4- Münazaa ( = Karşılıklı Da'vâlaşma)


İki kişi bir ev hakkında, münazaa ettiklerinde, onlardan her birisi, "evin, kendisinin olduğunu" iddia eder ve hakim, o evin, birinin elinde olduğunu bilmekte olursa, onu, sahibü'1-yed kılar. Eğer, bunu bilmiyor; yalnız, o evin üçüncü bir şahsın elinde olmadığını biliyorsa; o evin tamamı davacı (~ iddia eden)iîeda'vahnındır. (= iddia olanındır.)

Eğer, diğeri, ev elinde olana karşı beyyine ibraz ederse, hakim, bu evi ikisinin arasında hükmedip, bu evi, ellerinde bırakır.

Eğer hakim, evi üçüncü bir şahsın elinde bulursa, diğerlerinin talebi üzerine, onu, onun elinden çıkarır.

Eğer onlardan birisi, belge ibraz ederse, onu zi'l-yed olarak hük­meder.

Eğer ikisinin veya birisinin beyyinesi yoksa, hakim bunların herbirine, arkadaşına karşı yemin verir.

Eğer ikisi de, yemin ederse, birbirinden davaları beri olur. Hakim hakikat-i hal (= durumun gerçeği) açığa çıkana kadar evi bekletir; onlardan hiç birinin eline vermez.

Eğer birisi yemin etmez de, diğeri ederse, hakim —yinede— yemin edene evi vermez. Fakat, insanları o eve taarruzdan men eder.

Eğer hakim, o evi üçüncü bir şahsın elinde bulursa, onun elinden, evi çıkarmaz. Muhıyt'te de böyledir

İki kişi bir şeye sarılıp, sahibü'l-yed'e karşı beyyine ikame eder­lerse, biz, onu, onların elinde bırakırız.

Eğer onlardan birisi, —beyyinesiyle— "o şeyin, kendisinin olduğunu" söylerse, sahibinin elinde bulunan şeyin, yarısı ona hükme­dilir; diğer yarısı da, sahibü'l-yed'de hali üzere kalır.

Bazı yerlerde şöyle zikrolunmuştur: Sahibü'l-yed'e karşı beyyine ibraz eder; sonra da, "o şeyin, kendine ait olduğunu" belgelerse; tamamı ona hükmedilir. Muhıyt'te de böyledir.

İmâm   Muhammed (R.A.), Siyer   isimli  kifab  da  şöyle buyurmuştur:

Bir müslüman dâr-i harpden çıktığında, yanında bir müste'men bulunur ve beraberlerinde de üzerinde mal yüklü olan bir katır olur ve onlardan her biri: "O, benim malımdır. Ve benim elimdedir." derse; bu durumda hakim, kimin beyyinesi varsa ona hükmeder. Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.

Akdiyye kitabında şöyle zikredilmiştir: tki adam, bir ev hakkında münazaa yaptıklarında, onlardan herbirisi, "kendi elinde olduğuna" iddia edip, buna göre de beyyine ibraz ederler, sonra da, birisi: "Benim beyyinem daha kuvvetlidir. Benim babam öldü. Bu evi, bana miras olarak bıraktı. Benden başka da varisi yoktur." der ve buna göre de beyyine ibraz ederse; bu beyyinesi kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.
Şeyhu'1-İmam Zahîrü'd-Dîn el-Mürğinânî'den soruldu:

İki kişi, bir ev hakkında davalaştıklarmda, onlardan birisi: "O evin, kendi malı olduğunu ve elinde bulunduğunu" diğeri de: "Kendi elinde olduğunu ve ona en haklı olanın kendisi olduğunu" iddia eder ve "Filanın elinde icar olduğunu; o filanın da öldüğünü icara verilen malın elinde mahpus kaldığını" söylerse, durum ne olur?

İmâm, şu cevabı verdi: .   —Ev ikisinin elinde de bırakılmaz.

