, dâr-i İslama gelse ve onu bir müslüman yakalayıp alsa ve sonra efendisi de gelse; efendisi, bu köleyi, o adamdan, —kıymetini ödemeden— alamaz.

Bu, İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir.

Bu kölenin elinde bulunan mal da, onu yakalayıp alan şahsındır. Efendisinin, bu malları alması için, bir yol yoktur.

Ancak, kıyâsda İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavline göre; efen­disi, bu köleyi alır; fakat, hiç bir şeyini alamaz. Çünkü, o köle, islâm yurduna dönünce, müslüman cemâate fey olmuştur. İmâm, feyi alıp, beşte birini ayırdıktan sonra, kalanını müslümanlar arasında taksim eder.

İmâm Muhammed (R.A.) de, sonradan, bu kavlinden rticû etmiş ve şöyle buyurmuştur: "O kölenin aldığı şeyler, ganimettir. Efendisi gel­meyince, köleyi de, yanında bulunan malını da, —beşte birini aldıktan sonra—, onu bulup alan şahıs alır."

Bundan sonra, bu kölenin efendisi gelirse; kıymetini vererek, onu alır.

Eğer, efendisi, beşte bir alınmadan önce gelirse; yalnız köleyi alır; malını alamaz.

Bir müslümanın kölesini, harbîler alıp götürürse; efendisi de, onu azâd etse; daha sonra da, müslümanlar galebe çalıp, onu geri alsalar; efendisi, bu köleyi geri alır ve azâd etmiş olması geçersiz olur.

Şayet, sahibi o köleyi, müslümanlar, dâr-i harbe getirdikten sonra azâd ederse; —taksim yapılmadan önce— itki (= azâd etmesi) caiz ve bu köle hür olur.

Bir harbî, dâr-i İslama emânla girer ve bir şahsın eşyasını çalarak dâr-i harbe gider; bir müslüman da, bunları, ondan satın alarak, dâr-i islâma getirirse, sahibi, getiren şahsa bir şey vermeden, eşyasını alır.

Çünkü, harbî, onu, dâr-i islâmdan çıkmadan önce, zâmin (= taz­mine mecbur) idi. Bundan dolayıdır ki, bu harbî, o mal için, onu dâr-i harbe götürmekle, muhriz (= elde etmiş, kazanmış) olmaz.

Keza, bir kimse, böyle bir emânlı harbînin yanına, emaneten mal bırakır; o da, alıp, dâr-i harbe giderse; işte bu durumda, o şahıs, muhriz olur. Ve, bunu, dâr-i islamda zâmin olmaz.

Emânlı olarak, yurdumuza giren bir harbî, bir müslümanın köle­sini alıp, yurduna götürür; başka bir şahis da, o köleyi, bu harbîden satın alıp, geri getirirse; o kölenin eski sahibi, satın alan bu şahısdan, bedelini verip, alma hakkına sahip değildir.

Velid bin Bişr, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"Esir düşmüş bulunan bir cariyeyi, bir müslüman, ehl-i harbden satın alsa veya ganîmet taksimi sırasında hissesine düşse; efendisi de, bu cariyeyi, hâkimin hükmü üzerine alsa; esir olmadan önce, bu cariyenin üzerinde suç ve cinayetten ne varsa; bunlar efendisine tabidir."

Önceki aybindan dolayı onu reddeden ve onu önceki satıcının yanında bulan kimse; noksanı sebebi ile efendisine müracaat eder.

Şayet, cariyenin aybı, yeni meydana gelmişse; bu şahıs reddet­mekten men edilir. Bu şahsın, cariyeyi önce satın alana da, hissesine düşmüş bulunan şahsa da, müracaat etmesi için bir yol yoktur.

Bir kimse, ona hak sahibi olup, kıymetini ödeyerek, onu, satın alan şahıstan, eğer, hükümle almışsa; ona geri verir ve verdiği bedeli geri alır.

İki köleyi, harbîler esir eder; bir şahıs da, onları, bir bedelle satın alırsa; eski efendisi, bunlardan birini alır, diğerini bırakır.

Bir kimsenin kölesini, kâfirler esir alır, kölenin efendisi de, bir şahsa, "onu, kendisi için, bin dirheme, satın almasını" söylediği halde, o şahıs,, kendisi için satın alırsa; bu durumda, o köle, önceki sahibinin olur.

Keza, ilk sahibi, o şahsın, "köleyi, kendisi için bağışlatmasını" istediği halde, o şahıs, kendisi için bağışlatırsa; bu köle, yine, eski efen­disinin olur.

