Bismillahirrahmanirrahim

İhvanı müslimiyne umumî beyannamemizdir: ''Rabbena iftah beynena oe beyn kavmina bilhak ve ente hayr elfâtl-hin"

Târihe vakıf olanlarca malumdur ki; istâm camiasının tev-hid ve takuiyesi maksadıyla islami emir ve hükümlerden olarak deolet-i âliye-i Osmaniyeye ilk önce tâbi olmayı kabul edenler Mekke-i Müfcerreme emirleridir.
Selatini alî Osman padişahlarının (Kitabullah) ve (sürtnet-i Resulellahı) icra ue tenfiz ahkâmı hususundaki temes-sükleri ve bu hususda ifna-i vücud etmeleri (kendilerini he­lak edercesine gayretleri) dolayısıyla geçmişdeki emirler tabi olmağa devam ettiler. Hâttâ 1327/1909 senesinde bizzat arablaraan teşkil olunmuş bir kuvvetle arab üzerine hareket ederek devlet-l âliyenin şeref ve haysiyetini muhafaza için ibahenin muhasara etmesinden kurtarmaya çalıştım.

Ertesi sene aynı maksadla oğullarımın birisinin kumanda­sı altında olarak o hareketi yapan* ve herkesçe bilinen ue görülen yüce yoldan ayrılmadım. İttihad ve terakki cemiyeti­nin zuhuru ile umûmu devlete el koyması ve kötü idaresi se­bebiyle içde ve dış da, karışıklıkların çıkışına yine herkesin bildiği gibi birçok savaşa sebeb olduğundan devletin büyük­lük ve şerefini haleldar etmiş hele şu son savaşa lüzum yok­ken girmesi de devleti toprağa görmekten başka bir şey ol­mayıp, izaha dahi lüzum yoktur. Bu yapılanların ne gibi de-nî bir maksadla yapıldığını izaha, hisslyat-ı hâsenemiz mâni olduğu gibi umumî ehl-i islâmın, islâm devleti hakkında fü­tur getirip yeis ve kedere düşmüş olduğunu görmek isteme-diğimizdendir.

Bekaİ memalik de kalan müslüman ahali ve garyi müs-limlerin bir kısmını asmak su etiyle idam diğer kısmını va­tanlarından nefyedip, Osmanlı ile alakalı rabıtayı kaldırıp herkesi canından ve malından mahrum bırakmışlardır.

Arazi-i mukaddese ahalisinin bu son savaş sebebiyle; için­de bulundukları sıkıntı o dereceyi bulmuştur ki; mutavasıtı hâl (orta halli) olan bir insan evinin kapı ve pencerelerini bü­tün eşyasını sattıktan sonra taam tahtalarını (yemek sofrala­rını) dahi satmağa mecbur olmuşlardır.

İttihatçılar bu kadarını da yeterli görmiyerek saltanat-ı se-niyei Osmaniye ile bütün müslümanlar arasında rabıta sebe­binin yegânesi olan "Kitabullah" ve "Sünnet-i Seniyye"yİ ihlâle tasaddi (teşebbüs) edip İstanbul'da sadnazam ve şey­hülislâm ve ulema ve vezirler ile ayan gözleri önünde intişar eden "İctihad Gazete"si Siyer-i Nebevî'yeyi şen'î tâbirlerle tahkirden çekinmediği gibi itirazlara uğramadığından cüret alarak Nusüs-u Kur'ânî yeyi kaldırmaktan çekinmemiş "el-zikr misi haz Ula nasibiyn" âyeti kerimesini istihfaf (alay) ederek tesavi-i mirası (mirasda eşitliği) terviç eylemiştir.

Bunlara zamlmeten islâmın beş rüknünden büyük bir rüknünü yıkmaya kalkışmışlardır ki: güya Rus ordusu kar­şısında harb eden askere benzetilmek üzere Mekkei Mükerre-me de ve Medine-i Münevvere de ve Şam da bulunan islâm askerinin Ramazanda oruç tutmamaları lüzumunu delillerle bu babdaki "femenkâne minküm mariyzan ev âla sefer" âyet-l celilei sahhasını tahrifden ve buna benzer bir çok esa-sat-ı islâmiyeyi yıkmak ve münkeratı seçmekden çekinme­mişlerdir.

