İKİNCİ MESELE:


Sünnetin Yeri: Sünnet, dikkate alınma bakımından Kitap'tan sonra gelir.[18] Buna şu hususlar delalet eder: (1)

Kitap kat'î, sünnet ise zannîdir. Sünnette kat'îlik ancak, kıs­men söz konusu olabilir; tafsilâtta kat'îlikten söz edilemez. Kitap ise hem genel hem de tafsil üzere kafidir. Kat'î olan, zannî üzerine takdim olunacağından, Kitab'ın sünnet üzerine takdimi lâzım gelir. (2)

Sünnet, ya Kitab'ı beyan etmektedir ya da ona ilave bir hüküm getirmektedir. Eğer Kitab'ın içeriğini beyan mahiyetinde ise, o za­man sünnet, dikkate alınma bakımından beyan edilene nisbetle ikinci derecede bir yere sahip olacaktır. Şöyle ki, beyan edilecek olan şeyin düşmesi durumunda, beyanın da düşmesi lâzım gelir; bunun aksine beyanın düşmesi halinde ise beyan edilecek olan şey düşmez. Durumu böyle olan birşeyin (yani Kitab'ın) tâbi durumda olana takdimi gerekir. Eğer sünnet, beyan edici mahiyette değil de Kitab'a ilave birşey getiriyorsa, o zaman ona itibar Kitab'a bakıl­dıktan ve aranılanın onda bulunamamasından sonra olacaktır. Bu da Kitab'ın mertebece sünnetten önde geldiğinin delilidir. (3)

Bu.konuda gelen naklî deliller vardır. Muâz hadisi bunlardan­dır: Bu hadise göre, Hz. Peygamber ile, Yemen'e vali gön­derdiği Muâz (r.a.) arasında şöyle bir konuşma cereyan eder:

— Ne ile hükmedeceksin?

— Allah'ın kitabıyla.

— Ya onda bulamazsan?

— Rasûhıllah'm sünnetiyle.

—Onda da bulamazsan?
—Reyimle ictihad ederim..[19]

Hz. Ömer, kadı Şureyh'e yazdığı mektubunda ise şöyle demiştir: "Sana bir durum geldiği zaman, Allah'ın kitabına göre hükmet. Eğer Allah'ın kitabında hükmü olmayan bir durum karşına çıkarsa, Rasûlullah'm verdiği hükümle hükmet..." Başka bir riva­yette ise şöyle demiştir: "Eğer Allah'ın kitabında bir şey bulursan onunla hükmet ve başka hiçbir şeye iltifat etme." Hz. Ömer, bu sö­zün mânâsını bir başka rivayette şöyle açıklamıştır: "Allah'ın kita­bında gördüğün şeyi bak al ve o konuda başka hiçbir kimseye bir-şey sorma. Allah'ın kitabında bulamadığın şey hakkında ise, Rasû­lullah'm sünnetine tâbi ol!" Buna benzer bir söz İbn Me-sûd'dan da nakledilmiştir. O şöyle demiştir: "Sizden birinize bir da­va arzedildiği zaman, Allah'ın kitabı üzere hükmetsin. Eğer Allah'­ın kitabında hükmü bulunmayan bir mesele ile karşı karşıya ge­lirse, o zaman da Rasûlullah'm sünneti üzere hükmetsin."İbn Abbâs ise, kendisine birşey sorulduğu zaman, eğer o meselenin hükmü Allah'ın kitabında varsa, onunla hükmederdi. Eğer Allah'ın kitabında hükmü yoksa ve o konuda Rasûlullah'tan  bir hüküm varsa onunla hükmederdi. Selef ve ulemâ sözlerinde, sün­netin Kur'ân'dan sonra geldiğini gösteren benzeri sözler pek çoktur.

Hanefî usûlcülerin taksiminde yer alan farz ve vacip ayırımı da, Kitâb'm sünnet üzerine takdimi, Kitab'a itibarın sünnetten da­ha güçlü olduğu esasından kaynaklanır. Bu ayırımın mânâsı konu­sunda diğerlerinin de farklı düşünmediğini söyleyebiliriz. Bu du­rumda herkes tarafından kesin olarak kabul edilen sonuç şudur: Sünnet, değerlendirme bakımından Kitap mertebesinde değildir.