Bazı alimler ise: "Ev icare olduğunu iddia eden şahsın olur." diye fetva vermişlerdir. Zahîriyye'de de böyledir.

Kitâbü'i-Akdiyye'de şöyle zikredilmiştir:

İki şahıs bir ev hakkında münazaa ettiklerinde, onlardan her birisi, iddia ederek: "Ev benimdir." der ve bunlardan birisi, —beyyine ikame ederek— "çocuklarının, oraya girip —çıktığını" söylese; bu durumda hakim, —yukarıda söylediğimiz gibi— şahitlik yapanın şahitleriyle, onlar: "O evde oturuyorlardı." diyene kadar evi elinde olana hük­metmez.

Onlar böyle söyleyince de, hakim, o çocukların ve hayvanların girip-çıktığını söyledikleri adama evi hükmeder. Muhıyt'te de böyledir.

İbnü Semâa, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

Bir meşelik hakkında, iki toplum münazaa ettiklerinde, her toplum "onun, kendilerinin olduğunu ve ellerinde bulunduğunu" iddia eder ve her topluluğun şahitleri, "ellerinde olduğuna, şahitlik yaparlar ve hakim, onlara açıklamasından sormaz ve söylenenden fazla kılmazsa, böyle yapması doğru olur.

Eğer onlardan fazla bir şey sorar ve açıklamalarını isterse, bu daha sağlam ve daha güzel olur. Hakim, orman hakkında gereken şeyleri iyice soruşturur: Ağaçlarının kesilmesi, satılması ve ondan faydalanma ve benzerleri gibi şeylerin olup olmadığını araştırır. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir köle hakkında, iki kişi münazaa yaparlar ve onlardan her biri, "onun,   kendisine   ait   olduğunu"   iddia   eder   ve   "halen   elinde5 bulunduğunu" söylerse kölenin -yaşça— küçük olması halinde, hakim; onlardan hiç birisine, —beyyine getirmedikçe— mülk olarak hük­metmez. Onu, onların yanında bırakır.

Eğer köle büyük, konuşuyor ve aklı eriyorsa veya çocuk olduğu halde nefsinden itibar oluyor ve "Ben hürrüm." diyorsa onun sözü geçerli olur.

Bu durumda hakim, iddia edenlerin hiç birine —beyyineleri olmadıkça— birşeyhükmeylemez.

Şayet köle: "Ben birisinin kölesiyim." derse, bu sözüne inanılmaz. O, ikisinin de kölesi olur. Muhıyt'te de böyledir.
Eğer zi'l-yed olanların değil de başkasının kölesi olduğunu; söyler; zi'l-yed de, kendisinin kölesi olduğunu söylerse; o köle zi'1-yedin kölesi olur. Kâfi'de de böyledir.

Elinde bir köle bulunan şahıs: "Benim kölemdir." derse, onun sözü kabul edilip; ona, mal olarak hükmedilir.

Eğer köle büyük olur ve: "Ben, aslen hürrüm." derse; beyyinesi olmadan sözüne inanılmaz. Çünkü o, hükmolunam ibtâl etmeyi murad etmektedir.

Keza, bu köle: "Ben buluntuyum." derse; "Ben hürrüm." demesi gibi olur.

Eğer zi'l-yed, "kölesi olduğuna" köle de, "Aslen hür olduğunu" belgelerse, bu durumda kölenin beyyinesi evlâ olur. Zehıyre'de de böyledir.
Şeyhu'1-Kadî'I-İmâm, Şemsü'i-tslam Mahmûd Evzecendî'den soruldu:

Bir şahsın elinde bulunan bir yeri, başka bir şahıs teğallüp yoluyla, oranın kendisinin olduğunu isbat eder; yeri elinde bulunduran şahıs da "onun, tağallüb yoluyla isbat ettiğini" belgelerse ne olur?

