Kendisi İle Avret Mahalli Örtülebilecek Şeyler :

Dörtte biri temiz olan bir elbise bulabilen kimse, çıplak ola­rak namaz kılsa, bu caiz olmaz.

Eğer, teiniz yeri, dörtte binden az veya .tamamı pis ise; bu du­rumda, çıplak vaziyette oturarak ve ima ile namaz kılmakla; tamamı pis olan bir elbisenin içinde, ayakta, rükû, ve süçud ile namaz kıl­mak arasında muhayyer bırakılan kimse için, efdal olan, pis elbise ile namaz kılmaktır. Kâfî'de de böyledir.

Bir adam, boğazlanmamış bir İaşe derisinden başka bir şey bulamamış olsa, o adamın, o deri ile avret yerin örtmesi ve onunla namaz kılması caiz olmaz, Sirâcül - Vehhâc'da da böyledir.

Bir adamın yanında, iki elbise olmuş olsa da, her birinin üzerinde de dirhem miktarından fazla necis bulunsa; bu durumda, o kimse, serbest bırakılır. Çünkü, onlardan her birisinin dörtte bi­rine pislik ulaşmadıkça, men'etme hususunda, ikisi de müsavi ol­maktadır. Tebyîn'de de böyledir.

Namazın müstehabı, o iki elbiseden pisliği en az olanı ile kılınmasıdır. Hulâsa'rîa da böyledir.

O elbiselerden birine bulaşmış olan kan, dörtte bir mikta­rında, diğerine bulaşmış olan kan da daha az ise, o kimse, kam az olan elbise ile namazım kılar; aksini yaparsa caiz olmaz.

Bulunan iki elbisenin her birinde kendi büyüklükleri nisbe-tinde dörtte birleri kadar pislik bulunsa; veya birindeki pislik daha fazla, mesela elbisenin dörtte üçü kadar olsa; fakat, bu elbise­deki dörtte üç nisbetindeki pislik, diğer elbisedeki dörtte bir mik­tarına yetişmese yani ondan daha az olsa, o kimse, bu elbiselerden hangisini isterse, onunla namaz kılar.

Şayet, o iki elbiseden birinin, dörtte biri temiz olsa da, diğeri­nin, dörtte birden azı temiz bulunsa, dörtte biri temiz olanla kılar-aksini yaparsa namazı caiz olmaz. Tebyîn'de de böyledir.

Kan, elbiselin dış tarafında bulunsa da, iç kısmı temiz ol­sa; eğer, o elbiseyi açmak mümkün ise, onunla namaz kılmak caiz olmaz. Ancak, namazı, o temiz olan kısmın içinde kılmak caiz olur Çünkü, temiz elbise ile avret mahallini örtmek mümkündür. Onun bir tarafını kımıldatınca, diğer tarafının hareket etmesi ile, etme­mesi arasında da bir fark yoktur. Serahsî'nftn Muhıyt'inde de böy­ledir.

Elbisenin, iki tarafından birim yere sermek mümkün ise, öyle yapılarak kılınan'.namaz caiz olmaz : Bu durumda, elbisenin diğer tarafının hareket edip etmemesi müsavidir. Hulâsa'da da böyledir.

Bu gibi meselelerde aslolan şudur :

Gerçekten, bir kimse, iki müsavi beliyye (= zahmet, mihnet) ile imtihan olursa, onlardan istediğini alır. Eğer, aralarında bir farklılık Olursa, onlardan, en ehven ve en kolay olanını seçer. Bah-ru'r-Râık'ta da böyledir.

Bir kimse, iki elbiseden, hangisinin temiz, hangisinin pis olduğunu ayıramazsa, araştırır; zann-ı galibi ile namazını kılar. Namazı, pis elbise ile kılmış olsa bile  zann-ı galibi ile onu te­miz sandığı için, namazı fasid olmaz'. SSrâciyye'de de böyledir.

