Yedinci Mesele                                                                                      


Bu durumda şart, teklif hitabı altına dâhil[30] bulunmuş olması bakımından mükellef tarafından ya yapılmak ya da terkedilmek durumlarından hâlî olmayacaktır ve mükellef onunla ya memur olacak, ya onu yapmaktan yasaklanmış olacak ya da o konuda mu­hayyer bırakılmış olacaktır veyahut da böyle olmayacaktır. Eğer durum bundan ibaret olacaksa bir problem de olmayacaktır; sebeb-lerin gerektirdiği hükümler şartın bulunması durumunda var ola­caklar, bulunmaması durumunda da kalkacaklardır. Nisâb gibi.'İh­tiyaçtan dolayı sene dolmadan önce harcanması veya ibkâsma du­yulan ihtiyaçtan dolayı harcanmayıp bırakılması gibi. Veya duyu­lan ihtiyaçtan dolayı hayvanlarını başkasının hayvanlarıyla karış­tırmak veya ortaklık zararını izâle için ya da daha başka bir ihti­yaçtan dolayı karışık olan hayvanlarını ayırmak gibi. Veya evlen­mek suretiyle kendisini korumak (muhsan olma) istemesi veya her­hangi bir sebebten dolayı evlenmeyi terketmesi gibi. Ve buna ben­zer örnekler. Bu örneklerde herhangi bir problem yoktur. Şart var­sa meşrut da vardır. Şart yoksa meşrut da yoktur.
Ama şart olması açısından mükellefin onu yapması ya da ter­ki, sebebin gereği olan hükmü düşürmek ve böylece üzerine netice­sinin terettübüne mâni olmak kasdı ile olursa, bu takdirde yaptığı şey sahîh olmayan bir iştir, batıl bir uğraşıdır.[31] Bunun bâtülığma beni aklî, hem de nakli deliller birlikte delâlet etmektedir:                   [275]

Bu meyanda vârid olan hadislerden bazılarını arzediyoruz:
■ "Zekat (artar veya eksilir) korkusuyla müteferrik zekat malı bir araya toplanmaz; toplu olanların arası da ayrılmaz.[32]
il "Satıcı ve alıcı birbirlerinden ayrılmadıkça muhayyerdirler. Ancak muhayyerlik şartı ile akid yapmışlarsa o müstesna (o tak­dirde ayrılsalar da muhayyerlik hakkı devam eder). Tarafların karşı taraf akdi bozar korkusuyla hemen akid meclisinden ayrılma­ları helal olmaz.[33]
■ "Bir kimse geçeceğinden emin olmaksızın iki at arasına bir at katar (ve yarıştırırsa) bu bir kumar değildir. Kim de iki at arası­na geçeceğinden emin olduğu bir atı katar (ve yarıştırırsa), o kumardır.[34]
B Berîre hadisinde belirtildiği üzere, Berîre'nin sahipleri ken­disini satmak için velâ hakkının kendilerine verilmesini şart koş­muşlardı. Bunun üzerine Hz. Peygamber [ sIevy™,Kmtu]şöyle buyurmuş­tu: "Vela hakkı ancak azâd edene aittir. Kim Allah'ın kitabında ol­mayan bir şart koşarsa, o şart bâtıldır; isterse yüz şart olsun."[35]
■ "Hz. Peygamber satış ve şartı (şartlı satışı);[36] satış ve selefi; [37] şart içerisinde şartı [38] yasakladı [39]

