2- Mîras, Hîbe, Alış-Veriş Ve Benzeri Sebeblerle Eşya Hakkındaki Da'vâ

Bir şahsın elinde bulunan evi, iki kişi da'vâ eder ve her birisi: "Benimdir." diyerek "...babasından miras kaldığını" söyleyip; ona göre de beyyine ibraz ederse; taraflar tarih belirtmezler veya tarihleri müsavi olursa; ev ikisinin arasında hükmolunur.

Eğer tarih belirtirler ve birinin tarihi önce olursa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre tarihi sonra olan şahsa hükmoîunur. Müntekâ'da da böyle zikredilmiştir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre tarihi önce, olan şahsa hükmo­lunur.
Keza, iki murisin mülkü, tarihlenmişse, bi'1-icma' tarihi önce olan murise hükmedilir. Hulâsa da da böyledir.
Biri tarihler de, diğeri tarih koymaz ise, bi'1-icma' aralarında yan yarıya hükmedilir. Kâfî'de de böyledir.

İkisinin birinde tarih olursa, bu tarih hariç (diğeri) içindir.

Eğer tarih önce ise bu şeyin, elinde bulunan şahsa hükmedilmesi daha evladır.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Vâsuf (R.A.)'a göre böyledir. İmâm Mubammed (R.A.)'e göre ise, hariç için hükmolunur.
Eğer biri tarih belirtir, diğeri tarih belirmezse bi'1-icma' harice hükmolunur.
Eğer bu şey ikisinin elinde bulunmakta ise, aralarında —yan yarıya— hükmoîunur. Bu, bi'1-icma böyledir. Ancak tarihi önce olan evladır. Hulâsada da böyledir.

İki kişi, bir şeyi, her birisi bir başka adamdan aldığım iddia ederler ve  beyyineleri  olursa,  bu  durumda  hakim  bu  şeyi,  bu iki  kişiye müştereken hükmeder. Fetâvâyi Kâdîbân'da da böyledir.

Satın   alış   tarihlerini   belirtip   belirtmemeleri   de   müsavidir. Mnhıyt'te de böyledir.

Şayet, satın alış vaktini belirlemişlerse, önce satın alan şahıs evladır.

Zâhiru'r-rivayede böyledir.
Biri tarihi belirtir de diğeri belirtmezse, bu durumda, bi'1-ittifak aralarında müsavi olarak hükmedilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İkisi, "bir kişiden aldıklarını" iddia ettikleri halde, tarih belirt­mezler veya birisi belirtirse; aralarında —yarı yarıya— hükmedilir. Kâfî'de de böyledir.

Bu durumda her birisi muhayyerdir.

Eğer hakim onları muhayyer bıraktıktan sonra birisi razı olur ve diğeri kaçınırsa bu durumda, hakim, yarı yarıya hükmeder. Razı olan şahsa da ancak, yarı hisse vardır. Muhiyt'te de böyledir.

Onlardan birisi, tarihini önce korsa, bu durumda tarihi önce koyan şahsa hükmedilir.
Bu bi'1-ittifak böyledir.
Eğer biri tarih kor, diğeri ise tarih koymazsa işte o zaman, o şey bi'1-ittifak tarih belirten şahsındır. Ancak, ayn, bu iki şahsın elinde olursa, aralarında —yarı yarıya— hükmedilir.

Ancak birinin tarihi önce olursa, o takdirde, onlardan tarihi önce olan şahsa hükmolunur.

Eğer eşya, ikisinin elinde ise, işte o zaman elinde olan tarih belirtsin belirtmesin, o şey elinde olan içindir. Eğer haricin (diğerinin) tarihi önce ise, ona hükmedilir. Kâfî'de de böyledir.

Bir adamın elinde bir ev bir de köle bulunur, iki kişi beyyineleriyle gelerek, herbirisi, "ev ile birlikte, köleyi satın aldıklarım" iddia ederler; ev ve köle elinde bulunan şahıs da bunları inkar ederse; bu durumda hakim evi ve köleyi aralarında hükmeyler.

İkisi için de muhayyerlik vardır. Eğer ikisi de akdi (= sözleşmeyi) seçerlerse, evi de köleyi de yarı yarıya alırlar. Eğer feshini seçerlerse, evi —aralarında— yarı yarıya; kölenin de kıymetini —aralarında— yarı yarıya alırlar.

Eğer, birisi evin tamamını almak isterse, hakim aralarında hüküm verdikten sonra, o, bu isteğini gerçekleştiremez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer ev iki iddiacının elinde ise, mesele hali üzerine bakidir. Cevap da aynıdır. Eğer ev, iddiacıların birinin elinde ise, mesele hali üzerine bakidir. Fakat şahitler şehadette bulunurlar ve "evi teslim aldığını' söylerlerse, hakim evi ona hükmeyler. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Davalı (= müddeâ aleyh), mah elinde bulunduran şahsa: "Eğer malı teslim, etmezsen, başka bir davacı beyyinesiyle hak sahibi olur. Ben de sana ev için müracaat ederim." derse, bu sözüne iltifat edilmez. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer ev, ikisinin elinde bulunur, bunlardan birisi tarih kor, diğeri koymazsa, ev tarih koyana hükmedilir; köle ise, ikisinin arasında kalır. Kâfî'de de böyledir.

Eğer şahitler, onlardan her birinin satın ve teslim aldığına şehâdette bulunurlar veya satıcının teslim alışına şahitlik yaparlarsa; onlardan birinin tarih koymuş diğerinin koymamış olması halinde ev satıcının elinde ise; tarih sahibi evlâ olur.

Eğer ev tarih belirtmeyenin elinde ise, kabza evlâ olan işte odur.

Eğer ev, iki müşterinin elinde olur ve onlar satın aldıklarını veya satıcının kabzı ikrarını beyyinelerler; onlardan birinin şahitleri tarih belirtir, diğerin şahitleri tarih belirtmezse; ev aralarında yarı yarıya hükmolunur. Köle de onların olur. Bunlar, önce olduğu gibi muhayyer­dirler.

İmâm Muhammed (R. A.) şöyle buyurmuştur:

Kabz tarihi, bu gibi yerlerde, satın alım tarihidir.

Hatta, ev satıcının elinde olmuş bulunsa ve İddiacıların her birerle­rinin şahitleri, "satın alış ve kabze" şehadette bulunsalar ve kabzın tarihini belirtseler, satın alış tarihini ise belirtmeseler ve birinin tarihi de daha önce olsa, bu durumda Önce olan kabz (= teslim alış) tarihi evîâ olur.

Keza, bu ev, vakit bildiren şahsın elinde olursa, önce olan vakit sahibine hükmolunur.

Eğer onlardan birisi, kabz hakkında tarih belirtir; diğeri belirtmez, ev de satıcının elinde bulunursa, bu durumda, belirlenene hükm olunur.

Eğer ev, tarih belirtmeyenin elinde ise, işte o evlâdır.

Bunların tamamı köle dâvâlının (= iddialının) yanında bulunduğu zamandır.

Fakat köle, davacıların (= iddiacıların) elinde olur, ev de davalının elinde bulunursa, mes'elenin geri kalan kısmı hali üzredir; Ev de, köle de aralarındadır. İkisi de muhayyerdirler: Eğer sözleşmeyi ikiside imza etmişse, ev aralarındadır. Eğer sözleşmenin bozulmasını ihtiyar eder­lerse, köle de aralarında yarı yarıyadır. Davalı onun kıymetini onlara borçlanmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir şahsın elinde bir köle bulunur; başka*bir şahıs da bu köleyi —beyyinesiyle— köle elinde olan şahsa bin dirhemle bir ntıl içki karşılığında satarsa, o bu köleye sahib olur. Başka bir şahıs da, —beyyinesiyle— bu köleyi, elinde bulunduran şahsa bin dirhemle bir domuza satar; köle elinde bulunan şahıs da, bunların ikisinin de dava­larını inkâr ederse, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Bu köle, iddia sahiplerine —yan yarıya— iade edilir. Köle elinde bulunan şahıs da, kölenin kıyme­tini —yarı yarıya— onlara tazmin eder." buyurmuştur.

Keza, onlardan her birisi, köle elinde olana fasid satışla sattıklarını beyyineîeseler hüküm yine aynıdır.

Eğer, bu köle, müşterinin elinde ölürse, onun üzerine iki kıymet vardır. Muhıyt'te de böyledir.

Bu, iddiacıların köle yanında bulunana karşj beyyine ibraz eyle­dikleri zaman böyledir.

Eğer onlardan her birisi satış ve köleyi teslim alışa beyyine ibraz ederlerse, bu kölenin durmakta olması halinde onu, aralarında yarı yarıya alırlar; başka bir şey gerekmez.