Bir adam, bu durumda araştırma yapsa da, bir elbisenin temiz olduğuna kanaat getirse ve o elbise ile öğle namazını kusa; sonra da araştırması sonucu, diğer elbisenin temiz olduğuna ka­naat getirse ve bu elbise ile de ikindi namazım kılsa, bu kıldığı ikindi namazı fasiddir.

Yanında, iki elbisesi bulunan bir kimse, bu elbiselerden, han­gisinin pis olduğunu bilmeyerek onlardan biri ile Öğle namazını, sonra da, diğeri ile ikindi namazını kusa; öğle namazını kıldığı el­bise ile akşam, ikindi namazını kıldığı elbise ile de, yatsı namazım kılmış olsa; daha sonra da, bu elbiselerin birinde, dirhem mikta­rından fazla necaset görse; fakat, birinci elbise (yani, öğle ve ak­şamı kıldığı) ile ikinci elbiseyi (yani, ikindi ile yatsıyı kıldığı) bir­birinden ayıramazsa; bu durumda, kılmış olduğu öğle ile akşam na­mazları caiz, ikindi ile yatsı namazları ise, fasiddir.

Keza, bir adam, araştırması sonucu olarak, öğ!e namazını birinci elbise iJe,   ikindiyi ikinci elbise ile;   akşamı birinci elbise ile ve yatsıyı da ikinci elbise ile kılsa; öğle ile akşam namazları, sa­hih; ikindi ile yatsı namazları ise fasiddir, İmâm Serahsî'de, böyle-zikretmiştir. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimse, bir beze bürünerek veya çar (çarşaf) giyinerek namaz kıîsa ve bu esnada onun, iki tarafından birisi pis olsa ve o pis olan tarafda yerde bulunsa; eğer, namaz kılanın, hareket edip kımıldamasiyle, o pis tarafda hareket ediyorsa, o adamın namazı, caiz olmaz; eğer hareket edip kımıldamıyorsa namaz, caiz olur.

Bir kimse, kendi zannina göre, pis olan bir elbise ile na­maz kıldıktan sonra, o elbisenin temiz olduğu açığa çıksa, kıldığı namaz caiz olmuştur. Muhıyt'te de böyledir.

Çıplak olan kimsenin yanında, hem ipek bir elbise, hem de dirhem miktarı pis olan bez bir elbise bulunduğu zaman, nama­zını ipek elbise ile kılar. Hulâsa'da da böyledir.

Namaz kılan bir kimse, namaz içinde, elbisesinde dirhem­den az miktarda pislik görmüş olduğundan; vakitte genişlik olur­sa, efdal olan, o pisliği yıkayıp namazına devam etmesidir.

Fakat, eğer cemaatle namaz kılmayı kaçırmasına rağmen, baş­ka yerde cemaat bulacak olursa,.yine öyle yapar. (Yani, pis elbiseyi yıkar ve sonra başka cemaate gider.)

Şayet, bu pisliği yıkaması halinde, cemaat bulamayacağından veya vaktin çıkacağından korkarsa, namazına devam eder. Zehıy-re'de de böyledir.

Söylediğimiz bu durum, kişinin, namazda olduğu vakittir. Eğer namazda oİmaz fakat, o pisliği yıkayana kadar, cemaatin, na­mazı tamamlayacağından korkuyorsa yıkama işini bırakıp, o hali ile cemaatle namaz kılması, daha evladır. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimse, elbisesinde, dirhem miktarından fazla necaset-i galîza bulur da, onun, ne zaman bulaştığını bilemezse; bil - icmâ, o kimsenin, önce kıldığı namazlardan hiç birini iade etmesi gerek­mez. Esahh olan da budur. Serahsî'nin Muhıyt'inde de; Cevheretü'n-  Neyyire'de de böyledir.

