Başkasını   Vasi    Kılmak   (Îsâ)   Hakkındadır


îsâ, başkasını vasî kılmak ma'nâsına gelir. Mûsî, Zeyd'i vasî ta'yîri eder; Zeyd de onun yanında vesayeti kabul eder. Eğer mûsînin yanın­da red etmek isterse, red edebilir. Çünkü Zeyd bu husûsda müteberri ri'dir. [7] Dilerse kabul üzere devam eder, dilerse döner. Çünkü mûsî­nin, tasarrufu başkası üzerine ilzam etme velayeti yoktur. Dönmekde, aldatma da yoktur. Çünkü mûsî, başkasını vasî ta'yîn edebilir. Eğer va­sî, mûsînin yanında red etmezse —gerek mûsîden başkası yanında, gerekse mûsînin ölümünden sonra red etsin — red etmiş olmaz. Çün, kü vasî, vesayeti mûsînin huzurunda kabul edip, mûsî onun kabulüne i'timâd etmiştir. Ondan başkasını vasî kılmamıştır. Eğer biz, onun red­dini mûsînin hayâtında veya ölümünden sonra caiz görsek, meyyit aldatılmış olur. Bu ise, bâtıldır.

Eğer vasî susmuş olsa; yânî kabul etmese, red de etmese, mûsî de ölse, vasinin vesayeti red etmesi ve kabul etmesi caizdir. Çünkü vasî, başkası için tasarrufda müteberri'dir. Vekâlet gibi, kabul etmeksizin vesayet lâzım gelmez. Burada, aldatma da yoktur. Çünkü vasî, vesayeti kabul etti mi, yoksa etmedi mi, bunu onun hâlinden anlayıp bileme-, diği için,' mûsî sükût ile aldanmış kimsedir. Eğer vasî vesayeti red edip, sonra kabul etse, vesayet sahih olur. Ancak, o vasiyyetin reddini kâdî yerine getirirse, o zaman vasiyyetin kabul edilmesi sahîh olmaz. Eğer vasî vesayeti kabul etmeyip mûsî Ölse, sonra «Kabul etmiyorum!» de­se, sonra kabul etse, eğer «Kabul etmiyorum!» dediği zaman, kâdî vasiyi vesayetten çıkarmadı ise; vasiyyet sahih olur. Çünkü îsâ, sâdece vasinin «Kabul etmiyorum!» demesiyle bâtıl olmaz. Çünkü vesayeti ib-tâl etmesinde meyyite zarar vardır. Zararın ise, defi vâcibdir. Eğer vasi «Kabul etmiyorum!" dediği zaman kâdî onu vesayetten çıkardı ise, on­dan sonra kabul ettiği takdirde, kabulü sahih olmaz. Çünkü ictihâd mahalli olduğu için kâdinm onu vasiyyetten çıkarması sahilidir. Zîrâ vasî'nin vesayeti red etmesi, İmâm Züfer (Rh.A.)'e göre sahilidir.

Vasî, meyyitin terekesinden bir şey satmakla, her ne kadar vasi olduğunu bilmese de, kabul delili bulunduğu için îsâ (vasiyyet) lâzım gelir, (geçerli olur.) Çünkü maksâd, tasarruftur. Tasarruf ise, Ölümden sonra mu'teberdir. Çünkü velayetinin zamanı ölümden sonradır. Her ne kadar vasî olduğunu bilmese de, vasiden sâdır olduğu için satış ge­çerli olur. Eğer bir kimse, bir adamı satışa vekil edip, o adam onun malından bir şeyini satsa, fakat vekil olduğunu bilmese, o zaman satış geçerli olmaz. Çünkü vasî kılmak, mûsînin velayetinin kesilmiş olduğu zamanda sabit olduğu için hilâfetinin isbâtıdır. İmdi vasî kılmak (îsâ). istihdaf olunca, veraset gibi vasinin bilgisi olmaksızın sahih oîur. Tev-kîl ise, velayetin isbâtıdır, istihlâf değildir. Çünkü müvekkilin velayeti devam ederken sabit olmuştur. Şu hâlde, üzerine vekâlet sabit olduğu­nu bilmeyen kimsenin vekâleti sahih olmaz. Satış ve hibe yoluyla mül­kün isbâtı gibi.