Keza, o şahıs, "efendisi için, bağışlanmasını" emrettiği halde, emredilen şahıs, o köleyi, kendisi için, —müslüman olduğu halde, içki karşılığında— satın alsa; bu köle, yine, önceki efendisinin olur. Muhiyt'te de böyledir.

Sahibi, kölesinin, dâr-i harbden çıkacağını bildiği halde, bir ay, talepde bulunmasa; hakkı sakıt olmaz.

İmâm Muhammed (R.A.)'in kavline göre, bu şahsın hakkı, sakıt olmaz.

Kölesi esir olan bu şahıs, bu köleyi satın alan kimse, onu, dâr-i harbden çıkarmadan önce, ölse; İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, vere­seleri, bu kölevi alırlar.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu vereselerin, o köleyi alma hakkı yoktur.

Düşman, bir müslümanın, müslüman olan kölesini, esir alıp yur­duna götürse ve onu azâd etse veya müdebber, yahut mükâtep kılsa; veya o, câriye olsa da, onu, ümm-ü veled eylese; bundan sonra da, müs-lümanlar zafe| kazanıp, onu, kafirlerden geri alsalar; bu durumda, o hür olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

tbn-i Semâ'a, tmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"Ehl-i harb, bir müslümanın kölesini esir alsa; bir şahıs da, onlardan satın alsa; bu köle, sonra, yine esir düşse ve esir eden şahıs, onu bağışlasa; önceki efendisi; onu bütün kıymet ve bedeli ile alabilir."

Nev&dir'de, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

"Bir kimsenin gasbetmiş bulunduğu bir köleyi, düşman esir ettikten sonra; bu gâsıp, o köleyi, harbîlerden satın almış bulunan, bir şahsın elinde bulsa; bu şahsın, o kölenin Önceki efendisi gelinceye kadar, yapacağı bir şey yoktur."

İmlâ isimli kitapda, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur:

"Müşrikler, küçük bir köleyi esir alır; sonra da, bu, bir şahsın his­sesine düşer ve büyümesi için, babasına teslim edilirse; bu köle, önceki efendisinin hakkıdır."

Harbîler, galip gelmelerinden dolayı, bizim hürlerimize, müdeb-birelerimize, ümm-ü veledlerimize, mükâteplerimize sahip olamazlar.

Halbuki, biz onların her şeylerine sahip ve mâlik oluruz. KâfTde de böyledir.

Esirler, müdebber, mükâtep veya ümm-ü veled olurlarsa; onların eski sahipleri, taksimden sonra, hiç bir şey vermeden, onları alırlar.

tmâm, hisse sahiplerine, bunların kıymetini, beytü'l-mâlden öder. Mebsât'ta da böyledir.

Bir kimse, ehli harbden, bu gibi köleleri satın alırsa; onun efen­disi, hiç bir şey vermeden, bu şahıstan, onu alır.

Şayet,esır olan şahıs, hür bir kimse olur ve birisi, onu, harbilerden satın alıp, dâr-i islâma getirirse, bu hür şahsa karşılık, hiç bir şey yoktur.

Ancak, hür olan bu şahıs, —kendisi— söylemişse; bu durumda, satın alan şahıs, verdiğini alabilir.

Bir köle, müslümanlardan kaçıp, ehl-i harbe gider, onlar da, onu alırlarsa; tmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre; ona sahip olamazlar.

Bunun yerinde, bir mükâtep veya müdebber yahut bir ümm-ü veled olursa; harbîler, bi*l-icma'* ona mâlik olamazlar.

Kaçan bir köleye, harbîleri. sahip olması sabit olmayınca, onu, önceki efendisi, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, hiç bir şey vermeden alır.

Bu köle, ister, bağışlanmış; ister, satın alınmış; ister, ganîmet tak­siminde birinin hissesine düşmüş; ister, taksimden önce, ister sonra... bir şey değişmez.

Ancak, taksimden sonra olunca; bedeli, hisse sahibine, beytü'l-mâlden ödenir.

Âlimler, efendisinin malını alıp kaçan bir köle hakkında, şöyle demişlerdir: "Harbîler, bu kölenin elinde bulunan, mala sahip olabi­lirler; fakat, kendisine sahip olamazlar."

Meselâ: Bu köle, bir deve ile harbîlere varsa; onlarda, onu alsalar ve deveye sahip olsalar; bu deveyi de, bir şahıs alıp, dâr-i islâma getirse; bu durumda, onun sahibi dilerse, bedelini vererek, devesini alabilir.