İtiraz: Bu sonuç, tahkikçi âlimlerin görüşlerine aykırıdır. Şöy­le ki: (1)
Alimlere göre sünnet, Kitap üzerinde hâkim konumda iken, Ki­tap sünnet üzerinde hâkim değildir.[20] Çünkü Kitab'ın iki ya da da­ha fazla durumlara ihtimali olabilir, sonra sünnet gelerek bu ihti­mallerden maksûd olanı belirler. Bu durumda sünnete dönülmüş ve Kitab'ın gereği terkedilmiş olur. Keza bazen Kitab'ın zahiri emir olur, sonra sünnet gelir ve onu zahir mânâsından çıkarır. Bu ise sünnetin takdim edildiğinin bir delilidir. Bu konuda şunu belirtmek dahi yeterlidir: Sünnet Kitab'ın mutlakmı takyit, umûmunu tahsîs eder ve onu zahiri dışında başka mânâlara yorar. Nitekim bu konular usûl kitaplarında zikredilmiştir. Meselâ Kur'ân, her hırsı­zın elinin kesilmesi hükmünü getirmiştir. Sünnet ise, koruma (hırz) altında bulunan ve nisap miktarına ulaşan malı çalan kimse­nin elinin kesileceğini belirtmek suretiyle Kur'ân'ın getirdiği hük­mü tahsis etmiştir. Yine Kur'ân, zahir olan her maldan zekât alın­ması hükmünü getirirken, sünnet bunu belirli mallara tahsis et­miştir. Allah Teâlâ, kendileriyle evlenmeleri haram olan kadınları saydıktan sonra: "Bunların dışında kalanlar size helâl kılındı"[21]buyurur. Sünnet ise, bu genellemeden bir kadının halası ve teyzesi ile bir arada nikâh edilmesi hükmünü dışarı çıkarır. Bütün bunlar Kur'ân'ın zahirinin bırakıldığını ve sünnete itibar edildiğini göste­ren örneklerdir. Bu tür örnekler sayılamayacak kadar çoktur. (2)
Bir diğer nokta şudur: Kitap ve sünnetin tearuz etmesi (çeliş­mesi) durumunda usûlcüler, Kitab'ın mı yoksa sünnetin mi takdim edileceği, ya da gerçekten tearuzun söz konusu olup olmayacağı ko­nusunda ihtilaf etmişlerdir.[22]
Bazıları Muâz hadisi üzerinde eleştiride bulunmuşlar ve aslın­da onun delil olamayacağını söylemişlerdir. Çünkü gerçekte Ki-tap'ta olanın tümü, sünnetin tümü üzerine takdim olunmaz.[23] Zira (sübût bakımından kat'î olan) mütevâtir sünnet, delâlet bakımın­dan Kur'ân nasslarından geri değildir.[24] Kitab'ın zahiri karşısında vâhid haberlerin durumu ise ictihad mahalli olup tartışmaya açık­tır. Bu yüzden de söz konusu olan görüş ayrılıkları[25] meydana gel­miştir. Bunlara göre Muâz hadisinde sözü edilen takdim, daha ko-lay ve kendisine ulaşılması daha yakın olan (Kitap) ile işe başlama­ya yorulur. Durum böyle olunca da, mutlak surette Kitab'ın sünne­te takdim edileceğini söylemenin bir anlamı kalmaz; aksine hangisinin takdim edilip esas alınacağını delil belirler.[26]
Cevap: Sünnetin, Kitap üzerinde hâkim konumda olmasından maksat, onun öne alınması ve Kitab'ın atılması mânâsına değildir. Aksine bu söz, sünnette ifade edilenin, bizzat Kitap'ta murad olu­nan mânâ olduğu anlamına gelir. Bu durumda sanki sünnet, Ki­tab'ın getirmiş olduğu hükümlerin şerh ve tefsiri mertebesinde oiuf. Nitekim: "İnsanlara indirileni açıklayasın diye[27] âyeti de bunun böyle olduğunu gösterir. Meselâ: "Erkek ve kadın hırsızın el­lerini kesin"[28]âyetini sünnet açıklayarak, elin bilekten kesileceği­ni, çalman malın koruma altında ve en az nisap[29] miktarı kadar olacağını belirtmişse, bu haddizatında âyetten murad olan mânâ ol­maktadır; bu durumda bu hükümlerin Kitapla değil de sünnetle sabit olduğunu söylememiz doğru olmaz. Aynı şekilde meselâ imam Mâlik ya da bir başka müfessir bize bir âyet ya da hadisin mânâsı­nı açıklasa ve biz de onun gereği ile amel etsek, şimdi bizim "Biz Allah'ın (c.c.) ya da Rasûlullah'm buyruğu ile amel ediyo­ruz" demek yerine "Biz falanca müfessirin sözü ile amel ediyoruz" dememiz doğru olmaz. Sünnetin, Kitab'ın getirdiği diğer hükümleri beyanı da aynı şekildedir. Şu halde "sünnetin Kitap üzerinde hâkim konumda olması" ifadesinden maksat, "onun açıklayıcısı ol­ması" demektir. Sünnet tarafından maksat açıklanmışken hâlâ mücmel ve çeşitli mânâlara muhtemel Kur'ân nasslan yanında du­rulmaz; sünnetin gereği alınır. Ancak bu, hiçbir zaman sünnetin Kur'ân üzerine takdimi anlamına gelmez.
Tearuz konusundaki usûlcülerin ihtilafına[30] gelince, Deliller bölümünün başında[31] da geçtiği gibi vâhid haber kesin olan bir kâideye dayandığı zaman, amel konusunda makbuldür; aksi takdirde durup beklemek (tevakkuf) gerekir. Vâhid haberin kesin bir kaideye dayanmış olması demek, Kur'ânî küllî bir mânânın altına girmesi demektir. Nitekim bu sözün mânâsı orada açıklanmıştı. Bu durumda biz, buradaki ile orada açıklanan hususları birlikte ele al­dığımız zaman, âyet İle vâhid haber arasındaki tearuzun, aslında iki Kur'ânî asıl arasında meydana gelen tearuz olduğunu görürüz. Bu durumda konu Kitabın sünnetle muârazası olmaktan çıkar ve Kitabın Kitap'la tearuzu halini alır. Dolayısıyla da zannînin kafiye tearuzundan değil; iki kafinin birbiri ile tearuzundan söz edilir.[32] Ancak vâhid haber herhangi bir kat'î esasa dayanmıyorsa, o zaman mutlak surette Kur'ân'ın takdimi gerekecektir.[33]
Üçüncü noktaya[34]şu şekilde cevap verilir: Mütevâtir olarak zikredilen haberlerin hemen büyük çoğunluğu, caiz olan bir işin varsayımı şeklindedir ve sünnet-i nebevîyye içerisinde, olayın vuku bulduğu zamânâ kadar mütevâtir olduğuna hükmedilebilecek ha­disler bulmak hemen hemen imkânsızdır. Dolayısıyla konu ile ilgili ileri sürülen itiraz noktası ya vakıada olmayan ya da vukuu çok nâdir bulunan bir hususla ilgilidir; fazla bir önemi yoktur.[35] Allah'u alem! [36]


Eser: El-Muvafakat

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

El-Muvafakat

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..