logo logo

Yeni nesil güncel konularla ilgili sorular ve cevaplar!

Fetvalar.Com

Yeni Nesil Fetvalar

Sistemimize üye olarak sitemizi daha aktif olarak kullanabilirsiniz.

Üyelik için tıkla

Fetvalar.Com

Güncel sorular ve cevapları

Açıklama

Hadis-i şerifin Ebû Hureyre'den olan rivayeti Kütüb-i Sitte'nin tümünde yer almıştır. İbn Mâce'nin Sünen'inde bir de İbn Ömer'den gelen bir rivayet vardır.

Hadis-i şerif iki konuya temas etmektedir:
1) Zenginin borcunu geciktirmesi,
2) Alacaklının zengin birine havale edilmesi hali.

Bu konuların tetkikine başlamadan önce, hadiste geçen iki kelime üze­rinde durmak istiyoruz:

Matl: Aslında, bir şeyi uzatmak, demiri uzatmak için yaymak manala­rına gelir. Burada; bir kimsenin borcunu vermeyi geciktirmesi, alacaklıyı oya­laması, savsaklaması karşılığında kullanılmıştır. Kurtubî, bu kelimenin; "Öde­mesi gereken borcu, imkânı varken ödememek" manasına olduğunu söyler.

Ganî: Zengin demektir. Hadis-i şerifte, borcunu ödeme imkânına sahip olan kişi manasında kullanılmıştır.

Kelimelerle ilgili bu kısa açıklamamızdan sonra, hadisin temas ettiği ko­nulara dönebiliriz.
1- Yukarıda da işaret edildiği gibi, hadis-i şerifte önce borcunu ödeme imkânına sahip olduğu halde, borcu ödemeyip geciktirmenin zulüm olduğu belirtilmektedir. Tercemeden anlaşılacağı üzere, burada sözkonusu edilen zen­gin, borçlu durumundadır. Yani "matl" masdarı, failine muzaf olmuştur. Bu anlayış, ulemanın çoğunluğuna aittir.

Bazı âlimler ise cümlenin, "Zengine olan borcu geciktirmek zulümdür." manasına geldiğini söylerler. Bu manaya göre; matl masdarı, mef'ulüne muzaf olmuş olur. Bu durumda hadisi; "Zengine olan borcu ödemeyip geciktirmek zulüm olduğuna göre, fakire olanı geciktirmek öncelikle zulümdür" şeklin­de anlamak gerekir. Ancak, yukarıda da işaret edildiği gibi, âlimlerin büyük çoğunluğu önceki manayı benimsemiş ve hadisi, "Zenginin, borcunu gecik­tirmesi zulümdür" şeklinde anlamışlardır.

Hattâbî; "Bu cümlenin delâleti ile anlıyoruz ki, ödeyecek bir şey bula­madığı için borcunu geciktiren zalim değildir, dolayısıyla bu durumda olan borçlu hapsedilemez. Çünkü hapis bir cezadır ve ceza ancak zalime verilir." demektedir.

Hz. Peygamber (s.a), gücü yettiği halde borcu ödemeyi zulüm olarak nitelediğine göre, bu davranışın caiz olmadığı kesindir. Ancak, bu yasağın delâlet ettiği hüküm konusunda âlimler ihtilâf etmişlerdir:

Cumhura göre, borcunu kasden ödemeyen fâsık olur. Bir kimsenin fa-sık sayılması için, Şâfiîlerden Nevevî'nin tercihine göre, bu işi (borcunu ge­ciktirmeyi) tekrarlaması gerekir. Sübkî ise, tekrarlamanın şart olmadığını, bir kere borcu oyalamakla kişinin fâsık sayılacağını söyler.

Mâlikîlerden Sahnûn da: "Zengin birisi borcunu ödemeyip savsaklar­sa, şahitliği kabul edilmez. Çünkü kendisine zalim denilmiştir." der.
2- Hadisin ihtiva ettiği ikinci konu, zengine yapılan havaleyi kabul ko­nusudur. Buradaki "zengin"den maksat, borcu ödemeye kadir olan kişidir.