İmâm şu cevabı verdi:

— Beyyinesi kabul edilir ve o yer ona hükmedilip, müteğallibin elinden alınarak ona teslim edilir.

Eğer, beyyinesi olmaz ve müteğallibenin "o yeri tağallüb yoluyla aldığı hususunda" ona yemin vermek isterse, bu durumda yemin teklif etmeye hakkı vardır.

Keza, müteğallibe karşı, onun ikrar ettiği hususunda, yine mütegallibin yemin etmesini isterse, yemin ettirir. Muhıyt'te de böyledir.

Şemsü'l-İslâm'm Fevâİdi'nde şöyle denilmiştir:

Bir adam, beyyi.ıesini ibraz ederek, "bir yerin on seneden beri elinde olan, hudutlu yeri olduğunu" söylerse, bu yer ona hükmedilir. Hulasa'da da böyledir.

Nâtıfî'nin Vâkiatı'nda şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, başka bir adamın elinde bulunan bir köleye karşı, beyyine ibraz ederek "onun, kendi kölesi olduğunu; bir seneden beri, onun yanında bulunduğunu; elinde bulunduran şahsın onu gasbeylediğini" söyler; zi'l-yed de "onun, yirmi senedir, kendi kölesi olduğunu" iddia eder ve belgelerse; bu durumda, o köle elinde bulun­duran şahsın olur. Muhıyt'te de böyledir.

Uyun kitabında şöyle zikredilmiştir:

İki kiş; bir şey hakkında münazaa ettiklerinde, onlardan birisi, ^beyyinesiyle— bir aydan beri elinde olduğunu"; diğeri de beyyinesiyle "bu saatte elinde olduğunu" iddia ederse; hakim, "bu saatte elimde" diyen şahsa, hükmeder. Çünkü, diğerinin eli mkidâya uğramıştır ve mkıdâya uğrayana da itibar yoktur.

Bu, İmam Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre böyledir.

Şayet onlardan birisi "Onun, bir aydan beri elinde olduğunu" bel­geler; diğeri de "cum'adan beri elinde olduğunu" isbat ederse; bu şey "cunradan beri" diyene hükmedilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir  adamın  elinde, başka birinden icarladığı bir  yer bulunduğunda, arsa sahibi: "Sen onu, benim emrimle icarladın. Kirası benimdir." der; icarcı da: "Ben onu, senden gasbeyledim ve icara verdim.   İcarı  benimdir,"   derse;  bu  durumda  yer  sahibinin  sözü geçerlidir.

Eğer icarlayan şahıs, o yere bina yapar, sonra icara verir; yer sahibi de: "Ben sana, benim için yer yap." dedim. "Sonra da icara verirsin." diye söyledim." yer elinde bulunan şahıs da: "Ben, senden gasbeyledim ve bina yaptım. Sonra da onu icara verdim." derse; bu durumda kira, o yere taksim edilir. Yani kira bina yapılan yer ile yapılmayan yer arasında bölünür. Bina yapılan yere isabet eden icar, icarcıya; yere isabet eden icar da yer sahibine verilir.

Eğer yer sahibi: "Sen, benden binalı yeri gasbeyledin." derse onun sözü geçerli olur. Eğer ikiside beyyine ibraz ederlerse gasıbın ( = _gas-beden şahsın) beyyinesi evla olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, başkasına: "Senden, bin dirhem gasbeyledim. Onunla da, onbin dirhem kâr ettim." der; ikrar olunan da: "Hayır, bilakis öyle yapmanı ben söyledim." derse; bu durumda ikrar olunan şahsın sö?ü geçerlidir.

İkrar olunan şahıs eğer: "Sen, bin dirhem ve onbin dirhemi gasbey­ledin." derse; bu durumda ikrar edenin sözü geçerli olur.