Eğer köle ölmüşse, bu durumda onlar, kıymetini aralarında alırlar. Başka bir şey gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adamın elinde bulunan bir köleyi, iki şahıs iddia edip, her ikisi de "o köleyi, müşteriye yüz dirheme belirli bir müddete kadar muhayyer olmak üzerine sattıklarına dair" beyyine ikame ederler; köle elinde bulunan şahıs da, ikisinin de da'vasını inkar ederek, "Bu kölenin, ken­disine ait olduğunu" söylerse;- bu durumda köle elinde bulunan zat muhayyerdir. Köleyi, bu iki şahıstan dilediğine reddeder. (= geri verir) Diğerinin de parasını verir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adamın yanında bir köle bulunur, iki kişi de, —beyyineleri ile— "o kölenin, kendilerine ait olduğunu ve üç gün muhayyer olmak üzere, köleyi elinde bulunduran şahsa sattıklarını" söylerlerse; satışı infaz etmişler veya birisi infaz etmiş diğeri de buna razı olmuşsa, müşterinin, onların her birine, bin dirhem vermesi gerekir.

Eğer birisi infaz etmiş diğeri bozmuşsa; izin veren şahsa, parasının yarısı verilir. Bozan şahsa ise, kölenin tamamı verilir.

Eğer ikisi de satışı infaz etmemişlerse, onlardan herbirisi, kölenin yarısını alır. Müşteriye başka bir şey gerekmez.

Eğer beyyine ikâme edemezler, ancak, köle elinde bulunan onları doğrular, fakat hangisinin önce verdiğini bilmezse, satışı infaz etmiş olmaları halinde onlardan her birisi bin dirhem alırlar.

Eğer satışı infaz etmemişler ve müddet de geçmiş ise, köleyi ara­larında yarı yarıya alırlar. Müşteri her birine, kölenin yarı kıymetini borçlanır.

Eğer birisi infaz etmiş de, diğeri infaz etmemişse, infaz eden bin dirhemin tamamını alır. İnfaz etmeyen ise, kölenin tamamını alır. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Hişâm'ın Nevâdiri'nde şöyle zikredilmiştir: İmâm Muhammed (R.A.)'den sorduğum bir suale şu cevabı aldım: — Bir adamın elinde bir köle bulunduğunda başka birisi "onu, köle yanında bulunan şahıstan bir sene önce, bin dirheme satın aldığını" iddia ediyor;  başka bir adam  da,  —beyyinesiyle—  "köle yanında bulunan şahıstan, o köleyi, beş ay önce, yüz dinara satın aldığını" iddia ediyor; köleyi yanında bulunduran şahıs da: "Ben, yüz dinarm sahibine sattım." diyor; hakim bu köleyi, bin dirhemin sahibine hükmeder ve bu köleyi, ona teslim ettikten sonra da, müşteri onda bir kusur bularak hakimin hükmeylediğine geri verdi; yüz dinarm sahibi gelerek: "Ben, köleyi alacağım. Çünkü sen benim satın alışımı ikrar eyledin." der; köle elinde bulunan şahıs da buna razı olmaz; hakim de: "Benimle senin aranda olan akid bozuldu." derse; bu durumda kölenin sahibinin sözüne itibar edilmez. Köle de, —satışın yüz dinarla bozulması sebebiyle— bin dirhemin sahibine hükmedilmez.  Yüz dinarın sahibi,  satıcım ikrarı sebebiyle, köleyi alır.

Eğer satıcı, yüz dinarın sahibine: "Köleyi al." der, o da almaza; bu durumda köle satıcının olur.

Eğer, yüz dinarın sahibi, —hakim köleyi bin dirhem sahibine ver­meye hüküm verirken ayağa kalkarak: "Gerçekten, aramızda olan alım satımı feshettim." derse; bu fesh olmaz. Ancak satıcı: "Ben de bunu kabul ettim." derse veya hakim aralarında olan akdi bozarsa, o zaman sözleşmeleri bozulmuş olur. Muhıyt'te de böyledir.

Yabancı birisi ve köle elinde bulunan şahıs, bir cihetten, "bu kölenin kendilerinin olduğunu" iddia ederler; tarihleri de ayni oİur veya hiç tarihleri olmazsa; yahut birisinin tarihi olursa, bu durumlarda köle yanında buluna:, şahsım ki ivJa olur.

Her ikisi de tarih belirtirler ve birinin ki önce olursa, önce oları evlâ olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, elinde bulunan bir evi, "Zeyd'den satın aldığını" iiddia ve bu hususta beyyine de ibraz eder; evi elinde bulunduran şahıs da, —beyyinesiyle— "Zeydden satın aldığını" iddia ederse, ev elinde olmayan şahsın tarihi önce olması halinde ev ona hükmolur.

Eğer paraları, hakimin yanında, —satıcının ikrarıyla veya hakimin muayenesiyle— sabit olmuşsa, bu durumda da hakim evi, ev yanında olmayan şahsa, teslim eder.

Bu durumda ev elinde olan şahsın bu evi elinde tutmaya hakkı olmaz. Böylece nakdin satıcıya ödenmesi sağlanmış olur.

Eğer nakit —satıcının ikrariyle veya hakimin muayenesiyle— sabit olmazsa, bu durumda hakim bu evi elinde olmayana —parasını ödeyene kadar— teslim etmez.

Şayet evin parası, hakimin yanında —satıcının ikrarı veya kendi­sinin muayenesiyle sabit olmamışsa, ev elinde olmayanınkinin sabit olmaması halinde, hakim, evi —parasını ödeyene kadar— ona teslim etmez.

Eğer paralar ayrı iki cins iseler, bu durumda hakim, ev elinde olana ev elinde olmayandan aldığı şeyden bir şey vermez. Çünkü satıcı, hazır ise, —satıcının rızası olmadan— onun alması doğru olmaz.

Keza, eğer satıcı yoksa; hakimin vermesi doğru olmaz.

Eğer evin parası bir cinsten ise, bu durumda hakim, —aldığından,— hakkının tamamını verir. Sonra, bir şey artarsa, onu satıcı için elinde tutar.

Eğer ev elinde olanın borcundan bir şey kalırsa, —satıcı hazır ise— satıcıya tabi olur.

Bu ev elinde olanın nakdinin, satıcının ikrariyle.veya muayenesiyle hakmin yanında sabit olması halinde böyledir.

Fakat ev elinde bulunan şahıs beyyine ikame ederek: "Evin parasını, satıcıya nakden verdim." derse, beyyinesi dinlenmez.

Şayet ev, elinde bulunduran şahsın yanında, bağış, sadaka veya bedeli ödenmeyen satışla durmakta olur ve beyyine ibraz ederek, "Zeyd"den satın aldığını" iddia ederse, bu ev, elinde olmayana hükmo-lunur ve ona verilir. Ve ondan satıcı, için parası alınır. Ev elinde bulunan şahsa, bundan bir şey verilmez. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer kavuştukları mülk hakkında, iki yönden iddia ederlerse, o zaman, ev elinde olmayan şahsa hükmedilir. Zehıyre'de de böyledir.

Ev elinde bulunan şahıs bir cihetten kavuştuğu mülkü iddia ettiğinde, ikisi de tarih belirtmezler veya ikisinin de tarihi aynı olur yahut onlardan birisi tarih belirtirse, ev aralarında hükmedilir.

Eğer ikisi de tarih belirtirler ve birisi önce olursa; tarihi önce olana hükmedilir.

Şayet  ikisi  de,   iki  cihetten  eve  kavuştuklarını  iddia  ederlerse —tafsilatıyle— yine böyledir. Zehıyre'de de böyledir.

Evi elinde bulunduran şahısla, diğer bir şahıs, "onu iki kişiden satın aldıklarım" iddia edip ikisinin de tarih belirtmeleri halinde birinin tarihinde hata olsa (Şöyleki: "İddiacı: "(= Müddeî) Zeyd'den, o evi bir sene önce aldığını" iddia ederek beyyine ibraz eder; ev elinde bulunan şahıs da —beyyinesiyle—: "O evi, Amir'den satın aldığını, alalı da bir sen veya:daha fazla olduğunu..." iddia eylese) bu durumda, davacının (= müddeînin) beyyinesi kabul edilir.

Keza, davalının şahitleri şehadette bulunurlar ve: "Gerçekten bu evi filandan, bir sene veya iki sene önce satın aldı." derler ve fazlalık husu­sunda şek ederlerse; bu durumda ev, ev elinde olmayan şahsa hükme­dilir. Füsûlü'I-Imâdiyye'de böyledir.

