Fitnenin Tatsızlığı'


2. Süleyman Hân'ın tahta geçmiş olması, karışıklıkların sonunu getirmedi. Çünkü; memleketin karışıklıklar arasında kalmasının yegâne sebebi padişah değil, mesuliyet genel ya­pıda idi. Yeniçeriler İstanbul'da kazganı kaldırmışlar, hristı-yan ve yahudilere aid haneleri yağma etmişlerdi. Yapılan bu yakışıksız harekâtı birde sadrazam Siyavuş Paşa'nın konağı­na sıçrattılar. Yağma hareketinin yavaş yavaş Siyavuş paşa ve ailesi efradının hayatını tehdid eder hâle geldi. Siyavuş Paşa nefsinizi ve ırzınızı koruyun, ilâhi fermanına riayet ede­rek yeniçerilere direnme yolunu tercih etti. Bu direnme sonu­cunda Siyavuş paşanın şehidler zümresine iltihakı yaşandı. -Allah rahmet eylesin.
Sadrazam Siyavuş paşanın vefatı makamı sadarete Nişan­cı İsmail paşa'nın tâyinini gerektirdi. Bu zâtın yetmiş beş gün süren sadaretinden sonra makam, yeniçeri eski ağalarından Tekfurdağlı Mustafa Paşa'ya tevcih olundu. Bu sırada 4. Mehrned zamanında Nemçeye karşı ilân olunmuş savaşın devamına karar verilmesine rağmen, kimimizin ihtilâl, kimi­mizin isyan dediği karışıklıklar seferin hazırlıklarını yapma­mıza imkân bırakmadı. Bundan istifade yolunu bulan Avus­turyalılar, yâni Nemçe'liler Venediklilerle antlaşma yaparak Macaristan, Yunanistan, Dalmaçya ve Bosna vilayetlerinde bir çok kaleyi ve beldeleri istilâ etti.

üyvar, İstoni Beigrad, Varadin elde tutulamadı, hemen pe­şinden Yeğen Osman paşanın korkaklık ve ahmaklığından, Semendire, Vidin, üsküb, Şehirköyü elden çıktı. Buradan Sofya havalisine gelmiş bulunan Avusturya-Venedik ittifak kuvvetleride Sofya havalisinde at dolaştırmaya başlarken Ve­nedikliler de, Atina ve Banaluka'yı ellerine geçirmiş oldular. Komanova krallığı diye, bir krallık ihdas eden düşman, Kar-poz ismindeki bir hristiyanı Komanova kralı ilan etti.
Sultan 2. Süleyman; Avusturya ordularının yaptıkları hak­kında bilgi sahibi olduğunda hemen İstanbuldan yola koyul­muş ve Sofya'ya gelmişti. Padişah, bu seferini okadar süratli bir şekilde yapmıştı ki; askeri birliklerin kendisine yetişmesi­ni bir hayli beklemek mecburiyetinde kalmıştı. Ne varki; bi­zim birlikleri beklerken, düşman ordusunun adı geçen bölge­ye çok yakınlaşması emniyet açısından mütalaa edilerek, Edirne'ye padişahın dönmesi kararlaştırıldı.
Peki İstanbul'dan gelmesi beklenen ordu niçin varması ge­reken menzile gelmemişti? Ali Sabri bey adlı bir tarihçimizin tmatbuu eserinde 460. sahifede şöyle bir malumatın konuldu­ğunu gördük ve sayfamızı süslemeyi uygun bulduk:
".. Halbuki, İstanbul'dan gelecek ordu bir türlü ihzar ve sevk olunamıyordu. Zatı şahane naçar kalarak Avusturyalılar ile musalaha akdine tâlib olduysa da, gönderilen murahhas­larımıza Avusturya tarafından mağrurane cevaplar verildiğin­den, bu maksadda hasılolamadı. Bu vaziyet karşısında 2. Süleyman Edirne'de bulunan bütün devlet adamlarının katıl­dığı bir divan topladı. Bu toplantının mevzuunu, içinde bulu­nulan duruma halçaresi bulma şeklinde tesbit etti. Bu irade üzerine hazirun, ariz ü âmik müzakereden sonra tanzim eyle­dikleri mazbata da, Köprülüzâde Fâzıl Mustafa Paşa'nın ma-kam-ı sadarete getirilmesini tensip eylediğinden, padişah bi-lâtereddüd icabını icra eyledi. Tarihler bu sırada 1100/1689 senesini gösteriyordu.

