Damad Mehmed Ferid Paşa
Osmanlı sadnazamları arasında her önüne gelenin hâin dediği biri var ki, mukadderatın üzerine yüklemiş olduğu pek ağır yük, her kulun taşıyacağı siklette değildir. Osmanlı İslâm devletini izmihlal noktasına kendi elleriyle çekip getiren İttihat ve Terakki.cemiyetinin, TaPât Paşada dahil, hiç birisine bir vasf-i mümeyyiz olarak, "HAİN" damgası vurulmamıştır. Hâttâ Osmanlı donanmasını tutup da kendisi başlarında olduğu halde Mısır'ın asî valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşaya teslim eden Amiral Hâin Ahmed Paşa bile milletimizce hatırlanmamaktadır. Damad Mehmed Ferid Paşa ise akla geldiğinde derhal hâin vasfı, isminden ayrılmaz bir parça olarak peşine eklenmektedir. Tabii ki işgale uğramış bir devletin ve milletinin idarecileri cidden çok zor görev ifa edebilirler. Müstevli düşmanın çeşit çeşit talepleri, me'suliyet sahibi idareciler tarafından yerine getirilmesi veya red edilmesi kolay işlerden olmayıp, örsle çekiç arasında yaşamak gibidir.
Hele bu işgal; müslüman bir milletin düşmanı, gayri müslim olan milletlerin ittifak etmeleri hâlin de gerçekleştiyse, savaşın getirdiği fevkalade şartlara bir de dini hasımlığın getirdiği adavet göz önüne alınırsa, cidden karşımıza çıkan va'kalar tahammül fersa, mukavemeti gayri kabil şartlar sergiler ki, bu işi yaşadığımız şu yıllarda ya dedelerini dinlemiş olanlar, yahud işgallere dâir hatırat ve resmî raporların doğru yazılmışlarını okumuş olanlar bilebilir.
Bir de 1974 senesinde Ordumuzun yaptığı indirme ve çıkarma hareketi olan "Kıbrıs Barış Harekâtı" öncesi Kıbrıs Adasında yaşayan soydaşlarımız ve Yunanistan ve Bulgaristan devletleri azınlığı olarak o ülkenin şimdiki toprakları olan ve dedeleri'nin zamanında Osmanlı Devleti olan topraklarında yaşayanlar bilebilirler.
İstanbul'un işgalini müteakip geçen zaman dilimi, tahta çıkmış zatta da, o zâtın sadare te tâyin etmiş bulunduğu sad-rıazamlarda da her an zehir içen kişi haleti ruhiyesi meydana getirmiştir. Son padişah ve sadnazamlar arasında yer alan, Mehmed Ferid Paşa hakkında menfi propoganda hâla devam etmekte ve misâl olarak, Necip Fazıl merhum' un kaleme aldığı "Vatan Dostu Sultan Vahideddin" adlı eser yüzünden hayatının son günlerinde üstelik şeker hastalığından mü-tevellid gözlerinin ışığıninda ufûl etmesi sonrasında hapise girecekdi ki, merhum Ayhan Songar Hoca'nın gayret ve nüfuzlu dostları, Necip Fazıl merhumun ilerlemiş yaşı ve maluliyeti vede Allah'ın böyle bir zulme rıza göstermemesi tecellisi, merhuma son döneminde bir hapisane macerası daha yaşamaması neticesini getirdi.
Damad Ferid Paşa için, henüz durun bakalım bu söylediğiniz adam hâin değildir! Diyebilecek tek kişi bile tasavvur edemiyordum. Bunun sebebide her şeyden evvel yazar ve hatırat sahipleri arasında, işe insaf ve hoşgörü içinde bakabilecek, Sadnazam Paşa'nin antipatik davranışları, kişiliğinde büyük tahavvülat gösteren mukallitliği, Anadolu'ya gönderilmesine müzahir olduğu Mustafa Kemâl başda olmak üzere bütün milli mücadele İnsanlarına, ceberut bir anlayış içinde muamele gösterdiğine dâir, gerek vesikalar gerekse devrinin devlet adamlarının şehadetleri kendisi hakkında hüsni şahadet edebilecek kimsede cesaret ve takat bırakmamıştır.