Bir kimse, tâbi olduğu imâmın elbisesinde, dirhem mikta­rından az, necaset görmüş olsa; eğer, o muktedînin (imâma uyan kimsenin) mezhebine göre, az necaset namaza mani olmayıp imâ-mm mezhebine göre, bu miktar necaset, namaza mani olur. Ve imâm da, elbisesinde, o necasetin olduğunu bilmeyerek namaz kı­lıyorsa, muktedînin namazı caiz olur; imâmın namazı caiz olmaz. Eğer mezhebleri, söylediğimizin aksine ise, ikisi hakkındaki hüküm de söylediğimizin aksinedir. Yani, muktedînin namazı caiz değildir; imâmın namazı ise, caizdir. Fetâvâyl Kâdîhan'da da böy­ledir.

Nusayr : «Biz, bu görüşü alırız, demiştir. Fetâvâyi Kâdi-hân'da da böyledir.

Hem mestlerin hem de elbisenin üzerinde, dirhem mikta­rından az pislik bulunsa, fakat bu pislikler bir araya getirildikleri zaman, ctjrhem miktarını geçecek olsa, bu hâl, namazın cevazına manî olur.

Namaz kılan kimsenin, elbisesinin ayrı ayrı yerlerinde bulunan necaset, toplandığı zaman dirhem miktarını geçerse, yine, bu du­rum, namazın cevazına mâni' olur. Hulâsa'da da böyledir.

Tek kat bir gömlekle namaz kılan bir kimsenin, bu göm­leğinin üzerinde bir dirhemden az pislik bulunsa ve bu necaset de, gömleğin diğer tarafına nüfuz ettiğinde, bu iki tarfta bulunan ne­casetin toplamı, bir dirhemden fazla gelse, yine, namazın cevazına maniî olmayacağı söylenmiştir. Çünkü, bu, tek elbisedeki dağınık necaset gibi değildir.

Bir kimse, iki kat elbise ile namaz kılmış olsa ve bu elbi­selerin her birinde, dirhem ağırlığından az necaset bulunsa; bun­lar toplanınca, dirhem miktarından fazla olursa, namaz caiz olmaz.

Bir kimse, astarlı bir elbise ile namaz kılsa da, necaset, as­tarın bir yüzüne bulaşarak ikinci yüzüne de geçse; İmâm Ebû Yû­suf (R.AJ 'a göre, bu, bir elbise gibidir; namaza mâni' olmaz. İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, namaza manî olur. Ebû Yûsuf (R.A.) 'm sözü, genişliktir. İmâm Muhammed (R.AJ 'm sözü ise, ihtiyata daha uygundur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, üzerinde, bulunan bir dirhem pislikle namaz kılsa ve o necaset de diğer tarafı pislendirmiş olsa; muhtar olan görüş, bunun, namaza mani'    olmayışıdır. Sahih    olan da budur.

rünkü, bunların hepsi, tek bir dirhemdir. Fetâvâyi Kâdîhan'da da böyledir.

Bir kimsenin namaz kılacağı zaman, burnunu koyacağı yer is, ainım kovacağı yer temiz olursa, —ihtilafsız olarak  namazı caiz olur.

Eğer, burnunun da, alnının da veri, necis olursa, bu durum hakkında, ez - Zendûyesti, Nazm'ında : »Ebû Hanîfe (R.A.)  alnı­nın haricinde  burnu üzerine secde etti ve namazı caiz oldu. An­cak, eeer-alnında bir özrü yoksa, îmâmeyn'e göre namazı caiz ol­maz.; ancak, özrü olursa, o zaman caiz olur.» demiştir. Muhıyi'tr de böyledir.

Hiç bir özrü yokken, alnının ve burnunun geldiği yer necis olur ve bu iki uzvunun ikisi üe de secde ederse, namazı caiz olmaz. Serahsî'nin Mııhryt'inde de böyledir.

Eğer necaset, namaz kılan kimsenin ayaklarının altında ise, namaza mani'dir. Vecîzil - Kerderî'de de böyledir.

