Yedinci Mukaddime
Bütün şer'î ilimler Allah'a kulluk etmek için birer vesiledir ve sâri' teâlâ bu ilimleri bu amaçla talep etmektedir. Eğer bunların istenmesinde bir başka hususun göz önünde bulundurulduğu ortaya çıkarsa, bu mutlaka aslî maksada tâbilik yolu ve ikinci kasıtla (kasd-ı sânı) olmaktadır. Bu esasın delillerini aşağıdaki gibi sıralamak mümkündür;
A) Daha önce geçtiği üzere, pratik bir neticesi bulunmayan her ilim[102], şer'an hüsnükabûl görmemektedir. Eğer bu gibi ilimlerin şer'î bir gayeleri olsaydı, o takdirde şer'an hüsnükabûl görürdü. Şer'an hüsnükabûl görünce de sahabe ve tabiînden oluşan ilk nesiller bunları araştırırdı.[103]böyle bir araştırma mevcut değildir. Bunun tabîî neticesi de aynı şekildedir.
B) Şeriatın tek amacı kullukta bulunulmasını temindir; bütün peygamberlerin [a'est] gönderilmelerinde gözetilen maksat da budur: nitekim bu husus şu âyetlerde ifade edilmiştir:
"ey insanlar! Rabbinizden sakınınız![104]"elif, lam, râ. Bu kitâb hakim ve herşeyden haberdar olan Allah tarafından; Allah'tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye âyetleri kesin kılınmış, sonra da uzun uzadıya açıklanmış bir kitâb'dır.[105]"bu Allah'ın izniyle, insanları karanlıklardan aydınlığa, güçlü ve övülmeye lâyık, göklerde ve yerde olanların sahibi Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz kitâb'-tır.[106]"bu, doğruluğu şüphe götürmeyen ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlara yol gösteren kitâb'tır.[107]"hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur. Öyle iken, inkâr edenler rablerine başkalarını denk tutuyorlar.[108]"Allah'a itaat ediniz, peygamber'e itaat ediniz![109] "hamd Allah'a mahsustur ki, kendi katından şiddetli bir baskını haber vermek ve yararlı iş yapan mü'minlere, içinde temelli kalacakları güzel bir mükâfaatı müjdelemek ve 'Allah çocuk edindi' diyenleri uyarmak için kulu muhammed'e eğri bir taraf bırakmadığı dosdoğru kitâb'ı indirmiştir.[110]"ey muhammed! Senden önce gönderdiğimiz her peygambere: 'benden başka tanrı yoktur, ba-[62] na kulluk edin!3 diye vahyetmişizdir[111]"ey muhammed!
Biz sana kitabı gerçekle indirdik, öyle ise dîni Allah için hâlis kılarak o'na kulluk et. Dikkat edin, hâlis dîn Allah'ındır."[112]buna benzer âyetler sayılamayacak kadar çoktur ve hepsi de peygamberlerin gönderilmesinden maksadın Allah'a kulluğun temini olduğunu ifade eder. Onlar Allah'ın vahdaniyetine delâlet eden delillerle gönderilmişler ve böylece kulların sadece gerçek ma'bûd'a; her türlü noksanlıklardan münezzeh, ortak ve benzeri bulunmayan yüce Allah'a yönelmeleri için tebliğde bulunmuşlardır. Bu meyânda yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "ey muhammed! Bil ki, Allah'tan başka tanrı yoktur; günahlarının... Bağışlanmasını dile![113]"bilin ki, o ancak Allah'ın ilmiyle indirilmiştir. Ondan başka tanrı yoktur, artık müslümansınız değil mi?[114] "o diridir, o'ndan başka tanrı yoktur. Dîni yalnız ona has kilarak o'na yalvarın."[115]kelime-i tevhidi ortaya koyan bu ve benzeri pek çok yerde ya hemen akabinde ya da mukaddime olmak üzere, mutlaka sadece Allah'a kullukta bulunulması isteği bulunmaktadır. Dahası tevhîd delilleri bu şekilde sadece bir hatırlatma için, öğüt için sevkedilmiştir. Netice olarak diyebiliriz ki, ilimden maksat, Allah'a kullukta bulunmadan başka bir şey değildir. Bu mânâda âyetler sayılamayacak kadar çoktur.