Bir adamın elinde bir ev bulunur, bir başkası da "onu, ev elinde olan şahıstan satın aldığını" iddia eder; ev elinde olan. da, "o evi, başkasından satın aldığını" iddia eder; ikisi de beyyine ibraz ederler; ikisinin de tarihleri olmaz; şahitler de evin teslim alındığına şahitlik yaparlar veya yapmazlar ve bu ev, elinde olan şahsa hükümsüz olarak, teslim edilirse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre beyyinelerî batıl olur.

Eğer beyyineler paranın peşinen ödendiğini açıklıyorlarsa maksad hasıl olmuştur. Eğer, bunu açıklamiyorsa, işte o kısasdır. İmâm Muhammed (R.A.)'in yolu, parasının verilmesidir. Kâfî'de de böyledir.

Eğer beyyinelerde, akar hakkında vakit belirtilmiş; kabz ise tesbit edilmemişse; ev elinde olmayanın vaktinin önce olması halinde bu ev, ev elinde olana hükmolunur.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre böyledir.

Eğer, kabzı (== teslim almayı) tesbit etmişlerse, yine bu ev, elinde olana hükmedilir. Eğer, ev elinde bulunan şahsın vakti önce ise, iki yönde de ev, elinde olmayan şahsa hükmedilir. Hidâye'ye de de böyledir.

Bir adam, başka  birinin elinde bulunan, "bir    evin —beyyinesiyle— kendi evi olduğunu ve onu ev elinde olan şahsa bin dirheme sattığını" iddia eder; ev elinde olan da —beyyinesiyle— "o evin, kendi evi olduğunu ve bu iddiacıya bin dirheme sattığını*' iddia ederse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kıyas­ları, bunların beyyineler inin batıl olmasıdır. Muhiyt'te de böyledir.

Zeyd’in elinde bir ev bulunduğunda, Amr, "onu, Bekir'e, bin dirheme sattığını" belgeler; Bekir'de, "onu, yüz dinara sattığını" bel­geler; Zeyd ise, bunların tamamını inkar ederse; ev iki iddiacıya hük­medilir. Paraları hususunda bir hüküm verilmez. Kâfî'de de böyledir.

Muhammed isimli bir adamın elinde bir ev bulunur; adı Bekir olan bir yabancı, "o evi, bir kadından bin dirheme satın aldığım" belgeler; kadın da bu evi, Bekir'den bin dirheme aldığını" belgeler; ev elinde bulunan şahıs da "Bekir'den satın aldığını" belgelediği halde, teslim aldığını ve tarihini söylemezse bu durumda Muhammed'in beyyinesi makbuldür. Ve bu evi, onun, Bekir'den satın aldığma'hükmedilir.         

Bekir'in ve kadının beyyineleri batıldır.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre böyledir.

Eğer ev, Bekr'in yanında olsaydı mes'ele hali üzere olduğu gibi cevab da aynıydı. Yani evin, Muhammed'in yanında"olması gibiydi.        :

Şayet ev, kadının yanında olsaydı, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve; İmâm Ebû Yûsuf (R. A,)'a göre bir şey hükmedilmezdi ve ev onun elinde bırakılırdı. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Şahitler, akde (=   sözleşmeye) ve kabza (=  almaya) şahitlik yaparlar; ev de Muhammed'in yanında bulunursa mes'elenin kalan kısmı hali üzredir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu evi Muhammed'in satın aldığına hükmedilir. Bekir'in ve kadının beyyineleri batıl ( = geçersiz) olur.

Bu ev, Bekir'in yanıda olsaydı, cevap yine aynısıydı.

Ancak, bu ev kadının yanında olsaydı, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre Mühammed ve Bekir'in beyyineleri kabul edilir; kadının beyyinesi ise kabul edilmezdi. Mumyt'te de böyledir.

Hür bir adamın elinde, bir köle bulunduğunda, bir mükâtep —beyyinesiyle—, "onun kendi kölesi olduğunu ve şu kadına, onu bin dirheme sattığını" iddia edip, kadın da "satın aldığına dair," beyyine ibraz eder ve o mükâteptden, "on kür buğdaya satın aldığını" söyler; hür  adam  da —beyyinesiyle—  "onu,  mükâtepden  satın  aldığını" söylediği halde, teslim aldığını söylemezse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ev, o hür için hükmolunur. Ve bu durumda kadının ve mükâtebin beyyineleri batıl olur.

Eğer bu köle, mükâtebin elinde olsaydı İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ye İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre hür şahsın satın aldığına hükmedilirdi.

imâm Mühammed (R.A.)'e göre kadının yanında, olsaydı, bir şeyle hükmedilmezdi. Serahsî'nin Muhıyü'nde de böyledir.

Şahitler akd (= sözleşme) ve kabza (= teslim almaya) şehadette bulunduklarında köle, hür olan zatın yanında olursa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre kadınla mükâtebin beyyineleri batıl; hür olanın beyyinesi ise makbuldür.

Eğer köle, mükâtebin elinde olsaydı, geri de kalan mes'ele hali üzere olurdu.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre mükâ­tebin beyyinesi, kadına karşı; kadının beyyinesi de mükâtebe karşı batıldır.

Hür olan adamın, mükâtebe karşı beyyinesi caizdir. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet hür olan zat, "o köleyi, mükâtebe, yüz dinara sattığını" iddia ederse; mes'ele hali üzeredir.

O köle hür olanın yanında olur da, şahitler kabzı (= teslim almayı) söylemezlerse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a .göre hür olan zatın satışına hükmedilir.

İmâm Mühammed (R. A.)'e göre de böyledir.

Şayet köle, mükâtebin yanında olursa, iki İmâm'a göre de böyledir.

Eğer köle, kadının yanında ise, hür olan zatın mükâtebe sattığına hükmedilir. Eğer şahitler "satılanın ve bedelinin teslim alındığım" söylerler; satılan da hür olan zatın yanında olursa; mükâtepden satın: aldığına hükmedilir. Ve ona teslim edilir.

Bu, iki imama göre de böyledir. Mükâtebin yanında olsa da aynıdır.

Eğer kadının yanında olursa, köle onun yanında bırakılır.

Kadının ve mükâtebin beyyineleri batıl olur ve parası mükâtebe karşı hür olana hükmedilir. Bu, iki imam'a göre de böyledir. Serahsî'nin Muhaytı'nde de böyledir.

İki adam, bir kadının nikahını iddia ettiklerinde, ikisi de beyyine ibraz ederlerse, hiç birine hükmedilmez. Ancak kadın, onlardan birisini, ikrar ederse, o zaman hükmedilir.

Bu, tarih olmadığı zaman veya ikisininde tarihi aynı olduğu zaman böyledir.

Eğer tarihleri; bulunur ve birinin ki önce olursa; işte o evladır.

Eğer birinde tarih olur; kadın ise, diğerinin yanında bulunursa; yanında bulunduğu şahıs daha evlâdır.

Şayet kadın, birisini ikrar eder; diğerinin de tarihi varsa; bu durumda kadın, ikrar eylediğinin karışıdır.

Bunların tamamı, kadın sağ iken böyledir.

Fakat, kadın öldükten sonra, hangisinin tarihi önce ise, ona hük­medilir.

Eğer tarihleri müsavi olur veya tarihleri bulunmazsa nikah ara­larında hükmedilir ve ikisine de yarı mehir gerekir. Kocanın mirasına da varis olur.

Eğer bir de çocuk doğurursa, çocuğun nesebi ikisinden sabit olur. Ve o çocuk, iki babanında tam mirasına varis olur. O iki baba da o çocuğun bir baba gibi mirasına varis olurlar. Hulâsada da böyledir.

Mal elinde olan şahısla beraber diğer şahıs tarihsiz olarak, "Mutlak nikâha" beyyine ibraz ederlerse, zi'I-yede hükmolunur.

Eğer hakim, —beyyinesi sebebiyle— zi'l-yed olmayana hükmeder; sonra da zi'l-yed beyyine ibraz ederek iddiada bulunursa, ona hükme­dilir mi?
Bunda ihtilaf vardır: "Zi'1-yedin beyyinesi dinlenir." diyenlere göre, hariç bundan sonra "onu nikahladım." diye beyyine ikame ederse, zi'Iryedden önce olması halinde ona hükmedilir. Ftisûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Başkasının elinde bulunan bir kadının nikahını, birisi iddia eder, kadın da iddiacıyı ikrar eder; her ikisi de tarihsiz beyyine ibraz ederlerse, bazı alimler: "Bu kadın, elinde olanın haricindeki iddiacıya hükmedilir. İkrarı sebebiyle böyle olur." demişler; bazıları da: "Zil-yed'e hükmo-lunur." buyurmuşlardır. Füsûlü'I-Usturûnî'de de böyledir.

iki kişiden her biri, "Bir kadının, nikahım" iddia eder; bu kadın ise, ikisininde yanında bulunmaz; ancak onlardan birisi ikrar ederse; bu kadın, ikrar eylediği adama hükmedilir.