Eğer mûsî, başkasının kölesini veya kâfiri yâhûd fâsıkı vasî kıisa, kâdî onu başkasiyle değiştirir. Bu lâfız, zikredilen kimselere vasiyye-tin sahih olduğuna işaret eder. Çünkü değiştirmekden anlaşılan, an­cak vasî kılmanın sabit olmasından sonra olur,

imâm Muhammed (Rh.A.); «el-Asl» adlı eserinde, «Vasiyyet bâ­tıldır.» demiştir. Fukahâdan ba'zısı demiştir ki: Bunun ma'nâsı; bu suretlerin hepsinde, bâtıl olacak demektir.» Ba'zısı da: «Kölede onun ma'nâsı, velayeti olmadığı için bâtıldır; köleden başkasında ma'nâsı bâtıl olacak demektir.» Bir kısmı da: «Kâfirin vasî kılınması da zikre­dilen gibi bâtıldır. Çünkü kâfirin, Müslüman üzerine velayeti yoktur.» demişlerdir.

Vesayetin sahîh olmasının, ondan sonra vesayetten çıkarmanın vechi şudur: Başkasını vasî kılmak (îsâ), ancak mûsînin kendisi ve çocuklarına faydası tamâm olması için şer'an caiz olur. Yukarıda zik­redilen köle, kâfir ve fâsıkı vasî kılmakla fayda ma'nâsı tamâm olmaz.

Her ne kadar, köle tasarrufa ehil olmakla fayda ehlinden sayılsa da .kölenin üzerinde mütesarrıf olan kimse tarafından tasarrufa izin ve­rilmemiştir. Bir de; fâsık, mîrâs ve tasarruf yönünden velayete ve hi­lâfete ma'nen ehildir. Hattâ tasarruf etse, geçerli olur. Çünkü kâfirin kısmen velayeti sabittir. Hattâ kâfirin, Müslüman köleyi satın alması geçerli olur. Lâkin, Müslüman köleyi satmaya zorlanır.

«Faydanın ma'nâsı tamâm olmaz.» demesi: kölenin velayeti efen­disinin izin vermesine bağlı olduğu ve izinden sonra h«cr edebildiği; köle, efendisinin hizmeti ile uğraştığı içindir. Böylece; haklarını almak hususunda kusur edebileceği hatıra gelebilir. Kâfirin, dînî düşmanlığı olduğu için hıyaneti düşünülebilir. Fâsıkm ise, fışkı bulunduğu için kâdi onu vesayetten çıkartıp faydayı tamâm etmek için yerine başka vasî ta'yîn eder.

Mûsînin, küçük olan vârislerine kendi kölesini vasî kılması sahih olur. Eğer vârislerin içinde büyükleri bulunursa, İmâm A'zam (Rh.A) 'a göre; kölenin vesayeti sahîh olmaz. İmâmeyn (Rh. Aleyhimâ) 'e göre, mutlak surette sahîh olmaz. Çünkü bunda, memlûkun (kölenin) mâli­kine velayetini isbât vardır. Bu ise meşrû'yu değiştirmektir.

İmâm A'zam (Rh.A.)'m delili şudur: Mûsî, vesayeti ehline vermiş­tir. Şu hâîde bu vesayet sahîh olur. Nitekim kendinin veya başkasının mükâtebini vasî ta'yîn etse sahîh olur. Bunun sebebi: Çünkü mükâteb olan köle mükelleftir. Kendi kendine tasarrufda bulunabilir. Onun üze­rine bir kimsenin velayeti yoktur. Küçük çocuklar o köleye mâlik ol­salar da; lâkin babaları, köleyi kendi yerine geçirince, onların köle üzerine velayeti olmaksızın, köîe, küçük çocukların babaları gibi ta­sarruf etmeye lâyık olur. Fakat başkasının kölesi bunun aksinedir. Çün­kü başkası, kölenin efendisi ve mevlâsıdır. Eğer küçük çocukların ara­larında büyük bulunursa, mes'ele bunun hilafınadır. Çünkü kölenin vesayeti sahîh değildir. Zîrâ büyük, payını satar veya köleyi vesayet­ten meneder. Böylece, vasî hakkını edadan âciz olur. Bu durumda caiz görülemez.

