Beşinci Mesele
Mubahın, mübâh diye tavsif edilmesi, ancak sadece mükellefin hazzı nazara aldığında mümkündür. Eğer bu kasıd dışına çıkarsa, mubahın başka bir hükmü olur.
Delili:
Daha önce de geçtiği gibi mübâh, şeriat tarafından işlenme ya da terkine dâir bir kasıt bulunmaksızın, yapılması ve terki arasında tercihe bırakılan şeydir. Şu halde, cüz'î olması itibarıyla bu açıdan mü-bâhın yapılması ya da terki üzerine ne zarurî, ne hâcî, ne de tekmîlî hiçbir durum terettüp etmemektedir. Mübâh husûsiyle peşin bir haz-zın (zevkin) elde edilmesi amacına matuftur. Aynı şekilde, hakkında "bir günah yoktur" tabir edilen mubahların da mükellefin hazzına matuf olması öncelik arzeder. Aynı şekilde emir ve nehiy de[101] zarurî, hâcî [148] ya (ja tekmîlî bir aslın korunmasına yöneliktir. Her bir emir ve nehiy-de şâri'in gözettiği maksat anlaşılır. Emir ve nehiy haricinde kalan şeyler (mübâh) ise, mücerred bir haz elde edilmesi ve şehvetin yerine getirilmesi demektir.
Soru: mübâh konusunda durumun, başka şeyle değil de sadece mükellefin hazzıyla ilgili olduğunun; emir ve nehyin ise mükellefin hazzını değil de Allah'ın hakkını ilgilendirdiğinin delili nedir? Belkide, bazı mubahların haz cihetinden işlenilmemesi sahih olabilir; nitekim bazı emrolunan ve yasaklanılan şeylerin de haz cihetinden işla-nllmeleri sahih olabilir.
Cevap: yerleşmiş olan kaideye göre, şeriatlar, ancak ve ancak kulların maslahatlarını temin için getirilmişlerdir. Emir, nehiy, tercihe bırakma bunların hepsi mükellefin hazzı ve enun maslahatlarına yöneliktir. Çünkü yüce Allah her türlü hazza ihtiyaç duymaktan müstağnidir, her türlü ihtiyaçtan münezzehtir. Şu kadar var ki, haz da iki kısımdır:
A) birincisi talebe bağımlıdır; kulun onu talep ile birlikte alma imkanı vardır ve böylece özellikle hazzı peşinde koşmuş olmaz; bununla birlikte o, hazzını da kaçırmaz, onu elde eder. Ancak onu nefsinin itmesi neticesinde değil de, talep doğrultusunda elde etmiş olur. Onun (mubahın) h'azdan berî olmasının mânâsı da işte budur. Bazan da haz cihetinden onu işler; şu kadar var ki, fiil talebe bağımlı bulunduğundan, onu bu açıdan talep edebilir ve netice itibarıyla onun hazzı taleht bağımlı olmuş olur. Hazdan soyutlanması hususunda kendisinden öncekine katılır ve onun ismiyle isimlendirilir. Bu konu inşAllah bu kitapta yerinde izah edilecektir. Tevfîk ancak Allah'tandır.
B) ikincisi talebe bağımlı değildir. Bu durumda mükellef onu ancak irâde ve ihtiyarı yoluyla işleyecektir. Çünkü bilfarz ondan talep kaldırılmıştır. Şu halde mükellef onu, kendi hazzı açısından almış olacaktır. Bunun içindir ki, mübâh hakkında "o izin verilen bir ameldir, ondan gözetilen maksat, hâsseten mücerred dünyevî hazdır." şeklinde tarifi yapılmıştır.
Altıncı Mesele
Beş teklifi hükmün fiil ve terklere taalluku ancak kasıt iledir. Fiillerde kasıt bulunmadığında teklifi hükümlerin onlara taalluku söz konusu olmaz. [102]
Delilleri: 1.
