BİRİNCİ MESELE:

Kitap, şeriatın küllî esaslarını teşkil eder, İslâm ümmetinin belkemiğini oluşturur; o hikmet pınarı, peygamberlik mucizesi, göz­lerin ve kalplerin nurudur; Allah'a ondan başka giden yol yoktur, onsuz kurtuluş imkânsızdır, ona muhalif birşeye yapışmak yoktur. Bütün bunlar delil ikamesine ihtiyaç göstermeyecek kadar açık-se-çik şeylerdir. Çünkü bunlar, İslâm dininde zorunlu olarak bilinir.

Durum böyle olunca, şeriatın küllî esaslarına vakıf olmak, onun yüce maksatlarını kavramak ve din âlimlerinden olmak iste­yen bir kimsenin zorunlu olarak gece gündüz Kur'ân'ı kendisine yoldaş edinmesi, sadece biri ile yetinmeyerek hem nazari hem de amelî olarak onu kendisine rehber edinmesi ve üzerinde düşünüp çalışması gerekecektir, ki bunun sonucunda arzusuna ulaşabilsin, maksadını elde etsin ve kendisini ilklerden ve Önde gelen din âlimlerinden bulsun. Buna kendiliğinden kadir ise ne âlâ! Ancak bu mertebeye sadece, Kitabı açıklayıcı durumda olan sünnete vakıf olanlar kadir olabilirler. Değilse, o zaman müctehid imamlar ve se­lefin önde gelenlerine ait açıklamalar, bu yüce maksadı ve üstün mertebeyi kavraması konusunda elinden tutacak ve ona yardımcı olacaktır.

Sonra, bilindiği gibi Kur'ân en büyük mucizedir ve onun i'câzı, Arap fasihlerini susturmuş, beliğlerini acze düşürmüş ve onun bir benzerini getirememişlerdir. Kur'ân'ın bu özelliği, onu, Arap dilinin özelliklerini taşıyan Arapça bir kitap olmaktan çıkarmaz, içerisinde bulunan Allah'ın emir ve yasaklarım kolay bir şekilde anlamayı en­gellemez. Ancak bu, Arap diline gerçek anlamda vukuf şartı ile mümkün olacaktır. Nitekim İctihâd bölümünde bu konu açıklana­caktır. Eğer Kur'ân'ın i'câzı, onu anlaşılır olmaktan çıkaracak ol­saydı, o zaman kullara yönelik teklif hitabı, anlaşilamayacağı için takat üstü yükümlülük şeklini alacaktı. Böyle bir yükümlülük şekli ise bu ümmetten kaldırılmıştır. Bu özellik, onun i'câz yönlerinden birini teşkil eder. Zira üslup, mânâ, anlaşılırlık ve kavranıl abilir-lik... gibi tüm yönlerden insanların sözlerine benzer bir kelâm ko­nulsun, fakat hiçbir kimse ona bir nazirede bulunanlasın; bunun için herkesin bir araya gelmesi ve birbirine yardımcı olması ve böy­lece bir benzerini getirmeleri için meydan okunsun, üstelik bunlar bu konuda da en yetkili kimseler olsunlar, buna rağmen bir sûresini dahi ortaya koymaktan aciz kalsınlar, işte bu durum onun gerçek bir mucize oluşunu gösterir.

Konu ile ilgili nasslardan bazıları şunlardır:
"And olsun ki, Kur'ân'ı öğüt olsun diye kolaylaştırdık; öğüt alan yok mudur?"[1]
"Ey Muhammedi Biz Kur'ân'ı Allah'a karşı gelmekten sakınan­ları müjdelemen ve inatçı milleti uyarman için senin dilinde indire Tek kolaylaştırdık'[2]
"Bilen bir millet için Arapça okunarak âyetleri uzun uzun açık-lanmıştır"[3]
"Apaçık Arap diliyle, uyaranlardan olman için.[4]
Bu durumda Kur'ân'ın i'câzı hangi yönden[5] olursa olsun, bu onun anlaşılır ve mânâlarının kavranılır olmasına engel değildir.
"Ey Muhammedi Sana indirdiğimiz bu kitap mübarektir; âyet­lerini düşünsünler, aklı olanlar da öğüt alsınlar"[6]Kur'ân'ın bu yönü, onun mânâlarının anlaşılabilmesinin ve böylece üzerinde dü-şünülebilmesinin mümkün olmasını gerektirir. Diğer benzeri yön­ler için de durum aynıdır ve bu husus açıktır. [7]


Eser: El-Muvafakat

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

El-Muvafakat

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..