Ruhsatın Hükmü:

Ruhsatın sadece ruhsat olması açısından hükmü mübâhlıktır.

Delilleri: 1.
Bu konuda mevcut bulunan nasslar: Bu konuda şu âyetleri zikredebiliriz: "Fakat darda kalana, başkasının payına el uzatma­mak ve zaruret miktarını aşmamak üzere günah sayılmaz.[28] "Açlıktan darda halan, günaha haymakıuzın yiyebilir.Allah bağışlayandır, mtrhametli olandır.[29]"Yolculuk ettinmı na­mazı kısaltmanızda size bir sorumluluk yoktur.[30] "Gonlıı ununla dolu olduğu halde, zor altında olan kimse müstesna...[31] Hu vi benzeri diğer âyetler mücerred "ona bir günah yok" ; "Allah bağış­layandır ve merhametli olandır." gibi ifâdelerle güçlüğün (haraç), günahın ve sorumluluğun kaldırıldığına delâlet etmekte vo ruhsa­tın hükmünün mübahlık olduğunu*göstermektedir. Bu âyetlorin tü­münde ruhsatların işlenmesini gerektirecek bir emir bulunmıımjtk-tadır. Aksine bu âyetlerde azîmet hükmün terki neticesinde boktan-ti hâlinde olunan günah ve sorguya çekilme neticelerinin  kaldırıl­dığı, aslî ibâha hükmünü* getiren pek çok nasslarda mevcut bulu­nan üslûp içerisinde belirlenmiştir. Aslî ibâha hükmü getiren nnm-ların üslûbu ile ilgili olmak üzere şu âyetleri hatırlayabiliriz: "Ka­dınlara el sürmeden ve mehirlerini biçmeden onları basarsanız sim sorumluluk yoktur.[32] "Rabbinizin kereminden 'istemenizde s iz t bir günah yoktur.[33]"Böyle bir kadınla kapalı bir şekilde evlenmt teklif etmenizde ve içinizden onlarla evlenmeyi geçirmenizde s iz t bir sorumluluk yoktur.[34] Ve buna benzer sadece günahın kaldırıl* mış ve istenilmesinin caiz görülmüş olduğunu belirten diğer âyutler gibi.  Keza ruhsatın mübâhlığını belirtmek üzere  şu âyette  dt delâlet bulabiliriz: "Sizden bu ayı idrak eden oruç tutsun; hasta vt yolculukta olan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tut­sun.[35] Hadiste de şöyle vârid olmuştur: "Sahabe Rasûlullahla birlikte yolculuk yaparlardı. İçlerinden kimisi namazı tam kılar, kimisi de kısaltırdı; kimisi oruç tutar, kimisi de tutmazdı.Hiçbiri diğerini kınamatdı.[36] Bu konuya delalet edecek deliller ti»!   çoktur, 2.
'Ruhsat' kelimesinin aslı mükellefin yükümlülüğünü hafiflet­mek ve ondan güçlüğü kaldırmak demektir. Böylece mükellefin uzîmet hükümle ruhsat hüküm arasında bir tercihte bulunabilmesi ve bunun neticesinde yükümlülüğün getirdiği yükün kulun tercih ve vüs'ati dahilinde olması demektir. Bunun da aslı mübahlık olu­yor. Allah şöyle buyurur: "Yerde olanların hepsini sizin için yara­tan O'dur[37]"Ey Muhammedi De ki: "Allah'ın kulları için yarattı­ğı ziynet ve temiz rızıkları haram kılan kimdir?[38]Pek çok nime­tin /.ikrinden sonra da şöyle buyrulur: "Sizin ve hayvanlarınızın faydalanması için.[39] Ruhsatın asıl anlamı kolaylık ve yumuşaklık demektir. R-H-S kökü kolaylık ve yumuşaklık bildirmek için konul­muştur. Mesela Araplar iyice yumuşak olan şey hakkında "şeyun ruhsun"; pahalılığın zıddı olan bolluk, ucuzluk için "ruhs" tabir ederler; "Ruhhıse lehu fil-emri fe terahhase hüve fîhi"denilir ve bu ifâdeyle kendisinden işi sonuna kadar götürmesi istenilmemesi ve onun da buna meyilde bulunması mânâsı kasdedilir. Bu ve benzeri diğer kullanılış şekilleri bu kökün kolaylık ve yumuşaklık mânâ­sına geldiğini göstermektedir.[40] 3.