Eğer* mûsî, vesayeti yerine getirmekden âciz olan bir kimseyi vasî kılsa, kâdî onu azl etmez. Belki ona, bir başkasını katar. Çünkü kat-

makda; hem mûsînin, hem de vârislerin hakkına riâyet vardır. Çünkü, faydayı tamamlamak bununla hâsıl olur. Zîrâ fayda, eklenen kimse­nin yardımı iîe tamâm olur. Eğer vasî, kâdîye yardımcı olarak ta'yîn edilen adamı şikâyet ederse, kâdî şikâyeti araştırıp öğrenmedikçe, ona icabet eylemez. Çünkü şikâyetçi, ba'zan kendisini haklı çıkarmak için yalan söyler. Eğer kâdî, aslen âciz olduğunu anlarsa, iki tarafa riâye-ten onu başkası ile değiştirir. Güvenilir olup vesayete kadir olan vasî görevinde bırakılır. Yânı kadının onu çıkartması caiz olmaz. Çünkü kâdî, güvenilir kimseyi çıkartıp da yerine başkasını seçerse, ondan aşağısını seçmiş olur. Zîrâ vasî, meyyitin seçtiği kimsedir. Görülmez mi ki, meyyitin babası daha çok şefkatli olduğu hâlde vasisi, baba üzerîne takdim edilmektedir. Başkasının üzerine takdim edilmesi ise, ev-leviyyette kalır.

Mûsî, iki kimseye vasiyyet etse, her ne kadar mûsî, her birine ayrı ayrı vasiyyet etmiş oisa bile; İmâm A'zam ile İmâm Muhammed (Rh. Aleyhmıâ) 'e göre, biri, diğeri olmaksızın, tek başına t^sarrufda bulu­namaz. Ancak bir kaç şeyde, tek başına tasarruf edebilir. Bunlar, yakın­da açıklanacaktır.

İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.); «Her biri her şeyde tasarruf edebilir.»

demiştir. Çünkü vasî ta'yin etmek (îsâ), velayet batandandır. Velayet ikisi için şer'an sabit olunca, nikâh velayetinde iki kardeşin durumu gibi, her biri tek başına tam velî olurlar. Şart olarak sabit olması da böyledir. Çünkü velayet şer'î bir kudretten ibaret olduğu için bölünme­yi kabul etmez. Kudret, bölünmeyi kabul etmez.

îmâm A'zam ile İmâm Muhatnmed (Rh. Aleyhimâ)'in delili şudur:

Mûsî, ancak ikisinin re'ylerine razı olmuştur. Yoksa, ikisi arasında za­hir olan farkdan dolayı birinin re'yine razı olmamıştır. Evlendirmede, iki kardeş bunun aksinedir. Çünkü orada sebeb, kardeşlikdir. Kardeş­lik ise, her birinde tam olarak bulunmaktadır. Burada sebeb, vasî kıl­maktır. Bu ise. ikisine verilmiştir. Her birine verilmiş değildir.

Bundan sonra musannif; «Biri tek başına tasarrufda bulunmaz.» sözünden, şu sözü İle istisna etmiştir: Ancak, mûsînin kefeninin satın alınmasında ve teçhizinde, her biri tek başına tasarruf edebilir. Çünkü kefen satın almak ve teçhizi velayete bağlı değildir. Ba'zan, biri bulun­maz. Onların, bir araya gelmesinin şart kılınmasında (gecikmeden do­laya) ölünün bozulması ihtimâli vardır. Eğer zaruret olduğu zaman bunu komşuları yapsa, yine caiz olur.

Mûsînin hakları için husûmet etmekde, ikisinden biri tek başına hareket edebilir. Çünkü âdeten ikisi hukuk da'vâsinda bir araya gel­mezler. Gelseler bile, çok kere ancak biri konuşur.

Mûsînin küçük çocuğunun ihtiyâcını satın almakda, biri tek başı­na amel edebilir. Çünkü o ihtiyâcın satın alınmasını geciktirmekde, çocuğa zarar dokunmasından korkulur.

