logo logo

Yeni nesil güncel konularla ilgili sorular ve cevaplar!

Fetvalar.Com

Yeni Nesil Fetvalar

Sistemimize üye olarak sitemizi daha aktif olarak kullanabilirsiniz.

Üyelik için tıkla

Fetvalar.Com

Güncel sorular ve cevapları

Talat Paşanın Sadareti

Talat Bey; makamı sadarete geldiğinde teşrifatta karışıktı­lar çıkmasını önlemek babından olmak üzere Paşalık unvanı da padişah tarafından ihsan buyrularak artık Talat Paşa ola­rak anılmaya hak kazandı. İttihatçı ekâbirlerin arasından kur­duğu bir kabineyle işe girişti. Bunların oluşu esnasında ben Mısır'da bulunuyordum. Bir arkadaşla birlikte oturmaktaydık-ki, Talat Paşa'nın sadarete tâyin olduğunu haber veren telg­raf geldi. Yanı basımdaki arkadaşım pek açık bir şekilde ben âcize hitaben aşağıdaki beyiti terennüm eyledi demekte "Bil­diklerim" adlı eserin yazarı, Sultan Hamid'in eski şifre kâtibi.

Beyit

"Sen yakışmaz dersin amma kel başa şimşir tarak Sadrazam oldu Talat cilve-i takdire bak"

Ertesi günü yine o arkadaşımla beraber olduğumuz sırada Talat Paşa kabinesini teşkil eden erkânın isimlerinin yazılı ol­duğu telgrafı okuduğumuzda Enver Paşamnda Harbiye nâzın olduğunu anladıktan sonra da yukarı ki beyt'in sonunu söy­ledi:

"Talat olmuş sadrı azam alta almış Enveri İttihadın sayesinde mülkün alt üst her yeri" Hakiykaten şu zâtın dediği gibi Talat Paşa kabinesi büyük bir sür'atle memleketi alt üst etmiştir. Talat Paşa ve arkadaş­ları ülkenin büyük siyasiyetçilerinden(!) ve Almanya'nın sa­dakatli bendegânindan olduklarından göstermiş ve göstere­cekleri hizmet bakımından daha önceki kabinelerin her birin­den üstündüler.

Talat Paşa kabinesine ne nâm verilmek lâzım gelir? Çünkü kabinesine bilfiil katiller ve canileri alarak icraata dahil eyle­mişti. Kendileri canilerin reislerinden saydıklarından böyle kişilerle dolu kabineye hükümet kabinesi demeye insanın dili varmıyor. Bunun için haydutlar çetesi başı sayılan Talat Pa­şa, muhtelit canilerin birleşmesiyle teşekkül eden bir kabine kurmuş olduğundan "Katiller ve Caniler kabine-i muhtelite-si" denilebilir. Bu kabine savaşın ortalarında gelmiş ve az za­manda pek büyük işler(l) görmüştür. İdam edilemeyen ve kurşuna dizilemeyen ne kadar vatanperver ile muhalifleri varsa, hepsini temizlemiş akla ve fikre gelemeyecek derece­de zulümler ve cinayetler eylemişdir. İslâm ve gayri müslim bir çok mazlum seyyar bir aşiret hâline konulmuş, Trabzon-dan, Kastamonu'dan, Sivas'dan çıkarılanlar Osmanlı ülkesi­nin en uzak mahallerine Halep, Havran ve Kerkük çölleri gibi yerlere yaya olarak sevk ve hicret ettirilmiş ve yollarda aç-lıkdan ve susuzlukdan yolculuğun verdiği zahmetlerden do­layı yüzbinlerce kadın ve erkek ve çoluk çocuk terk-i hayat etmiş ve bir takım mazlumda bu cani kabinenin emriyle yol­larda kati ve telef olunmuştur.

Rivayetlere bakılırsa öldürülen ve itlaf edilenler arasında islâm büyüklerinden, zengin hristiyanlardan ve vazifeli ruha-niyeden binlerce zatda böyle gaddarane katlolunmuştur. Ahalisini ve tebasmı bu şekilde kati ve ifna eden bu hüküme­tin cinayetler irtikâp etmesi selâmet-i memleket ve millet için olmayıp, çeşitli unsurların arasına ektiği aykırılık tohum­larını ve muhalefeti arttırmak ve şiddetlendirmek suretiylede milletin gelecekte ulaşacağı rahatını askıya aldırıp, hicretden istifade ederek mazlum ve mağdurların nakit, eşya ve emlâ­kini çete ferdleri İle fedai canilerine gasb ve yağma ettirip, cemiyetin kasasını doldurmak ve farmason ve Siyonist cemaatlerinin emir ve fasid arzularını ve de Almanya imparato­ru Wilhelmin hâinane 'radelerini hakkıyla yerine getirmişler­dir. Bu caniler bununla da kalmayıp ülkemizi bir hercümerc içinde bıraktıktan sonra islâm âlemine de taarruz ve tecavüz­de bulunmuşlardır.