Şayet: "Senden bir elbise gasbeyledim. Ve onu, senin emrin olmadan" kestim ve diktim." der; ikrar olunan da: "Bilakis sen, gömleğimi gasbeyledin." der veya "Onu dikmeni, ben söyledim." derse; bu durumda ikrar olunan şahsın sözü geçerli olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir yıkayıcı dört parça ham keten bezini çırağı ile sahibine gönderdiğinde çırak, üç parça getirir; yıkayıcı:  "Sana, dört parça verdim," deyince, çırak: "Ben onu saymadan verdim." derse elbise sahibine: "Dilediğini doğrula." denilir. Eğer o elçiyi (çırağı) doğrularsa, o kurtulur. Bu durumda yıkayıcının yemin etmesi gerekir.

Eğer o yemin etmezse, bezleri tazmin etmesi gerektir.

Eğer yemin ederse, o da berî olur. (= kurtulur.)

Yıkayıcı ücreti hususunda elbise sahibine yemin verir.

Eğer yemin ederse, — o elbisenin hissesi kadar— ücretten kurtulur.

Eğer elbise sahibi, yıkayıcıyı doğrularsa; o berî olur.

Bu durumda elçinin (çırağın) yemin etmesi gerekir. O yemin edince de yıkayıcının ücreti, elbise sahibine ait olur. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir-

Bir adamın duvarı ye nehrin kenarında da ağaçları var. O ağaçların köklerinden, nehrin diğer yanında ağaçlar bitmiş... Diğer bir adamın da o tarafta üzüm bağı var.... Bağ ile nehrin arası ise yol... Bu durumda bağ  sahibi,  ağaçları iddia ediyor... Diğeri de  "...Benim ağaçlarımın kökünden diye iddia ediyor... Eğer o ağaçların kökünden bitmiş olduğu bilinirse, bu durumda onlar, ağaç sahibinindirler.

Eğer böyle olduğu ve kimin tarafından dikildiği de bilinmezse bu durumda o ağaçların sahibi yoktur. Bu şahısların hiç biri de, o ağaçlara hak sahibi olmaz. Hulasa'da da böyledir.

Bir adamın tarlasında, —kimse ekmeden— mahsul bitse, bu mahsul yer sahibinindir.

Av bunun hilaf madır. Nerden nasıl girerse girsin, av, tarla sahibinin değil; onu yakalayanındır. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir kimse, başka birisine karşı, "bir arsayı miras olarak iddia eder; hakim de beyyinesi sebebiyle, ona hükmettikten sonra, kendisine hükmolunan şahıs o arsa ile,  kendi aleyhine hükmolunanın arsası arasında bulunan ağaçlar ve süknâ hakkında, ihtilaf eder; hiç birinin de beyyinesi    olmazsa,    "aleyhine    hü kmolunanm    sözü    geçerlidir.' denilmiştir.

'Lehine  hükmolunanın   sözü  geçerlidir.' *   diyenler  de  vardır. Muhıyt'te de böyledir.

Camiu's-Sağîr'de şöyle zikredilmiştir:

Bir şahsın su arkı ve kenarında da sınırı olur; bu sınınn arkasında da, başka birinin tarlası bulunur ve o sınıra ulaşır; o sınır da ikisinin de elinde bulunmazsa (şöyleki, onun üzerinde ikisinin de dikili ağacı olmaz, ark sahibi tarafından atılmış çamur da bulunmaz) o yeri tarla sahibi de, ark sahibi de iddia ederse, bu durumda o, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre tarla sahibinin olur.

İmameyn ise: Arkın çamur vesairesine atmak orda yürümek ve benzeri sebeplerden dolayı "Nehir (= ark) sahibinin olur." buyurmuşlardır.

Bunun faydası iki yerde açıktır: Birisi: O sınırda ağaçlar olur, kimin diktiği de bilinmezse, İmâsii Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, o ağaçlar tarla sahibinindir. İmameyn'e göre ise, ark sahibinindir.