Ayaklarını koyacağı yerin tamamı-pislik olanla, ellerini ko­yacağı yerin tamamı pislik olan kimselerin durumlarında, bir ayrı-hk, farklılık yoktur.

Bir kimsenin, ayağının birini koyacağı yer temiz, diğerini koyacağı yer de pis olur ve fakat bu kimse iki ayağını da yere koy­muş bulunursa, âlimler bu şahsın durumu hakkında ihtilaf etmişler­dir. Fakat, bu durumda esahh olan, gerçekten o kimsenin namazı­nın caiz olmayacağıdır.

Bir kimse secde ederken, ellerinin ve dişlerinin altında necaset olursa, o necaset, namazı ifsad etmez. Zahiru'r - rivâye bu­dur.

Fakîh Ebû'I-Leys ise; bu durumun, namazı ifsad edeceği görüşünü seçti ve Uyun da bunu sahihledi. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.

Bir kimse, temiz bir yer (toprak) üzerinde namaz kıldığı ve oraya secde ettiği zaman, elbisesi, üzerinde kuru necaset olan on- yere dokunsa, veya pis bir elbiseye değse, o kimsenin namazı caiz olur. Muhıyt'tc de böyledir.

Namaz kılan kimsenin, her iki ayağının altında, dirhem ağırlığından az necaset olur da> bunlar toplandığı zaman, dirhem miktarından çok olursa; gerçekten bu pislik, namazın cevazına ma­ni' olur- Fetâvâyi Kâdîhân'da «Elbiseye isabet eden necaset» bölü­münde de böyledir. Muzmarât'ta da : «muhtar olan budur» denil­miştir.

Itâbiyye'de : «Secde yerinde ve ayakların yerlerinde bulu­nan necaset, toplandığı vakit, bir dirhem ağırlığından fazla olursa, namaz caiz olmaz.» denilmiştir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Namaz kılan kimsenin, elbisesinde bir dirhemden az ve ayaklarının altında da yine bir dirhem ağırlığından az necaset oı-duğu vakit, bunlar  toplandıkları takdirde dirhem miktarından çok olsalar bile toplanmazlar. Hulâsa'da da böyledir.

Namaz kılan bir kimse, namaza temiz yerde durup, sonra pis olan bir yere gitse; sonra da yine temiz olan yere dönşej eğer temiz olmayan yerde, en kısa bir rüknü edâ edecek kadar .durma­mış ise, namazı caizdir. Aksi taktirde, namazı caiz değildir. Fetâvâ-yii Kâdîhân'ın «Elbiseye ve bir yere isabet eden necaset» bahsinde de böyledir.

Bir kimse, necîs bir yerde namaza başlamış oîsa da, sonra temiz olan bir yere geçse, o kimse, necis olan o yerde, namaza baş­lamış sayılmaz. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimse, eğerinin üzerinde kan ve kazurat gibi bir pislik olan hayvanına binmiş olarak namaz kılsa; eğer, pislik dirhem mik­tarından ağır ise, namazı fasid olur. Sahih olan da budur. Serahsî'-nin Muhıyt'inde de böyledir.

Bir kimse, her hangi bir yerinde necaset bulunan bir sergi­de (hasırda, bezde ve benzeri şeylerin, üzerinde) namaz kılsa, eğer o pislik, ayaklarının altında veya secde ettiği yerde değilse; bu ne­caset» o kimsenin namazını edâ etmesine maniî değildir. Serginin büyük veya küçük olması da müsavidir. Muhtar oîan görüş de bu­dur. Hulâsa'da da, Sîrâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.

Hüccet'de : «Bir yere necaset bulaşmış olsa da nereye bulaş­mış olduğu kesin olarak bilinmese; araştırılır. Böyle bir durumla karşılaşan kimse, araştırması sonucu, kalben, temiz olduğuna kanaat ettiği yerde namazını kılar.» denilmiştir. Tatarhâniyye'de  de böyledir.