"ameller ancak niyete göredir."[103] hadisi. Bu genelde üzerinde ittifak edilen bir esas olmaktadır. Bu husustaki deliller katiyet ifade edecek derecededir. Hadisin mânâsı şudur: sırfhis planındaki şekilleriyle ameller, hiçbir şekilde şer'an muteber değillerdir. Ancak vaz'î hükümler babında itibar edildiğine dâir hakkında özel delil bulunanlar bunun dışındadır. Hadis bunun dışında her yerde uygulama alanı bulan bir kaidedir. Kasıt bulunmadığında itibara alınmadığına göre bu tür fiiller şeriat nazarında hayvanların ve diğer cansızların hareketleri mesabesinde sayılmaktadır. Hayvanların ve cansızların hareketlerine teklifi hükümlerin taalluk etmeyeceği hem aklen hem da naklen sabittir. Onlar mesabesinde olan fiillerin durumu da aynı olacaktır. 2.
Deli (mecnûn), uykuda olan, sabî (küçük çocuk) ve baygın kimselerden sâdır olan fiillerin itibara alınmadığına dâir vârid bulunan deliller. Bu deliller, şerîatte bu tür fiillerin "caiz, haram, vâcib..." gibi bir hükümlerinin bulunmadığını, aynen hayvanlardan sâdır olan fiiller gibi kabul edildiğini göstermektedir. Kur'ân'da bu meyanda olmak üzere şu âyetler vardır: "içinizden kasdederek yaptıklarınız bir yana, yanılmalarınızda size bir sorumluluk yoktur.[104] yüce Allah: "ey rabbimiz! Eğer unutacak veya yanılacak olursak bizi sorumlu tutma. Aye bize duâ öğretmiş ve hadisin beyânına göre bu duamıza icabet ettiğini[105] de belirtmiştir. Bu mânâda rivayet edilen bir hadiste de "ümmetimden hata, unutma ve tehdîd altında yapılan şeyler kaldırıldı (yazılmadı)."[106] buyrulmuştur. Hadis her ne kadar sened bakımından sağlam değilse (!) De, mânâsının sıhhati üzerinde ittifak vardır. Yine hadiste "üç kişi üzerinden kalem kaldırılmıştır." [107]buyrul-muş ve bunlar arasında ihtilam (ergen) oluncaya kadar çocuk ile, ifâ-kât buluncaya kadar bayılan kimse de sayılmıştır. Bütün bunlar kas-dı bulunmayan kimselerdir. Dolayısıyla hükmün kaldırılmasındaki illet kasdın bulunmaması olmaktadır. 3.
Teklîf-i mâla yutâkın yani takat üstü yükümlülüğün şerîatte bulunmadığına dftir iomâ vardır. Kasdı bulunmayan imanın yükümlü tutulması, takat üstü yükümlülük kabilindendir.
"bu sözünü ettiğiniz şey, talep konusundadır, mubahta ise bir teklif bulunmamaktadır." şeklinde vârid olacak bir itiraza şöyle kar yi lık verilecektir: tercihe bırakma hükmünün taalluku her ne zaman sahih ise, talebin taalluku da sahihtir. Bu da tercih durumunda olan kimsenin kasdmın bulunmasını gerejstirir. Biz ise onun kasıtsız olduğunu farzediyoruz. Bu muhaldir.