Bundan sonra, diğer adam beyyine getirerek, —kadının kendi nikahlısı olduğunu— bu durumda iddia ederse, beyyine sahibi, daha evla olur.

Kadın, bu iki erkekten birini ikrar ettikten sonra, ikisi de beyyine ibraz ederler; vakit belirtirlerse, önceki evla olur.

Eğer vakit belirtmezlerse, kadının tezkiye elyediği evladır.

Eğer kadın aralarında bir tezkiyede bulunmaz veya ikisini de tezkiye ederse bazı alimlere göre, nikahını önce ikrar eylediği evla olur. Bazıla­rına göre, ikisine de hükmedilmez. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

İki kişi, bir kadının nikahını iddia ettiğinde, bu kadiri ikisinin yanında olmaz; ve ikisi de tarihsiz beyyine ibraz ederlerse, kadından sorulur; eğer, ikisinden birini ikrar etmezse, ikisinin beyyineleri de batıl olur.

Sonra, onlardan birisi kadının kendisini ikrar eylediğini beyyine-lerse, nikah ona hükmolunur.

İki kişi, bir kadının nikahını iddia ettiklerinde, kadın bunu inkar eder ve ikisinin de yanında olmaz; bunlardan birisi nikahına beyyüne ibraz eder; diğeri de hem nikahına beyyine ibraz eder hem de kadının ikrarını belgelerse; nikahını ikrar eden kimsenin beyyinesi tercih edilmez. Füsûlü Üstürûşnî'de de böyledir.

İkisi de beyyine ikame ettikten sonra, birisi ölür, kadın da ölenin

nikahını ikrar ederse; bu ikrarı sahih olur ve ona mehri ve mirası hük­medilir.

Keza, bu iki kişi beyyine ikame ederek nikah ve duhûlü de söylerler; kadın da birisinin önce dahil olduğunu ikrar eylese, işte o evladır.

Eğer ikrar etmezse, araları ayrılır ve her birine duhûl sebebiyle, mehr-i müsemmâ ve mehr-i misilden azı vardır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bu şahıslardan birisi, davada teferrüd eder. (= yalnız kalır) kadın da onu inkar eder; adam beyyine ibraz ettiği için, hakim de ona hük­meder; sonra da diğeri aynı şekilde yaparsa, ona hükmedilmez. Ancak, onun şahitleri,  "daha önce" diye vakit belirtirler ve öyle şehadette bulunurlarsa o müstesnadır.

Keza, kadın, bir adamın yanında bulunur, nikahı da açık olursa, diğerinin beyyinesi kabul edilmez. Ancak yukarıda geçen şekil üzre olursa, o müstesnadır. Hİdfiye'de de böyledir.

"Nikahı iddia eden iki kişinin şahitleri de oldu." diye şehadette bulunduklarında, kadın bunlardan birisinin yanında olur veya onlardan birinin şahidi, duhûl üzere şehadette bulunur; diğeri de: "Onu nikah­ladım." diye beyyine ibraz ederse, bu beyyinesi kabul edilir.

Şayet iki bacıdan her birisi, "bir adamın, kendilerini nikah' elyediğini" söylerler; o adam da bunu inkar eder ve o bacılardan birisi, onun: "Gerçekten, bin dirheme kendini nikahlamış olduğu" hususun­daki ikrarını beyyineler; diğeri de, —beyyine ibraz ederek—" onun "kendisini yüz dinara nikahladığını ikrar ettiğini ve kendine dahil olduğunu" söylerse, beyyinelerin ikisinin de adil olması halinde, hakim aralarını tefrik eder (= açar, ayırır.) Ve her birerlerine, şahitlerin şehadet eylediği malı (mehri) hükmeder.

Buistihsandır.

Eğer onlardan birisi, "duhûl ettiğine ikrar ettiği hususunda beyyine getirir; diğerinin ise duhûlünü ikrar üzerine beyyinesi olmaz fakat, nikahına beyyinesi olur; adam da bunların hepsini inkar ederse; t»u durumda hakim, dahil olunana nikahı hükmeder. Mehri de şahitle*%ı şehadetleri gibidir. Çünkü duhûl nikaha sebebdir.

Şayet, ikiside "duhûlü ikrarını" beyyineleyemeseler bu durumda ayrılır. Nısıf mal (mehrin yarısı) aralarında hükmedilir. Dirhem iddiasında bulunana, dörtte bir dirhem; dinar iddia edene de dörtte bir dinar hükmedilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kadın: Amr nikahladıktan sonra, Zeyd nikahladı." der ve iki kocada, o kadını nikahını iddia ederlerse; bu durumda o kadın, Zeyd'in karışıdır.

Bu, tmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre böyledir.

Fetva da bunun üzerinedir. Fiisûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Sahih olanda budur.  Çünkü,  kadının:  "Zeydi nikahladım." demesi, ondan nikahı ikrardır ve bu ikrar sahihdir. Bu durumda kadının "Amr'i   nikahdan   sonra..." demesi öncekini ibtâldır. Serahsî'nin Mııhıytı'nde de böyledir.

Bir kadın hakkında iki adam, —beyyineleri ile: "Gerçekten o kadın,  bin  dirheme mal  mukabili boşandı."  diye idida ederler ve "kadının, bunu ikrar ettiğini" söylerler,  fakat vakit bildîrmezlersö, kadın, onlardan herbirine malını verir.

Eğer vakit bildirirlerse, vakti evvel olanın malını verir; vakti sonra olanın malı batıl olur. Muhıyt'te de böyledir.
Necmü'd-dîn en-Neşefî'nin Dava kitabında şöyle zikredilmiştir:1 Bir adam, bir kadının kendi karısı olduğunu iddia eder; kadın da "onun karısı olduğunu" iddia eder; fakat "boşadığını, iddetin de bittiğini" söyler ve "ikinci kocaya vardığını" bildirir ve onun yanında olur; ikinci adam da "onu nikahladığını" iddia edip, öncekinin nikahını da talakım da inkar ederse; kadından boşandığına dair belge istenir. Eğer aciz olur, belge ibraz edemezse, önceki kocasına "boşayıp boşamadığına dair" yemin verilir. Ve o kadınla, ikinci kocanın arları da ayrılır. Füsûlü'l-Imâdîyye'de de böyledir.

Bir adam, bir kadını nikahladıktan sonra ona: "Filan şahıs, benden önce, senin kocan idi. O, seni boşadı. İddetin bitti. Ben de seni nikahladım." der; kadın ise: "Önceki beni boşamadı." derse, araları açılmaz. Ancak, —önceki koca olan— filan şahıs gelir de, talakı inkar ederse; aralan açılır ve kadın öncekinin olur.

Eğer önceki koca nikahı da, talakı da ikrar ettiği halde kadın talakı inkar ederse; bu durumda talak vaki olur. Bu vakitten itibaren iddet isayılmaya başlar. Kadinla diğerinin aralan ayrılır. :       Eğer kadın, tamamını doğrularsa, bu durumda diğerinin karısı olur.

Eğer kadın öncekinin nikah ve talak ikrarına inkar ederse, diğerinin bu durumda kadın karışıdır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer koca, kadına: "Senin, benden önce kocan vardı. O seni boşadı. İddetin bitti." der; kadın ise talakı inkar eder; bir adam da gelerek, "kadının kocası" olduğunu iddia eder; ikinci adam da onu inkar ederse ikincinin sözü geçerli olur. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Bir adam, bir kadın aldıktan sonra, başka bir adam gelerek, "onun kendi karısı olduğunu" iddia eder; davalı da (= iddia olunan da): "O, senin karındı. Fakat sen, onu İki sene önce boşadın. İddeti bitti. Ben de nikahladım." der; davacı da (- iddiacı da)"bunu inkar ederse; "kadını, iddiacıya vermesi" o adama emredilir..

Şayet: "Evet ben boşadım. Fakat, sonra yine nikahladım." derse; bu durudma kadın, davalının (= -iddia olunanın) yanında bırakılır.

Eğer davacı (= müddeî) talak-ı inkar eder da'vali da (= iddia olunan da) beyyine ibraz ederek: "Onu, iki sene önce boşadın. Ben de onu nikahladım." derse, hakim talak ile hükmeder. İddet ise, talak vaktinden başlar. Füsûlü'l-Etturuşniyye'de de böyledir.

Bir adamın evinde bir kadın bulunur ve bu şahıs: "Bu kadının, kendi karısı olduğunu" iddia eder; başka birisi de "onun, kendi karısı olduğunu" iddia ederse; kadın onu doğrulasa bile, İmam Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre kadın    evinde olan  şahsın  sözü  geçerli olur. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Bir adam, beyyine ibraz ederek "gerçekten, o kadının kendi nikahlısı olduğunu, zi'1-yedin yanında haksız olarak durduğunu" iddia eder; zi'î-yed de: "...karimdır." der; kadın da zi'1-yedi tasdik ederse; bu 'durumda da kadın, zi'l-yed olmayana hükmedilir.