C) İlmin ruhunun amel olduğuna; amelsiz ilmin iğreti ve faydasız olduğuna dair deliller vardır. Buhususta yüce Allah: "Allah'ın kulları arasında, o'ndan korkanlar, ancak âlimlerdir," nobuyurur[116]âyetine[117] isekatâde: "şüphesiz o, kendisine öğrettiğimizle amel edendir." mânâsını vermiştir. "geceleyin secde ederek ve ayakta durarak boyun büken, âhiretten çekinen, rabbinin rahmetini dileyen kimse inkâr eden kimse gibi olur mu? Ey muhammed! De ki: 'bilenlerle bilmeyenler bir olur mu v doğrusu ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.[118]"kitabı okuyup durduğunuz halde kendinizi unutur da başkalarına mı iyilikle emredersiniz?"[119]ebû cafer muhammed b. Ali'den, "onlar, azgınlar ve iblisin adamları, hepsi, tepetakla oraya atılırlar." âyeti[120] hakkında: "bunlar hakkı ve adaleti dilleri ile ifade edip, aksini yaparak muhalefet eden bir kavimdir." dediği rivayet edilmiştir. Ebû hüreyre tarafından rivayet edilen bir hadiste ise şöyle denilmiştir; "şüphesiz cehennemde kötü âlimlerle dönen değirmenler vardır. Dünyada iken onları tanıyan bazı kimseler yukarıdan (cennetten) onlara bakarlar ve: 'sizi bu hale ne getirdi? Halbuki, biz sizden öğreniyorduk!' derler. Onlar: 'biz size iyilik yapmanızı emreder, fakat kendimiz aksini yapardık.' derler.[121] süfyânu's-sevrî ise: "ilim sadece takva sahibi olabilmek için öğrenilir. İlmin başka şeylere üstün kılınması, sadece onunla Allah'tan sakmıldığı içindir." demiştir. Hz. Peygamber bir hadislerinde: "ift;ya-metgününde beş şeyden sorgulanmadıkça kulun ayakları yerinden oynamaz." buyurmuşlar ve bunlardan birisinin de "ilmiyle amel edip etmediği" olduğunu belirtmişlerdir.[122]ebû'd-derdâ şöyle der: "gerçekten korkuyorum ki, yarın kıyamet gününde bana 'bilgi sahibi mi yoksa câhil miydin?' diye sorarlar. Ben de 'bilgi sahibiydim.' derim. Bu kez Allah'ın kitabında bulunan emredici yasaklayıcı bütün âyetler gelir ve beni sorguya çekerler: emredici âyetler 'gereğimi yerine getirdin mi?'; yasaklayıcı âyetler de 'gereğimden sakındın mı?' diye bana sorarlar. Allah'ım! Faydasız ilimden, hususuz kalpten, doymayan nefisten, işitilmeyen duadan sana sığınırım.'' cehennem ateşine atılacak ilk üç zümre ile ilgili ebû hüreyre hadisinde konumuzla ilgili olan kısımda şöyle buyrulur: "ve bir adam ki, ilim öğrenmiş, öğretmiş ve kur'ân okumuştur. Bu kimse getirilir. Yüce Allah ona olan nimetlerini hatırlatır ve o da bunları tasdik eder. Sonra Allah ona: 'peki ne yaptın v diye sorar. O da: ya rabbi! Senin için ilim öğrendim, öğrettim ve kur'ân okudum.' der, yüce Allah: 'hayır, yalan söyledin! Sen 'falan büyük âlimdir.' desinler diye bunu yaptın. Nitekim dediler de.' buyurur. Sonra emir üzere yüz üstü ce- henneme atılır.[123] başka bir hadislerinde: "kıyametgününde en şiddetli azab göreceklerden biriside ilminden faydalanmayan âlimdir." buyurmuşlardır.[124]yine rivayetlerde hz. Peygamber'in faydasız ilimden Allah'a sığındıkları belirtilmiştir.[125]hikmet erbabı ise şöyle demişlerdir: "Allah kimi ilimden mahrum ederse, onu cehaletle azablandınr. Azabça bundan daha şiddetlisi, kendisine ilim yönelen kimsenin ona sırt çevirmesi; Allah'ın kendisine nasib ettiği ilimden gereği şekilde amel edip ondan faydalanmamasıdır." muâz b. Cebel ise:" ne kadar bilgi sahibi olursanız olun, amel etmedikçe Allah sizi ilminizle sevapîandıracak değildir." demiştir. Bu söz aynı zamanda "gerçek âlimlerin himmeti ilme riâyet; sefihlerin himmeti ise sadece rivayettir" ilavesiyle hz. Peygamber'e nisbet edilerek de nakledilmiştir. Aynı söz enes b. Mâlik'e de nisbet edilmiştir. Abdurrahmaö b. Ganm rivayet eder: bana hz. Peygamber'in ashabından on kişi haber verdi ve şöyle anlattılar: "biz kubâ mescidinde ilim müzâkere ediyorduk bir de baktık hz. Peygamber çıkageldi. Bize: tve kadar öğrenirseniz öğrenin, amel etmedikçe Allah sizi ilminizle sevapîandıracak değildir.' buyurdular."[126]bir adam ebû'd-derdâ'ya soru sorardı. Ebû'd-derdâ ona "sorduğun her şeyle amel ediyor musun? Diye sordu. Adam: hayır! Diye cevap verdi. Bunun üzerine ebû'd-derdâ: "o halde aleyhine hüccetleri çoğaltmakla ne yapacaksın?" diye karşılık verdi. Hasen el-basrî de: "insanları yaptıkları işlerle değerlendirin; sözlerini boşverin! Çünkü yüce Allah, hiçbir sözü onu tasdik ya da tekzib edecek bir amel olmadıkça bırakmayacaktır. Eğer güzel bir söz işitirsen, sahibini değerlendirmede acele etme; eğer sözüne işi de uygun düşerse, işte o zaman o gerçekten güzel ve hürmete lâyık birisidir." demiştir. İbn mes'ûd ise şöyle der: "bütün insanlar sözü güzel söylediler. Şimdi kimin işi sözüne uygun düşerse, nasibini alan kimse işte o kimsedir; kimin de işi sözüne uymazsa o ancak kendi nefsini kınar." es-sevrî ise: "hadis sadece Allah'tan sakınmaya bir vesile olması amacı ile tahsil edilir; bu yüzdendir ki, sair ilimlere üstün kılınmıştır. Eğer öyle olmasaydı, diğer şeylerden bir farkı kalmazdı. "imam mâlik kendisine ulaştığına göre el-kâsrm b. Muhammed'in: "ben öncekilere yetiştim; onlar söze aldırış etmezlerdi. Onların hoşuna giden şey sadece ameldi." dediğini nakletmiştir.
Bu mânâya delalet edecek deliller sayılamayacak kadar çoktur. Bütün bunlar şeriat nazarında ilmin sadece bir vesîle (araç) olduğunu, hiçbir zaman bizatihi maksûd olmadığını ortaya koymaktadır. İlim sadece amele götürmesi için bir vesiledir; ilmin faziletine dair vârid olan bütün deliller, kişinin yükümlü olduğu amellerin gerçekleşmesi ona bağlı olduğu içindir.