Bütün bunların tahliline vede Osmanlı devletinin bu 215. sadrıazamına dâir biyografiye geçmeden önce hem son Padişah Hz.Vahideddin'in hem de padişahı burda bırakıp kendisinden önce yurddışına çıkan, Damad Ferid Paşa aleyhinde olmayan ve üstelik lehine sayılsa seza olan bir hatırayı, sevgili dostum, değerli insan, tasavvuf deryasından devşirdiği güzel eserlerle de gönül mimarlarını, Dersaadet dergâhlarını kitaplaştiran ve tasavvuf deryasında kendisi de kulaçlar atan sevgili Mustafa Özdamar kardeşimin: "GÖNÜL CERRAHI NÜREDDİN CERRAHÎ VE CERRAHÎLER" adlı eserinin 232. Sahifesinden alıntılamayı, târihin üzerime yüklediği bir görev saydığım satırlarla yazımı süslemenin bahtiyarlığı içindeyim. Buyrun okuyun sevgili okurlarım vede bu erkek sesinse bir Osmanlı aile mensubu olduğunu da görelim efendim: "..Osmanlı hanedanı ve Özelliklede, Sultan Vahideddin ile ilgili resmî ve gayri resmî yalanların kendilerimde çok derinden yaraladağmı ifade eden Ömer Fethi Sami Bey; Sultan Vahi-deddin'in kesinlikle vatan hâini olmadığını, İstanbul'dan kaçmadığını kesinlikle canını kurtarma çabasına girmediğini İstanbul'dan ayrılışının, önceden belirlenen vatanı işgalden temizleme operasyonu senaryosunun bir parçası olduğunu, bu son derece mahrem senaryonun, çok az kişi tarafından bilindiğini, özelliklede M. Kemâl' in bildiğini ve zaten bu senaryonun ona tatbik ettirildiğini ve Sultan Vahded-din'in son ana kadar, ömrünün sonuna değin, görev verdiği bu kişilerin bu mahrem gerçeğe sadâkate dÖnebilmelerini beklediğini söyledikten sonra şunları anlattı:
-Sultan Vahdeddin, Ömrünün sonuna kadar yardım etdi Anadolu'da kendi iradesiyle başlatdığı harekâta!.. Hâttâ öyleki ölümünden iki ay öncesine kadar bile bütün olup bitenlere rağmen hâlâ ümitvardı. M.Kemâl'in gerçeği yansıtan bir açıklama yapmasını bekliyordu. 1940 yılında babamla birlikde, Londra'da H.Park Otelinin lobisinde çay içiyoruz. Türkiye'nin Londra b.elçisi Tevfik Rüşdü Araş girdi içeriye. O girer girmez babam ayağa kalkarak, beye-fendi!.. Siz!.. M.Kemâl Paşada, İsmet Paşada, hepiniz bilirsiniz ki Sultan Vahideddin vatan hâini değildir! İstanbul'dan da kaçmamıştır! Vatanı kurtarmak için iki türlü oyun oynamak mecburiyetinde kaldığını bildiğiniz halde, ne diye adama vatan hâini diyorsunuz? Babam böyle parlayınca, Tevfik Rüşdü Araş: Hâşa efendim, sümme hâşa! Dedi: Ne Sultan Vahdeddin, ne Ferid Paşa vatan hâini değillerdir! Biz onu biliyoruz efendim! Ama bunu millete söylersek, biz gidelim siz gelin durumu doğar!..." dedi Şeklinde konuşan Ömer Fethi Sami Bey anlatmaya şöyle devam ediyor:
"..Bu günkü Baltalimam Hastanesi, Damad Ferid Pa-şa'nın sarayıydı. Baltalimam Sarayının Boyacıköy tarafında bir selamlık köşkü vardı. Benim büyük annem kırk-beşbin altına yaptırmıştı orayı. Şimdi üniversite almış orayı. Onun yan tarafında tahtadan bir köprü vardı. Oraya Lâz takaları gelir, bizim Baltalimam Sarayının bahçesinde bahçıvan kulübeleri vardı. Silahlarımız işgal kuvvetleri tarafından toplanmıştı o zamanlar. Maslak'daki İngiliz karargâhında duruyordu bu silahlar. Gözü kara Mü-cahid Müslümanlar, o silahlan oradan ya para pul bir şeyler vererek alırlar ya çalarlar getirirler, Ferid Paşa'nın Baltalimam Sarayının bahçesindeki o bahçıvan kulübelerine saklarlar, sonra da geceleri Lâz takalanyla karşıya taşıyarak Anadolu'ya gönderirlerdi. Ferid Paşa'nın sadrıazamlı-ğı sırasında oluyordu bunlar. Adamın adını hâine çıkaranlara gönderiliyordu bu silahlar.