Aslında padişah Süleyman-ı Sâni, ordunun başında bizzat bulunmak istiyordu. Hatta bu hususta yemin sahibi olduğunu beyan etmiş bulanan tarihçiler vardırki, bunların arasında bilhassa eski sadrazamlardan Kâmil paşa başta gelmektedir. Tarih-i Siyasi adlı eseri bunu kayda almış "bulunmaktadır. Devlet adamları, padişahın başkumandanlığını mevcut ordu­nun güven vermemesinden, ayrıca padişah komutasındaki bir ordunun, mağlubiyetinin telafi edilemez olduğu kanaatini taşıdıklarından, orduyu hümayunun komutasını sadnazamia-ra verme yolunu tercih ettiler.

Köprülüzâde Fâzıl Mustafa Paşa Pek büyük meziyyetlere sahip bir kimse olan yeni sadrazam, bihakkın Köprülüler ai­lesine vâris bir zâttı. Sadarete gelmesiyle ordunun başına geçmesi arasında bir saniye bile kaybedilmedi. Askerin kuv-ve-i mâneviyesini yükseltme hususunda çalışmalara başla­mış, öte yandan ahaliyi üzen bir takım münasebetsiz mükel­lefiyetleri kaldırdı. Asker içinde bulunan sakatlan, müfsid kimseleri, haylaz subayları ordudan ihraç etti. Arkasından la ti olan tedarikleri tamamladı düşman üzerine yola ko-

yuldu Tuna Nehri'nin bizden tarafındaki sahilinde bulunan bazı beldeler, bir sene önce Avusturyalıların eline geçmişti. Sadrazam, İlk iş olarak, buradaki beldelerimizi düşman elin­den kurtarmaya muvaffak oldukları gibi, işgalcileride nehrin öbür kıyısına kaçırtmayı başardılar. Vezir-i âzamin Mora üze­rine gönderdiği, Halil Paşanın Avlonya civarını, Venediklilerin işgalinden kurtardığı görüldü. Kırım Hânı; bu sırada Rus or­dularına karşı pek net bir zaferin mümessili olmuştu. Erdel cihetindende yüz güldürücü haberler gelmeğe başlamıştı. Halk bu haberlerin müjdesini alması münasebetiyle mesut ve müreffeh bir hayat sürdürmekteydi. Bu zaferlerin, avrupada yeniden kaale alınmamızı sağladığı görüldü ve buna en önemli misal olarak, fransızlann aramızdaki antlaşmayı uzat­ma talebi bu sırada İstanbul'a ulaştı.

Avusturya ile arası bozulmuş Fransa, bizimle antlaşma yapmanın gerektiği anlayışına gelmişti! Muzafferiyatin he­men peşinden, Fransızlar İstanbul'daki elçilerini hemen de­ğiştirip, Marki Dö Şatonof adlı birini tâyin ettiler. Eline de aşağıdaki talimatı tutuşturdular. İstanbul nezdinde, Fransızla­rın elçisi olan Dö Şatonof, birinci vazife olarak Osmanlı dev­letini, Avusturya devleti aleyhine tahrik etmekti. İkinci yapa­cağı işse, Lehistan Üe sulh görüşmelerine başlanmasını hız­landırmak idi. üçüncü vazifesi de, İngiltere kralı seçilmiş bu­lunan Prens Oranjı, Osmanlı devletinin tanıma hususundaki yaklaşımının olumsuz şekilde, belirlenmesine gayret sarfet-mektir. Talimatın dördüncü maddesi Kudüs Patrik'i tarafın­dan adetâ zapt edilmiş bulunan, Kamame klişesinin Katolik-lere iadesini sağlama gayreti göstermesini amirdi. Tarih-i Si­yasi yazarı, esbak sadnazam Kâmil Paşa diyor ki;

"'Bu maddelerin birinci maddesiyle son maddesinde ada­makıllı mesafe kat etmiş bulunan büyükelçi Dö Şatanof, in­giltere kralının tanınması meselesine, kendi padişahlarını
taht'tan indirmekte olan bir millet, başka bir memleketin kendi hükümdarlarını tebeddüle, yâni değiştirmelerine, nasıl muhalefet edebilir.1' Demekten kendini alamamıştır.