İtiraz: gerçek şudur ki, şerîatte ilmin özel bir yeri ve üstünlüğü vardır. Âlimlerin mertebesi şehitlerin mertebesinden daha üstündür; onlar peygamberlerin vârisleridirler ve âlimlik mertebesi peygamberlik mertebesinden hemen sonra gelmektedir. Öbür taraftan da ilmin üstünlüğüne dâir deliller kayda bağlı değil de mutlaktır. Durum böyle iken, nasıl olur da ilmin bizatihi maksûd olmadığı, onun sadece bir araç olduğu iddia edilebilir? Evet ilim bir açıdan vesile olabilir; fakat bu onun bizatihi maksûd olmadığını gerektirmez. Aynen îmân gibi; çünkü îmân da ibâdetlerin sıhhati için şarttır ve kabul edilmeleri için bir vesiledir, buna rağmen o bizatihi maksûddur.
Cevap: Bu itiraz yerinde değildir. Çünkü biz ilmin untüııluğunün mutlak olarak sabit olmadığını söylüyoruz. Aksine ilmin uitünlüğü zikrettiğimiz delillerle amele götürmesi, ona vesile olması şartı ile kayıtlıdır. Aksi takdirde deliller arasında tearuz (çatışma) söz konusu olur; âyetler, hadisler ve dinde mümtaz yerleri bulunan selefin sözleri arasında tutarsızlıklar, çelişkiler bulunurdu. Mutlaka bu delillerin arasının te'lîf edilmesi gerekmektedir. Bizim yukarıda arzettiğimiz husus, ilim ve âlimlerin üstünlüğü konusunda zikredilen delillere açıklık kazandırmakta ve çelişkiye meydan bırakmamaktadır. Îmâna gelince, o kalbi fiillerdendir ve ilimden neşet eden 'tasdik' demektir. Ameller, her ne kadar bizatihi maksûd olabilirlerse de, aynı anda bir başka amele vesile olmaları da mümkündür. İlim ise sâdece vesiledir. Bunun da en üst rütbesi Allah'ı bilmektir. Buna rağmen eğer gereğini yapıp îmân etmiyorsa, bu bilginin sahibine kazandırdığı hiçbir fazilet yoktur.
Soru: Bu bir çelişkidir. Çünkü inkârla birlikte Allah'ı bilmek mümkün değildir.
Cevap: Bu doğru değildir; inkâr ve tekziple de ilim hâsıl olabilir. Nitekim yüce Allah firavun kavmi hakkında: "gönülleri kesin olarak kabul ettiği halde, haksızlık ve büyüklenmelerinden ötürü onları bile bile inkâr ettiler.[127] buyurmuştur. Yine yüce Allah: "kendilerine kitâb verdiklerimiz, muhammed'i oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Onlardan bir takımı, doğrusu bile bile hakkı gizlerler."[128]kendilerine kitâb verdiklerimiz, muhammed'i çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlar; fakat kendilerine yazık ettiler, çünkü onlar inanmazlar."[129]buyurmuştur. Yüce Allah bu âyetlerinde, onların hz. Muham-med'in peygamberliğine dâir bilgileri bulunduğunu ifade buyurmuş, sonra da onların inanmıyor olduklarını belirtmiştir. Bu da açıkça gösteriyor ki, îmân ilimden başka birşeydir. Nitekim cehalet de küfürden ayrı bir şey olmaktadır.
Evet, amel edilmiş olmasa da genelde ilim bir fazilet olabilir. Meselâ furû-ı fıkhı ve teklifi hükümlerin karşısına çıkabilecek avarızı (engeller) bilmek gibi. Bu gibi meselelerin hâriçte vücut bulmadıkları farzedilse bile, bunlara dâir olan bilgi güzeldir, bu ilmi öğrenenler bundan dolayı sevap alırlar ve âlimlerin mertebesine ulaşırlar; ancak bu bizâtihî o ilmin kendisinden dolayı değildir, aksine o mesele ortaya çıktığında çözüm için o bilginin faydası olacağı ihtimâli bulunduğundan dır. Tabiatıyla bu durum, o bilginin bir vesile olmasına engel değildir. Mesela bir kimsenin namaz vaktinin henüz gelmediği, veyavakit gelse bile bir özre mebnî edâ imkanının bulunmadığı durumlarda, na-mazını kılabilir ümidiyle temizlikte bulunması (abdest) bir fazilettir. Kakat bu kişinin namaz kılmamak niyeti ile temizlikte bulunacağı farzedilse, bu takdirde kişinin temizliğinden dolayı sevap alması mümkün değildir. Aynı şekilde, ilim tahsil eden kimseler de, amel etmeyeceğim niyetiyle öğrenecek olsalar, bu ilimlerinin kendilerine bir faydası olmayacaktır. Bizzat gördük ve işittik ki, pek çok y ahûdî ve hı-ristiyan islâm dînini bilmektedirler; onun usûl ve furûuna dâir pek çok bilgileri vardır.[130]bununla birlikte küfür üzere bulunmaları dolayısıyla bütün islâm ümmetinin icmâıyla, bu bilgilerinin kendilerine hiçbir faydası yoktur. .
Kısaca diyoruz ki; şer'î olan her ilim sadece amele götürmüş olmaları açısından matlûpturlar; bizâtihî amaç değillerdir.