Ferid Paşa vatan hâini değildi. Sonuna kadar elinden geleni yaptı. Çift yönlü bir oyun oynamak mecburiyetinde kalıyorlardı o günlerde, zira, işgalciler, sürekli olarak, M.Kemâl'in Anadolu'daki gizli görevini bildiklerini, onun oralarda İstanbul hükümetinden koparak, başına buyruk hareket ediyormuş gibi gözükmesinin İstanbul tarafından organize edildiğini, onun yakalanıp istanbul'a getirileme-yişininde yine istanbul hükümetinin bir taktiği olduğunu ifade ederek baskı yapıyorlardı. O çift yönlü oyunda ço-ook zorlandılar Sultan Vahdeddin de, Ferid Paşa da. M. Kemâl' i Anadoluya gönderdikten sonra, onu geri çağırmaları, yakalanıp getirilmesi için emir ferman çıkarmaları gibi şeylerin hepsi bu çift yönlü oyunun bir parçasıydı. "
Neticeye gelince yine sevgili dostum Özdamar'ın şu satırlarında bulmak mümkün: "Sonra , her şey yan yattı, çamura battı ama... Hakikat öyle bir cevahir ki, hangi çamura düşerse düşsün, bir gün bir elde yıkanınca, tekrar parıl parıl parıldamağa başlar!."
Peki iyi bu hakikati Cerrahi dergâhında gelip anlatan Osmanlı beyefendisi kimdir, dense, cevabımız Sultan 2. Abdülhamid'in torunlarından olan Ömer Fethi Sami Bey efendi idi demek olur.
Hele bu işgal; müslüman bir milletin düşmanı, gayri müslim olan milletlerin ittifak etmeleri hâlin de gerçekleştiyse, savaşın getirdiği fevkalade şartlara bir de dini hasımlığın getirdiği adavet göz önüne alınırsa, cidden karşımıza çıkan va'kalar tahammül fersa, mukavemeti gayri kabil şartlar sergiler ki, bu işi yaşadığımız şu yıllarda ya dedelerini dinlemiş olanlar, yahud işgallere dâir hatırat ve resmî raporların doğru yazılmışlarını okumuş olanlar bilebilir.
Bir de 1974 senesinde Ordumuzun yaptığı indirme ve çıkarma hareketi olan "Kıbrıs Barış Harekâtı" öncesi Kıbrıs Adasında yaşayan soydaşlarımız ve Yunanistan ve Bulgaristan devletleri azınlığı olarak o ülkenin şimdiki toprakları olan ve dedeleri'nin zamanında Osmanlı Devleti olan topraklarında yaşayanlar bilebilirler.
İstanbul'un işgalini müteakip geçen zaman dilimi, tahta çıkmış zatta da, o zâtın sadare te tâyin etmiş bulunduğu sad-rıazamlarda da her an zehir içen kişi haleti ruhiyesi meydana getirmiştir. Son padişah ve sadnazamlar arasında yer alan, Mehmed Ferid Paşa hakkında menfi propoganda hâla devam etmekte ve misâl olarak, Necip Fazıl merhum' un kaleme aldığı "Vatan Dostu Sultan Vahideddin" adlı eser yüzünden hayatının son günlerinde üstelik şeker hastalığından mü-tevellid gözlerinin ışığıninda ufûl etmesi sonrasında hapise girecekdi ki, merhum Ayhan Songar Hoca'nın gayret ve nüfuzlu dostları, Necip Fazıl merhumun ilerlemiş yaşı ve maluliyeti vede Allah'ın böyle bir zulme rıza göstermemesi tecellisi, merhuma son döneminde bir hapisane macerası daha yaşamaması neticesini getirdi.
