On Dördüncü Mesele


Meşru, sebeblerin üzerlerine zımnen bazı hükümler terettüp ettiği gibi, gayrı meşru sebebler üzerine de zımnen bazı hükümler terettüp eder. Mesela Öldürme üzerine kısas, katilin ya da âkilenin malı üzerine binen diyet, —eğer öldürülen kimse köle ise-— kıyme­tin tazmini ve keffâret gibi hükümler terettüp etmektedir. Keza tecâvüz (teaddî) üzerine tazminat ve ceza hükümleri terettüp et­mektedir. Hırsızlık üzerine tazminat ve el kesme hükmü terettüp eder. Bu ve benzeri teklîfî hükümler altına giren yasaklanmış se- [259] beblerin vaz'î hükümler kapsamında olmak üzere müsebbebleri bu­lunmaktadır.
Bu yasaklanmış sebebler, bazan başka bir cihetten bir masla­hata sebebiyet verebilirler[161] ve fakat onun sebebi olmazlar. Mesela öldürme olayı üzerine vârise mirasçı olma, vasiyetlerin yürürlüğe konulması, müdebber kölelerin azad olması, ümmü veled ve çocuk­ların hürriyetlerine kavuşması gibi maslahatlar ortaya çıkmakta­dır. Keza tecâvüz yoluyla itlaf (ziyan verme) üzerine, kıymetin tazminine tâbi olarak telef edilen şeye inâlikiyet kazanılması; gasb üzerine, gasbedilen şeyin gasbeden kişi elinde değişikliğe uğraması durumunda bilinen tafsilât üzerine ve tazmin neticesine binâen gasbedilen şeye mâlikiyet kazanılması vb. de böyledir.

Birinci kısımdan olanlara, akıllı olan kimse tevessüle kalkış­maz; çünkü kendi aleyhine mahza bir mefsedettir ve bir maslahat da içermemektedir. Tevessül edilebilecek türden olanlar ancak ikinci kısımdan olabilirler. Şayet kişi bunlara yönelik kasıdda bulu­nursa bu kasdı iki çeşit olabilir: 1.
Sebebten başkası değil, bizzat yasaklanmasının nedenini oluş­turan  müsebbebin kasdedilmesi şekli. Mesela öldürme olayında Öc alma,[162]gasbedilen ve çalınan mallarda mutlak olarak faydalanma kasdı gibi. Böyle bir kasıd, tâbi durumda olan ve maslahat içeren hükümlerin terettübü konusunda mani değildir. Çünkü bunların [260]    sebebleri eğer hâsıl olmuşlarsa müsebbebleri de hâsıl olmuştur. An­cak sedd-i zerîa kabilinden, bu gibi durumlarda da yasak olan se-beb üzerine doğan ve maslahat içeren tâbi hükümlerin terettübüne mâni olunduğu da olur. Mesela katilin, öldürürken Öc almaktan başka kasdı olmasa veya bazılarına göre hata yoluyla da öldürmüş olsa mirastan mahrum edilmesi gibi. Gasb hakkında şöyle demiş­lerdir: Gasbedilen şey, gasbeden kimse elinde değişikliğe uğrasa ve­ya onu ziyan etse; değişikliğin hükümlerinden olmak üzere, eğer değişiklik çoksa mal sahibi onun hakkında muhayyer değildir; dola­yısıyla gasbeden kişinin onun kıymetini tazmin hükmüne binâen —bazı âlimlere göre mekruh olarak, cliğer bazılarına göre de kerâ-hetsiz— onunla faydalanması caiz olmaktadır.[163]Bunun sebebi şudur: Burada esbaba tevessülde bulunan kim­senin kasdı, Şâri'in bu hükümlerin terettübü hakkındaki kasdına ters düşmemektedir. Çünkü bu hükümler kıymetin tazmini yahut gasbedilen şeyin değişikliğe uğraması ya da her ikisi üzerine teret­tüp etmektedir. Kişinin kasdınm, Şâri'in kasdına ters düşmüş ol­ması, sadece yasak olan sebebin ortaya konulması sırasında olmak­tadır. Mutlak bir garazın meydana gelmesi için bizzat sebebin ken­disinin kasdedilmiş olması; tazmin, veya kıymetten ya da her iki­sinden birden neşet eden müsebbebe yönelik kasıddan başkadır. Aralarında fark vardır. Şöyle ki: Gasbedilen şeyin değişikliğe uğra­ması durumunda, hemen akabinde tazmin sorumluluğu gelir ve do­layısıyla gasbdan dolayı meydana gelen bu değişiklik sebebiyle kıy­metin ödenmesi vâcib olur. Kıymet vâcib olup belirlenince de, gas­bedilen şey gasbeden açısından —malının boş yere gitmiş olmaması için— onun mülkü olur. Ona olan bu mülkiyeti, onun kıymetinin zimmeti üzerine vâcib olması dolayısıyladır; yoksa gasb sebebiyle değildir. Dolayısıyla her iki kasıd birbirinden ayrıdır. Katilin öc al-mak için öldürmesi kasdı, mirasın husulüne yönelik kasdmdan farklıdır. Gasbeden kimsenin faydalanma kasdı, kıymeti tazmin ve gasbedilen şeyi gasbedilen kimsenin mülkünden çıkarma kasdın-dan başkadır. Durum böyle olunca, katil ya da gasbeden kimsenin kasdetmemiş oldukları tabî hüküm aslî mecrasında câri olacaktır. Maksadının[164] zıddıyla mukabele, Şâri'in maksadına muhalefeti kasdettiği konudadır. Bu da cezalandırılması ve gasbedilen şeyin elinden alınması ya da kıymetin ödettirilme sidir. Bu açıktır. Ancak sedd-i zerîa kabilinden olmak üzere, kasdetmemiş olduğu bu tür tabî hükümlerin meni cihetine de gidilebilmektedir. 2.