Diğer yasak olan şartlarla ilgili hadislere de burada atıfta bu­lunmak gerekir. Bu arada:
■    "Kim bir müslümanın malını yemini ile kotarırsa, Allah ona cenneti haram,  cehennemi vâcib kılar.[40]
■   ''Şüphesiz ki, yemin yemin verdiren kimsenin niyetine göre­dir.[41] hadislerini zikredebiliriz.
Bu mânâda olmak üzere şu âyet gelmiştir: "Allah'ın ahdini ve yeminlerini az bir değere değişenlerin, işte onların, ahirette bir pay­ları yoktur.[42] Yine Kur'an'da: "İkisi Allah'ın yasalarını koruya­mamaktan korkmadıkça kadınlara verdiklerinizden bir şey alma­nız size helal değildir.[43] buyrulmuştur.   Yalancı şâhidlikle ilgili âyet, keza onunla ilgili hadisler bu kabildendir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Ey inananlar! Mallarınızı aranızda haksızlıkla de­ğil, karşılıklı rıza ile yapılan ticâretle yiyin, haram ile nefsinizi mahvetmeyin.[44] Bu mânâda hadisler de vârid olmuştur. Yine Al­lah Teâlâ: "Bundan sonra kadını boşarsa, kadın başka birisiyle ev-lenmedikçe bir daha kendisine helâl olmaz.[45] buyurmuştur. Hülle nikahıyla kadını ilk kocasına helal kılmak isteyen "ödünç teke" ve kendisi için nikâh yapılan kimse hakkında vârid olan lanetlerle il­gili hadisleri[46] sütlü gözükmesi için koyun ya da deveyi bir kaç gün sağmayıp da sütü memede birikmiş bir halde satmakla ilgili ol­mak üzere vârid olan hadisleri (musarrât hadisi)[47] şâir aldatma (gışş, hadîa, hılâbe) [48]pazarlık kızıştırma (neceş)[49] ile ilgili olmak üzere bunları yasaklayan hadisleri; kocası tarafından boşanan ve Ahdurrahman b. Zübeyr ile evlenen   Rifâa el-Kurazfnin karısıyla ilgili hadisleri[50] burada hatırlamamız yeterlidir.[51]Bu konuyla ilgi­li hadisler burada zikre dilemeyecek kadar çoktur.Yine böyle bir uğraşı, bir maslahatın celbi ya da bir mefsedetin defi için şer'î bir hükme sebeb olarak kılman şeyi, bir hikmeti ve faydası olmayan abes bir şey haline getirir.[52]Bu ise maslahat ve hükümlerde onların gözetilmiş olduğu kaidesine muhaliftir.
Keza bu Sâri' Teâlâ'mn kasdma da muhalif olmaktadır. Çünkü sebeb vücûda gelip ortaya çıkınca, şer'an müsebbebi olan şeyi ge­rektirecektir. Ancak bu sebebin mükemmil unsuru olan bir şartın husulüne bağlanmıştır.[53]Bu durumda sebebin hükmünü kaldırmak kasdıyîa şartı işleyen ya da terkeden kimse, Şâri'in onu sebeb ola­rak koyuşundaki kasdma zıt düşmüş olmaktadır. Daha önce de or­taya konulduğu gibi, Şâri'in kasdma ters düşmek bâtıldır; dolayı­sıyla bu amel de bâtıldır.
İtiraz: Mesele, bir şarta bağlı olarak hükmü gerekli kılan se­beb hakkında farzedilmiştir. Şartın kasıdlı olarak bulunmamasıyla, kasıdsız olarak bulunmaması arasında fark yoktur. Bu konuda kas-dm bir tesiri yoktur. Daha önce de ortaya konulduğu gibi, şart bu­lunmadığı zaman, sebeb hükmünü gerektirici bir özellik kazana­mamaktadır. Zekat konusunda nisâb üzerinden sene geçmesi gibi. Bu bir şarttır ve bu şart olmadan zekat vâcîb olmamaktadır. Şâri'in kasdmdan malûm olan şey sebebin, şartın yokluğu anında değil an­cak bulunması durumunda hükmünü fmüsebbebi) gerektirici