İkincisi: O sınır üzerine ağaç dikme velayeti, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, tarla sahibinin; İmâmeyn'e göre ark sahibinindir. Oraya çamur atmak da ark sahibinin hakkıdır.

Ark sahibi, zarar vermemek üzere, oraya çamur atabilir." denilmiştir.

Şahin olan da budur.

"Eğer ark sahibi, onun üzerinde yürümeyi-isterse, onda hakkı .yoktur." denilmiştir.

Eşbeh olan, —bir zarar olmazsa— ona mani olmamaktır,

Fakıyh Ebû Cafer: "Ağaç dikmede Ebû Hanîfe (R.A.)'nin sözü; çamur atmada ise, İmâmeyn'in sözü tutulur." demiştir. Kâfî'de de böyledir.

Sel, toprak ve çamur getirir ve bir adamın yerine kor veya bir ark açarsa, işte o, arsanın sahibinin olur. Hulâsada da böyledir.

Değirmende toplanan, değirmen unu, değirmencinindir. Esahh olan kavle göre, kim önce alırsa onundur.

Kül gibi, davar gübresi gibi toprak cinsinden, olmayan şeyler, mahalle halkı tarafından bir şahsın mülküne atılıp, orada birikirse, bunlar kim önce alırsa onun olur.

Keza, bir kimse, hayvanların toplanması ve gübrelerinin birikmesi için bir avlu veya ahır yaparsa, orada toplanan gübreleri kim alırsa, onun olur.

"Burda mekâna itibar yoktur." denilmiştir.

İmâm-i Sanî'den şöyle rivayet olunmuştur:

Hayvanları icarhyan kimse, eğer onların fışkı ve gübrelerini toplamak isterse., o takdirde, o, onun olur. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir adam, geride bir kız; bir kardeş ve bir takım eşyalar bırakarak öldüğünde; kız: "Bu eşyaların tamamı benimdir. Babam, benim sözüm üzerine bunları benim malımdan satın aldı." der; kardeş de: "Bu malın tamamı ölenindir." derse; bu durumda kardeşin sözü geçerli olur. Zehıyre'de de böyledir.

İki kişi, bir hayvan veya bir gömlek hakkında münazaa ettikle­rinde, onlardan birisi hayvanın binicisi veya elbisenin giyicisi, diğeri de gem vurucusu, yakacısı olursa, binici ve giyici ona zi'l-yed olmak bakımından evlâ olur. Kâfî'de de böyledir.

Birisi eğerine binen şahıs, diğeri de terkiye binen şahıs ise, binici svlâ olur. İkisi de binici olurlarsa, aralarında hükmolunur. Hidâye'de de böyledir.

Birisi hayvanı çekici, diğeri de sürücü olsalar, bu hayvan, çekiciye hükmedilir. Eğer onlardan birisi, gemini tutucu; diğeri ise, kuyruğuna tealluk ederse; alimler: "Uygun olan gemini tutana hükmedilmesidir." demişlerdir. Muhıyt'te de böyledir.

Üzerinde yük olan, deve hakkında münazaa eyleseler, yük kendisinin olan şahıs evla olur. Hidâye'de de böyledir.

İki kişi bir hayvan hakkında münazaa eyleseler, o hayvanın üze­rinde de, birinin yükü, diğerinin de ibriği asılı olsa; yükü olan evlâdır. Kâfi'de de böyledir.

Bir adam, develerden bir katar çekiyor olsa; o develerden birinin üzerinede bir adam binse; binici de, çekici de bu develeri iddia eyleseler; bindiği  deve binicinin;  diğerleri ise,  çekicinin olur.   Zehiyre'de  de böyledir.

Hişam, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir kimse, deve katarının Önünde olan deveye; diğer birisi de orta­daki deveye sondaki deveye de bir başkası biner ve onların her birisi katarı iddia ederlerse; bu durumda onlara, her birisinin bindiği deve Vardır.

Ve- önceki deve ile ortadaki deve arasında olan develer de, öndeki binicinindir.