Eğer ruhsatlar mendûb ya da vâcib olmak üzere işlenmeleri emredilen bir şey olsalardı, o takdirde ruhsat değil azimet olurlar­dı. Oysa ki durum tersidir. Vâcib kendisinde tercih hakkı bulunma­yan kesin ve bağlayıcı talep olmaktadır. Mendûbda da bir talep bu­lunması açısından durum aynıdır. Talep bulunduğu içindir ki, mendûblar hakkında "Hafifletme ve kolaylaştırma için meşru kılın­mış hükümlerdir." dememiz mümkün olmamaktadır. Durum böyle olunca ruhsat üt tnıri bir artıda dU|Unm«k iki zıt şeyi bir ur oyu ft> tirmek kabilinden aksaktır. Bütün bunlar gösteriyor ki, ruhsatlar, ruhsat olmaları açıtından yapılmaları emredilen şeyler değillerdir.

Îtlraz: Bu konuya iki açıdan itiraz mümkündür:
1) Arzedilen deliller meseleden gözetilen maksada delâlet ede­cek durumda değildir. Zira bir şeyi işleyen kimseden günahın kaldı­rılmış olduğunun, bir sorumluluk terettüp etmeyeceğinin belirtil­mesi o şeyin mübâh olmasına delâlet etmez. Çünkü o şey bazan vâ­cib ya da mendûb da olabilir,. Mesela birincisine "Şüphesiz Safa v$ Merve Allah'ın nişânelerindendir. Kim Kabe'yi hacceder veya umr$ yaparsa, bu ikisini de tavaf etmesinde bir günah yoktur.[41] âyetini örnek olarak gösterebiliriz. Bilindiği üzere bu âyette "bir günah yoktur" ifadesiyle belirtilen Safa ve Merve arasında tavaf vâcib ol­maktadır. "Günahtan sakınan kimse acele edip, Mina'daki ib&dtti iki günde bitirse günah yoktur.[42] âyetinde ise beklemek mendûb olmak üzere talep edilmekte; orada bekleyen kimsenin acele eder«k iki gün sonra ayrılandan daha üstün bir davranışta bulunmuş ola* cağı belirtilmektedir. Buna benzer daha başka örnekler de bulun­maktadır.
Burada itirazımızı çürütmek için "Bu âyetlerin sebebleri var­dır. Şöyle ki; Hz. Âişe hadisinde[43] de belirtildiği üzere, müslüman-lar bunlarda günah olacağını düşünüyorlardı. Onların bu düşünce­lerini izâle için bu âyetler inmiştir." denilemez. Çünkü biz diyoruz ki: Mübâh olan şeyler hakkında da bazan hükümler sebeblerden dolayı inmiştir. Bu sebebler de o şeylerin günah olabileceği düşün­cesidir. Mesela: "Rabbinizin kereminden istemenizde size bir günah yoktur.[44]"Evlerinizde veya babalarınızın evlerinde... izinsiz ye­mek yemenizde de bir sorumluluk yoktur.[45]"Ancak, gözleri gör­meyen kimse savaşa gelmezse ona bir sorumluluk yoktur: topala ve hastaya da sorumluluk yoktur.[46] "Böyle bir kadınla kapalı bir şekildi tvltnmt teklif ttınenizde ve onlarla evlenmeyi içinizden ge­çirmenizde Hİze bir sorumluluk yoktur.[47]