Eğer zi'l-yed de nikahına belge gösterir fakat, tarihi olmazsa yine, onun beyyinesi evlâdır. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir adam,..bir kadına: "Sen küçükken, baban nikahladı." der; kadın da: "Bilakis, ben büyükken nikahladı. Ben razı olmadım." derse, bu durumda kadının sözü geçerlidir. Beyyineye gelince, bu durumda kocanın beyyinesi geçerli olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da ve Muhıyt'te de böyledir.

Bulûğa erişmiş bir kız, buluğdan sonra nikahın reddine dair: beyyine ibraz, eder; kocası da beyyinesiyle, "onun, buluğa eriştikten sonra sükût ettiğini söylerse; beyyinesi kabul edilir. Füsûlü'l-Üstürûşniy-ye'de de böyledir.

Karı-koca, doğumdan sonra, nikahın fasid veya sahih olduğu hususunda, münazaa ederler; koca, "fasid" diye iddia ederken, kadın da sahih der; her ikisi de beyyine ibraz ederse; fesadını iddia edenin beyyinesi kabul edilir. Beyyinesi fesâd kabul edilirse; iddet nafakası düşer. Bu durumda, çocuğun nesebi —nasıl olursa olsun—sahihtir. Fü-sûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir erkek ve bir kadının ellerinde bir ev bulunur ve kadın, —beyyine ibraz ederek— evin, kendisinin olduğunu" iddia eder ve "erkeğin de kendi kölesi olduğunu" söyler; adam da —beyyinesiyle "evin, kendisinin olduğunu; kadının da karısı olduğunu" iddia eder ve "onu bin dirhem karşılığında nikahladığını ve bunu da verdiğini" söyler fakat kendisinin hür olduğunu isbat edemezse, o zaman, ev kadına hükmedilir; adam da kadının kölesi olur.

Şayet hür olduğunu isbat ederse, mes'ele hali üzeredir ve kadın onun karısı olarak hükmedilir. Ev ise kadına hükmedilir.

Eğer her ikisininde beyyinesi yoksa, ev kocaya hükmedilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bişr, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Kadın ve koca, kadınlara ait eşyada ihtilafa düştüklerinde, kadın, —beyyine ibraz ederek—: "Eşyalar benimdir." der ve "adamın da kölesi olduğunu" söyler; adam da —beyyinesiyle— "Eşyaların kendi­sine ait, kadının da kendi karısı olduğunu; onu, bin dirheme nikahladığını" iddia eder ve o bin dirhemi de peşin ödediğini söylerse; bu durumda, o adamın, kadının kölesi ve eşyaların da kadının malı olduğuna hükmedilir.

Eğer adamın şahitleri, ''onun aslen hür olduğuna" şahitlik yapar­larsa; o kadının, onun karısı; eşyalarm da, onun eşyası olduğuna hük­medilir.

Bu, ev meselesine kıyasla böyle zikredilmiştir.

Uygun olanı ise, eşyaların kadına hükmedilmesidir.

Eğer böyle ihtilafa düşerler ve eşya da kadının yanında olur ancak, bu eşyaların bir misli de erkeğin yanında olursa nikahla hükmedilir. Adam azad edilmiş olur.

Kadınlara ait eşyalardan herbirinin elinde olan, diğerine hükme­dilir- İster erkeğin eşyaları olsun; isterse, kadın eşyaları olsun fark etmez.

Eğer eşya hassaten birinin elinde bulunuyorsa, iddia sahibinin beyyinesi geçerlidir. Zehıyre'de de böyledir.

İbnü Şüca Nevâdir'de şöyle buyurmuştur:

Bir adam, beyyine ikame ederek, "bir evin kendi evi, kadının da cariyesi olduğunu" iddia eder; kadın da -^beyyinesiyle— "evin kendine ait olduğunu; o adamın da kölesi olduğunu" iddia eder; bu durumda bu ev, hiç birinin değilse; ev ikisinin müşterek malı olur.

Eğer bu ev, bunlardan birisinin elinde bulunmakta ise, onun elinde bırakılır.

Bu şahıslardan her ikisinin de hür olduğuna hükmedilir. İkisinin de beyyineleri kabul edilmez; muhatabının köle ve cariye olduğuna dair iddiaları reddedilir.

"Uygun olanı, eğer ev birinin elinde bulunuyorsa, diğerinin beyyi-nesiyîe hükmolunmaktır. Çünkü, onun beyyinesi mutlak mülk beyyine-sidir. Diğerinin beyyinesinde arıza yoktur." denilmiştir. Fetâvâyi Kâdî­hân'da da böyledir.

Bir adam, bir kadına karşı iddiada bulunarak "onun kendi karısı olduğunu" söyler; başka bir adam da —beyyinesiyle— "onun kendi cariyesi olduğunu" iddia eder; kadın da ikisine karşı beyyine ibraz ederek, "onların, kendisinin köleleri olduğunu" söylerse; bu durumda kıyasen kadinm onlara karşı olan beyyinesi kabul edilir.

Eğer onlardan her birisi, beyyine getiremezlerse, yemin verilmez. Bu durumda "kaçınıyor." diye de hükmedilmez. Cevâhirü'I-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir adamın kölesi, hür bir kadını nikahladıktan sonra, "efendi­sinin, bu nikaha izin vermediğini" iddia eder; kadın da: "İzin verdi." derse, aralan fasledilir. (= açılır; ayrılır.) Mehrin ibtal edilmiş olması doğrulanmaz.  Ve eğer kadına cima eyledi ise, onu (mehri) vermesi gerekir.

İddet içinde olduğu müddetçe de nafaka gerekir.

Eğer kadına cima yapmamış ise, nısıf mehir (= yarım mehir = mehrin yansı) gerekir.

Keza, "Efendim izin verdi mi? Vermedi mi? Ben bilmiyorum." derse hüküm yine böyledir. Füsûiü'Mmâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, bir kadına karşı "onu nikahgladığım" iddia edip, buna göre   de   beyyine   ibraz  eder;   kadın   da   başka   bir   erkeğe   karşı, —beyyinesiyle— "onun karısı olduğunu" iddia ederse; o erkek ise bunu inkar ederse, bu durumda adamın beyyinesi geçerli olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, bir kadına karşı, "onu nikahladığını" iddia eder ve bu hususta beyyine de ibraz eder; o kadının kız kardeşi de, —beyyinesiyle— "o adamın, kendisini nikahladığım" iddia ederse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) "Erkeğin beyyinesi kabul ediîir; kadının beyyinsi kabul edilmez. Kadının beyyinesinin vakti belirli erkeğiiıki ise belirsiz olsa, yine erkeğin davası caizdir. Ve bu erkeğin, o kadını nikahı sabit olur. Nikah iddia eden diğer kadının nikahı ise batıl olur. Onun için de kocaya nısıf mehir vardır." buyurmuştur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, bir kadına karşı nikâh iddiasında bulunup bu hususta beyyine de ibraz ettiğinde o kadm da —beyyinesiyle— "bacısının, o adamın nikahlısı olduğunu" iddia eder; adam da bunu inkar ederek: "O, benim nikahlım değildir." derse; bu durumda hakim, hazırda olan kadının nikahına hükmeder; hazırda olmayana hükmeyiemez.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

Keza, hazırda olan kadın, —beyyinesiyle— "iddia sahibinin, hazırda olmayan kadını nikahladığına" dair ikrarını isbat ederse; bu durumda hakim bekler ve hazırda olanın nikahına hükmeyiemez. Fü-sûlü'l-lmâdiyye'de de böyledir.

Bir  adam,   —beyyinesiyle—   "bir   kadının   nikahım"   iddia ettiğinde, bu kadın da, s'o erkeğin, anasını veya kızını nikahladığım" iddia eder ve beyyine ibraz ederek "...ona cima eyledi." veya "...öptü."-yahut "...şehvetle bağrına bastı..." veya "...şehvetle, fercine baktı." derse; hakim hemen hazırda olan kadınla, iddia eden adamın aralarını faşl eder. (= ayırır.) Hazırda olmayan kadının nikahına da hükmey­iemez. Füsûlü Üsturûşnî'de de böyledir.

Bir adamın, biri küçük, diğeri büyük, iki kızı olur; başka bir adam da —beyyine ibraz ederek— "büyük kızını nikahladığım" söyler; baba da —beyyinesiyle— "o adama, küçük kızını nikahladığını" iddia ederse; bu durumda kocanın beyyinesi geçerli olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kadın: "Dün, şu adamı nikahladım." dedikten sonra: "Şu —başka— adamı da bir sene önce nikahladım." derse; bu durumda o kadın, "dün nikahladım." diye ikrar eylediği adama hükmedilir.