Küçük çocuk için yapılan hibeyi biri tek basma kabul  edebilir.

Çünkü hibeyi kabul etmek, velayet babından değildir. Bundan dolayı, hibeyi kabule çocuğun anası ve onun ailesinden olan kimse de mâlik-dir.

Mûsînin, belli kölesini âzâd etmekde ve emâneti geri vermekde ve belli olan vasiyyettni yerine getirmekde, biri tek başına olabilir. Çünîcü bunlarda, re'ye ihtiyâç yoktur.

Telef olmasından korkulan şeyi satmakda ve zayi' olan mallarını toplamakda, biri yalnız olabilir. Çünkü bunda, zaruret vardır.

İki vasinin biri ölse; eğer diri kalan vasiyi veya bir başkasını vasî ta'yîn ederse; ta'yîn kıldığı kimse, gerek diri kalan vasî, gerekse başka­sı olsun, onun terekede yalnız başına tasarruf etme yetkisi vardır.

Kâdînın, vasî ta'yîn etmesine ihtiyâcı yoktur. Ölen vasi ta'yin et­medi ise kâdî, diri kalan vasiye bir başka kimseyi katar. Çünkü mûsî kendisinden sonra hukukunda tasarruf edecek iki vasinin bulunma­sını kasdetmiştir. Diğer bir vasî ta'yîn etmekle o kasdm yerine getiril­mesi mümkün olur.

Kâdî, güvenilir ve vesayete yeterli bir kimseyi vasî ta'yîn etse, o vasi kadının azli ile azl edilmiş olmaz. Çünkü onun azli (görevden al­ması, çıkarması) faydasız şey ile uğraşmaktır. Ancak, kâdînın ta'yîn ettiği vasî âdil olmazsa, bu takdirde azl eder ve bir âdili vasî ta'yîn eder. Eğer âdil olup vesayete yeterli olmazsa, ona yeterli olan bir baş­kasını katar. Katılan kimse kâdînın azli ile azledilebiîir.

İmâm Senıerkandî (Rh.A.), Mecmûât'mda; «Katılan yeterli kimse, adl-i kâfî (yeterli olan âdil kimse) olsa da kâdînın azli ile azl edilmiş olur.» demiştir. Bu söz istib'âd olunmuştur (uygun görülmemiştir). Yânî, Zahîr'üd-Dm Merğînânî (Rh.A.), bu sözü istib'âd eylemiştir. Şu bakımdan ki, yeterli olan âdil kimse (adl-i kâfî) kâdînın ta'yin ettiği vasiye takdim edilir. Çünkü o kimse, meyyitin beğendiği (muhtarı) dir.

Meyyitin vasisi adl-i kâfî de olsa, azl edilirse, kâdînın nasb ettiği vasî nasıl azi edilmez? Vasinin vasisi her ikisine de vasî olur. Yânî vasî -ölürken başkasını vasî kılsa, diğer vasî, ölenin terekesinde ve birinci meyyitin terekesinde vasidir. Çünkü vasî, kendisine birinci meyyitten geçen velayetle tasarruf eder. Şu hâlde, dede gibi başkasını vasî kıl­maya mâlik olur.

Gâibde olan vârisler tarafından vekîl edilen vasinin mûsâ leh ile beraber terekeyi taksim etmesi sahih olur. Yânî bir adam ölüp gâib vârisleri olsa, o adam Zeyd'i vasî kılıp ve Bekr için bir mikdâr para vasiyyet etse; vasî olan Zeyd'in, gâibde olan vârisler ile kendisine va­siyyet edilen Bekr arasında terekeyi taksim etmesi ve o adamın tere­kesinden vârislerin hakkını alıp geri kalanını mûsâ leh'e teslim etmesi caiz olur. Çünkü vârisler, meyyitin yerine geçen kimselerdir. Hattâ kusur bulunduğu için malı geri verebilir ve satılmış mal da kusur se­bebiyle kendisine geri verilir ve murisin satın almasiyle aldanmış olur. Hattâ çocuk hür olur.

Vasî dahî, vâris gibi ölünün yerine geçen kimsedir (halîfesidir).