Bütün bu âyetlerde ifâde edilen hususlarda ve benzeri durum­larda bir günah ve sorumluluğun bulunacağı zannedilmekte ve bu zannın ortadan kaldırılması için de âyetler inmektedir. Her iki ko­nu da bu açıdan birbirine eşit olduğuna göre, günahın ve sorumlu­luğun kaldırılmasına temas eden nasslarda, özellikle ibâha (mü-bâhlık) hükmüne bir delâletin bulunacağını söylemek mümkün ol­mayacaktır. Bu durumda da ruhsatın hükmü bu nasslardan değil, başka yerlerden, başka delillerden çıkarılmak zorunda olacaktır. 2.
Alimler ruhsatlar içerisinde yapılması emredilen şeylerin bu­lunduğunu beyan etmişlerdir. Mesela açlıktan ölmek durumunda olan bir kimsenin lâşe vb. haram olan şeyleri yemesi kendisine vâcib olmaktadır. Keza Arafat'ta ve Müzdelife'de namazların cem' edilerek[48] kılınmasının sünnet olduğunu belirtmişlerdir. Yolcunun namazının kısaltılması konusunda da farzdır veya sünnettir veya [3ii] müstahaptır denilmiştir. Hadiste de: "Allah ruhsatlarının işlenil-mesini sever.[49] buyrulmuştur. Ayette de: "Allah sizin için kolay­lık diler, zorluk dilemez.[50] buyrulur. Buna benzer daha pek çok nass bulunmaktadır. Dolayısıyla bir tafsile gitmeden ruhsatın hük­mü mutlak olarak mübâhhktır demek mümkün gözükmemektedir.
Cevap: Dilin konulusu açısından baktığımızda bir şey hakkın­da "güçlük ve günahın kaldırılmış olması" ifâdesinin kullanılmış ol­masının, o şeyin alınmasının ya da kullanılmasının mübâh olması mânâsını gerektireceğinde bir şüphe bulunmamaktadır. Lafızla başbaşa bırakıldığımızda görüyoruz ki, lafız genel anlamda fiilin işlenmesi konusunda izin mânâsının bulunduğunu bildirmektedir. Günahın ve güçlüğün kaldırılması konusunda gerçi özel bir sebeb varsa da, bizim özel sebebi göz önünde bulundurmaksızın lafzın ge­reği doğrultusunda hareket etme hakkımız bulunmaktadır. Bazan daha önceden mevcut olan bir âdete ya da sonradan ortaya çıkan bir düşünceye müıtonld (duruk şmt'mn mubah olan bir «eyin ilişil­mesinde de bir gunntt bulunduğu yanlış anlayışı mevcut olabilir, Nitekim bazıları tavafı elbise ile yapmada, bazı yiyecekleri yamada günah olacağını zannetmişlerdir. Bu yüzden de "Allah'ın kullan için yarattığı ziynet ve temiz rızıklan haram kılan kimdirt[51] Ayati nazil olmuştur. Babaların, annelerin ve âyette zikri geçen diğar |t-hısların evlerinden yemek yemek; iddet içerisindeki kadına, kendi' siyle evlenmek arzusunda olduğunu çıtlatmak ve be-nzeri diğer ko­nularda da durum aynıdır. "Bu ikisini  tavaf etmesinde bir günah yoktur.[52] ifâdesi de aynı şekilde izin mânâsı vermektedir. Sa'yin vâcib olması hükmü isej "Safa ve Merve Allah'ın nişanelerindin» dir."  kısmından ya da daha başka bir delilden   alınmış olmakta­dır.[53] Bu durumda burada tenbih , terkin caiz olması ya da olma­ması noktasından sarfı nazarla mücerred izin üzerine olmaktadır. Sonra bizim âyeti özel sebebi[54] üzerine yormamız da mümkündür ve bu durumda "nişânelerindendir" ifâdesi lafzı aslî konuluş mânâ-   tilil sından çeviren bir karine olmuş olur. Haddi zâtında mübâh olup da bir sebebi bulunanlara gelince, bunlar izin mânâsında kendisi için bir sebeb bulunmayanlarla aynı olmaktadırlar ve burada bir prob­lem de yoktur. Diğer âyet[55] ve bu mânâda vârid olan diğer do H İler hakkında edilecek söz de bu tertîb üzere câri olacaktır.
İkinci noktanın cevabına gelince, daha önce de geçtiği gibi emirle ruhsat arasını bulmak (cem), birbirine zıt olan iki şeyi bir araya getirmek demektir. Dolayısıyla vücûb ya da mendûbluğun bizzat ruhsatın kendisine değil de mutlaka aslî bir azimete  dönük(râci) olması gerekmektedir. Şöyle ki; naçar durumda kalıp da, helâl yoldan nefsini kurtarma imkanı bulamayan bir kimseye, lâşe yemesi konusunda kendisine ulaşacak sıkıntıyı kaldırmak ve açlık elemini bertaraf etmek için kendisine ruhsat verilmiştir. Eğer telef olmaktan korkuyor ve lâşe yemek suretiyle de nefsini helakten ko­rumak imkanı buluyorsa, "Nefislerinizi öldürmeyiniz" [56]âyeti gere­ğince nefsini helâktan kurtarmakla memurdur. Nitekim bu durum­daki kişi sâdece lâşe yemek suretiyle değil, imkan bulduğu başka yollarla da nefsini helakten kurtarmakla memur olmaktadır. Hatta böyle bir kimsenin hali bir uçuruma rastlayan kimsenin durumu gi­bidir. Hiç şüphesiz o kimsenin uçurumdan uzaklaşması matlûptur ve kendisini oraya düşürmesi yasaktır. Şimdi böyle bir durum için ruhsat tabiri kullanılamaz. Çünkü burada söz konusu olan talep baştan mevcut bulunan küllî bir asıldan kaynaklanmaktadır. Lâşe [313] yemediği zaman helak olmaktan korkan kimsenin durumu da aynı­dır ve o da nefsini kurtarmakla memurdur. Dolayısıyla —her ne kadar kendisinden güçlüğü kaldırmış olması açısından ruhsat de­mek mümkünse de— nefsini helâktan koruması açısından bakıldı­ğında ona ruhsat denilmesi mümkün değildir.