Ortadaki deve ile sondaki devenin arasında olan develer de öndeki binici ile ortadaki binicinin aralarında yarı yarıya verilir.

Sondaki biniciye, devesinden başka verilmez. Eğer onlar için beyyine olursa: onların bindikleri kendilerinin, diğer ikisinin aralarında olanında yarısı onundur.

Önceki ile ortadakinin arasında olan ve ortadaki ile arkadakinin arasında olan aralarında yarı yarıyadır. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Bir elbisenin bir kısmı, bir adamın elinde, diğer tarafı da başka bir şahsın elinde bulunursa, bu durumda, o elbise, bu şahısların aralarında yarı yarıya hükmedilir. Hidâye'de de böyledir.

Kudûrî'de şöyle zikredilmiştir:

Bir terzi, bir adamın evinde elbise diker ve elbise hakkında münazaa ederlerse; ev sahibinin sözü geçerli olur. Muhıyt'te de böyledir.

Terzi üe elbise sahibi ihtilaf ettiklerinde, elbise sahibi: "Onu, ben diktim."; terzi de: "Hayır, ben diktim." der ve elbise, terzinin elinde bulunursa onun sözü kabul edilir. Ve bu durumda, elbise sahibinin ücret vermesi gerekir.

Eğer elbise, sahibinin elinde ise, onun sözü geçerli olur.

Eğer, elbise, her ikisinin elinde ise, —yeminle birlikte— terzinin sözü geçerli olur. Ve elbise sahibi, ücretini verir. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Bir adam, bir dükkanı, bez satmak veya elbise dikmek için icarladığında, icara veren, onun elinde olan elbiseyi "Benim." diye iddia eder; icarlayan da: "Benim." derse, elbise icarcımn dükkanında ise, o, onundur.

Eğer elbise mahallede veya icara verenin evinde ise, -bu durumda icara verenin sözü geçerli olur. İster hür olsun, isterse köle olsun; ister izinli olsun, isterse mükâteb olsun fark etmez. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir adam, kölesini, bir temizlikçiye veya bir ekmekçiye icara verir; onunla beraber, efendisi yolda bir şey bulur ve onda, o ve icarlayan ihtilaf ederlerse; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Eğer o eşya, icarlayamn yaptığı şeylerden ise, bu durumda icarlayamn sözü geçerli olur.

Eğer öyle değilse, efendinin sözü geçerlidir.

Eğer icarlayamn menzilinde ise iki. yönüyle de icarlayamn sözü geçerlidir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsın evinden, omuzunda eşya olarak çıkar; bir topluluk da onu görür ve şahitlik yaparak: "Gerçekten biz, bu adamın, bu evden çıktığını ve boynunda da eşya olduğunu gördük.". derler; ev sahibi de: "Eşya benimdir." der; diğer şahıs da: "Benim eşyam." diye iddia ederse; eğer o'adam, eşya satan bir kişi olarak tanın­ıyorsa, o eşya onundur. Böyle tanınmıyorsa, eşya ev sahibinindir. Vâkıât-ı Hüsâmiyye'de de böyledir.

İbnü Seınâa'nın Nevâdiri'nde, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

Bir adam, yanında mal bulunduğu halde, başka birinin evine girdiğinde, ev sahibi: "Bu, benim mahmdır. Evimden aldım." derse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Bu durumda ev sahibinin sözü kabul edilir.