Fasıl:
İlmin üstünlüğünü câhillerden başka kimse inkar edemez. Ancak ilmin aslî ve tâbi olmak üzere iki amacı vardır:
Aslî amacını belirtmiş bulunuyoruz. Tâbi amacına gelince; bunlar âlimlerin çoğunun ifâde ettikleri "alim, soyca öyle olmasa dâ şereflidir; câhil ise soyca şerefli de olsa değersizdir. Alimin sözü ister eşraftan olsun, ister sade vatandaş bütün insanlar hakkında geçerlidir; onun verdiği hüküm bütün insanları bağlar; ona tazim etmek bütün mükelleflere vâcibtir, çünkü hz. Peygamber'in makamında bulunmaktadır; zira âlimler peygamberlerin vârisleridirler. İlim güzelliktir, maldır ve başka hiçbir şeyin denk olamayacağı bir rütbedir. İlim ehli sonsuza dek diridirler..." şeklindeki sözlerinde ifadesini bulan dünyada vesile olduğu övgü, saygı ve yüksek mertebe gibi hususlardır. Bütün bunlar, şer'an ilimden amaç olmayan şeylerdir. Nitekim kişi bu amaçlarla ibâdet edip Allah'a bağlanmaz; bununla birlikte ibâdet eden kişi bunlara da ulaşır.
Sonra mücerred ilimde, başka hiçbir şeyde bulunmayan bir lezzet vardır. Çünkü ilim, bilgiyle kavranan şey üzerinde bir nevi hâkimiyet kurmak, onu fethetmek anlamı taşır. Bir şeye vâkıf olmak ve onun üzerinde hâkimiyet kurmak tutkusu ise, insanın fıtratında olan bir şeydir ve insan kalbi hep buna meyyaldir. Bu ayrı bir konudur; delili ise tam tecrübe ve genel istikradır. Bu özelliğinden dolayıdır ki, ilim bazı kereler sırf haz almak, onu konuşmaktan lezzet duymak gibi amaçlarla talep edilir. Özellikle de akla büyük önem veren, düşünceye dayanın, bilinenden bilinmeyeni çıkarmaya çalışan ilimlar de bu motif önemli bir yer tutar.Ancak bu talî amaçlar, aslî amacın ya hizmetindedir ve onu del tekler; ya da öyle değildir:
Eğer aslî amacı gerçekleştirmeye yönelik ise, o takdirde başlan gıçta böyle bir amaç sahihtir. Nitekim yüce Allah övgü sadedinde "onlar: 'rabbimiz!bize eşlerimizden ve çocuklarımızdan gözümüzün aydınlığı olacak insanlar ihsan et ve bizi Allah'a karşı gelmekten sakınanlara önder yap!' derler."[131] buyurmaktadır. Bazı selef-i sâlihten de: "Allahım! Beni takva sahibi kimselerin önderlerinden yap." diye duâ ettikleri nakledilmiştir. Hz. Peygamber'in sorusundaki mü'minin benzeri olan ağacın hurma ağacı olduğu abdullah'ın kalbine doğduğu halde (teeddüben) söylememişti. Babası hz. Ömer bunu öğrenince, oğluna: "onu söylemiş olman, bana şundan şundan daha sevimli idi." demesi[132] yine kur'ân'da hz. İbrahim'in dilinden: "sonrakilerin beni güzel şekilde anmalarını sağla!"[133] buyurulması hep bu kabildendir. Aynı şekilde ahiretteki fazla sevabından dolayı ve benzeri sebeplerle talepte bulunulmasının hükmü de aynıdır.
Eğer aslî amacı gerçekleştirmeye yardımcı olmayacaksa, daha başlangıçta böylesi bir gaye sahîh değildir. Riya, sefihlerle münazara, âlimlere karşı çalım satma, milletin teveccühünü kendisine çekme, dünyalık elde etme vb. Gibi amaçlarla tahsil edilmesi gibi. İlim talibinin bunlara benzer bir amacının bulunması durumunda öğrenmeye karşı rağbetsizlik; ilerlemeye karşı ise hırs gösterecek; bunun neticesinde üzerine alıp başladığı şeylerin hakkını veremeyecek, kusurunu da itirafa yanaşmayacak; aklını hâkim kılacak, bilgisizce kıyaslar yapacak ve neticede kendisinden sual sorulan ve bilgisizce fetva veren, sonunda da hem sapıtıp hem de saptıran kimselerden olacaktır. Allah bizleri böyle bir duruma düşmekten muhafaza buyursun! Hadiste şöyle buyurulmuştur: "alimlere karşı öğünmek, sefihlerle münazaralara girişmek, kendi etraflarınızda meclisler oluşturmak amacı ile ilim talebinde bulunmayınız. Kim böyle yaparsa, o cehennemi boylar."[134]Allah rızası için öğrenilmesi gereken ilimleri, sadece dünya menfaatlerini elde etmek amacı ile öğrenen kimse, kıyamet gününde cennetin kokusunu duyamaz."[135]buyurmuşlardır. Bir hadiste de kendilerine 'gizli sehvet'in ne olduğu sorulmuş, "kişinin, insanların etrafında toplanmaları için ilim öğrenmesidir."[136] karşılığını vermişlerdir. Yüce kurân'da da: "gerçekten, Allah'ın indirdiği kitâb'dan bir şeyi giz-ip dt, onu az bir değere değişenler var ya, onların karınlarına tıkın-'tlfkfl ancak ateştir. Allah,
Kıyamet günü onlarla konuşmaz ve onları nahlardan arıtmaz. Onlara elem verici azâb vardır."[137] [138]
A) Daha önce geçtiği üzere, pratik bir neticesi bulunmayan her ilim[102], şer'an hüsnükabûl görmemektedir. Eğer bu gibi ilimlerin şer'î bir gayeleri olsaydı, o takdirde şer'an hüsnükabûl görürdü. Şer'an hüsnükabûl görünce de sahabe ve tabiînden oluşan ilk nesiller bunları araştırırdı.[103]böyle bir araştırma mevcut değildir. Bunun tabîî neticesi de aynı şekildedir.