Şayet şahitler "ikisine de ikrarına şahitlik yaparlar", kadın da bunun inkar ederse; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Şahitlerden sorulur. Hangisinden önce başladı ise, ona hükmolunur" buyurmuştur.

Eğer kadın, ikisini de nikahladım. Dün şunu... bir sene önce de şunu." derse; bu kadın, "dün nikahladım." dediğinin olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, bir kadının nikahını iddia ettiğinde, o kadın, onu inkar eder ve "huzurda olan bir adamın nikahım" ikrar eder; ikrar olunan şahıs da onu doğrularsa; bu durumda iddia sahibi, beyyineye muhtaç olur.

Eğer beyyine ibraz edebilir ve iddiası sabit olursa bu durumda ken­disine ikrar olunan şahıs beyyineye muhtaç olur. O da davacının ( = müddeînin) beyyinesinden sonra beyyine ibraz ederse beyyine ve ikrar sebebiyle mukarrun lehe evla olur. Füsûlü'I-Imâdiyye'de de böyledir.

İbnü Semâa, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir adam, bir kadın hakkında iddia ederek, "onu, bin dirheme nikahladığını" belgeler; kadın da —beyyinesiyle— "yüz dinara niahladığını" iddia ederse; kocanın kölesi olan ve kadının da babası bulunan zat da, "onu, bir köle karşılığında nikahladığını" belgeier; kadının anası ve kocanın cariyesi de —beyyinesiyle—"onu rakabesine (= cariyesine) karşılık nikahladı." diye iddia ederse; bu durumda babanın beyyinesi ve ananın beyyinesi geçerlidir. Her ikisinin de rakabe-lerinin yarısına nikah caiz olur.

Eğer hakim, —kadın için,— yüz dinara hükmeder, sonrada baba iddiada bulunursa, mes'ele hali üzeredir. Hakim babanın sadakına ve mülkünden azadına hükmeyler. Önceki hüküm batıl olur.

Şayet koca, beyyine ibraz eder ve "o kadını, babasına karşılık nikah eylediğini" söyler ve babayı da azad eder; hakim de öyle hükmeder, sonra da kadın, —beyyinesiyle— "kendisini, yüz dinara nikahladığını" iddia ederse, beyyinesi kabul edilir ve ona, yüz dinarla hükmedilir. Baba da kocanın malından azad edilmiş olur. Veîası ise efendisinindir.

Şayet baba, beyyine ibraz ederek "kendisinin ıtkma karşılık nikah eylediğini" iddia eder; kadın da "mehrihin yüz dinar olduğunu" iddia eder; koca ise "bin dirheme nikahladığını" iddia ederse, bu durumda babanın beyyinesiyle hükmedilir. Kızının malından azat edilir. Sonra da, kadının anası —beyyinesiyle— "onu kendinin rakabesine karşılık nikahladığını" iddia ederse; bu kabul edilmez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

İki kız kardeş, bir adama karşı iddiada bulunurlar ve her birisi beyyinesiyle, "onun, kendisini önce nikahladığını" söyler; koca da, onlardan birisini doğrularsa, o, onun nikahlısı olur. Diğerinin beyyinesi ise batıl olur ve ona —cima' yapmamışsa— mehirden birşey verilmez.

Şayet koca: "Ben, onlardan birisini nikahlamadım." veya "İkisini de nikahladım/', "Fakat, hangisini önce nikah eyledim bilmiyorum." derse, "araları fasledilir. (= ayrılır.)" denilmiştir. Nısıf mehri ara­larında pay ederler. Bunun için, kocanın onlardan birine cima etmemiş olması gerekir.

Alimler: "Bu, kocanın "ikisinide nikahladım." Fakat, hangisi önce bilemiyorum." dediği zaman böyledir. Fakat: "Ben, onların birisini nikahlamadım." derse uygun  olan   bir  şey  gerekmemesidir." demişlerdir.

Hsahh olan ise, bu iki bölümünde cevabının aynı olduğudur. Fetâ-vâi Kâdîhân'dada böyledir.

Bir kadın, bir adama karşı nikah iddia eder; koca da onu inkar enikten  sonra  ikisi  de  nikahlı  olduklarını  doğrulasalar;  nikah sabit olma/. Çünkü önce koca inkar etmiştir. Füsûlü'l-Üsturuşniyye'de de

böyledir.

Bir adam, bir kadının nikahını beyyineler; kadın ise: "Benim başka kocam var. O, filan oğlu filandır. Ve filan beldededir." derse; bu durumdu kadının ikrarına iltifat edilmez. Nikahını belgeleyene hükme­dilir, kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir adam, bir kadının nikahını iddia ettiğinde, kadın bunu inkar der:  l'akai başka bir adamı da ikrar etmez ancak sonradan hakimin hii/ıınmda ve başka bir mecliste, bunu ikrar ederse, kadının bu ikrarı sahih olur e davası dinlenir.

lüer başka birisini ikrar ettikten sonra müddeîyi ikrar ederse, nıiiddeî hakkındaki bu ikrarı dinlenmez. Füsûlü'l-lnıâdiyye'de de binledir.

Bir kadın, bir adamın nikahını iddia ettiğinde, adam: "Ben nikah ;ıpmadım." der: sonra da: "Evet yaptım." derse; işte bu da caizdir. Mııhıyt ie de böyledir.

Bir kadın iddia ederek, "bir adamın, kendisini nikah eylediğini" «inler, adanı da bunu inkar eder; sonra da bu şahıs nikahı iddia edip, K-.ıne de ibra/ ederse, bu durumda, bu şahsın beyyinesi kabul edilir.

Bir kiıme. "bir kadını, bin dirhem mehirle nikahladığını" iddia eder: kııdın d;ı bunu inkar eder ve adam, "onu, ikibin dirheme nikah eylediğini" belgelerse; bu belge kabû! edilir ve nikaha, iki bin dirhem olarak hükmedilir. Keza, "şu köleye karşılık nikah eyledim." diye beyyine ibra/ ederse; yine boy. inesi kabul edilir. Fetâvâyî Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, bir kadına karşı nikahını iddia eder; kadın da: "Ben, karısı idim. Ölüm haberi verildi. İddet bekledim ve bu adamla nikahlandım." derse, bu durumda, o müddeînin karısı olur.

Şayet kadın: "Ben, bunun karısı idim, önceden..." dese ve kıssayı anlatsa, bu durumda o ikincinin karısı olur. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Ölüm günü, hakimin hükmü altına girmez ve bir adam, "babasının öldüğünü" iddia eder ve bu şekilde hükmedildikten sonra, bir kadın, "o ölüye karşı, o tarihten sonra, onunla nikahiandığım" iddia ederse, bu iddia dinlenir ve nikahla hükmedilir.

Kati günü, hakimin hükmü altına girer ve bundan sonra, başka birisi, "o gün babasını öldürdüğünü" söyler ve öyle hükmedilir, sonra da bir kadın, "babasının onu o gün ona nikahlamış olduğunu" iddia ederse, bu durumda davası dinlenmez. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, bir kadına karşı nikahını iddia ederek, O kadına: "Gerçekten senin kocan filan, seni boşadı. İddetin tamam olunca, ben seni nikahladım." dediğinde, kadın da: "Filan, beni boşamadi." der, davacı da (-   müddeî de) beyyine ibraz ederek,  "önceki kocasının boşadığını" iddia ederse, bu iddiası kabul edilmez.

Koca hazır olsa ve talakına beyyine ibraz eylese, bu kabul edilir. Sonra, duruma bakılır: Eğer "iddet bittikten sonra nikahladığını" belgelerse, nikah sabit olur. Füsûlü Üsturûşnî'de de böyledir.

İki şahıs bir hayvanın karnında olan yavruyu iddia ederek, tarih belirtirlerse, önceki tarih sahibine hükmoiunur. Bunun birinin yanında olması veya ikisinin yanında olması fark etmez. Keza üçüncü bir şahsın yanında olması halinde de fark yoktur. Çünkü, mana ihtilaf etmez. Tebyîn'de de böyledir.

Hayvanın yaşında ihtilaf edilirse, o iddiacıların arasında hükmo­iunur. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer o hayvan, birisinin elinde ise; elinde olana hükmedilir.

Eğer hayvanın yaşında ihtilaf olursa, beyyinenin ikisi de batıl olur ve hayvan kimin elinde ise, ona bırakılır. Tebyîn'de de böyledir.

Esahh olan kavle göre,  ikisi de batıl olmaz.  Bilakis ikisinin arasında hükmedilir.

