İkinci Mesele

Mâniler Şâri'ce maksûd olmayan şeylerdir. Yani Sâri' Teâlâ'nın onların mükellefler tarafından ortaya konulmala­rı ya da ortadan kaldırılmaları doğrultusunda bir kasdı bu­lunmamaktadır. Şöyle ki: Mâni'ler iki kısımdır:

a) Teklif hitabı kapsamına dâhildirler ve bu itibarla da ya yapılması emredilen ya da yapılması yasaklanılan ya da hakkında yapılıp yapılmayacağına dair muhayyer olunan bir mâhiyet arze-deceklerdir. Bu açıdan mâniler hakkında bir problem bulunma­maktadır. Mesela zekâtın vücûbunu etkileyecek şekilde, zekâtın
vücûb sebebin* mâni uIhchiI borç «Itınn girme gibi. Hor nt kadar M* katın sebebi olan ıılsab vurun dn, zekatın verilebilmesi sebob önün* de mâni olmaması şartına bağlı olmaktadır. Keza küfür namaz vt zekâtın edasının sıhhatine ve vücûbuna[10] mâni olmaktadır. Yin* küfür halinde iken boşamasını ve daha başka küfrün mani olduğu benzeri şer'î meseleleri örnek olarak vermemiz mümkündür. Aynı şekilde müslümanlık da, kişinin haksız yere kanının, malının ve ır­zının çiğnenmesine mânidir. Bu v,e benzeri meseleler üzerinde, tek-lîf hitabı açısından durulması, meseleden gözetilen"maksadın hari­cinde kalmaktadır.

b) Bu kısım meseleden maksûd olan kısım olmaktadır. Mâni olması hasebiyle vaz' hitabı (vaz'î hükümler) altına giren kısım. Bu açıdan ele alındığında bunların, mâni olması sebebiyle Şâri'ce ne ortaya konulmasına, ne de ortadan kaldırılmasına yöne­lik bir kasıd bulunmamaktadır. Mesela borçlu, eğer nisâb mik­tarı kadar malı varsa, üzerine zekâtın vâcib olması için borcunu kaldırmakla memur olmadığı gibi, nisaba sahip olan kimse do zekâtı düşürmek için borç almakla memur değildir. Çünkü borcun zekâta mâni olması teklif hitabından (teklifi hükümlerden) değil vaz' hitabından (vaz'î hükümlerden) olmaktadır. Şâri'in bundan maksadı, sadece mâni'in (borcun) bulunduğu zaman sebebin (nisâb) gereğinin (zekât) ortadan kalkmasıdır.

Delili:
Sebebin şartları tamamlanmış olarak konulmuş olması, Vâzı'-ın (Koyucunun, Şâri'in) sebeb üzerine müsebbebin terettübünü kas-detmiş olmasını gerektirir. Yoksa eğer böyle olmazsa, o takdirde, sebeb bir sebeb olarak konulmuş olmaz. Halbuki onun sebeb olarak konulmuş olduğu kabul edilmektedir. Bu bir tutarsızlık olur. Vâzı'ın müsebbebin husulüne yönelik bir kasdının bulunduğu sabit olunca, mâni'in ortaya konulmasının keza O'nun maksûdu olduğu­nun farzedilmesi, müsebbebin sebeb üzerine terettübünün kaldırıl­masına yönelik bir kasıd olacaktır. Bu durumda da O'nun aynı te­rettübe yönelik zıt başka bir kasdının daha bulunduğu sabit olacak­tır. Bu ise tutarsızlıktır. Çünkü her iki kasıd birbirine zıt bulun­maktadır. Vâzı' (ŞAri') mâni'in ortadan kaldırılmasını da aynı şekil­de kasdetmiş olamaz. Çünkü eğer böyle bir kasdı bulunacak olsa, o takdirde şeriatta ınAni diye bir şey sabit olmazdı. Şöyle ki: Eğer mâni olması açıtımdan Sari' onun kaldırılmasını kasdetmiş olsaydı,o takdirde mâni'ln huıûlü şer'an muteber olmazdı, 3«r'«n tnuloher olıntıyıiıca da, ıtbtbin hükmünün cereyanına mâni olamazdı, Hal­buki ınoMtOt* öyle fan v« kabul edilmemiştir. Böyle bir şey tenâku-eun in kendisidir.
Mükollofin kasdımn, mflni'in ortaya konulmasına ya da orta­dan kaldırılmasına yönelmesi durumunda aşağıdaki tafsilât ortaya çıkacaktır: [11]

Üçüncü Mesele
Toklîf hitabına dâhil olması bakımından mükellefin mâni'i, • mrodilmiş olarak veya yasaklanmış olarak ya da muhayyer bıra­kılmış olarak yapması ya da terketmesi kaçınılmaz olacaktır. Eğer birinci şekilde ise durum açıktır. Mesela bir adamın elinde nisâb miktarı malı olur; ancak bir ihtiyaçtan dolayı borçlanır. Böylece hü­kümler mâni'in husulünün gereği doğrultusunda ortaya çıkar. Eğer ikinci ise, ki bu mesela mâni'i mâni olması açısından sebebin hük­münü düşürmek ve böylece gereğinin üzerine terettübüne engel ol­mak kasdıyla ortaya konulması olmaktadır; bu da sahîh olmayan [MS]    bir davranış olacaktır.