B) Şeriatın tek amacı kullukta bulunulmasını temindir; bütün peygamberlerin [a'est] gönderilmelerinde gözetilen maksat da budur: nitekim bu husus şu âyetlerde ifade edilmiştir:
"ey insanlar! Rabbinizden sakınınız![104]"elif, lam, râ. Bu kitâb hakim ve herşeyden haberdar olan Allah tarafından; Allah'tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye âyetleri kesin kılınmış, sonra da uzun uzadıya açıklanmış bir kitâb'dır.[105]"bu Allah'ın izniyle, insanları karanlıklardan aydınlığa, güçlü ve övülmeye lâyık, göklerde ve yerde olanların sahibi Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz kitâb'-tır.[106]"bu, doğruluğu şüphe götürmeyen ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlara yol gösteren kitâb'tır.[107]"hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur. Öyle iken, inkâr edenler rablerine başkalarını denk tutuyorlar.[108]"Allah'a itaat ediniz, peygamber'e itaat ediniz![109] "hamd Allah'a mahsustur ki, kendi katından şiddetli bir baskını haber vermek ve yararlı iş yapan mü'minlere, içinde temelli kalacakları güzel bir mükâfaatı müjdelemek ve 'Allah çocuk edindi' diyenleri uyarmak için kulu muhammed'e eğri bir taraf bırakmadığı dosdoğru kitâb'ı indirmiştir.[110]"ey muhammed! Senden önce gönderdiğimiz her peygambere: 'benden başka tanrı yoktur, ba-[62] na kulluk edin!3 diye vahyetmişizdir[111]"ey muhammed!
Biz sana kitabı gerçekle indirdik, öyle ise dîni Allah için hâlis kılarak o'na kulluk et. Dikkat edin, hâlis dîn Allah'ındır."[112]buna benzer âyetler sayılamayacak kadar çoktur ve hepsi de peygamberlerin gönderilmesinden maksadın Allah'a kulluğun temini olduğunu ifade eder. Onlar Allah'ın vahdaniyetine delâlet eden delillerle gönderilmişler ve böylece kulların sadece gerçek ma'bûd'a; her türlü noksanlıklardan münezzeh, ortak ve benzeri bulunmayan yüce Allah'a yönelmeleri için tebliğde bulunmuşlardır. Bu meyânda yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "ey muhammed! Bil ki, Allah'tan başka tanrı yoktur; günahlarının... Bağışlanmasını dile![113]"bilin ki, o ancak Allah'ın ilmiyle indirilmiştir. Ondan başka tanrı yoktur, artık müslümansınız değil mi?[114] "o diridir, o'ndan başka tanrı yoktur. Dîni yalnız ona has kilarak o'na yalvarın."[115]kelime-i tevhidi ortaya koyan bu ve benzeri pek çok yerde ya hemen akabinde ya da mukaddime olmak üzere, mutlaka sadece Allah'a kullukta bulunulması isteği bulunmaktadır. Dahası tevhîd delilleri bu şekilde sadece bir hatırlatma için, öğüt için sevkedilmiştir. Netice olarak diyebiliriz ki, ilimden maksat, Allah'a kullukta bulunmadan başka bir şey değildir. Bu mânâda âyetler sayılamayacak kadar çoktur.
C) İlmin ruhunun amel olduğuna; amelsiz ilmin iğreti ve faydasız olduğuna dair deliller vardır. Buhususta yüce Allah: "Allah'ın kulları arasında, o'ndan korkanlar, ancak âlimlerdir," nobuyurur[116]âyetine[117] isekatâde: "şüphesiz o, kendisine öğrettiğimizle amel edendir." mânâsını vermiştir. "geceleyin secde ederek ve ayakta durarak boyun büken, âhiretten çekinen, rabbinin rahmetini dileyen kimse inkâr eden kimse gibi olur mu? Ey muhammed! De ki: 'bilenlerle bilmeyenler bir olur mu v doğrusu ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.[118]"kitabı okuyup durduğunuz halde kendinizi unutur da başkalarına mı iyilikle emredersiniz?"[119]ebû cafer muhammed b. Ali'den, "onlar, azgınlar ve iblisin adamları, hepsi, tepetakla oraya atılırlar." âyeti[120] hakkında: "bunlar hakkı ve adaleti dilleri ile ifade edip, aksini yaparak muhalefet eden bir kavimdir." dediği rivayet edilmiştir. Ebû hüreyre tarafından rivayet edilen bir hadiste ise şöyle denilmiştir; "şüphesiz cehennemde kötü âlimlerle dönen değirmenler vardır. Dünyada iken onları tanıyan bazı kimseler yukarıdan (cennetten) onlara bakarlar ve: 'sizi bu hale ne getirdi? Halbuki, biz sizden öğreniyorduk!' derler. Onlar: 'biz size iyilik yapmanızı emreder, fakat kendimiz aksini yapardık.' derler.[121] süfyânu's-sevrî ise: "ilim sadece takva sahibi olabilmek için öğrenilir. İlmin başka şeylere üstün kılınması, sadece onunla Allah'tan sakmıldığı içindir." demiştir. Hz. Peygamber bir hadislerinde: "ift;ya-metgününde beş şeyden sorgulanmadıkça kulun ayakları yerinden oynamaz." buyurmuşlar ve bunlardan birisinin de "ilmiyle amel edip etmediği" olduğunu belirtmişlerdir.