Köprülüzâde Fâzıl Mustafa paşa; bütün gayretiyle adeta savaş olmadan düşman eline geçmiş kale, belde ve arazüeri-de yeniden devlet-i âliyeye bağlamağa çalışıyordu. Ordu ye­ni tanzim gördüğünden muntazam çalışır bir hâle gelmişti. Kâmil paşa kıymetli eserinde şu beğendiğimiz ifadeyle vazi­yeti ortaya koyuyor.
".. Gerek dâr ül cihâd olan Belgradı ve gerek o havalide yed-i adâ'ya düşen(düşman eline geçen)diğer şehirleri har­ben bilistirdat muzafferân avdet eyledüğü misüllü Erdel ci­hetlerinde dahi Osmanlılar naili muzafferiyyat olmuşlardır." Kâmil paşanın beyanına ne bir kelime ilaveyi ne de sadeleş­tirmeye lüzum kalmadığını sanmaktayız. Ağır bir lisanla ya­zıldığı söylenen mezkûr eser normal bir lügat yardımı ile okunacak asardandır. Bazı tarih kitaplarında; bizim bu çalış­mamızda 2. Süleyman unvanıyla geçen zat 3."Süleyman ola­rak anılmak istenmiştir. Bunun sebebini şöyle izah ediyorlar: "1402 senesinde vukubulan Yıldırım ve Timur arasındaki Ankara savaşı neticesi, Osmanlı devletinin hezimetten sonra bir fetret devri yaşanmıştır. Bu dönemin oniki sene sürdüöü malumdur. Yıldırım Bayezid'in oğullarından Süleyman Çele­bi, Musa Çelebi, İsa Çelebi ve Mehmed Çelebiyi taht müca­delesi içinde görüyoruz. Bu mücadelenin sekiz senelik bölü­münde ençok söz sahibi olarak en büyük şehzade Süley­man'ı görüyoruz.

Ancak; ülkenin birliğini ve bütünlüğünü sağladığımda söy­leyebilmek mümkün değildir. Acı mağlubiyetten sonra dört kardeş taht kavgasına girişmişlerdir. Şüphesiz hepsinin niyeti makbul idi. Fakat başarıyı, çalışmasındaki ihlas ve istikame-

tin rıza-i ilâhiye uygunluğu, Çelebi Mehmed'in Osmanlı dev­letinin ikinci kurucusu olmasını teceili ettirdi.