Bir çarşafın üzerinde veya çarşafın serili bulunduğu şeyin üzerinde, necaset olsa; bunların üstünde namaz kılmak caizdir. Fa­kat, bu durumda, bunların birbirlerine dikilmiş veya yapıştırılmış olmamaları gerekir.

Ancak, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, bunlar, birbirlerine dikilip yapıştırılmış olsalar bile, üzerlerinde namaz kılmak yine caizdir. Çünkü, dikilmekle veya yapıştırılmakla onlar, tek bir örtü veya tek bir elbise olmuş olmazlar.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, bunların üzerinde namaz kılmak caiz olmaz. Ebû Yûsuf (R.A J'm görüşü, ihtiyata daha yakın­dır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Yaş olan necasetin üzerine, bir bez atılarak namaz kılın-sa, eğer sahan altlığı gibi genişliğinden iki bez yapmak mümkün olursa, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, bunun üzerinde kılınan namaz caiz olur. Fakat, şayet iki bez yapmak mümkün değilse; na­maz da caiz olmaz.

Pislik kuru olduğundan, bu örtünün üzerinde namaz kılmak, namaz kılacak şahsa, uygun ve güzel görünürse, namaz kılması caiz olur.                                                                     

Fetvalarda : «Eğer, bez iki kat ise, altı temiz olmasa bile, bezin üstü temiz olduğu zaman, o bezin Üzerinde, namaz kılmak caizdir.» denilmiştir. Mübteğî'de de böyledir.

Ayağında, ayakkabısı veya çorabı olduğu halde, pisliğin üzerinde durarak namaz kılan kimsenin, namazı caiz olmaz. Serah-sî'nin Muhıyt'inde de böyledir.

Bu durumda, ayakkabısını çıkartıp, onların üzerine basa­rak namaz kılan kimsenin namazı ise, caiz olur. Ancak, yerinden kayarak, yakınma vardığı yerin, temiz olması gerekir. Kayıp, aya-ğm yanma gelen toprağın, pis olması ile temiz olması müsavidir.

İki yüzünden biri pis, biri temiz olan bir kiremidin, temiz tarafına durarak namaz kılan kimsenin, namazı caiz olur. Kiremit, ister yere döşenmiş (sabit) olsun, ister iğreti konulmuş (taşınabi­lir) olsun, fark etmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İmâm Muhammed (R..A.) 'e göre, altında pislik bulunan bir değirmen taşının veya bu durumdaki bir kapının veyahut aynı du­rumdaki kahn bir yaygının veyahut da içi pis dışı temiz olan bir şeyin üzerinde namaz kılan kimsenin namazı caiz olur.

Şeyh Ebû Bekr el - İskâf da bununla fetva vermiştir. Tercihe elverişli olan da budur. Muhıyt'te de böyledir.

Keçe ve kaim tahta da böyledir. Yani, alfı temiz olmasa bile bunların üst taraflarında namaz kalmak caizdir. Hulâsa'd a da böyledir!

Bir kimse, üzerinde necaset bulunan bir yerde namaz kı­lacak olsa, kıldığı namazın caiz olması için, o yerin üzerine, çok miktarda toprak olması lâzımdır.

Toprak attıktan sonra, eğer, kokladığı zaman alttaki necase­tin kokusu geliyorsa, o toprak azdır; şayet, koklayınca alttaki ne­casetin kokusu gelmiyorsa, o toprak çoktur. Tatariıâmyye'de de böyledir.

Serili bir bezin üzerinde necaset olduğu zaman, pislik bu­lunan yerin üzerine toprak atılarak, üzerinde namaz kılınması caiz olmaz. Sirâcü'I - Vehhâc'da da böyledir.