[122]ebû'd-derdâ şöyle der: "gerçekten korkuyorum ki, yarın kıyamet gününde bana 'bilgi sahibi mi yoksa câhil miydin?' diye sorarlar. Ben de 'bilgi sahibiydim.' derim. Bu kez Allah'ın kitabında bulunan emredici yasaklayıcı bütün âyetler gelir ve beni sorguya çekerler: emredici âyetler 'gereğimi yerine getirdin mi?'; yasaklayıcı âyetler de 'gereğimden sakındın mı?' diye bana sorarlar. Allah'ım! Faydasız ilimden, hususuz kalpten, doymayan nefisten, işitilmeyen duadan sana sığınırım.'' cehennem ateşine atılacak ilk üç zümre ile ilgili ebû hüreyre hadisinde konumuzla ilgili olan kısımda şöyle buyrulur: "ve bir adam ki, ilim öğrenmiş, öğretmiş ve kur'ân okumuştur. Bu kimse getirilir. Yüce Allah ona olan nimetlerini hatırlatır ve o da bunları tasdik eder. Sonra Allah ona: 'peki ne yaptın v diye sorar. O da: ya rabbi! Senin için ilim öğrendim, öğrettim ve kur'ân okudum.' der, yüce Allah: 'hayır, yalan söyledin! Sen 'falan büyük âlimdir.' desinler diye bunu yaptın. Nitekim dediler de.' buyurur. Sonra emir üzere yüz üstü ce- henneme atılır.[123] başka bir hadislerinde: "kıyametgününde en şiddetli azab göreceklerden biriside ilminden faydalanmayan âlimdir." buyurmuşlardır.[124]yine rivayetlerde hz. Peygamber'in faydasız ilimden Allah'a sığındıkları belirtilmiştir.[125]hikmet erbabı ise şöyle demişlerdir: "Allah kimi ilimden mahrum ederse, onu cehaletle azablandınr. Azabça bundan daha şiddetlisi, kendisine ilim yönelen kimsenin ona sırt çevirmesi; Allah'ın kendisine nasib ettiği ilimden gereği şekilde amel edip ondan faydalanmamasıdır." muâz b. Cebel ise:" ne kadar bilgi sahibi olursanız olun, amel etmedikçe Allah sizi ilminizle sevapîandıracak değildir." demiştir. Bu söz aynı zamanda "gerçek âlimlerin himmeti ilme riâyet; sefihlerin himmeti ise sadece rivayettir" ilavesiyle hz. Peygamber'e nisbet edilerek de nakledilmiştir. Aynı söz enes b. Mâlik'e de nisbet edilmiştir. Abdurrahmaö b. Ganm rivayet eder: bana hz. Peygamber'in ashabından on kişi haber verdi ve şöyle anlattılar: "biz kubâ mescidinde ilim müzâkere ediyorduk bir de baktık hz. Peygamber çıkageldi. Bize: tve kadar öğrenirseniz öğrenin, amel etmedikçe Allah sizi ilminizle sevapîandıracak değildir.' buyurdular."[126]bir adam ebû'd-derdâ'ya soru sorardı. Ebû'd-derdâ ona "sorduğun her şeyle amel ediyor musun? Diye sordu. Adam: hayır! Diye cevap verdi. Bunun üzerine ebû'd-derdâ: "o halde aleyhine hüccetleri çoğaltmakla ne yapacaksın?" diye karşılık verdi. Hasen el-basrî de: "insanları yaptıkları işlerle değerlendirin; sözlerini boşverin! Çünkü yüce Allah, hiçbir sözü onu tasdik ya da tekzib edecek bir amel olmadıkça bırakmayacaktır. Eğer güzel bir söz işitirsen, sahibini değerlendirmede acele etme; eğer sözüne işi de uygun düşerse, işte o zaman o gerçekten güzel ve hürmete lâyık birisidir." demiştir. İbn mes'ûd ise şöyle der: "bütün insanlar sözü güzel söylediler. Şimdi kimin işi sözüne uygun düşerse, nasibini alan kimse işte o kimsedir; kimin de işi sözüne uymazsa o ancak kendi nefsini kınar." es-sevrî ise: "hadis sadece Allah'tan sakınmaya bir vesile olması amacı ile tahsil edilir; bu yüzdendir ki, sair ilimlere üstün kılınmıştır. Eğer öyle olmasaydı, diğer şeylerden bir farkı kalmazdı. "imam mâlik kendisine ulaştığına göre el-kâsrm b. Muhammed'in: "ben öncekilere yetiştim; onlar söze aldırış etmezlerdi. Onların hoşuna giden şey sadece ameldi." dediğini nakletmiştir.
Bu mânâya delalet edecek deliller sayılamayacak kadar çoktur. Bütün bunlar şeriat nazarında ilmin sadece bir vesîle (araç) olduğunu, hiçbir zaman bizatihi maksûd olmadığını ortaya koymaktadır. İlim sadece amele götürmesi için bir vesiledir; ilmin faziletine dair vârid olan bütün deliller, kişinin yükümlü olduğu amellerin gerçekleşmesi ona bağlı olduğu içindir.
İtiraz: gerçek şudur ki, şerîatte ilmin özel bir yeri ve üstünlüğü vardır. Âlimlerin mertebesi şehitlerin mertebesinden daha üstündür; onlar peygamberlerin vârisleridirler ve âlimlik mertebesi peygamberlik mertebesinden hemen sonra gelmektedir. Öbür taraftan da ilmin üstünlüğüne dâir deliller kayda bağlı değil de mutlaktır. Durum böyle iken, nasıl olur da ilmin bizatihi maksûd olmadığı, onun sadece bir araç olduğu iddia edilebilir? Evet ilim bir açıdan vesile olabilir; fakat bu onun bizatihi maksûd olmadığını gerektirmez. Aynen îmân gibi; çünkü îmân da ibâdetlerin sıhhati için şarttır ve kabul edilmeleri için bir vesiledir, buna rağmen o bizatihi maksûddur.