Netice olarak diyebiliriz ki, genel anlamda nefsin muhafazası (ihyâsı) azimet olmak üzere matlûp bulunmaktadır. Burada söz ko­nusu olan durum da o azimet hükmün dahiline giren kısımlarından birisidir. Ruhsat fiillere güçlüğün kaldırılması için izin verilmiş ol­duğunda da şüphe yoktur. Keza burada söz konusu olan durum da onun dairesine giren bir bölümüdür. Dolayısıyla cihetler aynı değil farklıdır. Cihetler farklı olunca zıtlık (münâfîyet) ortadan kalkacak ve ikisi arasını bulma (cem) imkanı doğmuş olacaktır.
Arafat ve Müzdelife'de namazların birleştirilmesi (cem) ve ben­zeri meselelere gelince, bunların matlûp olduğu görüşünde olanlara göre ruhsat olduklarını kabul etmiyoruz. Aksine bunlar bu görüş sahiplerine göre bir azîmet hüküm olmakta ve o şekilde ibâdet edil­mek durumundadırlar. Namazların yolculuk sebebiyle kısaltılması hakkındaki "Namaz ilk önce ikişer rekat olmak üzere farz kılın­mıştı. Sonra mukim halinde iken dörde tamamlandı. Sefer halinde iken ilk farziyeti üzere baki bırakıldı.[57] şeklindeki Hz. Âişe hadisi de buna delâlet etmektedir. Sefer esnasında namazın kısaltılması hükmünün güçlük ve meşakkate dayandırılması (talîli) onun ruh­sat olduğuna delâlet etmez. Çünkü güçlüğün kaldırılmasına yöne­lik her hükme ruhsat adı verilmemektedir.[58] Eğer öyle olsaydı otakdirde geriştin piifdlfi bütün hükümlerin, daha Önceki prîatla-ra nisbetle daha haftf olması bakımından ruhsat olmam gerekirdi. Veyahut namazın dört rekat olarak meşru kılınması ruhsat olurdu, Çünkü semâda elli rekat olarak meşru kılınmıştı. Keza karz, mülâ-kât, kırâz (müdârabe), diyetin âkile üzerine konulması bütün bun» lar ruhsat olacaktı. Halbuki daha önce de geçtiği gibi öyle değildir. Mücerred ibâha hükmü dışarısına çıkan her. şey ruhsat değildir, "Allah ruhsatlarının işlenmesini sever." hadisinin açıklanman il» ileride gelecektir.[59]Yine mubahlar da hep aynı düzeyde doğildir, Bazı mubahlar vardır ki Allah'a sevimli gelir [60]bazıları da vardır ki ona Allah buğz eder. Nitekim bu konu "Teklifi Hükümler" bah­sinde geçmiş bulunmaktadır. "Allah sizin için kolaylık diler, zorluk dilemez.[61] ve benzeri âyetlere gelince burada da durum aynıdır, Çünkü mübâh olan ruhsatların meşru kılınması bir kolaylaştırma ve güçlüğün kaldırılması demektir. (Dolayısıyla ruhsatların matlûp olduğu ve hükmünün mübâhlık olmadığı neticesi bu delillerden çıkmaz.) Tevfîk ancak Allah'tandır. [62]


Eser: El-Muvafakat

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

El-Muvafakat

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..