Şevketli Sultan-ı muazzam hz.lerinin bütün hukukunu gasb ile mabeyni hümayunlarına (sarayına) bir başkâtip ve bir başmabeynci seçmekden menettikleri gibi ammei müslimiynin işlerine bakmak hakkından mahrumiyetle hiafetten ıskat etmişlerdir ki bütün müslümanlar bu şen'i yelten uzakdırlar.

Bu seran, gayri meşru işler karşısında hüsn-ü teuilleriyle cahillikleri tahmin olunamaz. Âlemî islâm İçine tefrika ue ih­tilaf tohumları eklemek maksadıyla yapılıyordu.

Osmanlı devletinin işlerinin idaresi Enver Paşa, Cemâl Pa­şa ve Talat bey (Paşa)'in ellerine geçtiği sırrı meydana çıktı­ğında her şey artık onların tasvibine bağlı olduğu görülmüş­tür. İstediklerini yaparlar, dilediklerini işlerlerdi.

Buna en basit delil, Mekke şer'ı mahkemesi kadı'sına ge­len bir emir de, kadı huzurunda şehadetleri isimleri hakimde yazılmayan tezklyenâmelerin kabul edilmemesini istemekte-dirki: Sure-i Bakarada apaçık "tezkiyei beyn el müslimiyn" keen lemyekün sayılmıştır.

Bunlar bir tarafa arabların fazıl ve islâm büyüklerinden: "Emir Ömer el Cezain, Emir Arif el Şihabi, Şefik bin el Müeyyed, Şükrü bin el Aslı, Abdülvahhab ve Tevfik bin el Bisat, Abdülhamid el Zöhravî, Abdülgâni el Arüsî" gibi ze­vatı bir anda asarak idam etmeleri en katı kalbe sahip olein kimselerce bite yapılması zor görülen bu işi yapmada bir nev'i özür bulsak bile her türlü cinayetden ari ve beri olan umum aile efradının kadın ve erkeğinden en küçük çocukla­rına varıncaya kadar; vatanlarından, sürgüne gönderilmek sureüyle musibetleri üstüne daha büyük bir musibet ilâve olunmasına ne mâna verilir?

Aile reislerinin her ne ile olursa olsun idam edilmeleri ce­zası tahribine kâfiyken ikinci defa cezalandırılmalarında mâ­na bulunmadığı pek aşikârdır "ve lâ tezirue ezret ve zer ahra" âyeti celîtesi kafi bir delildir. Hadi bu ikinci cinayetide bir mazeret-i siyasiyeye atfedelim. Reislerini kaybeden ailele­rin mal ve mülkünden yapılan müsadereye ne demek icâb eder? Bu efâl ve harekâtta tahammül etsek bile meşhur rnü-cahid "Emîr Abdülkadir elCezairî"nin kabrine yapılan ha­karet ve pislemeler ne mâna bulunabilir?
İttihatçıların ef'al ve harekâtından bazılarını zikrederek İn­sanlık dünyası ve bütün ehl-i imân bu hususdaki hükmü versinler Bunların islâmiyet hakkındaki itikadının ne merte­bede olduğunu anlamak için de Mekke ehlinin istiklâl tale­bimle ayaklandığı sırada askerlerinin Kale-i Ecyad'dan, müs-lümanlann kıblesi ve kâbe-i muvahhidin olan Beytullaha at­tıkları toplardan çıkan İki mermiden birisini Hacerülesved'in bir buçuk arşın (90 cm) üstüne diğeriyse üç buçuk arşın (ikibuçuk metre) uzağına tesadüf ettirmişlerdir. SetreA şerife (Kabe örtüsü) ateş aldığından bütün halk, Kâbe-i Muazza-manın kapısını açarak ve üstüne çıkarak yangını söndürme­ğe mecbur olmuşlardır.

