BEŞİNCİ MESELE:


Meselenin sıhhatini gösteren deliller yukarıda geçen deliller­dir.[133] Mesele, her ne kadar bir yönden ihtilaflı bir konu ise de, doğrusu, onun da azimetle ruhsat arasındaki ilişki üzerine cereyan et­mesidir. Meseleyi iki konu olarak vaz* edelim: 1.
Birincisi[134], mükelleften hatanın vukubulması ve bunun sonu­cunda haram olan birşeyi işlemesi, sonra o şeyin nass, icmâ ya da başka bir yolla haram olduğunun ortaya çıkması. Meselâ helâl zan­nıyla sarhoşluk verici bir içkiyi içen, kendi malı zannıyla yetim ya da bir başkasına ait malı yiyen, kâfir zannıyla bir müslümanı öldü­ren, kendi helâli zannıyla yabancı bir kadınla yatan vb. örneklerin­de olduğu gibi. Bu şeylerin haram kılınmasına esas olan mefsedet-ler ya bilfiil vâkidir ya da beklenti halindedir. Çünkü sarhoşluk ve­ren içkiyi içen, aklını yitirir ve içki onu Allah'ı anmaktan ve namaz kılmaktan ahkoyar; yetim malını yemek, o zavallının zarar görmesi ve yoksul düşmesine sebep olur. Müslümanı öldüren (haksız) bir kan akıtmıştır ve onun bu fiili: "Kim onu öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş olur"[135]âyetinin kapsamına girer. Yabancı ka­dınla ilişki kuran kimse, kendi suyundan yaratılmış olan nesebin karıştırılmasına sebep olur. Bu durumda, acaba bu şeyler hakkın­da: "Allah Teâîâ, bunlara izin vermiş veya onları emretmiştir" de­mek caiz olur mu? Hayır! Bu gibi durumlar karşısında denilecek olan şudur: Allah Teâlâ hatalı olan kimseyi mazur görür, ondan güçlüğü ve bu yüzden girmesi gereken günahı kaldırır, ortaya çıkan mefsedeti mümkün mertebe gidermeye yönelik telafi edici hüküm­ler koyar[136]; meselâ mâlî konularda tazmin ettirme, öldürmede diyet ödeme ve keffâret olarak da bir köle azad etme, cinsî ilişki du­rumunda mehir ödeme ve doğacak çocuğun nesebini kendisine kat­ma gibi. Şu âyetle de bu görüşe delâlet eder: "De ki: Allah, çirkin şeyleri emretmez[137]"Allah şüphesiz adaleti, iyilik yapmayı, yakın­lara bakmayı emreder; hayasızlığı, fenalığı ve haddi aşmayı yasak eder"[138] Şu kadar var ki, hata mazereti, haramlık üzerine gereke­cek günah hükmünü ortadan kaldırır. 2.
İkincisi, hâkimin hükmünde hata etmesi konusudur. Hâkim ya delildeki ya da şâhitlerdeki hata yüzünden yanılıp, malı sahibi ol­mayana teslim etse veya zevceyi kocası olmayana verse veyahut suçluyu bırakıp suçsuzu cezalandırsa ya da masum bir insanı öldürse vb. durum ne olur? Allah Teâlâ: "O halde, aralarında Al­lah'ın indirdiği ile hükmet.[139] "Sizden iki âdil kişiyi şahit tu­tun.[140] buyurmaktadır. Şimdi hâkim hata sonucunda Allah'ın in­dirdiği ile hükmetmemesi halinde, onun hakkında "O bununla me­murdur" denilebilir mi? Keza yalancı iki şahit getirilmişse, "Hâkim, onları kabul etmek ve şahit göstermekle memurdur" demek doğru olabilir mi[141]Böyle birşey, hükümlerde bizce Allah'ın bir lütfü ola­rak, Mutezile'ye nazaran da vücûben gözetilen maslahatlar prensi­bine göre asla caiz olamaz. Şu kadar var ki, bu gibi durumlarda hâkim, hükme isabet edemediği için mazurdur. Konu ile ilgili ör­nekler çoktur.

Şayet yukarıda sayılan fiileri işleyen ya da sözü edilen hâkim­lerin, hata ettiği şeyler hakkında memur ya da mezun (izinli) olsa­lardı, o zaman hataları ortaya çıktığı zaman o yaptıklarını telafi et­mekle emrolunmaları, delillerin gereğinin aksine birşey olurdu. Zi­ra emirler ya da izinler arasında şöyle ya da böyle bir fark yoktur. Hepsi de aynı şekilde emir ya da izindir; zira hepsi de baştan öyle konulmuştur (ibtidâî). Hal böyle iken, diğerlerinde değil de, sadece bunlarda emrin gereği yapıldıktan sonra dönülüp o şeyi telafi edici başka şeylerin yapılması izah edilemeyecek birşeydir. Bu, masla­hatların dikkate alınmış olması ilkesinin gereğine ters düşer.
Şimdi bir kimse kalksa, bu görüşü kabul etse, mahza taabbudî-lik esası üzerinden yürüse ve bunu da şöyle izah etse: Yükümlülük konusunda güçlük (haraç) kaldırılmıştır.[142] Mutlak hakikati elde etmek zordur veya güç yetmeyecek birşeyle yükümlü kılmaktır. İn­san ancak kendi görüşüne göre doğru bildiği şey ile sorumlu tutu­lur. Bu kişi de hakikati Öyle sanmaktadır. Dolayısıyla o şey, onun için emrolunmuş, ya da kendisine izin verilmiş birşey olur. Daha sonra söz konusu olan telafi emri ise, yeni bir hitapla ortaya konan ikinci bir emirdir.
Bu görüş, şeriatın ruhunu kavrayamamış, tamamen sathî bir anlayış üzerine kuruludur. Emir ve Nehiy bahsinde buna dair izah yapılmıştı. Eğer bu, birçok örneğin kendisine vurulduğu bir mesele olmasaydı, ona hiç temas etmemek daha uygun olurdu. Çünkü bu, hemen hemen üzerine herhangi bir fıkhî fayda bina edilmeyen bir meseledir.[143] [144]


Eser: El-Muvafakat

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

El-Muvafakat

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..