bir sebeb olabilmesidir. Sebeb, sebeb olamadığına göre, üzerinde dur­duğumuz mesele ile, bir ihtiyacından dolayı sene dolmadan Önce harcamada bulunup nisabı azaltan kimsenin durumu aynı olur ve zekât gerekmez. Çünkü sebeb itibara alındığı şer'an sabit olan fa­kat mevcut bulunmayan şarta bağlı olduğu için zekâtın vâcibliğini [279]   gerektirmiş değildir. Bu durumda bu kişi hakkında "O Şâri'in kasdana muhaliftir." denileceği gibi, "O Şâri'in kasdma muvafıktır." da denilebilir.[54]Diğer meseleler de aynı şekildedir.
Cevap: Bu sizin dediğiniz, kişinin sebebin hükmünü kaldır­mak istemediği zaman söz konusu olur. Ama sebebin hükmünü kal­dırmaya yönelik bir kasdımn bulunması halinde durum farklıdır ve yaptığı itibara alınmaz.[55]Çünkü şeriat bunun kesin olarak ilgası­na hükmetmektedir ve geçen delillerle bu gayet açık bir şekilde or­taya konulmuştur. Zira zekatı azaltmak için zekâta tâbi malları ayırmak veya ayrı olanları birleştirmek ve böylece noksanlaştırıcı şartı ortaya koymak, sebebin hükmünün iptali kasdedilmesi halin­de kesin olarak yasaklanmıştır. Mesela ayrı kırk koyundan bir ko­yun zekat verilmesi gerekir. Başka bir kırk koyunla katıştırılma sı durumunda ise daha önce bir koyun zekat düşen kırk koyuna yarım koyun zekat isabet eder. Eğer kişi bir koyun yerine yarım koyun vermek için koyunlarını diğer kırk koyunla katıştırmış s a, işte bu yaptığı iş yasaklanmıştır. Keza başka yüzbir koyunla karışık yüz koyunu olan bir kimse, tek bir koyun zekat vermek amacıyla ko­yunlarını ayırırsa, bu da aynı şekilde yasaklanmıştır. Bu yasağın gerekçesi, ilk sebebin gereğini ortadan kaldıran bir şartı ortaya koyması ya da ortadan kaldırması olmaktadır. Üzerine gerekecek olan zekat yükümlülüğünü ortadan kaldırmak için harcamada bu­lunarak zekâta tâbi mallarım nisâb miktarından aşağı düşüren kimsenin durumu da aynıdır. "Tarafların, karşı taraf akdi bozar korkusuyla hemen akid meclisini terketmeleri helâl olmaz.[56] hadi­sinde söz konusu edilen durum da aynıdır. Burada kişi akid ile sa­bit olan muhayyerlik şartını kaldırmayı kasdetmiş olmaktadır. Ke­za kişinin, müsabaka için değil de Ödülü almak amacıyla kazanaca­ğından kesin olarak emin olduğu atı diğer atlar arasında koşturma­sı da bu kabilden olmaktadır. Bunların bir diğer benzeri de ileri sü­rülen şartlarla ilgili meselelerdir. Çünkü bunlar, kendileriyle vâkiolan sebeblerin[57] hükümleri kaldırılmak istenilen şartlardır. Mese-[280] ıa kitabet akdi, onun kendisinden neş'et edecek bütün neticeler üzerine yapılmış bir akit olmasını gerektirir. Bunlardan bir tanesi de velâ hakkıdır. Şimdi kim kalkar da, velâ hakkının satıcıya ait ol­masını şart koşarsa, bu şartla sebebin hükmünü kaldırmayı kas­detmiş olur. Diğer zikri geçen konuları da aynı şekilde ele aldığı­mızda, onların da hep aynı olduklarını göreceğiz. Buna göre, bu ka-sıdla şartların ortaya konulması, ya da ortadan kaldırılmaları ya­saklanmış olmaktadır.[58] Yasaklanmış olduğuna göre de, Şâri'in kasdma ters olacaktır. Netice itibarıyla da şart bâtıl olacaktır.