Bir kimsenin, gömleğinin yakasını, pislik bulunan bir ye­rin üzerine sererek, onun üzerine secide etmesi caiz olmaz. Sahih olan budur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kimse, palto, pardesü gibi astarlı olan bir cübbe ile na­maz kılmış olsa, sonra da, onun içinde Ölmüş ve kurumuş bir fare bulsa; eğer, cübbede delik veya yırtık var ise  farenin yeni girmiş olduğu düşüncesi ile  üç günlük namazım yeniler. Şayet, delik ve yırtık gibi bir şey yok ise, o cübbe ile kılmış olduğu bütün namaz­ları iade eder. Sirâcü'I - Vehhâc'da da böyledir.

Cebinde, sarı kısmı bozulduğu için kan haline, dönüşmüş olan veya içinde ölü civciv bulunan bir yumurta olduğu halde na­maz kılan kimsenin, kıldığı bu namaz caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'-da da böyledir.

Nısab'da : «İçinde idrar bulunan bir şişe, cebinde olduğu halde namaz kılan kimsenin, namazı caiz oîmaz. Şişenin, tam dolu olması ile olmaması aynıdır. Çünkü bu idrarla, şişenin ma'deni ayni değildir; aynı zannedilecek bir şey de değildir. Fakat, bozuk yu­murta bunun hilafınadir. Çünkü, o bozukluk önün madenindendir. ve onunla aynıdır. Fetva da bunun üzerinedir.» denilmiştir. Muzma-rât'ta da böyledir.

Sırtında, elbisesi çok kanlı bir şehîd taşıyan kimsenin, bu durumda, yani şehîd sırtında iken kıldığı namaz sahih olur. Fakat, bu kimse, sırtında şehidin kendisi değil de kanlı elbisesi olduğu halde namaz kılmış olsa, bu namazı caiz olmaz.

Bir kimse, cebinde sağ bir civciv olduğu halde namaz kılsa, namazı tamamlayınca da, o civcivin öJmüş olduğunu görse, eğer o civcivin namaz kılarken öldüğü hususunda zann-ı galibi bulunursu. kıldığı namazı iade eder. Fakat, bu hususta galip zanm olmaz ise. o namazın, iadesi lazım gelmez. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimsenin, cebinde, ağırlıkları toplamı bir dirhemi ge­çen çekilmiş insan dişleri bulunarak namaz kılması caizdir. Zahi-rü'r - rivaye üzerine, âlimlerimiz arasında bu hususta görüş ayrılığı yoktur. Sahih olan da budur. Çünkü, insan oğlunun dişleri temizdir. Kâfî'de de böyledir.

Boğazmdaki gerdanlıkta köpek dişi bulunan bir kimsenin, onunla namaz kılması caiz olur.

Bir kimse, üzerinde fare, kedi veya yılan bulunarak namaz kılmış olsa, namazı caiz olur. Fakat bu kimse günahkâr olur.

Üzerinde, artığı temiz olan bir hayvan bulunan bir kimse­nin kıldığı namaz caiz olur.

Fakat cebinde, tilki, köpek veya domuz yavrusu olduğu halde namaz kılan kimsenin namazı caiz olmaz. Çünkü, onların ar­tığı necistir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Namaz kılan kimsenin elbisesinin eteğine, üzerinde nama­za mani olacak kadar necaset bulunan ve kendiliğinden tutunamı-van bir çocuk konmuş olduğunda; eğer, bu çocuk, bir rükün eda edecek kadar durmuş olursa, o kimsenin namazı fasid olur. Bu mik­tar durmamışsa, namazı fasid olmaz.

Bu durumun aksine, kendiliğinden rutunabilen bir çocuk, da­na uzun müddet durmuş bile olsa, namazı ifsad etmez.

Pislenmiş olan bir güvercinin, namaz kılan kimsenin üze­rine konması halinde de hüküm yine aynıdır. Hulâsa'da da böyle­dir.
Sırtında, abdestsiz veya cünüp bir kimse bulunduğu halde namaz kılan kimsenin, kıldığı namaz caizdir. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir. [15]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..