Damad Ferid Paşa için, henüz durun bakalım bu söylediğiniz adam hâin değildir! Diyebilecek tek kişi bile tasavvur edemiyordum. Bunun sebebide her şeyden evvel yazar ve hatırat sahipleri arasında, işe insaf ve hoşgörü içinde bakabilecek, Sadnazam Paşa'nin antipatik davranışları, kişiliğinde büyük tahavvülat gösteren mukallitliği, Anadolu'ya gönderilmesine müzahir olduğu Mustafa Kemâl başda olmak üzere bütün milli mücadele İnsanlarına, ceberut bir anlayış içinde muamele gösterdiğine dâir, gerek vesikalar gerekse devrinin devlet adamlarının şehadetleri kendisi hakkında hüsni şahadet edebilecek kimsede cesaret ve takat bırakmamıştır.
Bütün bunların tahliline vede Osmanlı devletinin bu 215. sadrıazamına dâir biyografiye geçmeden önce hem son Padişah Hz.Vahideddin'in hem de padişahı burda bırakıp kendisinden önce yurddışına çıkan, Damad Ferid Paşa aleyhinde olmayan ve üstelik lehine sayılsa seza olan bir hatırayı, sevgili dostum, değerli insan, tasavvuf deryasından devşirdiği güzel eserlerle de gönül mimarlarını, Dersaadet dergâhlarını kitaplaştiran ve tasavvuf deryasında kendisi de kulaçlar atan sevgili Mustafa Özdamar kardeşimin: "GÖNÜL CERRAHI NÜREDDİN CERRAHÎ VE CERRAHÎLER" adlı eserinin 232. Sahifesinden alıntılamayı, târihin üzerime yüklediği bir görev saydığım satırlarla yazımı süslemenin bahtiyarlığı içindeyim. Buyrun okuyun sevgili okurlarım vede bu erkek sesinse bir Osmanlı aile mensubu olduğunu da görelim efendim: "..Osmanlı hanedanı ve Özelliklede, Sultan Vahideddin ile ilgili resmî ve gayri resmî yalanların kendilerimde çok derinden yaraladağmı ifade eden Ömer Fethi Sami Bey; Sultan Vahi-deddin'in kesinlikle vatan hâini olmadığını, İstanbul'dan kaçmadığını kesinlikle canını kurtarma çabasına girmediğini İstanbul'dan ayrılışının, önceden belirlenen vatanı işgalden temizleme operasyonu senaryosunun bir parçası olduğunu, bu son derece mahrem senaryonun, çok az kişi tarafından bilindiğini, özelliklede M. Kemâl' in bildiğini ve zaten bu senaryonun ona tatbik ettirildiğini ve Sultan Vahded-din'in son ana kadar, ömrünün sonuna değin, görev verdiği bu kişilerin bu mahrem gerçeğe sadâkate dÖnebilmelerini beklediğini söyledikten sonra şunları anlattı:
-Sultan Vahdeddin, Ömrünün sonuna kadar yardım etdi Anadolu'da kendi iradesiyle başlatdığı harekâta!.. Hâttâ öyleki ölümünden iki ay öncesine kadar bile bütün olup bitenlere rağmen hâlâ ümitvardı. M.Kemâl'in gerçeği yansıtan bir açıklama yapmasını bekliyordu. 1940 yılında babamla birlikde, Londra'da H.Park Otelinin lobisinde çay içiyoruz. Türkiye'nin Londra b.elçisi Tevfik Rüşdü Araş girdi içeriye. O girer girmez babam ayağa kalkarak, beye-fendi!.. Siz!.. M.Kemâl Paşada, İsmet Paşada, hepiniz bilirsiniz ki Sultan Vahideddin vatan hâini değildir! İstanbul'dan da kaçmamıştır! Vatanı kurtarmak için iki türlü oyun oynamak mecburiyetinde kaldığını bildiğiniz halde, ne diye adama vatan hâini diyorsunuz? Babam böyle parlayınca, Tevfik Rüşdü Araş: Hâşa efendim, sümme hâşa! Dedi: Ne Sultan Vahdeddin, ne Ferid Paşa vatan hâini değillerdir! Biz onu biliyoruz efendim! Ama bunu millete söylersek, biz gidelim siz gelin durumu doğar!..." dedi Şeklinde konuşan Ömer Fethi Sami Bey anlatmaya şöyle devam ediyor:
"..Bu günkü Baltalimam Hastanesi, Damad Ferid Pa-şa'nın sarayıydı. Baltalimam Sarayının Boyacıköy tarafında bir selamlık köşkü vardı. Benim büyük annem kırk-beşbin altına yaptırmıştı orayı. Şimdi üniversite almış orayı. Onun yan tarafında tahtadan bir köprü vardı. Oraya Lâz takaları gelir, bizim Baltalimam Sarayının bahçesinde bahçıvan kulübeleri vardı. Silahlarımız işgal kuvvetleri tarafından toplanmıştı o zamanlar. Maslak'daki İngiliz karargâhında duruyordu bu silahlar. Gözü kara Mü-cahid Müslümanlar, o silahlan oradan ya para pul bir şeyler vererek alırlar ya çalarlar getirirler, Ferid Paşa'nın Baltalimam Sarayının bahçesindeki o bahçıvan kulübelerine saklarlar, sonra da geceleri Lâz takalanyla karşıya taşıyarak Anadolu'ya gönderirlerdi. Ferid Paşa'nın sadrıazamlı-ğı sırasında oluyordu bunlar. Adamın adını hâine çıkaranlara gönderiliyordu bu silahlar.
