DÖRDÜNCÜ MESELE:

Umum azimetler, her ne kadar ilk bakışta ruhsatlar tarafın­dan tahsis edilmiş İntibaını veriyorsa da, aslında onlar tahsis edil­miş değillerdir. Aksine azimetler eski umum halleri üzere bulun­maktadırlar. Bir terim olarak, ruhsatların onları tahsis etmiş oldu­ğu söylense bile, bu hakikî mânâda olmayıp mecazî mânâda bir kul­lanış şeklidir.

Bunun delili şudur: Ruhsat, ya takat yetmeyen şeye nisbetledir ya da öyle değildir.

Eğer takat üstü birşeye nisbetle ise, o aslında bir ruhsat sayıl­maz. Çünkü takati yetmeyen kimse hitapla muhatap değildir. Bu durumda onun hakkında şöyle denilir: Azimet hükmü getiren hi­tap, takat üstü yükümlülüğü kaldıran delil ile esastan kalkmıştır ve burada azimet daha öncesine muhalif bir başka şekle ve keyfiye­te intikal etmiştir. Meselâ, kıyama güç yetiremeyen bir kimsenin namaz kılmasını ele alalım. Bu kimse artık kıyamla muhatap değil­dir ve onun farzı bundan böyle oturarak veya yan üstü ya da sırt üstü yatarak kılmaya dönüşmüştür. Bundan böyle onun hakkında azimet hükmü işte bu sonuncusu olmuştur.
Eğer ikinci kısımdan ise, o zaman ruhsatın mânâsı, eğer daha hafif olana intikal ederse kendisine bir günah gerekmez demektir; yoksa ondan kıyam farzı düşmüştür[126] mânâsına gelmez. Buna şu husus delâlet eder: Bu. adam tekellüfe girse ve namazını ayakta kıl-sa; şimdi bu kimse hakkında; ya farzını azimet üzere tam olarak eda etmiştir denilecek, ya da öyle denilemeyecektir. Onun, namazı­nı tam olarak eda etmediğini söylemek sahih olamaz. Çünkü o, kı­yamın edası konusunda sağlam ve kadir olan kimse ile hiçbir fark olmaksızın aynı olmuştur. Böyle bir durumda bu ikisini ayırmak, delilsiz keyfîlik (tahakküm) olur. Şu halde mutlaka onun kemâl üzere kıyamını eda etmiş olması gerekecektir. Bu da onun, kıyam hükmünü getiren hitabın umumu altına girmesi demektir.
İtiraz: Ruhsatla beraber azimet, kendisine nisbetle keffâret özellikleri gösteren şeylerdendir. Kişi, bu iki hasletten hangisini eda etse, o vücup hükmü üzere işlenmiş olur. Durum böyle olunca, kendisinden kesinlik hükmü kalkmış olduğu halde onun azimetle amel etmesi, kemâl üzere amel etmek olur. Azimetin umumunun ruhsatla tahsis edilmesinin mânâsı da işte budur. Bu izaha göre, azimetlerin umumları ruhsatlarla tahsis edilmiş olmaktadır.[127]Dolayısıyla onların umumluklarmın devamından söz etmek doğru ola­maz.
Sonra[128], azîmet hükmünün devamı ile ruhsatın meşruiyetini bir arada toplamak, birbiri ile bağdaşmayacak olan iki şeyi bir ara­da bulundurmak demektir. Çünkü azîmet hükmünün bekası de­mek, namazda kıyamın o kişi üzerine kesin biçimde farz olması de­mektir. Ruhsat ise, kıyamın o kimse üzerine kesin olarak farz ol­maması anlamına gelir. Bu ikisi, birbiri ile bağdaşmayan iki ayrı durumdur ve aynı yerde bir arada bulunmaları mümkün değildir. Dolayısıyla kendisine ağır gelen kimseye nisbetle, kıyam azîmet hükmünün umumun devam etmekte olduğunu söylemek sahih ola­maz.
Bir üçüncü husus, ruhsatla azîmet arasında tercih hakkı bu-lunmaktadr. Eğer azîmet kesin aslî vücup hali üzere kalmakta de­vam etseydi, o zaman bundan vacip olan ile olmayan arasında bir tercih türünden bir sonuç lâzım gelirdi. Kaide olarak böyle bir so­nuç ise muhaldir. Muhal bir sonucu doğuracak şey de muhaldir.         [294]

Cevap: Azîmet ve ruhsat keffâret özellikleri gösteren şeylerden değildir. Zira gerçek bir tercih bulunduğuna delâlet eden sabit bir delil bulunmamaktadır. Ruhsatın hakikati ile gelen deliller, onu iş­leyen kimsenin günahkâr olmayacağını göstermektedir o kadar. Bunun ötesinde mükellefin azîmet ile ruhsat arasında muhayyer (seçimli) olduğunu gösteren delil yoktur. Bu ikisi arasındaki fark, Hükümler bölümünde Azîmet ve Ruhsat bahsinde geçmişti. Bu hu­sus sabit olunca, azimetin kemâli ve aslî hitap üzere bulunmakta devam ettiği ortaya çıkmış olur; muhalefetin ise başka bir hükmü vardır (ki o da işleyenden günahın kaldırılmış olmasıdır).
Sonra, azîmet hükmünü getiren hitap, Allah hakları yönünden olmaktadır; ruhsat hükmünü getiren hitap ise, kul hakları cihetin-dendir ve her iki hitap kul üzerine aynı cihetten gelmiş değildir; ak­sine iki ayrı yönden gelmiştir. Cihetler farklı olunca, onları bir ara­da toplama (cem) mümkündür ve bir arada bulunma halinde doğa­cağı sanılan çelişki hali ortadan kalkar.[129]Azîmet hükmünün meşakkatten[130] dolayı yerine getirilmiş olmamasının benzeri (nazî-ri), hata, unutma ve ikrah (zor kullanma)... gibi mazeretler sebe­biyle asıl hükmün bulunmamasıdır. Bu mazeretlerin bulunması ha­linde aslî hitap düşmemekte[131] ve var olmaya devam etmektedir. Buna rağmen, aslî hitabın gereğinin bulunmayışı günahı gerektir­memekte ve mazeret sahibini haranı olan bir durum içerisine dü­şürmemektedir. İşte bu nokta üzerine bir husus daha bina edilir ki hem bu meseleyi hem de başkalarını kapsar: O da şudur: Azimet olan umum hükümlerde, muhaliften makbul bir özür sebebiyle gü­nahın kalktığı durumlarda, söz konusu azimet hükümleri tahsis ol­maksızın umumu üzere bulunmaktadır. Her ne kadar onlar hak­kında, "özürler tahsis etmiştir" gibi ifadeler kullanılırsa da, bu ha­kikat anlamda olmayıp mecaz anlamdadır. Bu konu için müstakil bir mesele açalım: [132]


Eser: El-Muvafakat

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

El-Muvafakat

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..