İkincisi, sebebe tabî olan hususları kasdetmiş olması. Bunlar zımnen kendisine maslahat olarak dönecek olan şeylerdir. Mesela vârisin, mirasa konmak için murisini (miras bırakan) Öldürmesi; kendisine vasiyyet edilen kimsenin (mûsâ leh), vasiyyet edilen şe­yin kendisine ulaşması için vasiyyet eden kimseyi öldürmesi; gas­beden kimsenin gasbedilen şeyi değişikliğe uğratmak, böylece onun kıymetini tazmin etmek ve onu kendi mülküne sokmak suretiyle ona sahip olmayı kasdetmesi vb. gibi. Böyle bir esbaba tevessül bâtıldır. Çünkü Sâri' Teâlâ, teklîfi hükümlerden olmak üzere bun­ları, işlenmesi halinde vaz'î hükümlerde bir maslahat elde edilsin için yasaklamarnıştır. Şu halde böyle bir esbaba tevessül meşru-de­ğildir. Ancak geriye bir şey kalıyor:
a)  Acaba bu tür esbaba tevessülde kişinin maksadının bizzat gâri'in maksadına muhalif olması[165] nazar-ı itibara alına­rak, esbaba tevessülde bulunan kimsenin kasdetmiş oldu­ğu netice, sebeb üzerine terettüp eder mi?   İşte bu nokta­dan hareketle "maksadın zıddı ile muamele" kaidesi ortaya çıkmıştır. Bu farzedilen niyetin bulunması durumunda bu kaide ile hükmetmek gerekecektir. Katilin mirastan mah­rum kılınması hükmünü getiren hadisin[166]gereği de bu ol­maktadır. Keza zekattan kaçmak üzere farklı zekat malla­rının toplanılmasından, toplu olanların da dağıtılmasından men eden hadis ten[167] çıkarılan fıkhı neticenin gereği de budur.   Ölüm hastalığında, mirastan mahrum bırakmak için bâin talakla boşanmış kadının mirasçı kılınması; iddet içe­risinde nikahta bulunan kimseye, o kadının ebedî olarak haram sayılması vb. gibi meseleler hep bununla ilgilidir.

b) Yoksa, Sâri' Teâlâ'mn o şey üzerine terettüp eden masla­hat için bir sebeb kılmasına itibarla, kişinin bu kasdının bir etkisi olmaz mı? Bu durumda hüküm birinci kısmın hükmüyle aynı olacaktır. Bu konu müctehidler için bir icti-had alanı olmaktadır ve genişçe üzerinde durulan bir ko­nudur. Bu ikisinden birisini kesin olarak söylemek imkanı yoktur.
Burada sebeb bahsinde sözlerimizi artık noktalamak istiyoruz. [168]


Eser: El-Muvafakat

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

El-Muvafakat

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..