Cevap: Bu itiraz yerinde değildir. Çünkü biz ilmin untüııluğunün mutlak olarak sabit olmadığını söylüyoruz. Aksine ilmin uitünlüğü zikrettiğimiz delillerle amele götürmesi, ona vesile olması şartı ile kayıtlıdır. Aksi takdirde deliller arasında tearuz (çatışma) söz konusu olur; âyetler, hadisler ve dinde mümtaz yerleri bulunan selefin sözleri arasında tutarsızlıklar, çelişkiler bulunurdu. Mutlaka bu delillerin arasının te'lîf edilmesi gerekmektedir. Bizim yukarıda arzettiğimiz husus, ilim ve âlimlerin üstünlüğü konusunda zikredilen delillere açıklık kazandırmakta ve çelişkiye meydan bırakmamaktadır. Îmâna gelince, o kalbi fiillerdendir ve ilimden neşet eden 'tasdik' demektir. Ameller, her ne kadar bizatihi maksûd olabilirlerse de, aynı anda bir başka amele vesile olmaları da mümkündür. İlim ise sâdece vesiledir. Bunun da en üst rütbesi Allah'ı bilmektir. Buna rağmen eğer gereğini yapıp îmân etmiyorsa, bu bilginin sahibine kazandırdığı hiçbir fazilet yoktur.
Soru: Bu bir çelişkidir. Çünkü inkârla birlikte Allah'ı bilmek mümkün değildir.
Cevap: Bu doğru değildir; inkâr ve tekziple de ilim hâsıl olabilir. Nitekim yüce Allah firavun kavmi hakkında: "gönülleri kesin olarak kabul ettiği halde, haksızlık ve büyüklenmelerinden ötürü onları bile bile inkâr ettiler.[127] buyurmuştur. Yine yüce Allah: "kendilerine kitâb verdiklerimiz, muhammed'i oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Onlardan bir takımı, doğrusu bile bile hakkı gizlerler."[128]kendilerine kitâb verdiklerimiz, muhammed'i çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlar; fakat kendilerine yazık ettiler, çünkü onlar inanmazlar."[129]buyurmuştur. Yüce Allah bu âyetlerinde, onların hz. Muham-med'in peygamberliğine dâir bilgileri bulunduğunu ifade buyurmuş, sonra da onların inanmıyor olduklarını belirtmiştir. Bu da açıkça gösteriyor ki, îmân ilimden başka birşeydir. Nitekim cehalet de küfürden ayrı bir şey olmaktadır.
Evet, amel edilmiş olmasa da genelde ilim bir fazilet olabilir. Meselâ furû-ı fıkhı ve teklifi hükümlerin karşısına çıkabilecek avarızı (engeller) bilmek gibi. Bu gibi meselelerin hâriçte vücut bulmadıkları farzedilse bile, bunlara dâir olan bilgi güzeldir, bu ilmi öğrenenler bundan dolayı sevap alırlar ve âlimlerin mertebesine ulaşırlar; ancak bu bizâtihî o ilmin kendisinden dolayı değildir, aksine o mesele ortaya çıktığında çözüm için o bilginin faydası olacağı ihtimâli bulunduğundan dır. Tabiatıyla bu durum, o bilginin bir vesile olmasına engel değildir. Mesela bir kimsenin namaz vaktinin henüz gelmediği, veyavakit gelse bile bir özre mebnî edâ imkanının bulunmadığı durumlarda, na-mazını kılabilir ümidiyle temizlikte bulunması (abdest) bir fazilettir. Kakat bu kişinin namaz kılmamak niyeti ile temizlikte bulunacağı farzedilse, bu takdirde kişinin temizliğinden dolayı sevap alması mümkün değildir. Aynı şekilde, ilim tahsil eden kimseler de, amel etmeyeceğim niyetiyle öğrenecek olsalar, bu ilimlerinin kendilerine bir faydası olmayacaktır. Bizzat gördük ve işittik ki, pek çok y ahûdî ve hı-ristiyan islâm dînini bilmektedirler; onun usûl ve furûuna dâir pek çok bilgileri vardır.[130]bununla birlikte küfür üzere bulunmaları dolayısıyla bütün islâm ümmetinin icmâıyla, bu bilgilerinin kendilerine hiçbir faydası yoktur. .
Kısaca diyoruz ki; şer'î olan her ilim sadece amele götürmüş olmaları açısından matlûpturlar; bizâtihî amaç değillerdir.
Fasıl:
İlmin üstünlüğünü câhillerden başka kimse inkar edemez. Ancak ilmin aslî ve tâbi olmak üzere iki amacı vardır:
Aslî amacını belirtmiş bulunuyoruz. Tâbi amacına gelince; bunlar âlimlerin çoğunun ifâde ettikleri "alim, soyca öyle olmasa dâ şereflidir; câhil ise soyca şerefli de olsa değersizdir. Alimin sözü ister eşraftan olsun, ister sade vatandaş bütün insanlar hakkında geçerlidir; onun verdiği hüküm bütün insanları bağlar; ona tazim etmek bütün mükelleflere vâcibtir, çünkü hz. Peygamber'in makamında bulunmaktadır; zira âlimler peygamberlerin vârisleridirler. İlim güzelliktir, maldır ve başka hiçbir şeyin denk olamayacağı bir rütbedir. İlim ehli sonsuza dek diridirler..." şeklindeki sözlerinde ifadesini bulan dünyada vesile olduğu övgü, saygı ve yüksek mertebe gibi hususlardır. Bütün bunlar, şer'an ilimden amaç olmayan şeylerdir. Nitekim kişi bu amaçlarla ibâdet edip Allah'a bağlanmaz; bununla birlikte ibâdet eden kişi bunlara da ulaşır.