Küçük çocuklara, delilere ve benzerlerine itlaf ettikleri malların tazmin sorumluluğunun, zekât mükellefiyetlerinin taalluk etmesi ileri sürülerek, bu hususa itiraz edilemez. Çünkü, bunlar teklîfî hüküm değil de vaz'î hüküm kabilinden olmaktadır. Bizim burada söz konusu ettiğimiz husus ise, teklîfî hükümlerle ilgilidir. Yine "sarhoş iken namaza yaklaşmayın." 104 âyeti ileri sürülerek sarhoşun kasdının bulunmamasına rağmen muâhaze edilmesi durumuyla da'itiraz edilemoz. Sarhoşun durumuyla ilgili cevap usûl-ı fıkıhta verilmiştir. Maamufih şunu belirtelim ki, sarhoş, akitlerinde, yaptığı alış verişlerinde kendi hakkından dolayı kısıtlılık (hacr) altındadır. Tıpkı deli ve küçük çocuğun kısıtlılığı gibi. Diğerlerinde ise, sarhoşluğa kendisi sebep olduğu [108] için, teklîfî hükümlerin kaldırılmasını kasdetmiş gibi kabul edilmekte ve bu kasdının tam tersi ile cezalandırılmaktadır.
Bir başka izah da şu şekilde olabilir: içki içmek pek çok kötülüklerin sebebidir; bu itibarla onun kullanılması, bu mefsedetlere sebebiyet vermek kabilinden olur.[109] bu açıdan hareketle de, şeriat o kimseyi, o mefsedetleri kasdetmese bile bu davranışından dolayı muâhaze eder. Nitekim, haksız yolla öldürülen her nefisten dolayı hz. Âdem'in iki oğlundan birisi ondan bir günah kendisine de terettüp edilmek suretiyle muâhaze edilmektedir. Aynı şekilde zina eden bir kimse, sadece haram olan işi işlemekten başka hiçbir kasdı olmasa da, neseplerin ihtilâtı mefsedetinin gereğiyle muâhaze edilecektir. Bunun benzerleri çoktur. Dolayısıyla koyduğumuz esas doğrudur, ileri sürülen itiraz vârid değildir. [110]
Delili:
Daha önce de geçtiği gibi mübâh, şeriat tarafından işlenme ya da terkine dâir bir kasıt bulunmaksızın, yapılması ve terki arasında tercihe bırakılan şeydir. Şu halde, cüz'î olması itibarıyla bu açıdan mü-bâhın yapılması ya da terki üzerine ne zarurî, ne hâcî, ne de tekmîlî hiçbir durum terettüp etmemektedir. Mübâh husûsiyle peşin bir haz-zın (zevkin) elde edilmesi amacına matuftur. Aynı şekilde, hakkında "bir günah yoktur" tabir edilen mubahların da mükellefin hazzına matuf olması öncelik arzeder. Aynı şekilde emir ve nehiy de[101] zarurî, hâcî [148] ya (ja tekmîlî bir aslın korunmasına yöneliktir. Her bir emir ve nehiy-de şâri'in gözettiği maksat anlaşılır. Emir ve nehiy haricinde kalan şeyler (mübâh) ise, mücerred bir haz elde edilmesi ve şehvetin yerine getirilmesi demektir.
Soru: mübâh konusunda durumun, başka şeyle değil de sadece mükellefin hazzıyla ilgili olduğunun; emir ve nehyin ise mükellefin hazzını değil de Allah'ın hakkını ilgilendirdiğinin delili nedir? Belkide, bazı mubahların haz cihetinden işlenilmemesi sahih olabilir; nitekim bazı emrolunan ve yasaklanılan şeylerin de haz cihetinden işla-nllmeleri sahih olabilir.
Cevap: yerleşmiş olan kaideye göre, şeriatlar, ancak ve ancak kulların maslahatlarını temin için getirilmişlerdir. Emir, nehiy, tercihe bırakma bunların hepsi mükellefin hazzı ve enun maslahatlarına yöneliktir. Çünkü yüce Allah her türlü hazza ihtiyaç duymaktan müstağnidir, her türlü ihtiyaçtan münezzehtir. Şu kadar var ki, haz da iki kısımdır:
A) birincisi talebe bağımlıdır; kulun onu talep ile birlikte alma imkanı vardır ve böylece özellikle hazzı peşinde koşmuş olmaz; bununla birlikte o, hazzını da kaçırmaz, onu elde eder. Ancak onu nefsinin itmesi neticesinde değil de, talep doğrultusunda elde etmiş olur. Onun (mubahın) h'azdan berî olmasının mânâsı da işte budur. Bazan da haz cihetinden onu işler; şu kadar var ki, fiil talebe bağımlı bulunduğundan, onu bu açıdan talep edebilir ve netice itibarıyla onun hazzı taleht bağımlı olmuş olur. Hazdan soyutlanması hususunda kendisinden öncekine katılır ve onun ismiyle isimlendirilir. Bu konu inşAllah bu kitapta yerinde izah edilecektir. Tevfîk ancak Allah'tandır.