Eğer vâris gâib olursa, vârise hasım olur. Bu durumda, vasinin gâib olan vâris için terekeyi taksim etmesi sahih olur. O gâibde olan vâris­lerin vasî ile beraber olan hisseleri zayi' olsa, mûsâ leh/den alamazlar. Çünkü taksimin tamamlanmasından sonra helak olursa, kısmetinde he-Jâk vâki olan kimsenin payından vâki olmuş olur. Vasinin, gâibde olan mûsâ leh'in tarafından vârisler ile beraber terekeyi taksim etmesi sahih olmaz. Çünkü mûsâ leh, meyyitten her bakımdan halîfe değildir. Zira mûsâ leh, vasiyyet edilen şeye yeni sebeb ile mâlik olur. Hattâ satın alınmış malı kusur sebebiyle geri veremez.. Kusur sebebiyle de mal ona geri verilmez ve mûsînin satın alması ile aldatılmış olmaz. Şu hâlde vasî, mûsâ leh gâib iken halîfesi olamaz. Mûsâ îeh'ir. v?,«î ile bera­ber olan payı zayi' olursa, geri kalanın üçtebirini alır. Çünkü mûsâ leh, vârisin ortağıdır. Müşterek maldan helak olan şey ortaklık üze­re heîâk oiur^ ve kalan da ortak olarak kalır,- Kâdî, terekeyi taksim edip gâib olan mûsâ leh'in payını alabilir.

Yânı kâdî, gâib olan mûsâ leh tarafından vârisler ile beraber terekeyi taksim edip mûsâ leh'in payını alması caiz olur. Çünkü kâdî, özellikle ölmüş ve şâiîı kimseler hakkında öncelikle nazır ta'yin edilmiştir. Gâib kimsenin payını, ayırmak ve payını almak dahi faydadır. Şu hâlde ka­dının ayırması ve alması geçerli ve sahîhdir. Hattâ gâib kimse gelse ve kâdinm elinde teslim almış olduğu mal zayi' olmuş bulunsa, gaibin vârislerden onu alma hakkı yoktur. Hacc için edilen vasiyyeti yerine getirmek için vasî, vârisler ile beraber terekeyi taksim etseler, vasi hacc malını alsa ve o mal vasinin elinde veya mûsînin yerine hacc eden kim­senin elinde helak oîsa, terekeden geri kalanın üçtebiriyle hacc edilir. Çünkü taksim, zâtı için murâd değildir. Bil'akis taksimden maksûd olan şey için murâddır. O da, haccı edâ ettirmektir. Bundan başkasına i'tibâr edilmez. Bu durumda, hacc malı taksimden önce helak olmuş gibidir.

Vasinin, terekeden bir köleyi alacaklıların bulunmaması (gaybeti) hâlinde satması sahih olur. Çünkü vasî, mûsînin yerini tutar. Mûsî, sağ iken alacaklılarının gaybetinde o köleyi bizzat satsa ,câiz olur; ve­lev ki ölüm hastalığı hâlinde olsun. Keza, onun yerini tutan kimse, de böyledir/Bunun sırrı şudur: Alacaklıların hakkı maliyete tealluk eder, surete tealluk etmez. Halbuki maliyet, semenin bekâsiyle bakîdir.

Vasî, satılması vasiyyet edilen nıah, satıp, semenini tasadduk eder de; semeni elinde helak oldukdan sonra satılan şeye hak sahibi çıkar­sa, vasî Öder Çünkü akdi yapan, odur. Uhde, onun üzerine olur. Bu da, uhdedir. Çünkü vasiden satın alan müşteri parayı vermeye, ancak ken­disine köleyi teslim etmesi için razı olmuştur. Halbuki vasî köleyi" tes-lün etmemiştir. Satıcı olan vasî, başkasının malını rızâsı yok iken almıştır. Şu hâlde, o malı geri vermesi gerekir. Vasî, bu parayı terekeden alır. Çünkü vasî, mûsî için iş gören kimsedir. Şu hâlde, mûsîden vekil gibi olup, parayı alır. Meselâ; bir vasî küçük çocuğun hissesini satıp, parasını alsa ve para vasinin elinde helak olsa, bu durumda köleye müstehık çıktıkda vasinin, küçük çocuğun malından parasını alması caiz olur. Çünkü vasî, küçük çocuk için iş yapan kimsedir. Küçük ço­cuk da payını vârislerden alır. Çünkü, ona isabet eden şeye müstehık çıkmakla taksim bozulmuştur.