Bununla iktifa etmeyip devamlı Makam-ı İbrahim ue Mes-cid-i Şerifi hedeflemekten çekinmemişler ve günde üç-dört kişinin katline sebeb olduklarından günlerce bütün halk mescide yanaşamamıştardır. Mescid ve Kâbenin hürmet ue tazimine mukabil, istihfaf ve izdirae (hakir görme) ile muka­bele eden bu makule adamların neye müstahak olduklarını Şark ve Garb müslümanlarmın hükmüne bırakırız.

Evet! Bu izdim (hakaret) ue istihfaf (alay etmenin) hük­münü islâm âlemine bırakıyoruz. Lâkin d'ın-i is lamın ve ko­mitemizin kiyâni (merkez)'ni ittihatçıların eğlencesi olarak bırakamayız. Cenab-ı Hakk kuvvetimize intibah ue yakaza (uyanıklık) ihsan buyurup, kendi mesaisiyle istiklalini te­min edip, musallat olan ittihad-ı memurin e kuuvasından memleketi tathir (temizleme) ettikten sonra hiç bir kuuoei hâriciyenin te'sirine istinad etmiyerek, istiklâl-i tamme ue mutlak Ue müstakil olmuşlardır.

İttihad ue terakki mütegallibelerinin çevri ile feryadlar için­de kalan memalikden ayrılarak nusrat-t din-i islâmı ue ilâe kelimetullah hedefi dahilinde ileri doğru harekete başlamış­tır. Şeri'at-i islâmiyeye mülayim ve muvafık hertürtü fen ve ilmi almaya medeniyet yolunda ilerlemeye azmücezm eyle­miştir.

Ümmid ue rica ederizki bütün âlemi islâm kardeşlerimiz edayı vâcib için vâki olan şu hareketimizi teeyyüd-ü uhuv­vetle takviyyet buyurarak bize müşariket ederler ue vâcib gördüğümüz bu hâlin edasına yardım ederler.

Ellerimizi Cenab-ı Rabbel âlâya kaldırarak teufik ve hlda-yetiyle bütün islâmlar için hayırlı olmamızı "Rasul mâlik el-üehhab" hürmetine istirham ederiz, (oe hüoe hasbina oe ni-am elnasîr) Emir ve Şerif Mekkei Mükereme
Hüseyin bin Ali fi:25/şaban/1334-(28/haziran/1916)
Şerif Hüseyin'in 2. Beyannamesi BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM fane tevleüa eşhedva ba na muslemun"

Birinci beyannamemizde izah edilen sebeblere binaen kı­yam eden Hicazlıların amal ve efkârımızda bazdarca tered-düd hasıl etmesi ihtimalini def içinefazıtı ilmî ue bilhassa müslümana karşı bu ikinci beyannameyi dahi neşre ve ilâna lüzum görerek daha vazıh daha sarih daha karib elahd me-vad ve delail iradıyla maksadımızı tamamen teşrih ediyoruz.

Şöyleki ehl-i İslâmm bilcümle akıllısı ve gerek Osmanlı te-basmm ashabı basireti ve gerek umumi aktar-ı âlemin er-bab-ı fetaneti devlet-i Osmaniyenin; harb-i umumi düvele dâhil olduğuna esbabı âtiyeden dolayı razı değillerdir.

Birincisi" dâhili sebeblerdir. O da devlet-i Osmaniyenin Trablusgarb ve Balkan savaşlarından pek yakında çıktıkla­rından askeri kuvvet ve mâli hasarın çok olması, merkezi is­tinadı olan millet bir hayli zayıflamıştır. Esasen Osmanlı mil­letinin ferdleri askerlikden memleketlerine döndükte ehli ay­al için çalışmağa başlar başlamaz alelacele tekrar hizmet-i askeriyeye istenilmesi bu millet için daimi bir felâket ola gel­miştir. Bilhassa harb-i umumî hazıra, diğer harblere kıyas edilemez korkunç bir şey olduğundan zayıf bir millet üzerine tahmil edilen masarif böyle korkunç bir harbe millet-i Osma-niyeyi sevketmek akıl kârı değil idi. İşte devlet-İ Osmaniye­nin bu harbe girişine akıllı müslümanlann razı olmamalarının bir mühim sebebi bu idi.