Fasıl:

Bu amel mutlak surette bâtıl mıdır? Yoksa değil mi?

Cevap: Bu konuda tafsilat vardır. Şöyle ki: Hâsıl olan şart ya ortaya konulmamış mânâsındadir; ya da yok olan, hâsıl olmuş mânâsmdadır. Veyahut da böyle değildir.

Eğer öyle ise, sebebin gerektirdiği hüküm, bu amelden önceki hâli üzeredir; amel bâtıldır ve hiçbir faydası yoktur; herhangi bir hükmü mevcut değildir. Mesela zekat malını sene dolmadan önce danışıklı olarak daha sonra kendisine tekrar iade etmek şartıyla hi­be ile mülkiyetinden çıkarmak; zekat miktarını azaltmak için tah­sildarın geleceği sırada ayrı olan hayvanları bir araya toplamak, o gittikten sonra tekrar ayırmak; yahut da toplu olanları ayırmak ve daha sonra tekrar onları bir araya getirmek; üç talakla boşanmış kadının ilk kocasına helal olması için sureta kadın üzerine akdedil­mesi gereken nikah şartını yerine getirmek (hülle nikâhı) ve daha benzeri şeyler gibi.

Eğer durum öyle değilse, o takdirde meselede ihtimaller vardır ve üç yaklaşım söz konusu olacaktır:
a) Mücerred sebebin bulunması yeterlidir [59]çünkü hükmü gerektiren şey bizzat sebeb olmaktadır. Şart ise sadece haricî tamam-layıcı bir unsur olmaktadır. Eğer öyle olmasaydı, o zaman şartın il­letin bir cüz'ü olması gerekirdi. Oysaki öyle olmadığı kabul edilmiş­tir. Keza bu konuda gözetilen kasıd gayrı meşru olmuştur; dolayı­sıyla yapılan amel Şâri'in kasdına muhalif bir hal almıştır. Bu du­rumda o sanki hiç işlenilmemiş hükmünde olacaktır ve hükümde birinci kısımla aynı olacaktır. Neticede de bu amel üzerine herhan­gi bir hüküm terettüp etmeyecektir. Misal: Kişi sene dolmazdan az önce bir menfaatinden dolayı harcamada bulunarak nisabı aşağı düşürse; veya rücû etmeksizin kesin hibede bulunsa; veya beraber olan zekat mallarını ayirsa ya da ayrı olanları bir araya getirse —bütün bunları zekattan kaçmak için yapsa— fakat bu işlemden sonra eski hale dönmese ve benzeri daha başka durumlar. Biz bili­yoruz ki, Sâri' Teâlâ sebebi hüküm için koyarken, hükmün o sebeb-le vukuunu kasdetmiş olmaktadır. Kişi bu tür davranışlarıyla; se­beb, sebeb olarak kâim iken, onun hükmünü kaldırmaya yeltenmiş olması yüzünden, Şâri'in kasdına muhalefet etmiş olmaktadır. Bu ise bâtıldır. Şartın Şâri'in genel anlamda itibarda bulunduğu şe­kilde olmasına ise fâsid olan kasıd tesir etmiş, bu yüzden de şart, şer'î bir şart olma Özelliğini kazanamamıştır. Dolayısıyla mutlak surette sanki hiç yokmuş gibi bir hal almıştır ve bu kısım da birinci kısım içerisine dâhil olmuştur.

b) Mücerred sebebin bulunmuş olması yeterli değildir. Çünkü her ne kadar hükme bâis (ona götürücü, onu ortaya çıkarıcı) olan sebebse de, Sâri' Teâlâ onu şartın mevcudiyetiyle takyîd eylemiş­tir. Şu halde, Şâri'in müsebbebin ortaya konulmasını mücerred se­bebin işlenmesiyle kasdetmiş olduğu konusunda, sebebin hükme bâis olduğu kesin değildir. Şâri'in kasdettiği şey, sebebin şartın bu­lunması durumunda hükme bâis olmasıdır. Durum böyle olunca, mesela şartı kaldırmaya yönelik bir amelle sebebin hükmünü kal­dırmayı kasdetmiş bir kimsenin kasdı, hiçbir şekilde Şâri'in kasdı na ters düşmüş olmaz. Bu durumda kişi sadece ortaya konulması ya da konulmaması hususunda Şâri'in kasdının açık olmadığı bir şeyi kasdetmiş olmaktadır ki, bu da şartın ortaya konulması ya da konulmaması olmaktadır. Kişinin bu kasdının bizzat değil de netice itibarıyla Şâri'in kasdına genel anlamda ters düşücü bir neticeye götürmesi, üzerine şartların hükümlerinin terettübüne mâni olma­maktadır. Sonra kişinin bu ameli müessir, hâsıl ve vâki olunca, içermiş olduğu yasak kasıd, onun şer'î bir şart veya şer'î bir sebeb olarak konulusu hususunda bir etki yapmayacaktır. Nitekim gasbe-dilen şeyin değişikliğe uğraması, onun sahibine iadesini men ve gasbeden kimsenin de ona mâlikiyet kazanması konusunda sebeb veya şart olmaktadır ve bunu isyan kasdıyla yapmış olması, bu hükmün ortadan kalkması için bir sebeb olmamaktadır.