Böylece Osmanlı padişahlarının beşincisi olarak tahta çık­tı. Böylece, şehzade Süleyman'ın sekiz yıl olduğu ileri sürü­len ve adına padişahlık denmek istenen dönemin bir fetret: olduğu, Sultan Çelebi Mehmed'in beşinci padişah sayılma-siyla bu iddialar ortadan kalkmış olması gerekir anlayışı ge­rek resmi devlet anlayışında gerekse de müverrihlerin bir kaç tanesinin dışında, herkes tarafından kabul edilmiştir.
Bu izahlar neticesinde vardığımız husus Sultan İbrahim'in ikinci oğlu, şehzade Süleyman, 2. Süleyman unvanıyla taht-ı Osmaniye oturmuştur. 4. Mehmed'i tahtından eden ve 2. Sü­leyman'a, yâni Sultan Ibrahimin ikinci şehzadesine taht ku­ran ocaklının nasıl cezalandırıldığını ve devletin yapılan ka­nun ve nizam düşmanı hareke tisabırla fakat katiyyetle nasıl cezaladığını bir tetkik edelim ve bu hususda devrin tarihçisi olan, Defterdar Sarı Mehmed Paşa'nın Zübdei Vekayiine göz atalım:
"taht-ı Osmaniye geçen 2. Süleyman; ağabeyinin döne­minde saray ve devlet dâirelerinde kıyafet bakımından hayii laçkalaşmış efradı bir nizam ve intizama sokup, bir avcıya değilde bir padişaha sahip olduklarını hatırlatmak üzere de­mir gibi bir disiplin uygulama yoluna gitti ve eski padişahla­rın usûlünün, uygulanması temin edildiğinden fazla bir itiraza muhatap olunmadı. Bir takım hilekârların saray entrikaiarın-dan padişahı muhafaza içinde, Kaimmakam vezir Mustafa Paşanın tavsiyesiyle Süleymaniye Camii Vaizi Arabzâde Ab-dülvehhab Efendi padişaha müşavir edilerek her gün ders mealine geçecek çalışmalar yaptılar.
Bu arada ise Donanmayı hümayun istanbul'a geldi ve adet üzere kaptan-ı derya Mısırlızâde Kaptan İbrahim Paşa mutad mükafatlara nail edildi. 2. Süleyman; Mısır Valiliğini Silahdar
Hasan Ağaya tevcih etdi. Bu göreve giderken, Paşa hazineye ceman  195 kese akçe vermiştir. Daha önce Mısır'a gitmek üzere istanbul'dan ayrılan Darüssaade Ağası Yusuf Ağa,  İz-nik'e varmak üzereyken peşinden koşturulan bölükbaşılar vasıtasıyla geri getirilip, Yedikule'de, hapse kondu. Mısır'a vali olan Hasan Paşa, daha önceleri Yusuf Ağanın, kâtipliğin­de bulunmuş ve geldiği valilik makamında onun yardımlarını hiç kaale almadan, her şeyini sattırıp, müsadere ettirmesi herkesin hayretini mucib olmuştur. Çok geçmedende Yusuf Ağanın satılan bütün mallarını kendisinin alması ve bunları da Yusuf Ağaya iade etmesi, tuz ve ekmek hakkına riayetine misal gösterilmiştir. Bilindiği gibi, Sarı Boşnak Süleyman Pa-şa'ya baş kaldıranların ileri gelenlerinden, Sipahi Ocağından Küçük Mehmed ile Fetvacı Çavuş diye anılan zorba ve zor­balar, kablarına sığamayıp, akıllarına gelenleri yapıyorlar ve insanların canını haylice sıkıyorlardı.
8/muharrem/1099/-14/kasım/1687'de At Meydanında toplaşan yeniçeri ve sipahilerin her hâlü kâr da, birbirlerini kollama hususunda anlaştıkları görüldü. İşte bu sipahilerden-de bir haylisi, Küçük Mehmed'in şımarıklığından gına getir­mişler ve ortadan kaldırmak için, fırsat kollamaya başlamış­lardı. Nasılsa, durumu haber alan Küçük Mehmed firara şitab ettiyse de, Topkapı sarayı yanındaki, darbhane önünde ya­kalayıp, katletmişler ve buldukları bir Ermeniye, sürüklete sürüklete At Meydan'ına götürüp teşhir etmişlerdir. Kendi yoldaşları, canını alıvermişlerdiki, ibret alınacak haldendir.

Yeni padişah cülus bahşişini tehir etmekle beraber, askerin tamamına, maaş denen ulufelerini ödetmiştir. Fakat cülus bahşişini alamayanlar memnuniyetsizliklerini ifadeye başvur­dular. Bunun üzerine eski usûle riayeten veziriazam sarayında sergi açılıpda, sipahilere cülus bahşişi tediyeye başlandı-.    ğında, sipahiler, yeniçeri kardeşlerimize verilmedikçe, biz de