B) ikincisi talebe bağımlı değildir. Bu durumda mükellef onu ancak irâde ve ihtiyarı yoluyla işleyecektir. Çünkü bilfarz ondan talep kaldırılmıştır. Şu halde mükellef onu, kendi hazzı açısından almış olacaktır. Bunun içindir ki, mübâh hakkında "o izin verilen bir ameldir, ondan gözetilen maksat, hâsseten mücerred dünyevî hazdır." şeklinde tarifi yapılmıştır.
Altıncı Mesele
Beş teklifi hükmün fiil ve terklere taalluku ancak kasıt iledir. Fiillerde kasıt bulunmadığında teklifi hükümlerin onlara taalluku söz konusu olmaz. [102]
Delilleri: 1.
"ameller ancak niyete göredir."[103] hadisi. Bu genelde üzerinde ittifak edilen bir esas olmaktadır. Bu husustaki deliller katiyet ifade edecek derecededir. Hadisin mânâsı şudur: sırfhis planındaki şekilleriyle ameller, hiçbir şekilde şer'an muteber değillerdir. Ancak vaz'î hükümler babında itibar edildiğine dâir hakkında özel delil bulunanlar bunun dışındadır. Hadis bunun dışında her yerde uygulama alanı bulan bir kaidedir. Kasıt bulunmadığında itibara alınmadığına göre bu tür fiiller şeriat nazarında hayvanların ve diğer cansızların hareketleri mesabesinde sayılmaktadır. Hayvanların ve cansızların hareketlerine teklifi hükümlerin taalluk etmeyeceği hem aklen hem da naklen sabittir. Onlar mesabesinde olan fiillerin durumu da aynı olacaktır. 2.
Deli (mecnûn), uykuda olan, sabî (küçük çocuk) ve baygın kimselerden sâdır olan fiillerin itibara alınmadığına dâir vârid bulunan deliller. Bu deliller, şerîatte bu tür fiillerin "caiz, haram, vâcib..." gibi bir hükümlerinin bulunmadığını, aynen hayvanlardan sâdır olan fiiller gibi kabul edildiğini göstermektedir. Kur'ân'da bu meyanda olmak üzere şu âyetler vardır: "içinizden kasdederek yaptıklarınız bir yana, yanılmalarınızda size bir sorumluluk yoktur.[104] yüce Allah: "ey rabbimiz! Eğer unutacak veya yanılacak olursak bizi sorumlu tutma. Aye bize duâ öğretmiş ve hadisin beyânına göre bu duamıza icabet ettiğini[105] de belirtmiştir. Bu mânâda rivayet edilen bir hadiste de "ümmetimden hata, unutma ve tehdîd altında yapılan şeyler kaldırıldı (yazılmadı)."[106] buyrulmuştur. Hadis her ne kadar sened bakımından sağlam değilse (!) De, mânâsının sıhhati üzerinde ittifak vardır. Yine hadiste "üç kişi üzerinden kalem kaldırılmıştır." [107]buyrul-muş ve bunlar arasında ihtilam (ergen) oluncaya kadar çocuk ile, ifâ-kât buluncaya kadar bayılan kimse de sayılmıştır. Bütün bunlar kas-dı bulunmayan kimselerdir. Dolayısıyla hükmün kaldırılmasındaki illet kasdın bulunmaması olmaktadır. 3.