Vasinin, küçük çocuğun malı ile.yolculuk etmesi ve malım mudâ-rebeten ve bidâaten (yânı kazançda ortaklık ve ticâret malı olarak) vermesi caiz olur. Yine vasî, küçük çocuğun malını satmaya, satın al­maya ve kiralamaya başkasını vekîl eder. Küçük çocuğun malını emâ­net kor ve rakabesini mükâteb eder. Cariyesini evlendirir, Kınn denen kölesini evlendiremez. Yine vasî, küçük çocuğun malım, borcuna rehn verir. Kendi borcu için de rehn verir. Eğer küçük çocuğun malı helak olursa, vasî borcu için verdiği mikdân öder.

Yine vasinin, küçük çocuğun malı ile mudârebeten iş görmesi caiz olur. Vasiye uygun olan, küçük çocuğun malı üzere ibtidâen işhâd ey­lemektir. Eğer işhâd etmedi ise, vasî diyanet yönünden tasdik edilir. Vasinin satın aldığı şeyin hepsi kazaen küçük çocuğun olur. Zikredilen şeylerin hepsinde, küçük çocuğun babası vasiye benzer. Lâkin baba­lım, Tsüçük çocuğun kölesini hür kılması, velev mal ile olsun, caiz de­ğildir.

Yine babanın, küçük çocuğun malım başkasına hîbe etmesi, ivaz ile bile olsa, caiz olmaz. İmâdiyye'de böyle zikredilmiştir. Vasinin, ye­timin malı ile yetîm için ticâret etmesi çâiz olur. Yoksa yetimin malı ile kendisi için ticâret yapması caiz olmaz. Gerek o yetîm malı, yeti­min babasından miras olsun, gerekse başka bir yolla mâlik olsun, eşit­tir.

Vasinin, meyyitin malı ile ticâret etmesi de caiz olmaz. Eğer ticâ­ret edip kâr hâsıl olursa, İmâm A'zam ile İmâm Muhammet! (Rh. Aley-himâ)'e göre; sermâyeyi ödeyip kân tasadduk eder. İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.)'a göre; kâr, vasiye teslîm edilip bir şey tasadduk edilmez. Hâ-niye'de böyle zikredilmiştir.

Vasî, zengin üzere havale kabul eder, fakir üzere etmez. Çünkü bunda, zarar vardır.

Vasinin, yetîm malını ödünç vermesi caiz olmaz. Çünkü ödünç (karz)  teberru'dur. Halbuki onu geri alıp kurtarmakdan vasî âcizdir.

Kâdî bunun aksinedir. O, buna kaadirdir. Bundan dolayı kâdî; yetim malını, vakıf malını ve gaibin malını ödünç verebilir.

Vasi, yetîm malını ancak insanların aldandıklan kadariyle az mik-dârda aldanmakla satar ve satın alabilir. Çünkü vasinin tasarrufu na­zarîdir, (faydaya dayanır.) Gabn-ı fahiş (çok aldanmak) de ise, fayda yoktur. Gabn-i yesîr (az mikdârda aldanmak), bunun hilâfınadır. Çün­kü ondan kaçınmak mümkün olmaz. Binâenaleyh onu i'tibâra almak-da alim - satım kapısını kapamak vardır.

Vasî gâibde olan büyük vârisin terekeden malını satabilir, ancak akânnı satamaz. Çünkü meyyitin babası, büyükden başkasına velî olur, büyüğe velî olamaz. Meyyitin vasisi de baba gibidir. Kıyâsa göre, büyü­ğe vasi olan kimse, velî olamaz. Çünkü baba, büyüğe mâlik olamaz. Lâkin fakîhler istihsânen bunu kabul etmişlerdir. Çünkü meta', çabuk bozulan şeylerdendir. Şu hâlde, korunmaya muhtâc olur. Paranın korunması ise, daha kolaydır Halbuki vasî, korumaya mâlik olur. Akar ise, metâ'm aksinedir. Çünkü akar, kendisi korunur. Akarı satamama­sı; meyyitin borcu olmaması şartıyladır.