el-Lahmî'nin arzedeceğimiz görüşlerinin sıhhati işte bu esas üzerine bina edilmektedir: O şöyle diyor: Bir kimse zekatın düşmesi için sene dolmadan az önce malının bir kısmını tasaddukta bulunsa ve böylece nisab miktarını aşağı düşürse; veya oruç tutmamak için Ramazan'da yolculuğa çıksa; veya namazı yolda iki rekat kılmak amacıyla henüz memleketindeyken müstehap olan vaktini geciktir-se; veya bir kadın hayız görmeye başlaması ve böylece namazın kendisinden düşmesi amacıyla namazı vaktin sonuna doğru ertele-se ... bütün bunlar mekruhtur ve bu kimse üzerine yolculuk sıra­sında oruç tutması gerekmez; namazı dört rekat kılması da îcâb et­mez; kadının o namazı kaza etmesi vâcib olmaz. Keza şu mesele de bu esas üzere câri olmaktadır: "Falana olan borcumu bir aya kadar ödeyeceğim?" diye talak üzerine yeminde bulunan kimse, borcunu ödemeyeceğini görse ve bir çare olmak üzere .hulu yoluna başvura­rak yemininde hânis olmamak için karısından muhâlaa yoluyla ay­rılsa; müddet bitince de karısına tekrar dönse (ric'at); bu durumda kişinin karısının boş olmaması gerekir. Çünkü talakın bağlandığı süre dolduğunda, kadın artık karısı olmadığı için talak mahallini bulmamış dolayısıyla da vâki olmamıştır. Çünkü hulu şer'an geçer­lidir. Yasak olan bir şeyi kasdetmiş olması onun geçerliliğine mâni' değildir.

c) Allah hakları ile kul hakları arası ayrılır: Allah hakların­dan olan konuda ortaya konulan amel —bizzat kendisi hakkında şer'î bir hüküm sabit olsa da— bâtıl olur. Mesela: Beraber olan ze­kat mallarını ayırmak veya ayrı olanları birleştirmek meseleleri; "Geçerli ve yürürlüktedir, kadını daha önceki kocaya helal kılmaz." diyen görüşe göre hülle nikahı meselesi gibi. Çünkü zekat Allah haklarından olmaktadır. Keza hülle nikâhından men de Allah hak­larından sayılmaktadır. Çünkü nikah konusunda Allah hakkı kul hakkına galebe çalmaktadır. Kul haklarıyla ilgili konularda ise şartın gereği geçerli olur. Oruç tutmamak ya da namazı kısaltmak için yapılan sefer durumu vb. meselelerde olduğu gibi.

Bütün bunlar, aksine özel bir delîl bulunmadığı zaman söz ko­nusudur. Eğer ortada özel bir delîl varsa, o takdirde delîlin gereği ne ise ona gidilecektir. Bu, zikri geçen aslı nakzedecek de değildir. Zira o takdirde, bu özel durumun Allah haklarına mı yoksa kul haklarına mı nisbet edileceğine dâir bir delîl bulunacaktır.

Geriye iki tür hakların birleşmesi durumu kalmaktadır. Bu konu ictihad mahalli olmaktadır. Müctehide göre meselenin hangi tarafı daha ağır basarsa, onu o tarafa ilhak edecektir.
Allahu alem! [60]


Eser: El-Muvafakat

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

El-Muvafakat

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..