Eve giren şahsın üzerinde bulunan dikili elbisesinden başkası hakkındaki 'sözüne inanılmaz." buyurmuştur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise: "Eğer, eve giren şahıs, o eşyaları yapan bir kimse olarak tanınıyorsa, (Meselâ: Zeytin yağı satan bir kimse, omuzunda, zeytin yağı kabı olduğu halde içeri .girmişse veya sokakta seyyar satıcılık yapan biriyse) onun sözü geçerli olur. Bu durumda ev sahibinin, ona karşı söylediğine inanılmaz. Muhıyt'te de böyledir,

Hişam, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet 'etmiştir:

Bir süpürgeci, boynunda kadife veya benzeri şey olduğu halde birinin evinde bulunduğunda, süpürgeci de, ev sahibi de, "o kadifenin, kendisinin olduğunu" iddia ederse; bu durumda o, ev sahibinindir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir hamal, üzerinde yükü olduğu halde, bir adamın evinde bulunduğunda, ev sahibi, "hamalın yükünün, kendisine ait olduğunu" iddia eder; hamal da: "Hayır, benimdir." derse; hamal, yük taşıyan birisi ise, onun sözü geçerli olur. Vâkıât-ı Hüsâmiyye'de de böyledir.

Yaygı hakkında münazaa edildiğinde, biri onun üzerinde otu­ruyor; diğeri de onu tutuyor olsa; veya her ikisi de üzerinde oturuyor olsalar; bu yaygıya —aralarında— ortak olurlar. İnâye'de de böyledir.

Bir evin içinde, iki adam oturmakta iken, bu şahısların biri "o evin, kendi nefsine ait olduğunu" iddia ederse; bu durumda, o ev, bu şahısların aralarında hükmedilmez.

"Aralarında hükmedilmez." demek "bu ev, —hükümsüz olarak— bu şahısların müşterek ma,lı olur." demektir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir gemiyi, ona binmiş ve onu sürmekte olan, bir şahısla, bu gemiyi sevkeden bir şahıs ve onun sakinlerini elinde bulunduran başka bir şahıs veya değişik bir sebeple diğer bir şahıs iddia ederlerse; bu gemi süren, sakinlerini tutmuş olan ve sevkeden şahısların arasında hükme­dilir. Diğerlerine bir şey yoktur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Zengin bir adamın kölesi, boynunda takılı bulunan inci ile, evinde hasırdan başka bir şeyi olmayan bir fakirin evinde bulunduğunda, köle sahibi: "İnci benimdir." dediği halde; ev sahibi de: "...benimdir." diye iddia ederse bu durumda, köle sahibinin sözü kabul edilir, Kerdcrî'nin Vecizi'nde de böyledir.

İki kişi, bir gemide bulunur; bu gemide de un olur; bu şahıslardan her biri, bu geminin ve içinde bulunan unun, kendisinin olduğunu iddia ederler; bu şahıslardan birisi un satmakla ma'ruf; diğeri de tuzcu olarak bilinen bir kimse olduğunda, bu un uncu olarak tanınan şahsındır. Gemi ise tuzcunundur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) şöyle buyurmuştur: Bir adam, başka birinin evinde kuş avladığında, eğer onun mubah olduğunda ittifak ederlerse, bu durumda o kuş avlayan şahsındır.

Eğer ihtilaf ederler ve ev sahibi: "Ben, senden önce avladım." veya "Ona, ben varisim." der; avcı da bunu inkar ederse; avcının onu havada avlamış olması halinde bu kuş avcınındır.

Avcı, kuşu evden almışsa, ev sahibinin sözü geçerlidir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

İcarcı, dükkanda bulunan şeyleri, bir adama satar; müşteri bun­ları teslim aldıktan sonra da, dükkan sahibi gelerek müşterinin elinde bulunan şeylere hak sahibi çıkar ve bu durumda satılan bu şey, dükkanın binasına bitişik olur ve karcının sanat aletlerinden olmazsa, —yeminle birlikte—, dükkan sahibinin sözü geçerli olur.

Eğer o yemin ederse, müşteri icarcıya müracaat ederek, satılan bu şeyin parasını geri alır. Eğer satılan şey, icarcının sanat aletlerinden ise, icarcımn sözü geçerli olur.
Bu durumda dükkan sahibinin  o şeyi almak için bir çıkar yolu yoktur. Muhiyt'te de böyledir. [25]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..