Ferid Paşa vatan hâini değildi. Sonuna kadar elinden geleni yaptı. Çift yönlü bir oyun oynamak mecburiyetinde kalıyorlardı o günlerde, zira, işgalciler, sürekli olarak, M.Kemâl'in Anadolu'daki gizli görevini bildiklerini, onun oralarda İstanbul hükümetinden koparak, başına buyruk hareket ediyormuş gibi gözükmesinin İstanbul tarafından organize edildiğini, onun yakalanıp istanbul'a getirileme-yişininde yine istanbul hükümetinin bir taktiği olduğunu ifade ederek baskı yapıyorlardı. O çift yönlü oyunda ço-ook zorlandılar Sultan Vahdeddin de, Ferid Paşa da. M. Kemâl' i Anadoluya gönderdikten sonra, onu geri çağırmaları, yakalanıp getirilmesi için emir ferman çıkarmaları gibi şeylerin hepsi bu çift yönlü oyunun bir parçasıydı. "
Neticeye gelince yine sevgili dostum Özdamar'ın şu satırlarında bulmak mümkün: "Sonra , her şey yan yattı, çamura battı ama... Hakikat öyle bir cevahir ki, hangi çamura düşerse düşsün, bir gün bir elde yıkanınca, tekrar parıl parıl parıldamağa başlar!."
Peki iyi bu hakikati Cerrahi dergâhında gelip anlatan Osmanlı beyefendisi kimdir, dense, cevabımız Sultan 2. Abdülhamid'in torunlarından olan Ömer Fethi Sami Bey efendi idi demek olur.
Konular
- Almanya Ve Avusturya Devletlerine Gelince
- Osmanlı; Hayat Ve İstiklâliyetini Nasıl Teminat Altına Almalı?
- Esbâb-I Mücıbeler
- Vakti Kaybetmeye Gelmez
- Ceziretülarab Dayanak Olarak Nasıl Kazanılır?
- Ittıhad-I İslam Hakkında Düşüncelerin Mütalaası
- Ezine Redif Tabürü Kumandanı
- Talat Paşanın Sadareti
- Sultan Hamid Ve Reşad'ın Vefatları
- Sultan Reşad'ın Hanımları Ve Çocukları
- Sultan Reşad'ın Sadrıazam Ve Şeyhülislâmları
- SULTAN 6.MEHMED VAHİDEDDİN
- Cihan Savaşının Sonu Ve Mütareke
- Ahmed İzzet Paşanın Sadareti
- Ahmed Tevfik Paşanın Sadareti
- Damad Mehmed Ferid Paşa
- Damad Mehmed Ferid Paşa'nın Kısa Biyografisi
- Hürriyet Ve İtilaf Cemiyeti İktidarımı?
- İzmir'in İşgali Bildiriliyor!
- Anadolu Kaynıyor!
- Damad Paşa'nın Sadarete Avdeti
- Hüseyin Kâzım Bey Ve Padişah
- Hüseyin Kazım Bey'ın Anlamadığı!
- Irade-I Seısıyye Mehmed Vahideddin
- Bir Suikast Teşebbüsü
- Sürre-İ Hümayun Mes'elesi
- Şürây-I Saltanat Toplantısı
- Toplantıya Katılan Zevat-I Kiram
- 5. Kabinenin Anadolu Harekatına Tavrı
- Pek Mühim