İkinci sebeb hârici olup, ittihatçı hükümetin savaşan iki saf halindeki devletlerden seçmiş olduğu tarafa aitdir. Devlet-i Osmaniye bir devlet-i islâmiye olup dünya haritasında işgal ettiği yer, geniş ve sahilleri çok olduğu için eskidenberi "Ai-Î Osman selâtin-i azam"m meslekleri icâbı tabasının büyük kısmı müslüm-an ve denizlerde hâkim olan devletlere meyi! etmesi siyasetine daha uygundu.

Hükümet-i ittihadiye ise bu eski siyaseti terk ile ahalisine nisbetle memleketi dar olan ve bu yüzden hayal ve taamı ge­niş olan tarafla beraber harbe girince basiret sahibi müslü-maniar beklemekde olan kötü neticeyi görerek ittihatçıların bu hareketini uğursuz gördüler.

Hatta harp hakkındaki fikrim telgrafla sorulunca, tarafım­dan ber veçhi meşruh muktezası yapılmıştırki cevaben çekiten telgrafda devlete karşı taşıdığım hulusu niyet ve sadaka-tıma ve nâmus-u islâmın korunması fikrime bir delildir

İşte bizim vaktiyle dediğimiz gibi korktuklarımız zuhura başlamıştır. Bugün devleti âliyei Osmaniyenin Avrupadaki surları takriben İstanbul surlarıdır.

Rus ordularının talii Sivas oe Musul vilâyetlerinde ahali-i Osmaniyeyi çiğnemeye başlamıştır.

İngilizler dahi; Bağdat ve Basra vilayetlerinin bir kısmını işgal ettiği gibi Badiyet elAriş'de binlerce Osmanlı esirini önünde sürüp götürüyor. Şüphe yoktur ki; bu ahvali düşün­mek, devam etmekde olan harbin neticesini kestirmeye çalı­şanlar zihinlerini yormaksızın şu neticeye vâsıl olurlarki bi­zim için iki şıkdan birisini seçmekliğimiz zaruridir.

Ya harita-i âlemden silinip mahvolmak yahud bu mahvo-luşdan kurtulmak çâresini bulmak. Bu babda teemmül ve lâzım gelen cevabı verme hususunu bütün âleme terk ederiz ve deriz ki mehalik (tehlike) memâliki (ülkeyi) kuşatmadan önce yaptığımız kıyam uygun ve kıyamımızın meşru ve uâ-cib olduğu her yönden iddia olunabilir."

Şerif Hüseyin'in bu iki beyannamesinde var olan bazı ha­kikatler onun ihanetini ortadan kaldırmaz,zâten son nefesini verdiği Kıbns'da Ölüm döşeğindeyken bu ihanetini muterif olduğu yâni itiraf edip, Mevlâ'mıza iltica ettiği hatıratlarda da yer almaktadır.

Şimdi de, Şerif Hüseyin'in beyannamelerinin hemen altına aşağıdaki bir redif binbaşısının kaleme alıp, risale hâlinde yayımlandığı, "Beka-ı Osmaniye" adlı düşünce mahsulü ri­salesini, Osmanlıca'dan lâtinize edip, tetkikinize arz ediyoruz hemence de şunu ilâve edelimki, Beka-ı Osmaniye terkibinin mânasının Osmanlı devletinin devamı, yâni yaşamasına çâre arama fikir jimnastiği olarak bakmanızı hatırlatırım. Şerif Hü­seyin, yanlış işe ihanetle mukabele ederken, bir redif zabiti­miz nasıl geleceği sağlam zemine oturtma yollarını araştırı­yor, dikkatle okuyalım.


Eser: Büyük Osmanlı Tarihi

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Büyük Osmanlı Tarihi

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..