Fetâvâ-yi Zahîriyye'de denilmiştir ki: Vasinin, akarı satmasının caiz olmaması, meyyitin borcu olmadığı zamandır Eğer meyyitin bor­cu olursa, borcu ödeyecek kadar akan satmaya vasî mâlik olur. Mey­yitin borcu olmasa bile vasî; akan, kıymetinin iki katı ile; veya borç için satabilir. Nitekim Zahîriyye'den de böyle nakl etmiş idik. Veya küçük çocuğun nafakası için satabilir.

Hidâye'de, ^Nafaka Babı» nın sonlarında denilmiştir ki: Baba, kü­çük çocuğun akar ve menkûlünü satarsa, caiz olur. Çünkü tam veîâ-f yeti vardır. Sonra baba, kendi nafakasını ondan alabilir. Çünkü, hak­kı cinsindendir.

Yahûd mûsînin vasiyyeti mürsel olursa, yânî mûsî; «Malımın üç-tebiri veya dörttebiri vasiyyettir!» diyerek, mutlak vasiyyette bulunur­sa, o zaman akan satması caiz olur. Eğer vasî kılmak (îsâ), malda olur­sa veya akânn haracı, gelirinden çok olursa yâhûd akar harâb olma­ya yakın olursa ve satılmadığı takdirde harâb olacaksa, bu altı özürde akar satılır.

Vasinin, meyyitin borcu olduğunu ikrar etmesi caiz olmaz. Yine, meyyitin terekesinden bir şeyle; «Bu şey fülânındır!» diye ikrân caiz değildir. Çünkü vasinin bu ikrân başkası aleyhine ikrardır. Ancak, bor­cu ikrar eden kimse vâris olursa, kendi hissesinde ikrân sahih olur.

Çünkü bu ikrar, kendi aleyhine ikrardır.

Vasî, terekeden bir ayn'ın başkasına âid olduğunu ikrar etse, ondan sonra o mal, küçük çocuğundur, diye iddiada bulunsa, dinlenmez. İmâ-diyye'de böyle zikredilmiştir.

İki vasî, meyyit kendileri ile beraber Zeyd'e vasiyyet eyledi, diye şahadet etse veya meyyitin iki oğlu, babaları. Zeyd'e vasiyyet etti, di­ye şahadet etse, şahadetleri bâtıl olur. Çünkü onlar nıüttehemdir. Va­silerin müttehem olması, kendileri için muayyen isbâtlan olmasından dolayıdır. Ancak kendisi için şahadet ettiklerini Zeyd iddia ederse, istih­sânen kabul edilir. Çünkü kâdînm ibtidâen vasî ta'yîn etmeye velayeti vardır. O vasiye başkasını katmak için de velayeti vardır. İki vasî, kâ-dîden ta'yîn kuvvetini iskât etmişlerdir.

İki oğuiun şahadetinin geçersiz olması ise; tereke için koruyucu ta'yîn etmekle kendilerine menfaat çektikleri içindir. Küçük çocuk için mal vasiyyet edildiğine dâir şahadetleri de bâtıldır. O mal, gerek meyyitten, gerek başkasından intikâl etsin, müsavidir. Veya meyyitin malının büyük vârise âid olduğun? şahadet etmeleri de bâtıldır. Kü­çük çocuk için olan şahadetin geçersiz olması; küçüğün malında tasar­ruf etme yetkisi vasiye âid olmasından dolayıdır. Mal gerek terekeden olsun, gerekse olmasın müsavidir. Büyük vâris için olan şahadetin ge­çersiz olması ise; büyüğün malı tereken olursa vasinin şahadeti İmâm A'zam (Rh.A.)'a göre caiz olmadığı içindir. Çünkü büyük vâris gâib olursa, vasinin malı koruma ve satma velayeti vardır. O iki vasinin, büyük vâris için başkasının malı hakkında şahadetleri sabin olur. Çün-,kü büyüğün malı terekeden değilse; onda vasinin tasarruf etme yet-' kişi yoktur. Şu hâlde, vasinin şahadeti caiz olur/

