Üçüncü Mesele


'Butlan' (bâtıl) teriminin ikinci mânasında[26] kullanılman muamelâtla ilgili amellere nisbetle olmak üzere bir taksime tutul­mak icab edecektir. Zira muamelâtla ilgili bir amel —taabbud kas-dından uzak bulunduğunda— ya kasıdla yapılmışlar ya da kasıdsız. Kasıdla yapılmış olan da ya sırf şehvet ve arzu neticesinde yapıl­mıştır ve bu sırada Şâri'in emrine uygun olup olmadığına bakılma-mıştır. Ya da Şâri'in emrine uygunluğuna bakılmış ve yapılmış ve­ya muhalif bulunduğu görülmüş ve terkedilmiştir. Bunlarda ya kasdî olarak ya da kasıdsız olarak yapılmıştır. Böylece dört kısım karşımıza çıkmaktadır: 1.

Kasıdsız yapılmış olması: Gaflet halinde ve uyku hâlinde iken yapılan ameller gibi. Daha önce, bu tür kasıd bulunmadan yapılan amellere ne talebi gerektirici ne de muhayyer kılıcı bir hitabın taal­luk etmeyeceğini; bu tür hareketlerde ne sevabın ne de cezanın söz konusu olmayacağını belirtmiştik. Çünkü âhirette bir fiil üzerine ceza ya da sevabın terettüp edebilmesi için, o fiilin teklif hitabı da­hilinde bulunması gerekmektedir. Teklîfî hitabın taalluk etmediği bir fiile, haliyle onun (teklifin) neticeleri de terettüb etmeyecektir. 2.
Mükellefin sırf kendi garazına ulaşmak kasdıyla yapması. Bu fiilden dolayı da —birincisinde olduğu gibi— kendisine herhangi bir sevap terettüp etmeyecektir. Gerçi bu kısımda yapılan fiile teklîf hitabı taalluk etmekte veya vâcib olarak vuku bulmaktadır; ama bu neticeyi değiştirmemektedir. Mesela borçların ödenmesi, vedîa ve emânetlerin sahiplerine iade edilmesi, çocuklar üzerine in-fakta bulunulması vb. gibi. Yasak olan şeyleri sırf tabiatı götürme­diği için yapmayan kimsenin durumu da bu kısım altına girer.Çünkü ameller niyetlere göredir. Hadis-i şerifte: "Kimin hicret (ni-yet)i Allah'a ve Rasûliine ise, onun hicreti Allatt ve Rasûlünedir. Kimin de hicreti elde etmek istediği bir dünyalık ya da nikahlamak istediği bir kadına ise, onun hicreti de hicret etmiş olduğu o şeye-dir.[27] buyrulmuştur. Hadisin mânâsı üzerinde ittifak vardır ve şeriatta kesin olan bir hükmü getirmektedir. Bu ve bundan önceki kısım ikinci kullanılış şeklinin gereği olmak üzere bâtıldır. E9M] 3.
Şâri'in emrine uygunluğu zoraki olarak göz önünde bulundur­ma ve fiili böylece işleme durumu. Mesela kişi falanca kadından murad almak ister. Ancak kadının yüz vermemesi ya da kadının akrabalarından fırsat bulamaması gibi sebeplerle zina yoluyla ar-ausuna ulaşamaz ve sırf ona ulaşabilmek için bir vâsıta olmak üze­re onunla nikahlanır. Bu da aynı şekilde ikinci kullanış tarzına gö­re bâtıl olmaktadır. Çünkü Şâri'in emrine uygunluk hükmüne sırf naçar kaldığı için başvurmuştur. Eğer başka yoldan ulaşabilseydi nikaha gitmeyecekti. Nikâhı arzusuna ulaşmak için bir vâsıta ola­rak görmüş; ona Allah mübâh kıldığı için tevessülde bulunmamış­tır. Bu tür tasarruflar birinci kullanış tarzına göre bâtıl sayılma­maktadır. Benzeri bir örnek [28]de zoraki alınan zekâttır. Çünkü bi­rinci kullanılış şekline göre böylesi bir zekat sahihtir. Zira kaza yü­kümlülüğünü düşürmekte zimmeti temize çıkarmaktadır. Bu ikinci kullanış şekline göre ise bâtıl olmaktadır. Keza haram olan şeyleri dünyada iken ceza görmekten dolayı ya da insanlardan utandığı vb. için terkeden kimsenin durumu da aynıdır. Bu yüzdendir ki, hadler sadece '(günaha) keffâret' (örtücü) kabul edilmişler[29] ve hiç­bir durumda onların neticede sevab getireceklerine Şâri'ce işarette bulunulmamıştır. Bu konuda asıl olan 'amellerin niyetlere göre ol-ması'dır. 4.
Fiili işlemesi ve bu arada onun Şâri'in kasdına uygunluğuna bilinçli olarak dikkat etmesi. Mesela bir şeyin mübâh olduğunu öğ­rendikten sonra o şeyi yapması. Bununla birlikte şayet o şey mü­bâh olmasaydı yapmayacaktı şeklinde bir kararlılık ve şuura sahip olması. Bu kısım üzerinde ancak "mübâh" bahsinde durulur. Yapıl­ması emredilen ya da terkedilmişi istenilen şeyi sırf emre uymuş olmak kasdıyla yapmış ya da terketmiş olması durumunda ise işle­mesi ya da terki her iki itibarla[30] da sahîh olacaktır. Nitekim bu- [•*•" nun aksi de, yani muhalefet kasdıyla emredilen şeyi terketmesi, terki istenilen şeyi de işlemesi her iki itibarla da bâtıl olmaktadır. Geriye mübâh olan bir fiili, Sâri' Teâlâ'nın kendisini muhayyer kıl­ması hasebiyle yapması ya da terketmesi konusu üzerinde durmak kalıyor: Mükellef bu iki taraftan birisini sırf kendi hazzı için tercih­te bulunacak olsa, bu durumda karşımıza üç ihtimal çıkacaktır:

a) Birinci itibar açısından sahîh, ikinci itibar açısından da bâ­tıl olacaktır. Bu ihtimal, mubahın ortaya çıkardığı sonuçla­rın gözardı edilerek bizzat kendisi açısından ele alınması esası doğrultusunda geçerli olmaktadır.
b) Her iki itibara göre de sahîh olacaktır. Çünkü hazzına ulaşmak için Şâri'in kendisini muhayyer kıldığı bir yolu araştırmış ve bulmuştur. İzin verilmeyen bir yola başvur­mamıştır. Nitekim kişinin kendi zevcesiyle ilişkide bulun­masından dolayı sevap alacağı şeklindeki hadiste buna dikkat çekilmiş ve sahabenin "Kişi şehvetini giderecek son­ra da sevap mı görecek?!"diye hayretlerini belirtmeleri üze­rine Hz. Peygamber'in [ al7SStu ] "Ne dersiniz? Şayet o kişi şehvetini haram yolla giderseydi, ne olurdu?"[31] şeklinde buyurması buna bir işaret olmuştur. Bu bahis bu kitabın "Mekâsıd" bahsinde genişçe ele alınacaktır.

c) Kül olarak ele alındığında yapılması istenilen mübâh hak­kında her iki itibara göre de sahîh olması; yine kül olarak ele alındığında terkedilmesi istenilen mübâha nisbetle de birinci itibara göre sahîh, ikinci itibara göre de bâtıl olma­sı. Hüküm lor in iki kısmından ilki (yani teklifi hükümler) bahsinde ortuyn konulan esaslar üzerine câri olan da işte budur. Üçüncü vu ikinci ihtimaller, mübâh olan fiilin mâhi­yetinden hariç bııyka bir durumun dikkate alınması netice­sinde olmaküı lk«n, birincisi bizzat mubahın kendisine na­zaran olmaktadır,

Fasıl:

İkinci itibarla "sıhhat" tabirinin kullanıldığı şey ya ibâdettir ya da muamelâtla ilgilidir. Eğer ibâdetse, o takdirde genel anlamda bir taksim yok demektir. Eğer muamelâtla ilgili bir amel ise, o tak­dirde bir taksime tabi tutmak gerekebilir. Şöyle ki: Kişi onu işler­ken taabbud kasdının yanında ya kendi hazzına yönelik bir kasıd da bulundurur ya da bulundurmaz. Birinci ihtimale göre de haz kasdı taabbud kasdına ya galebe çalar ya da çalmaz. Böylece üç kı­sım ortaya çıkar:

a) İşlenirken taabbud kasdı yanında herhangi bir nefsî haz

bulunmaz. Böylesi bir amelin sıhhati konusunda herhangi bir problem yoktur.

b) Taabbud kasdı,  güdülen hazza galebe çalar: Bunun da sa­hih olmasında bir şüphe yoktur. Çünkü gâlib olan taabbud kasdı olmaktadır ve hüküm de ona verilmektedir. Diğer kı­sım ise yok farzedilmektedir.

c)  Hazzın taabbud kasdına galebe çalması: Bu durumda iki ihtimal vardır:
1.  İkinci itibara göre de bunun sahîh olması. Bu durumda galebe çalınan (mağlûb) taraf amel ettirilmiş olacak ve ibâdetlerin aksine muamelât bahislerinde haz tarafının amelleri zedelemeyeceği esas alınmış olacaktır.
2. Sadece birinci itibara göre sahih olup, ikinci itibara gö­re sahîh olmaması. Bu durumda da galebe çalma hük­mü amel ettirilmiş  olacaktır.  Bu  taksimin ve  ilgili delillerin açıklanması bu kitabın "Mekâsıd" bölümünde inşallah gelecektir. [32]


Eser: El-Muvafakat

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

El-Muvafakat

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..