DÖRDÜNCÜ MESELE:

Zavâhire (ibarelerden ilk bakışta anlaşılan mânâlara) itiraza kulak asılmaz.
Delili: Sâri' Teâlâ'nın meram ve maksadına tercüman olan biz­zat Arap dili olmaktadır. Arap dilinde "nass"[81] bulunması ya im­kânsız ya da çok nadirdir. Zira daha önce de geçtiği üzere218 nassın, nass olabilmesi için on ihtimalden uzak olması gerekmektedir. Bu ise nadir ya da imkânsızdır. Şu halde Arap dili ile bir delil geldiği zaman sözü edilen ihtimaller onu kuşatmış olacaktır İhtimal içeren [325i bir delil ise, müteahhir ulemânın ıstılahına göre "nass" olmaz. Geri­ye ise zahir ve mücmel kalmaktadır. Mücmelde yapılacak şey, mü-beyyini yani mücmelliği ortadan kaldırıcı delili aramak veya durup sonucu beklemek (tevakkuf)'tir. Şu halde temel dayanak sadece zahir olacaktır. Dolayısıyla ona itirazda bulunmak doğru olmaz. Zi­ra böyle bir tavır aşırılık ve tekellüf anlamına gelir.
Sonra eğer böyle bir tavıra yani ihtimal içeren şeylere itiraz et­meye cevaz verilecek olsa, o zaman şeriatta dayanılabilecek hiçbir delil kalmaz. Çünkü her delilde zayıf da olsa ihtimaller bulunur. Bu durumdabu kabilden itirazlara kulak vermek delili zayıflatır ve bu, sonunda şeriatın bütün delillerinin[82] ya da en azından büyük çoğunluğunun[83] zayıflığına hükmetmek gibi bir neticeyi doğurur. Halbuki durum ittifakla böyle değildir.