almayız nâralanyla isyan ettiler. Halk İse; bundan hayli te­dirgin oldu. Sadnazamın mektuplusu olan Ağada ertesi gün yolda giderken, bazı eşkiya ruhlu sipahi ve yeniçerinin, yalın kılıç saldırısına maruz kalıp, bir güzel soyulup, soğana çevril­di. Cülus bahşişi verilemiyor diye olanlara çok üzülen padi­şah, imkânları araştırdı. Fakat tediyeye hazinede takat olma­dığını görüncede selamıyla durumu tebliğ etti. Binbela ile ka­bul edildiği görüldü. İsyancıların; sadnazam yaptığı Siyavuş Paşa; tabiiki bu emrivakiden kaçınması, en azından kendi hayatı noktasından, gayrı kabildi, adetâ bir intihar mesabe­sinde olurdu.
Zaten; 4. Mehmed'in, bu emrivakiyi siyaseten de olsa, meşrulaştırması tabiiki göreve devama yol açmıştı, nihayet Osmanlı Devleti sadnazamı olmak şereflerin içinde ulu bir zirve değilmidir? Ancak bu görevin zor taraflarından biri ise çapulcuların, görev yağmasına bir yön verebilmektir. Bunu işbaşına gelişteki gayrinizamilik haylice zorlaştırır faktördü.

Nitekim; Bölükbaşılar; "bundan böyle Mirî Mukattaalar Sipah ve Sipahi zümresine verilsin, gulâmiye eskiden beri bu ocaklara bağlıdır" demek suretiyle tavırlarını ortaya koyar­larken, görev talebleri de her geçen gün çoğalıyordu. Bunla­rın içinden; Çolak Hüseyin Türkmen Ağalığını, Tokat kethü­dası Hamza, Tokat Voyvodalığını, Kel Hasan Galata Voyvo­dalığını, Karamanlı Osman, Mardin Voyvodalığını satın al­mışlardı. Kel Pîrî, Edirne'deki Sultan Bayezid Camii mütevel-liliğini kendisine verdirmiş, Kayserili Şeydi Mehmed Hünkar kapıcıları kethüdalığına getirilmişti, padişahın arzusuna bağlı imrahorluklara da. kendi gönüllerine göre bir kaç zorbanın tâyini temin edilmiş, bölükbaşılar zorbalıklarıyla. Tabii bu arada da zorbalar yeniçeri ağa'sını da tebeddüle tâbi tutmayı başardılar Cidde Paşalığı verilen Cadı Yusuf Ağa da yeniçeri ağalığından alınarak yerine, Dülbent Ağası Cerrah Mustafa
Ağayı tâyin gerçekleştirilmiştir. Serçeşme Yeğen Osman Pa­şaya ise, Rumeli Beylerbeyliği ikram edilmiş vede hemen görevine gitmesi istenmiştir. Ancak çok geçmemiş Cerrah Mustafa Ağa'nın Cezayir Paşalığına tâyini çıkarılmış ve boşa­lan yeniçeri ağalığınada Sekbanbaşı Harputlu Ali Ağa tâyin olunmuş vede zorbaların hakkından gelecek adam olarak ümide varılmıştır. Fakat bu tâyin zorbaların ağzının tadını bozmuş ve sadrıazam, bizim arzumuz dışında mansıb dağıt­mağa mezun değildir! Böyle yapmasını kendinden değil, ka-immakam olan Köprülüzâde Fâzıl Mustafa Paşanın, te'sir sa­hasına girmesindendir teşhisini koymuşlar ve doğruca sadn­azamın huzuruna varıp, Köprülüzâdeyi Boğaz muhafızlığına gönderme isteğini iletmişlerdi, Siyavuş Paşa da bu arzuya mukavemete lüzum görmeyip isteği yerine getirmiştir. Bütün bunlar olurken takvimler, 7/rebiülahir/1099-10/şubat/1688'i gösteriyordu. Busırada da şeyhülislâmlık görevini ifa etmek­te olan Debbağzade Mehmed Efendi'yi efkârlarına aykırı gö­ren zorbalar güruhu, makam-ı meşihate "de karışmaktan kendilerini alamadılar ve Nâkibuleşraf vazifesinde yer alan Seyyid Feyzullah Efendi'yi 14/şubat da şeyhülislâmlığa irti-ka ettirdiler. Hemen ilâve edelimki Silahdar Târihinde, bu şeyhülislâm olan Seyyid Feyzullah Efendinin saâdat'dan ol­ması, hilafı hakikat idi dediğini ve kendisinin sihirbazlıkla ta­nınmış olduğunu hâttâ padişahın huzurunda hilat-ı beyzayı giyerken, 2. Süleyman, Hasodabaşının kulağına eğilipde bu adam sahir, yâni sihirbazdır dediğini İsmail Hakkı üzunçarşılı haber vermektedir. Yukarıda Fetvacının öldürüldüğünü ve Sultanahmed meydanına, bir Ermeniye sürükletilerek götü­rüldüğünü kaydetmiştik. İşte bu vak'a üzerine sipahi ve yeni­çeri askeri bir daha ittifak ederek, bu işin intikamının alınma­sına kasem etmişlerdi. Yeniçeriağasi; Harputlu Ali Ağa he­men yanına aldığı küçük bir maiyet askeriyle, Sultanahmed Meydanına varmış, ağaların öfkesini ve yapması muhtemel olaylara fırsat vermemek maksadı güderken, orada ittifak mensupları Harputluya saldırdılar ve "Fetvacı Çavuş'un suçu ne idi? Onu, niçin öldürttün?" Nidaları ile yalınkılıç üzerine saldırdılar vede hem onu hem de yanındakileri şehid edip, Sultanahmed Meydanını salhaneye döndürdüler. Artık ok yaydan çıkmış, isyan ateşi yeniden alevlenmişti.