Sahibü'I-yed olanın davasına göre, beyyinesinin hükümden önce veya sonra olması, hariç şahıs için müsavidir. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet hariç, beyyine ibraz eder ve: "Onun, kölesi olduğunu ve filandan   satın    aldığını"    söyler   ve    "onun,    satıcının   mülkünde doğduğunu"  iddia eder;  zi'l-yed de —beyyinesiyle—  "onun,  kendi kölesi olduğunu, başka bir şahıstan satın aldığını ve onun mülkünde doğduğunu" söylerse, o zi'i-yed'e hükmedilir.

Keza, varisine veya vasisine göre beyyine ibraz eder ve "Onun, teslim alınmış bir hibe (— bağış) olduğunu, bir adamdan aldığını ve o adamın mülkünde doğduğunu" söylerse hüküm yine böyledir. Mebsût'ta da böyledir.

Yanında bir koyun bulunan bir şahıs, "O koyunun kendisine ait olduğunu" belgeler ve mülkünde doğduğunu söyler; koyun elinde olan şahıs da, belgesiyle, —bir cihetten— ona malik olduğunu ve "onun filanın mülkünde doğduğunu" iddia ederse, bu koyun, elinde bulunan şahsa hükmoiunur. Zehıyre'de de böyledir.

Asi kitabında şöyle zikredilmiştir:

Gerçekten hakim, ikinciye karşı verilen hükmü bozup onu, önce­kine hükmeder. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet birisi "mülkiyetine", diğeri de "karnındaki yavrusuna" karşı beyyine ibraz ederlerse, yavruya karşı beyyinesi olan daha haklı olur.

Keza, dava iki yabancı arasında olursa, yavru iddiasında bulunanın beyyinesi daha haklı olur.

Eğer yavru zi'i-yede hükmolunduktan sonra, üçüncü bir şahıs yavruya karşı beyyine ibraz ederse, ona hükmedilir. Ancak zi'l-yed beyyinesini iade ederse, bu durumda, ona hükmolur. Kâfî'de de böyledir.

Eğer zi'l-yed beyyineye kadir olamaz, hakim de köleyi üçüncü şahsa hükmettikten sonra zi'l-yed o kölenin kendisine ait olduğuna dair beyyine ibraz ederse, bu durumda hakim, üçüncü şahsa: "Kölenle ilgili beyyineni iade eyle." der. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adamın elinde bir köle bulunduğunda, başka bir adam da, —beyyinesiyle— "onun kendi kölesi olduğunu ve kendi mülkünde doğduğunu" iddia eder; başka birisi de aynısını yapar; hakim de, yarı yarıya aralarında hükmettikten sonra, üçüncü bir şahıs daha gelerek, onlar gibi bir beyyine ibraz eder ve köle ona hükmedilirse, eğer önceki hükmedilenler, "kendi mülklerinde doğduğunun belgesini" iade eyle-mezierse, yapılacak bir şey kalmaz. Şayet birisi belgeyi iade eder, diğeri edemezse, bu kölenin yarısı beyyinesini iade edene hükmedilir. Üçüncünün beyyinesi kabul edilmez. Diğer hükmolunana karşı beyyi-neyi iade edemeyenin yarısı, üçüncüye hükmedilir. Beyyinesini iade eden şahıs, o üçüncüye hükmedilene ortak olmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Zi'İ-yed ve yabancı, "mutlak mülk" iddia ederek belge de ibraz ederler ve zi'I-yed'in mülkü olduğuna hükmedildikten sonra da zi'l-yed yavruya karşı beyyine ibraz eylese, beyyinesi kabul edilir. Önceki hüküm bozulur. Kâfî'de de böyledir.

Bir   adamın   elinde,    bir   köle   bulunur,   başka   birisi   de —beyyinesiyle— "onun, kendi kölesi olduğunu ve onu azad eylediğini" iddia eder; başka birisi de "onun kendi kölesi olduğunu ve mülkünde doğduğunu" iddia eder ve bunu belgelese, bu durumda doğum evlâdır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Yabancı ile zi'l-yed —ikisi de— kölenin doğumunu belgeleyip yabancı "onun, azad edildiğini" iddia eylese, işte bu evladır.

Keza, ikisi de iddia ettikleri halde, o üçüncü bir şahsın yanında olsa; onlardan birisi, "azad olduğunu" iddia ederse, bu evla olur. Çünkü doğum, ıtk ile beraber isbat yönünde fazla olur. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Yabancı doğumla beraber tedbîr'i zi'l-yed de yalnız doğumu iddia. ederse, bu durumda ihtilaf vardır: Ebû Süleyman'ın rivayetine göre, yabancıya hükmedilir ve azad olmuş yerine konur. Ebû Hafs'ın rivaye­tine göre ise, kitabet yerine konarak zi'I-yed'e hükmolunur. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet yabancı, —doğumla birlikte— "tedbirini" veya "ümm-ü veled olduğunu" iddia eder; zi'I-yed'de —doğumla birlikte— "azad edildiğini" iddia ederse; bu evla olur.

Eğer zi'l-yed "tedbîr" veya ümmü veledi, doğumla birlikte "iddia eder; yabancı da "azad edildiğini" iddia ederse; bu durumda yabancı evla olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Zi'l-yed, doğumunu, yabancı da "mülkiyetini" iddia eder ve "onu,  kendisinden  gasbeylediğini"  veya  "ona,  ariyet  koyduğunu" söylerse, bu durumda, yabancının beyyinesi eviâ olur.

Bir cariye, bir şahsın yanında bulunduğunda, başka bir adam da —beyyinesiyle— onun  kendisine ait olduğunu iddia eder;  beldenin hakimi de böylece hükmeder; zi'l-yed de —beyyine ibraz ederek— "onun, kendi cariyesi olduğunu ve mülkünde doğduğunu" iddia eder ve davacının (= müddeînin) şahitleri şehadette bulunarak: "Hakim şahit­lerin kendi yanında: Gerçekten o, zi'f-yedden onu satın aldı." veya "zi'l-yed ona bağışladı." yahut "sadaka verdi." diye şehadetleri sebe­biyle hükmeyledi." derler ve hüküm sebebini açıklamazlarsa; hakim o hükmü infaz eder ve onu müddeîye verir.

Eğer şahitler: "Hakim, şahitlerin şehadeti sebebiyle, onu, ona verdi." derlerse; Bu durumda hakim, o hükmü infaz eder.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre hakim, bu hükmü bozar.
Eğer "Gerçekten beldenin hakimi, böylece yanımızda ikrar eyledi. Bu cariyeyi, davacıya (- müddeîye) hükmeyledi. Şahitlerin şehadeti sebebiyle ve öyle neticelendi." diye şehadette bulunurlarsa Şeyhu'I-İslâm "İkinci hakim, bi'1-icma bu hükmü bozar." demiştir. Zehıyre'de de böyledir.
Cariye bir adamın yanında bulunur başka bir adam da —beyyine ibraz ederek— "Gerçekten beldenin hakimi, böyle zi'1-yed'e hükmey­ledi." der de sebebini açıklamazsa, başka birisi de "doğum üzerine", iddiada bulunursa hüküm sahibi evla olur.

Eğer önceki, beyyine ikame ederek: "Gerçekten beldenin hakimi, şahitlerin şehadeti sebebiyle, ona hükmeyledi." derler; başka birisi de "doğuma karşı" iddiada bulunursa İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre hüküm sahibi evla olur.

İmâm   Muhammed (R.A.)'e göre ise, doğum sahibi   evladır. Muhıyt'te de böyledir.

Yabancı, beyyine ibraz ederek, "onun, kendi cariyesi; kölenin de kendi mülkü olduğunu" iddia eder; zi'l-yed de aynı şekild eiddiada bulunursa; davacıya (- müddeîye) hükmedilir. Çünkü onların ikisi de cariyeyi "mutlak mülk olarak iddia eylediler. Onun için, müddeîye hükmolunmuştur. Sonra da köleye  tebâen müstehak   olmuştur. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Müddeî (= da'vaci) beyyine ibraz ederek, iddia olunanın elinde bulunan koyunu, iddia eder ve "onun, kendi koyunu olduğunu" söyler ve yününü kendi mülkünde kestiğini beyan ederse; zi'1-yedin de aynı şekilde iddia etmesi halinde, yün de koyunda müddeîye hükmolunur, Zehıyre'de de böyledir.                                               ,
Elinde bir köle bulunan şahıs, —beyyinesiyle— "onun, kendi kölesi olduğunu ve kendi mülkünde köle ve cariyesinden doğduğunu" iddia eder; yabancı biriside aynı şekilde iddiada bulunursa, o köle zi'1-yed'e hükmolunur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Cariyesinin ve kölesinin oğlu olur. Başkasının cariyesinin köle­sinin oğlu olmaz. Köle zi'1-yed'e hükmolunur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adamın elinde bulunan bir köleyi, bu adam beyyine ile, "kendi kölesi olduğunu; mülkünde doğduğunu; şu cariye ve şu kölesinin çocuğu ' olduğunu" iddia eder; başka birisi de aynı şekilde iddiada bulunursa, bu durumda hakim, o köleyi, iki yabancı arasında, —yarı yarıya— hük­meder o köle iki cariyenin ve iki kölenin oğlu olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adamın elinde  bir köle   olur, başka   bir   adam da —beyyinesiyle—   "onun,  kendi  kölesi  olduğunu    ve mülkünde doğduğunu"  iddia ettiği halde cariyesini söylemez, başka birisi de —beyyinesiyle—  "onun,  kendi  kölesi olduğunu, mülkünde, cariye­sinden doğduğunu" iddia ederse,  bu durumda hakim, cariyesinden doğduğunu iddia eden zata hükmeder.
Eğer sahibü'1-yed, beyyine ikame ederek, "kendi kölesi olduğunu, mülkünde, cariyesinden doğduğunu; diğerinin cariyesinden başka bir cariyeden doğduğunu" iddia ederse, o takdirde zi'1-yed'e hükmolunur. Muhıyt'te de böyledir.