Böyle bir davranışın sahîh olmadığının delilleri:
Buna delâlette bulunan naklî deliller çoktur. Bunlardan birisi de şu âyet olmaktadır: "Biz bunları, vaktiyle bir bahçe sahiplerini denediğimiz gibi denedik. Sahipleri daha sabah olmadan, bahçeyi devşireceklerine —bir istisna payı bırakmaksızın— yemin etmişler­di.[12] Devamıyla   birlikte   bu   âyetler,   yoksulların   haklarını düşürmek için hileye başvurma kasıdlarının bulunması ve yoksul­ların genelde bahçeye gelemeyecekleri kadar erken bir vakitte mahsûlü devşirmek gibi onların gelmelerini engelleyecek bir çâreye (mâni')[13] başvurmaları sebebiyle azaba uğratıldıkları haberini içer­mektedir. Azâb ise ancak haram olan bir fiilden dolayı olur.Bir başka dulfl: "Kadınları boşadığınızda, müddetleri sona ererken onları güzellikle tutun, ya da güzellikle bırakın, haklarına tecavüz etmek için onlara zararlı olacak şekilde tutmayın; böyle ya­pan şüphesiz kendisine yazık etmiş olur. Allah'ın âyetlerini de ala­ya almayın."[14] âyetidir. Bu âyet, kocaların kanlarının kendilerin­den sonra bir başka koca daha görmemeleri kasdıyla sürekli boşa­maları ve arkasından da rücûda* (ric'at) bulunmaları ve böylece id-detlerinin sürüp gitmesi sebebiyle kadınların mutazarrır olmaları yüzünden inmiştir. Bu kasıdla kocaların zevcelerine rücûda bulun­maları, onların başkalarına helâl olmalarına bir mâni olmakta idi.
Bir hadiste de şöyle buyurulmuştur: "Allah Yahudileri kahret­sin! Onlara içyağları haram kılınmıştı. Onlar bunu yordular (tevil ettiler) ve onu sattılar." Bazı rivayetlerde de "Satıp parasını yedi­ler." buyurulmuştur.[15]
Başka bir hadislerinde Hz. Peygamber "Ümmetim­den bazı insanlar şarabı içerler ve onu başka adla isimlendirir-   • ler.[16] buyururlar. Başka bir rivayette "Ümmetimden zinayı, ipe­ği, içkiyi ve çalgıları helal kılmak isteyen bazı kavimler çıkacak-tır.[17]buyrulur. Bir hadiste de: "İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelir ki, o zamanda beş şeyle beş şey helâl kılınmak istenir: Verdik­leri çeşitli isimlerle içkiyi; hediye adı altında haramı (rüşvet gibi); korku (meşru müdâfaa) adı altında öldürmeyi; nikâh adı altında zinayı, bey' adı altında ribâyı helal kılmak isterler.[18] Sanki bura­da zikri geçen şeyleri helal kılmak isteyen kimseler, mâni olan şe­yin isim olduğu zannıyla haram olan şeyi başka isme nakletmişler, böylece söz konusu mâni'in kalkacağını ve o şeyin artık helal olaca­ğını düşünmüşlerdir.
Yüce Allah âyette: "Zarara uğratılmaksızın edilen vasiyyetten veya borçtan sonra [19] buyurmuş ve zarara uğratma hâlini istis-nâ etmiştir. Mesela ölüm halinde olan kimsenin, mâni'i ortaya koymanın kendi hakkından olduğu düşüncesiyle, vârislerin mahrûmi tini ya da haklarının azalmasını kasdederek onlardan biri lehin­de borç ikrarında bulunması veya üçte birden fazla vasiyyette bu­lunması zarar vermek olur. Zarar vermek ise ittifakla menedilmiş-tir.
Yüce Allah bir başka âyette: "Sıkıca bağladıktan sonra yemin­leri bozmayın[20] buyurmaktadır. Ahmed b. Hanbel: "Hiyel (hile­ler, çâreler) ve yeminler konusunda söylenilenlerden taaccüb etmi­şimdir. Yeminleri hilelerle ortadan kaldırıyorlar!"demiştir.
Hadiste de: "Otların menine bir vesile edilmek üzere suyun fazlası men edilmez.[21] buyrulmuştur.
Yine hadiste: "Eğer bir yerde veba (tâûn) olduğunu işitirseniz, oraya girmeyiniz. Eğer sizin de bulunduğunuz bir yerde ortaya çı­karsa, o takdirde ondan kaçarak oradan çıkmayınız.[22] buyrul­muştur.

Bu konuyla ilgili olmak üzere gerek Kitâb'da, gerek sünnette ve gerekse selef-i sâlihînin sözlerinde pek çok delil bulun­maktadır.
Şart bahsinde ileri sürülen itirazlar ve verilen cevaplar sıra­sında câri olan şeyler aynısıyla mâni bahsinde de geçerlidir. Orada­ki verilen bilgilerden hareketle mâni'lerin hükmü de bilinecektir. Acaba mâni'i ortaya koymaya ya da ortadan kaldırmaya yönelik ha­reket bâtıl mıdır? Bu aynen orada olduğu gibi iki kısma ayrılacak­tır: Celbedilmek istenilen mâni mesela ya ortaya konulmamış, yok manasınadır veya değildir. Eğer öyle ise yani yok hükmünde ise, hüküm bulunacaktır. Mesela nisaba mâlik olan bir kimse kendisinden zekatı dUfürtııok nnmoyln ve yıl guçince de kullanmadan geri iade etmek kasdıylu Injrç alacak olsa, bu borcu (mâni) yok hükmün­de olur ve hüküm carî olur. Eğer böyle değilse ve mâni şer'an vâki bulunuyorsa bu takdirde mesela yemininde hânis olmaktan korka­rak karısını boşayan kimsenin durumunda olduğu gibi, bu takdirdi) meselenin üzerinde durmak gerekecektir ve konu aynen şart bah­sinde geçtiği gibidir. Dolayısıyla burada bir daha tekrarına lüzum yoktur. [23]


Eser: El-Muvafakat

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

El-Muvafakat

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..