İlk hedef; Defterdar Hüseyin Paşanın evi olmuş peşinden veziriazam Siyavuş Paşanın konağına yollanmışlar konakta bulunan şeyhülislâm Seyyid Feyzullah Efendi, Anadolu Ka­zaskeri Abdurrahimzâde Mehmed Efendi, evi harap edilen defterdar Hüseyin Paşa da burada olduklarından, kapılan ka­patıp eşkıyayı içeri sokmamışlardır. İsyancılar Sultanah-med'de öldürdükleri Yeniçeri Ağası yerine, aralarında bulu­nan Hacı Ali adlı birini makama tâyin etmişler ve kuşattıkları veziriazam konağındakileri pes ettirmeye çalışmışlardır. Vezi­riazamı, kendilerine ihanet etti şeklinde yaftalayan bu güruh, Ağa seçtikleri Hacı Ali'nin de özel gayretiyle bir gün bir gece zaman zaman saldırılarını yinelediler.

Sonunda şeyhülislâm ve kazasker Efendileri dışarı çıkardi-lar. Hacı Ali, veziriazam'ın öldürülmesi kanaatini bir emir ha­linde yanındakilere belirtti. Bu aradada sadaret mührünüde, şeyhülislâm efendi aracılığıyla Siyavuş Paşadan almışlardı. Sabaha karşı konağa dahil olmayı başaran azgın haydutlar, bir müddet ortalığı yağmalamaya başladıklarından sonra Si­yavuş Paşanın konağının, harem tarafına girmeye teşebbüs ettiklerinde yukarıda da söylediğimiz gibi nefis ve namusunu korumakla emr olunan her insanın yapması gerekeni, ortaya koyan eski veziriazam, evinin hizmetkârları ile birlikte bu pespaye güruha önce oklarla sonra da kılıçlarıyla karşı koy­maya başladılar.

Ancak; kar güneşe ne kadar dayanırsa, azlık çokluğa o kadar direnebildi ve birer birer şahadet şerbetini içtiler. Can-verdiler, namuslarını sağ iken, kirletmeye komadılar. Onların şahadeti Mevlânın kefaletinde olduğunu idrak içinde, terk-i dünya etdiler.

Ne hazindir ki; önlerinde maddi engel kalmayınca, mânevi engellerden uzak ruhlu bu haydutlar, Siyavuş Paşanın hare­mine daldılar her tarafı yağma ettiler. Hâttâ bir kaç cariyeyi de gaza malımız, diye odalarına götürmek üzere hamallara teslime utanmamsşlardır. Şehid Paşanın; iki yavrusunuda gö­türenlerin elinden, Seyyidierden bir zat, bir kaç akçe vererek kurtarmaya muvaffak olmuştur. Sonrada; bu güruh Ağakapı-sına gitmişlerdir. Ve şer'le dâvamız var demek suretiyle iddia sahibi olma küstahlığını da sergilemişlerdir.


Eser: Büyük Osmanlı Tarihi

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Büyük Osmanlı Tarihi

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..