Kübrâ kita'bmda şöyle zikredilmiştir:

İki şahıstan her birinin elinde bir koyun bulunduğunda, onlardan herbirisi beyyineleriyle arkadaşının elindeki koyunun kendisine ait olduğunu iddia eder ve "onun elinde bulunan koyundan doğduğunu" söylerse; beyyineleri kabûi edilir ve her birine arkadaşının elindeki koyun hükmedilir.

Fetva da bunun üzerinedir. Muzmarât'ta da böyledir..

Koyunların yaşları belirsiz ise, ikisinin de beyyineleri —onların herbirini diğerinin olma ihtimali olduğu için— kabul edilir.

Fakat onlardan birinin salahı yoksa, o zaman beyyine kabul edilmez.

Eğer elinde koyun bulunan, beyyine ibraz ederek, "o koyunun, kendi malı olduğunu, kendi mülkünde doğduğunu" söyler; diğeri de aynısını iddia ederse, herkese kendi elindeki koyun hükmedilir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Tekerrür etmeyen her sebep doğmak anlamınadır. Bir kadının, dokumadığı bir elbisedeki, dokuma gibi... Pamuk kumaştaki dokuma gibi... Pamuk eğirme, süt sağma, peynir yapma, yün kırkma gibi...

Eğer sebep tekerrür ederse, bu doğmak manasına gelmez. O tak­dirde, yabancıya hükmedilir; mutlak mülk menzilinde olur. Bina gibi, ağaç dikmek ekin ekmek gibi.. Hububat, buğday ekmek gibi...

Eğer bilinmiyorsa, haber ehline müracaat edilir. Kâfî'de de böyledir.

Bir kimse, başka bir adamın yanında bulunan, bir elbisenin ken­disine ait olduğunu iddia eder ve "onun, kendi elbisesi olduğunu ve kendisinin dokuduğunu" söyler veya "bir şahsın elindeki kılıcın kendi­sine ait olduğunu iddia eder; "onun, kendi kılıcı olduğunu, kınını ken­disinin yaptığını" söyleyip, bunu da beyyineler; zi'l-yed de aynı şekilde iddia ve beyyine ibraz ederse; bu elbisenin ve bu kılıcın —bir defadan başka—  dokunmamış  ve  yapılmamış  olduğu  biliniyorsa,   o  zaman zilyedin beyyinesi kabul edilir.

Eğer gerçekten bu elbisenin ve bu kılıç kınının defalarca yapılmış olduğu biliniyorsa, o zaman, yabancının beyyinesi kabul edilir.

Eğer hakim, müşkül durumda kalırsa, bilirkişilerden, adil zatlardan onu sorar ve hükmünü onların sözüne göre verir. Bu vasıflan taşıyan bir kişi kafi gelir. İki kişi olurlarsa, daha ihtiyatlı olur.

Eğer, bu şahıslar da kendi aralarında ihtilaf ederler ve belirsizlik devam ederse; iki rivayet vardır. Bu rivayetlerden birine göre, yabancıya hükmedilir. Muhıyt'te de böyledir.

San'at ehlinin ihtilaf etmesi de böyledir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

İki kadınr pamuk eğirmede ihtilaf ederler ve her biri "kendisinin eğirdiğini" iddia ederse; bu durumda, her birine kendi yanında bulunan pamuk hükmedilir. Felâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Yün eğirme yeri olursa, hariç olan kadına hükmedilmesi evla olur. Zehıyre'de de böyledir.

İki kişiden her biri, elinde bulunan elbise hakkında münazaa ettiklerinde, onlardan birisi, beyyine ikame ederek "yarısını kendisinin dokuduğunu"  iddia eder; diğeri  de aynı iddiada  bulunursa İmâm Muhammed (R.A.): "Eğer iki yan tanınıyorsa, onlardan her birinin dokuduğu, kendisine hükmedilir. Eğer tanınmıyorsa, yabancıya hük­medilir." buyurmuştur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bîr adam, diğerinin yanında bulunan yünü iddia ederek: "O yün, benimdir; koyanlarımdan kırktım." der ve bu hususta beyyine ibraz eder; yün elinde bulunan şahıs aynısını yaparsa; bu durumda yün, elinde bulunan şahsa hükmedilir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsın yanında bulunan zeytin yağı veya susam yağını iddia eder ve "onu, kendi yaptığım" söyleyip, buna göre beyyine de ibraz eder; zi'l-yed de aynısını yaparsa, ziM-yed'e hükmo-lunur.

Un ve kavut da böyledir. Muhıyt'te de böyledir.
İki adam, peynir hakkında münazaa ettiklerinde, zil'-yed de yabancı da— beyyineleriyle— "kendilerinin olduğunu" iddia ederlerse, bu durumda o, zi'1-yed'e hükmolunur.
Keza süt hakkında münazaa ederlerse, o da zi'1-yed'e hükmolunur.

Kâfî'de de böyledir.

Her birisi, —beyyine ikame ederek— "peynirin, kendi sütünden yapıldığını iddia ederse; bu durumda peynir yabancı için hükmolunur.
Eğer her birisi —beyyinesiyle— "sütün kendi koyunundan olduğunu" ve "peynirin de, o sütten yapıldığını" söylerse, o zaman zi'1-yede hükmolunur. Keza, her birisi —beyyineleriyle— "koyunun, kendisine ait olduğunu; sütün o koyundan olduğunu, peynirin de o sütten yapıldığını" iddia ederse, iddia edene hükmolnuur.
Eğer onlardan her birisi, —beyyineleriyie— bu peynirin yapıldığı sütün sağıldığı koyununun, kendi koyunundan doğduğunu" iddia ederse; peynir, zi'1-yed'e hükmolunur. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet müddeî: "Bu peynir benimdir. Bunu koyunumun sütünden yaptım." der; yabancı da aynı şekilde söylerse, o zaman yabancıya hükmedilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adamın elinde bir ev bulunur, başka birisi de —beyyinesiyle— "o evin, dedesinin olduğunu ve ondan miras kaldığını ve kendisine ait olduğunu" iddia eder; zi'l-yed de aynı iddiada bulunursa, o ev   iddia sahibine hükmedilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir yer ve hurmalık, bir adamın elinde bulunur, başka birisi de —beyyine ikame ederek— "o yerin,  kendisinin olduğunu ve oraya hurma ağaçlarını kendisinin diktiğini" iddia eder; zi'l-yed de aynını yaparsa; o yer, iddia sahibine hükmedilir.

Bağ ve bahçe de böyledir. Kâfî'de de böyledir.

Ekili bir yeri elinde bulunduran şahısla diğer bir şahıs beyyineleri ile iddia eyleseler, o yer ve mahsûlü yabancı şahsa hükmedilir. Muhıyt'te de böyledir.

İki kişi, bir bina hakkında ihtilaf ederler ve her birisi "onu, kendi arsasına yaptığını" iddia ederse, yine bu durumda bu ev yabancıya hükmedilir. Serahsî'nin Muhıyt'ınde de böyledir.

Bir adamın yanında olan paltoyu, diğer bir şahıs iddia ederek "onun, kumaşını kendinin kestiğini ve diktiğini, kendi malı olduğunu" beyyineler, zi'l-yed de aynısını iddia ederse, palto müddeîye hükmolunur. Mebsût'ta da böyledir.

Cübbe de böyledir.

Kesilen her kumaş ve yaygı da böyledir.

Her döşek ve yastık da böyledir.

Usfur ve zafer an la boyanmış kumaş da böyledir. Yabancı da, zi'I-yed de beyyinelerini ibraz ederler ve "kendilerini


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..