Havale: Sözlükte, "nakletmek" manasına gelir. Fıkıh ıstılahında; "Borcu bir zimmetten başka bir zimmete aktarmak" demektir. Yani, boçlunun, ala­caklıyı alacağım almgsı için başka birisine göndermesidir. Havalenin sahih sayılması için; muhîl, muhtâl ve muhâlün aleyhin rızaları yani havaleyi ka­bul etmeleri şarttır.

Muhîl; havale eden, yani borçlu olup da borcunu başkasının zimmetine aktaran kişidir.

Muhtâl; alacaklı olandır. Buna muhâlün leh de denilir.

Muhâlün aleyh: Kendisine havale edi?en muhîlin borcunu kabullenen kişidir. Buna, muhtâlün aleyh de denilir.

Havale edilen borca da, "muhâlün bih" denilir.

Havalenin sahih olması için saydığımız taraflarca kabulünün şart olu­şu, Hanefî mezhebindeki zahir rivayete göredir. Diğer mezheplerde, muhtâl ve muhâlün aleyhin rızasını şart koşmayanlar da vardır.

Havalenin sahih olması için; borcun belli olması, muhîl ve muhâlün le­hin akıllı, muhâlün aleyhin hem âkil hem de baliğ olması gibi başka şartlar da vardır.

Hadis-i şerifin zahiri, zengin birine yapılan havaleyi kabul etmenin va-cib olduğuna delâlet etmektedir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a) bunu emret­miştir. Zahirîler, Hanbelîlerin çoğu,Ebü Sevr ve İbn Cerîr et-Taberî bu gö­rüşe sahiptirler. Cumhura göre ise havaleyi kabul etmek vacib değil müste-haptır. Buna göre Peygamber Efendimiz'in emri, havaleyi kabule teşvik için­dir. Nitekim İbn Vehb'in bu konudaki bir sorusuna İmam Mâlik, "Bu teş­vik içindir, bağlayıcı değildir" karşılığını vermiştir.

Havale tahakkuk edince, alacaklı alacağını sadece muhâlün aleyh (ken­disine havale edilen) den isteyebilir, muhîl (havale yapan borçlu)den isteye­mez. Havale ile borçlunun zimmeti borçtan ibra edilmiş olur. Ancak, ala­caklının hakkının zayi olma tehlikesi ortaya çıkarsa; Hanefîlere göre muh­tâl, alacağını muhilden isteyebilir.

Alacaklının hakkının zayi olma tehlikesine "tevâ" denilir. Bu, İmam A'zam'a göre;

a) Muhâlün aleyhin havaleyi inkâr edip, muhtâlin bunu isbat için elin­de delilinin bulunmaması,

b) Muhâlün aleyhin, müflis olarak ölmesi ile ortaya çıkar.

İmam Ebû Yusuf ve Muhammed'e göre yukarıdakilere ilâveten, hâki­min muhâlün aleyhin iflasına hükmetmesi ile de, alacaklının hakkının ala­mama tehlikesi tahakkuk etmiş sayılır.

İmam Mâlik, Şafiî, Ahmed b. Hanbel, Ebû Ubeyd ve Ebû Sevr'e göre; havale tamamlandıktan sonra muhîl tamamen borçtan kurtulmuştur. Ne olur­sa olsun, alacaklı alacağını kendisinden isteyemez.

Hattâbî'nin, Münzirî'den nakledilip "sahiplerini bilmiyorum" dediği üçüncü bir görüşe göre; muhâlün aleyh hayatta olduğu müddetçe alacaklı borcunu ödemesi için borçluya (muhîl) müracaat edemez. Ama muhâlün aleyh ölür ve borcun ödenebileceği bir şey bırakmazsa, o zaman müracaat edebilir.
Bu görüş sahiplerinin hepsi, üzerindedurduğumuz hadisi kendi görüş­lerine delil kabul etmişlerdir. Hanefîler, Hz. Peygamber (s.a)'in; "Zengine havale edilen kabul etsin" sözünün muhtâlin borcu ödeyecek imkâna sahip olması gerektiğini gösterdiğini, iflâs ile de bu imkânın kalktığını söylerler. Karşı görüşte olanlar ise; zenginliğin, sonrası için değil sadece havale anında şart olduğunu iddia ederler ve iddialarını cümledeki zarfını öne sü­rerek desteklerler. Çünkü, vakitle sınırlı bir şart kelimesidir. Bununla hüküm ileriye değil, sadece o hale bağlıdır.[87]