İki adamın, meyyitin diğer iki kimseye bir mikdâr para borcu ol­duğuna dâir şahadetleri sahih olur. O diğer iki adamın da, ilk iki adam için o paranın misline şahadet etmeleri sahih olur. Bin akça vasiyyet ettiğine dâir şahadetleri zikredilenin aksinedir. Yânî geçersizdir. Bu, İmâm A'zam ile İmâm Muhammed (Rh. Aleyhimâ) 'in kavilleridir. İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.); «Vasiyyet kabul edilmediği gibi, o iki adamın şa­hadetleri borçda da kabul edilmez. Çünkü borç, ölüm sebebiyle tere­keye tealluk eder. Zîrâ zimmet, ölümle harâb olmuştur. Bundan dola­yı, eğer o İki adamın birisi terekeden hakkını alsa, diğeri ona onda or­tak olur. Şu hâlde şahadet; hakkı hattâ ortaklığı isbât eder. Böylece töhmet de tehakkuk eder.» demiştir.

İmâm A'zam ile İmâm Muhammed (Rh. Aleyhimâ) 'in delili şudur:

Borç, zimmette vâcib olur. Halbuki zimmet çeşitli haklan kabul eder. Şu hâlde, ortaklık yoktur. Bundan* dolayı, eğer bir yabancı, birinin bor­cunu teberru* suretiyle öderse; diğerinin onda ortaklık hakkı kalmaz. Vasiyyet  bunun  aksinedir. Çünkü  onda hak zimmette  sabit  olmaz.

Bil'akis ayn'da   (maida)  sabit olur. Şu hâlde mal, aralarında ortak olur, ve şübhe getirir.

Yâhûd ilk iki adam bir koîe vasiyyet edildiğine şahadet edip, di­ğer iki adam meyyitin malının üçtebiri vasiyyet edildiğine şahadet et­seler, bu şahadet de sahili olmaz. Çünkü şahadet, şahadet edilen şeyde ortaklık gerektirir.

Vasilerin en zayıfı — ki vârislerin iki hâlinin en- kuvvetlisi olan küçüklük hâlinde ananın ve erkek kardeşin ve amcanın vasisidir. — vasilerin en kuvvetlisi gibidir. — O da, iki hâlin en zayıfı olan büyük olmaları hâlinde babanın ve dedenin ve kadının vasisidir. — Çünkü vasî, tasarrufu ancak mûsîden alır. Vasinin tasarrufu, mûsînin tasar­rufu kadar olur. İmdi vârislerin küçüklükleri hâlinde ananın vasisi, vâ­rislerin büyüklükleri hâlinde babanın vasisi gibidir. Daha zayıf olan vasinin, — meselâ ananın vasisi gibi — daha kuvvetli olan vasinin kaybolması hâlinde borcu ödemek için menkûlü ve başkasını satması zaruretten dolayı caiz olur.

Zayıf olan vasî bir şey satın alamaz. Ancak, küçük çocuk için na-.   latadan ve giyeeekden lâzım olanı satın alabilir.

Vasî, küçük çocuğun babasından başkasından aldığı şeyde tasarruf edemez. Nitekim sebebi daha önce geçti ki, vasinin tasarrufu mûsîsi-nin tasarrufu kadardır.
Babanın vasîsî, dedenin vasisinden evlâdır. Çünkü babanın vasisi, babanın yerini tutar. Baba ise, dededen evlâdır. Keza babanın seçtiği kimse de, dedenin seçtiğinden evlâdır. Bir de; dede mevcûd iken, baba­nın o vasiyi seçmesi, onun tasarrufu oğlu için; dedenin tasarrufundan daha faydalı olduğuna delâlet eder. Eğer baba, vasî ta'yîn etmedi ise; dede, baba gibidir. Tasarruflarda babanın yerini tutar. Hattâ evlendir­meye mâlik olur. Vasî, bunu yapamaz. [8]


Eser: Dürer

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Dürer

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..