Kaçan bir köle, yanında, bir at ve bazı eşyalar götürse; kâfirler onu alsalar ve bir şahıs da, onlardan, aldıklarının tamamını satın alıp, dâr-i İslama getirse; eski sahibi, köleyi bedelsiz, atı ve eşyaları ise, bedelleri ile alır. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir harbînin kölesi, müslüman olarak, bize gelirse, işte o, hürdür. Keza,   bunların   köleleri,   müslüman   olarak   islâm   askerlerine katılırsa, bu durumda, bu köleler de, hürdürler. Hidâye'de de böyledir;

Bir harbî, emân ile bize gelip, müslüman bir köleyi satın alsa ve dâr-i harbe götürse; bu durumda, bu köle hürdür.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir.

îmâmeyn'e göre ise, bu köle, azâd olmamıştır, hür değildir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavli de, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavli gibidir.

Bu ihtilâf ise, bu kölenin zimmî olması halinde mevzu'-i bahistir.

Bir harbinin kölesi, dâr-i har'bde, müslüman olsa; bu şahıs, yine o harbînin kölesidir. Bu,.bütün imamlara göre böyledir.

Şayet, bu harbî, o köleyi, bir müslümana veya bir zimmîye satarsa; tmâm-ı A'zam (R.A.)'a göre, bu kimse, azâd edilmiş olur. İmâmeyn'e göre ise, azâd edilmiş olmaz.

Bir harbî, dâr-i harbde müslüman olur; onun, orada kölesi de bulunur; bu harbî müslüman olarak bize geldikten sonra; kölesi de, ona uyarak müslüman olsa bile; yine, o.efendisinin kölesidir.

Bu köle, kâfir olarak gelse, yine böyledir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Müslümanlar, harbîlerden aldıkları esirleri, taksim etmeyip, dâr-i İslama da getirmiş olmadan, bu esirler kaçıp, emniyette oldukları yerlere varır veya müşrikler galebe çalıp, onları, kalelerine yollar ve sonra da, başka bir islâm topluluğu, onları bizzat yakalayıp, dâr-i İslama geti­rerek, aralarında taksim etse veya etmeseler; bundan sonra da, bu iki islâm fırkası, hakime müracaat ederse, bu esirleri alma hakkına, ikinci fırka sahip olur.

Şayet, birinci fırka, bu esirleri, dâr-i İslama getirmemiş olmakla birlikte, dâr-i harbde, aralarında taksim etmiş olsalardı, birinci fırka, bunlar üzerinde hak sahibi olurdu.

İkinci fırka, bu köleleri aralarında taksim etmeden, birinci fırka, onları bulmuş olsaydı, bedelsiz olarak, onları alırlardı. Taksimden sonra ise, ancak, —diğer mallan gibi— dilerlerse, bedellerini vererek alabilir­lerdi.

Keza, birinci fırka, bu esirleri, dâr-i İslama getirmiş ve aralarında taksim etmiş olduktan sonra, bu esirler kaçsaîar veya memleketlerine gönderilseler mes'ele yine aynı olurdu.

Birinci fırka, ikinci fırkanın taksiminden sonra gelirse; hak sahibi olan, ikinci fırkadır. Bu mes'ele, Ziyâdât'ta da bu şekilde zikredilmiştir.

Fakat, ikinci fırka esirleri taksim etmeden önce, birinci fırka gelirse;   bu durum hakkında,   iki rivayet vardır: Birine göre, birinci fırka, diğerine göre ise, ikinci fırka, bu köleler üzerinde hak sahibidir.

Şayet, birinci fırka, bu esirleri, dâr-i İslama getirir ve onları taksim etmeden, müşrikler galebe çalıp, bunları yurtlarına götürürken, henüz dâr-i islâmda bulundukları bir sırada, başka bir islâm topluluğu, onların ellerinden geri alırlarsa; bu durumda, bu esirler, birinci fırkaya verilirler. Bu durumda, ikinci fırkanın, bu esirleri, taksim edip etmemesi de mü-sâvîdir.
İkinci fırka, bu esirleri taksim etmiş bulunursa, imâm, bakar: "Müşrikler,   temlik   ve  ihraz  yönünden,   bir   şey  yapmışlarsa;   bu durumda, ikinci fırka, daha haklı bulunur. Mumyt'te de böyledir. [64]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..