Teklîf-i mâla yutâkın yani takat üstü yükümlülüğün şerîatte bulunmadığına dftir iomâ vardır. Kasdı bulunmayan imanın yükümlü tutulması, takat üstü yükümlülük kabilindendir.
"bu sözünü ettiğiniz şey, talep konusundadır, mubahta ise bir teklif bulunmamaktadır." şeklinde vârid olacak bir itiraza şöyle kar yi lık verilecektir: tercihe bırakma hükmünün taalluku her ne zaman sahih ise, talebin taalluku da sahihtir. Bu da tercih durumunda olan kimsenin kasdmın bulunmasını gerejstirir. Biz ise onun kasıtsız olduğunu farzediyoruz. Bu muhaldir.
Küçük çocuklara, delilere ve benzerlerine itlaf ettikleri malların tazmin sorumluluğunun, zekât mükellefiyetlerinin taalluk etmesi ileri sürülerek, bu hususa itiraz edilemez. Çünkü, bunlar teklîfî hüküm değil de vaz'î hüküm kabilinden olmaktadır. Bizim burada söz konusu ettiğimiz husus ise, teklîfî hükümlerle ilgilidir. Yine "sarhoş iken namaza yaklaşmayın." 104 âyeti ileri sürülerek sarhoşun kasdının bulunmamasına rağmen muâhaze edilmesi durumuyla da'itiraz edilemoz. Sarhoşun durumuyla ilgili cevap usûl-ı fıkıhta verilmiştir. Maamufih şunu belirtelim ki, sarhoş, akitlerinde, yaptığı alış verişlerinde kendi hakkından dolayı kısıtlılık (hacr) altındadır. Tıpkı deli ve küçük çocuğun kısıtlılığı gibi. Diğerlerinde ise, sarhoşluğa kendisi sebep olduğu [108] için, teklîfî hükümlerin kaldırılmasını kasdetmiş gibi kabul edilmekte ve bu kasdının tam tersi ile cezalandırılmaktadır.
Bir başka izah da şu şekilde olabilir: içki içmek pek çok kötülüklerin sebebidir; bu itibarla onun kullanılması, bu mefsedetlere sebebiyet vermek kabilinden olur.[109] bu açıdan hareketle de, şeriat o kimseyi, o mefsedetleri kasdetmese bile bu davranışından dolayı muâhaze eder. Nitekim, haksız yolla öldürülen her nefisten dolayı hz. Âdem'in iki oğlundan birisi ondan bir günah kendisine de terettüp edilmek suretiyle muâhaze edilmektedir. Aynı şekilde zina eden bir kimse, sadece haram olan işi işlemekten başka hiçbir kasdı olmasa da, neseplerin ihtilâtı mefsedetinin gereğiyle muâhaze edilecektir. Bunun benzerleri çoktur. Dolayısıyla koyduğumuz esas doğrudur, ileri sürülen itiraz vârid değildir. [110]
Konular
- Yedinci Mukaddime
- Sekizinci Mukaddime
- Dokuzuncu Mukaddime
- Onuncu Mukaddime
- On Birinci Mukaddime
- On İkinci Mukaddime
- On Üçüncü Mukaddime
- BİRİNCİ KISIM
- HÜKÜMLER KİTABI
- Şer'î Hükvmler
- Birinci Mesele:
- İkinci Mesele
- Üçüncü Mesele
- Dördüncü mesele
- Beşinci Mesele
- Yedinci Mesele
- Sekizinci Mesele
- Dokuzuncu Mesele
- Onuncu Mesele
- On Birinci Mesele
- On İkinci Mesele
- On Üçüncü Mesele
- VAZ'Î HÜKÜMLER
- Vaz'ı Hükümlerin Birinci Nevi: Sebeb
- Birinci Mesele
- İkinci Mesele
- Üçüncü Mesele:
- Dördüncü Mesele