Sonra mücerred ilimde, başka hiçbir şeyde bulunmayan bir lezzet vardır. Çünkü ilim, bilgiyle kavranan şey üzerinde bir nevi hâkimiyet kurmak, onu fethetmek anlamı taşır. Bir şeye vâkıf olmak ve onun üzerinde hâkimiyet kurmak tutkusu ise, insanın fıtratında olan bir şeydir ve insan kalbi hep buna meyyaldir. Bu ayrı bir konudur; delili ise tam tecrübe ve genel istikradır. Bu özelliğinden dolayıdır ki, ilim bazı kereler sırf haz almak, onu konuşmaktan lezzet duymak gibi amaçlarla talep edilir. Özellikle de akla büyük önem veren, düşünceye dayanın, bilinenden bilinmeyeni çıkarmaya çalışan ilimlar de bu motif önemli bir yer tutar.Ancak bu talî amaçlar, aslî amacın ya hizmetindedir ve onu del tekler; ya da öyle değildir:
Eğer aslî amacı gerçekleştirmeye yönelik ise, o takdirde başlan gıçta böyle bir amaç sahihtir. Nitekim yüce Allah övgü sadedinde "onlar: 'rabbimiz!bize eşlerimizden ve çocuklarımızdan gözümüzün aydınlığı olacak insanlar ihsan et ve bizi Allah'a karşı gelmekten sakınanlara önder yap!' derler."[131] buyurmaktadır. Bazı selef-i sâlihten de: "Allahım! Beni takva sahibi kimselerin önderlerinden yap." diye duâ ettikleri nakledilmiştir. Hz. Peygamber'in sorusundaki mü'minin benzeri olan ağacın hurma ağacı olduğu abdullah'ın kalbine doğduğu halde (teeddüben) söylememişti. Babası hz. Ömer bunu öğrenince, oğluna: "onu söylemiş olman, bana şundan şundan daha sevimli idi." demesi[132] yine kur'ân'da hz. İbrahim'in dilinden: "sonrakilerin beni güzel şekilde anmalarını sağla!"[133] buyurulması hep bu kabildendir. Aynı şekilde ahiretteki fazla sevabından dolayı ve benzeri sebeplerle talepte bulunulmasının hükmü de aynıdır.
Eğer aslî amacı gerçekleştirmeye yardımcı olmayacaksa, daha başlangıçta böylesi bir gaye sahîh değildir. Riya, sefihlerle münazara, âlimlere karşı çalım satma, milletin teveccühünü kendisine çekme, dünyalık elde etme vb. Gibi amaçlarla tahsil edilmesi gibi. İlim talibinin bunlara benzer bir amacının bulunması durumunda öğrenmeye karşı rağbetsizlik; ilerlemeye karşı ise hırs gösterecek; bunun neticesinde üzerine alıp başladığı şeylerin hakkını veremeyecek, kusurunu da itirafa yanaşmayacak; aklını hâkim kılacak, bilgisizce kıyaslar yapacak ve neticede kendisinden sual sorulan ve bilgisizce fetva veren, sonunda da hem sapıtıp hem de saptıran kimselerden olacaktır. Allah bizleri böyle bir duruma düşmekten muhafaza buyursun! Hadiste şöyle buyurulmuştur: "alimlere karşı öğünmek, sefihlerle münazaralara girişmek, kendi etraflarınızda meclisler oluşturmak amacı ile ilim talebinde bulunmayınız. Kim böyle yaparsa, o cehennemi boylar."[134]Allah rızası için öğrenilmesi gereken ilimleri, sadece dünya menfaatlerini elde etmek amacı ile öğrenen kimse, kıyamet gününde cennetin kokusunu duyamaz."[135]buyurmuşlardır. Bir hadiste de kendilerine 'gizli sehvet'in ne olduğu sorulmuş, "kişinin, insanların etrafında toplanmaları için ilim öğrenmesidir."[136] karşılığını vermişlerdir. Yüce kurân'da da: "gerçekten, Allah'ın indirdiği kitâb'dan bir şeyi giz-ip dt, onu az bir değere değişenler var ya, onların karınlarına tıkın-'tlfkfl ancak ateştir. Allah,
Kıyamet günü onlarla konuşmaz ve onları nahlardan arıtmaz. Onlara elem verici azâb vardır."[137] [138]
Konular
- ESERİN TANITIMI
- Daha Öncekilerin İhmal Ettikleri Bahisler
- Kitabın Tanınmamasının Sebebi
- Kitaba Olan Teveccühümüzün Sebebi Ve Kitap Üzerinde Yaptığımız Çalışmalar
- Hadislerin Tahrıcı
- Önceki Baskıda Bulunan Tahrip Ve Hatalar
- Müellifin Önsözü
- Mukaddimeler
- Birinci Mukaddime
- İkinci Mukaddime
- Üçüncü Mukaddime
- Dördüncü Mukaddime:
- Beşinci Mukaddime:
- Altıncı Mukaddime:
- Yedinci Mukaddime
- Sekizinci Mukaddime
- Dokuzuncu Mukaddime
- Onuncu Mukaddime
- On Birinci Mukaddime
- On İkinci Mukaddime
- On Üçüncü Mukaddime
- BİRİNCİ KISIM
- HÜKÜMLER KİTABI
- Şer'î Hükvmler
- Birinci Mesele:
- İkinci Mesele
- Üçüncü Mesele
- Dördüncü mesele