Üçüncüsü: Eğer sözde bulunan mücered ihtimaller dikkate alı­nacak olsaydı, o zaman ne kitapların indirilmesinin ne de Peygam­berin gönderilmesinin bir faydası olmazdı. Zira bu takdire göre emir, yasak ve verilen haberlerle insanlar üzerine hüccet ika­me edilememesi gibi bir sonuç gerekir. Çünkü çoğu kez kastedilen şeyin dışında başka mânâlara ihtimal içermeyen nasslar bulunmaz. Ancak bu sonuç, icmâ ve aklıselimin gereği olarak bâtıldır. Dolayı­sıyla böyle bir neticeyi ortaya koyacak şeyin de bâtıl olması lâzım gelir.
Dördüncüsü:[84] Mücerred ihtimaller eğer dikkate alınacak olursa, o takdirde bu âdetlerin (âdât, kevnî hadiseler) çözülmesine ve onlara güvenin ortadan kalkmasına neden olur. Sonunda bu saf­sata kapısını açar ve ilimlerin inkârını gerektirir. Bu mânâyı İmam el-Gazzâlî'nin el-Münkizu mine'd-dalâl adlı eserinde zikrettiği şeyler kısmen açıklar. Hatta Sofistâiyye'nin[85] ilimlerin inkârı sa­dedinde zikretmiş oldukları şeylere baktığımızda, onların esasını âdî (kevnî) ve aklî hakikatlere çeşitli ihtimallerin arız olabileceği noktasının teşkil ettiğini görürüz. Bunlarda durum böyle olunca ta­mamen vaz'î olan durumlarda hal ne olacaktır? Mücerred ihtimalin dikkate alınması sebebiyledir ki, kendilerinden bir sığır boğazlan­ması istenilen İsrailoğulları'nın işi zorlaştınlmıştır. Zira onlar sual-da aşırılığa kaçmışlar, mânâ açık olmakla birlikte ihtiyaç duyulmayacak şeyler hakkında sorular sormuşlardır. Hadiste gelen: "Bu haccımız, bu yıla mı ait, yoksa ömür boyu için geçerli mi?" sorusu da bu kabilden olmaktadır. Benzerleri çoktur. Dahası bu yaklaşım, doğru yoldan sapmanın de temel sebebini teşkil etmektedir. Dikkat edilecek olursa, Kitap'tan müteşâbih olanlara uyanlar, mücerred ihtimallerden hareketle onlara uymaktadırlar. Onlar bu tür ihti­malleri dikkate almakta, onlar hakkında söz etmekte ve gayba rağ­men ve hiçbir delil olmaksızın onlar hakkında kesin hükümde bu­lunmaktadırlar. Onlar, bu tutumları dolayısıyla yerilmişler ve Rasûlullah onlardan uzak durulmasını emir buyurmuştur.
Beşincisi: Kur'ân, kâfirlere karşı aklî genellemeleri ve herkesçe kabul görmüş esasları hüccet olarak kullanmıştır. Meselâ, "Eğer biliyorsanız (söyleyin bakalım:) Bu dünya ve onda bulunanlar kime aittir? 'Allah'a aittir' diyecekler.'Öyle ise nasıl olup da büyüle­nirsiniz?' de"[86]âyeti böyledir. Bu âyette Allah Teâlâ, mevcut olan herşeyin Allah'a ait olduğuna dair kabullerini kendilerine karşı bir hüccet olarak kullanmış, herşeyde rabliğin Allah'a ait olduğunu ka­bulden sonra başka davalara kalkmaları sebebiyle onların akıllı kimseler olmayıp, büyülenmiş kimseler olduklarını beyan etmiştir. Şu âyet de böyledir: "And olsun ki, onlara, 'Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruğu altında tutan kimdir?' diye sorsan, mutlaka 'Allah...' derler. O halde nasıl (haktan) çevrilip döndürülüyor­lar?"[87]Yani böyle bir kabulden sonra Rab Teâlâ'nm sadece Allah olduğunu nasıl kabul etmiyorlar ve Allah Teâlâ için şerîk (ortak) id­diasında bulunuyorlar?! "Allah, gökleri ve yeri hak ile yarattı. Gece­yi gündüzün üzerine örtüyor, gündüzü de gecenin üzerine sarıyor. İşte bu yaratıcı, Rabbiniz olan Allah'tır. Mülk O'nundur.
O'ndan başka ilah yoktur. Öyleyken nasıl oluyor da (O'na kulluk­tan) çevriliyorsunuz?'[88] Bu ve benzeri âyetler, genel kabul gören esaslardan hareketle, kâfirleri kendi ikrarları ile bağlamakta ve buna muhalif olan hareket tarzını ise akıl dışı ilan etmektedir. Eğer Araplara göre "zahir" itiraz kabul etmez bir hüccet olmasaydı, o zaman umumun gereğini ikrar etmiş olmalarında kendi aleyhleri­ne bü- hüccet bulunmazdı. Ancak görüldüğü gibi durum bunun ter­sinedir. Dolayısıyla bu da onun itiraza mahal olmadığını gösterir.
Sayılanlara şunu da eklemek gerekir: Taraflar ve mezhep sa­hipleri arasında meydana gelen tartışmalar ve bunların kullanmış oldukları istidlaller ve karşı tarafin delili için ileri sürdükleri ihti­maller dikkate alındığında, ortada ne Kur'ân'dan ne de sünnetten hiçbir dayanılacak delil kalmaz. Hatta bu durum inançlarla ilgili alana bile sirayet eder ve onlar Kur'ân'dan ve sünnetten olan delil­leri bir tarafa atarlar ve onlardan birçoğunu âdî olan durumlar üze­rine bina etmeye çalışırlar: "Allah, size kendinizden bir temsil ge­tirmektedir: Mülkiyetiniz altında bulunan köleler içinde, sizinle eşit (haklara sahip) ortaklarınız var mı?[89] "Onların (putların) yürüyecekleri ayaklan mı var, yoksa tutacakları elleri mi var,.[90]ve benzeri âyetlere tutunmuşlar ve bedîhî olmayan, ona yakın da bulunmayan aklî mukaddimelere dayanmışlardır. Bunu yaparken, âdî olan şeylere aklen bazı ihtimallerin girebileceği noktasından kaçmış, oluyorlardı; ancak kaçtıklarından daha da şiddetli olan bir-şeyin içine düştüler. Bunun sonucunda Arapların asla aşina olma­dıkları bahisler ortaya çıktı. Oysa ki Araplar bu dinin ilk muhatap­larıydılar. Onlar felsefeyi işin içine kattılar; öyle konulan araştırdı­lar ki, onları bilmemenin dine hiçbir zararı olmaz ve onlarda derin­leştikçe sadece zarar ve ziyan artar. Bütün bunların esasını, ibare-lerdeki geçerli olan âdetlerden ve varlık âleminde cari bulunan mânâlarından yüz çevirmek teşkil etmektedir. Daha önce câri olan âdetlerin —her ne kadar akıl yoluyla muhtemel bulunsa bile— genel anlamda kat'î oldukları geçmişti. İbareler de aynı şekildedir. Çünkü onlar hitâbî vaz bakımından âdetlere benzerler ya da onlara çok yakındırlar. Yine daha önce zannîlerden nasıl kat'î esasların el­de edildiği geçmişti. Düşünen kişi için bu kitabın en önemli özelliği de budur.[91] Bu vesileyle Allah'a hamd ederiz,Şu halde ibarelerin zavâhirine karşı, mercûh (zayıf) bulunan
ihtimalleri dikkate alarak itiraz etmek doğru değildir. Bu ancak zahirden çıkmayı gerekli kılan bir delilin bulunması halinde caiz olur ve o zaman da konu tearuz ve tercih ya da beyân bahsine dahil olur. Kendisinden yardım görülecek olan ancak Allah'tır. [92]


Eser: El-Muvafakat

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

El-Muvafakat

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..