Bir tarafdan Almanya imparatorunun; fikirlerine soktuğu Turan ham hayali için cemiyet reislerinden, hâtİblerinden ve fedailerinden yüzlercesini İran'a, Buhara'ya Afganistan'a, Türkistana diğer islâmi beldelere göndermiş buralarda yer­leşmiş islâmlar ile hristiyanları biribinleri aleyhine düşürerek oralarda, isyanlar ve kıyamlar çıkarmışlar ve Afrika toprak­larındaki müslüman ahaliyi islamlık maskesi altında kendile­rini göstererek bunları da yakın civardaki hükümetler aleyhi­ne kıyam ettirmişlerdir. Talat Paşa'nın idaresinde bulunan İt­tihat ve terakki ve farmason vesair cemiyet-i hafiye mensup ve ittihatçı hükümetin adamlarının olması mümkün olmadı­ğını pek iyi bildiklerine şüphe edilemeyen bu gibi hayaller ile uğraşmaları ve devletin milyonlarca liralarını sarfettirmeleri neden neşet ediyordu?

Yukarıda denildiği gibi şu dönemde yapılması, siyaseten kabil olmayan Turan devletinin Almanya İmparatoru Wil-helm'in ve ittihatçıların hatırı için meydana gelmesi mü m künmü idi? Bunun gayri mümkün olduğunu bizden pekâla daha iyi bilen Talat Paşa kabinesi ve ittihad ü terakki cemi­yeti neden bu ham hayal ile biçâre milleti iğfal etti? Biz de bu suallerin tetkıyk ve tahkiykini erbabı zekâ ve irfan ile vaka-nüvislere havale eder ve İhsan Adlî beyefendinin Turan hak­kında ittihada karşı söyledikleri aşağıdaki dörtlüğü alıntılaya­rak iktifa eyleriz.

Kıta

"Bir milleti vadi'i harabiye sürerken Altun dağa yükselmeli derdik sırr-ı vebalim! Dört yıl vatanın hâkini kanlarla yoğurdun Turan ne ki? Havran ne ki ey seyf-i mezâlim!

Afrika çöllerinde ve sahile hayli uzak mesafede bulunan meşayih-i kirâm-ı arabdan Şeyh Ahmed el Sunûsî hz.lerini din ve imândan uzak olarak gönderdikleri herkesçe bilinen avaneleriyle ittifaklarına davet ve islâm dünyasına hizmete çağırdılar. Hiç şüphe yok ki Sunûsİ hz.leri, bu sahtekâr dinsiz ve hayasız eşkıyanın büründüğü kisveye aldan mışlar ve müsiümanlann hâlifesi olan ve padişahı islâmiyan adına ha­reket etmekten çe kinmeyen bu hezelenin iğfâlatına kapıl­mıştır.

Nasıl olur ki, Ahmed el Sunûsî hz.leri, şeriat ve din ölçüleri dahilinde halifei müslimin olan padişahımız efendimize kal­ben bağlı bulunduklarından, bu davet ve kıyama ret cevabi verebilirlerdi. Ancak bulundukları durum bu şekilde bir ret yolunu seçmeğe mâni olmuş olacağından islâm âlemi adına kıyama mecbur oldular. Bilindiği gibi kıyama koyuldular ve başlatıldılar. Malum olan ittihatçı zevat pekâla bilirlerdiki bu hareket ve kıyam, devlet ve memleketimiz için bir semere ve fâide sağiamayıp, yalnız islâm ahali ve arabiardan binlerce insanın şehid olmasını sebeb olacak bu da Almanya politika­sına uygun olacaktı. Nitekim de öyle oldu. Bunların iğfal etti­ği Şeyh Sunûsİ hz.leri bağlılarından bulunan aşiretlerden nice insanlar şehadet şerbetini içerlerken devlet ve millete yara­yacak bir sonuç ortaya çıkmadı. Bu kabine, Şeyh Sunûsİ yi geçmiş olanlardan çok daha fazla aldatarak, Almanya İmparatoruna bir cemile olmak üzere şehzade Osman Fuad Efen­diyi yanında bir takım subay ve sivil şahıslarla beraber Mısır üzerinden Şeyh Sunûsî hz.ferinin yanına göndermekten de geri durmadı. İtalyanlara karşı, bu Şeyh Efendiyi harekete geçiren İttihatçılar,aynca Afrika'nın ortasında Sudan toprak­larının hemen bitişi ğinde bulunan bir buçuk, iki milyon nü­fusa sahip ve müstakil bir islam devleti olan Darfur Sultanlı­ğında da, Şeyh Sunûsî hz.lerine oynadıkları oyunu sergileye­rek Darfur Sultanı Ali Dinarı' yi kandırıp onu da İngilizlere karşı kıyam ettirdiler.

Darfur Sultanı Ali Dinar; bu ittihatçı çetesinin iğfali sonun­da İngilizlere karşı harekete geçti. İngilizler Mısır üzerinden Dinar'ın üzerine sevkettikleri üstün kuvvetle onu hem mağ­lup ettiler hem de Dinar, şehadet şerbetini içdi, ülkesi ise, İn­gilizlerin eline geçdi. Afrika'nın ortasında sulh ve sükunet içinde yaşayan bu islâm devleti yegane müslüman devletti, uymuş oldukları ittihatçı çetenin tavsiyeleri, bunların dünya haritaâından silinmelerinin sebebi hakikisi oldu.