On İkinci Mesele
Bir ihtiyaca veya zarurete binâen aslında mübâh olan bir şey, vuku ya da beklenti halinde olan ve aslî ibâha hükmüne ters düşen arızî bir durum karşısında mübâhlıktan çıkar mı? Ya da çıkmaz mı?
Konu üzerinde durmak gerekmektedir. Bu konuda söz şu ihtimallerden biri içerisinde olacaktır:
a) O mübâha zaruret duyulacaktır .
b) Zaruret bulunmamakla birlikte onu terk durumunda kişiye güçlük (haraç) dokunacaktır.
c) Zaruret bulunmadığı gibi güçlük de dokunmayacaktır.
Bu üç kısmı şimdi teker teker ele alacağız.
a) Mübâha bir zaruret duyulması hali:
Eğer kişi o mübâha bir zaruret duyarsa, o takdirde mutlaka o aslî ibâha hükmüne dönmesi ve o arızî duruma itibar etmemesi gereke-çektir. Buna çeşitli hususlar delâlet edecektir:
1. O mübâh, duyulan zaruret neticesinde aslî hükmü olan mübâhlıktan çıkarak vâcib halini almıştır. Vâcib hükmünü aldığına göre ona muarız olan şeyin de en az kendi seviyesinde yahut da daha güçlü olması gerekir ki, itibar görsün. Meselenin tasavvuru bu şekilde olmadığına göre, mutlaka vâcib tarafı daha güçlü olacağından onun işlenmesi gerekecektir. Bu da arızî olarak ortaya çıkan muarızın dikkate alınmayacağını gerektirecektir.
2. Zaruret mahalleri şer'an affedilmiş tir. Yani zaruretin gereğiyle amel etmek şer'an muteber olup, üzerine terettüp edecek mefsedetler, celbedilen maslahatlar dikkate alınarak af kapsamına alınmıştır. Nitekim lâşe, kan, domuz eti ve benzeri haram olan şeylerin yenilmesi neticesinde terettüp edecek olan mefsedet, zor durumda kalan bir can kurtarma maslahatı yanında görmezlikten gelinmiştir. Aynı şekilde, tehdîd altında kalan kimsenin canını veya malını muhafaza amacıyla küfür kelimesi ya da yalan söylemesi durumu da aynıdır. Söz konusu ettiğimiz mesele ise bu kabilden olmaktadır. Dolayısıyla zarurî maslahata itibarla ânzî olan durumu dikkate almamak gerekecektir.
3. Eğer biz arızî olan durumlara itibar eder ve onları görmezlikten gelmezsek, bu ibâha hükmünün baştan ortadan kaldırılması gibi bir neticeye götürürdü. Bu ise sahîh değildir. Nitekim "Mekâsıd" bölümünde de gelecek ve orada da görülecektir ki, kaide olarak tamamlayıcı unsur, dikkate alındığında aslı ortadan kaldıracak bir durum arzettiğinde itibardan düşmektedir. Burada ânzî durumların itibara alınması,işte bu kabilden bulunmaktadır. Meselâ alış ve satış aslında helâl bulunmaktadır. Bir insan bu muameleleri yapmak zorunda kalsa ve yolunda da arızî olarak bazı engeller çıksa ne olacaktır: Engellerin bulunmaması tamamlayıcı unsurlardandır. Akit için gerekli şartların tam bulunması gibi. Böyle bir durumda bunlara itibar edildiği zaman bu, zaruret duyduğu şeyin ortadan kalkmasına sebebiyet vermektedir. Aslını iptale götürecek her tamamlayıcı unsur itibardan düştüğüne göre, burada da durum aynı olacaktır.[183]
b) Zaruret bulunmamakla birlikte onu terk durumunda kişiye güçlük (haraç) dokunması durumu:
Bu konu üzerinde de düşünüldüğünde, aslî ibâhaya dönmenin ve arızî olarak ortaya çıkan engelleri dikkate almamanın gereği ortaya çıkmaktadır. Çünkü bir çok yasak olan veya olması gereken şeyler vardır ki, güçlük ve sıkıntıdan (haraç) dolayı mübâh kılınmıştır. Nitekim ileride hamama girmek konusunda İbnu'l-Arabî'nin mütâlâası gelecektir. Keza, yollarda, çarşı ve pazarda münkerât (kötülükler) iyice yaygın hâle gelse, bu durum ihtiyaçların giderilmesi için oralarda çeşitli tasarrufta bulunulmasını eğer bu tür tasarruflarda bulunulmadığı zaman açık bir güçlük varsa engellemez. Yüce Allah: "O dinde sizin için bir zorluk kılmamıştır."[196] buyurmuştur. Aslında yasak olması gereken bazı şeyler vardır M, güçlük sebebiyle mübâh kılınmışlardır. Mesela borç alıp-verme (karz) muamelesi gibi. Vakıa karz, paranın yine parayla ve fakat bir tarafı veresiye olmak üzere satılması mânâsını içermektedir.[197] Keza ariyyenin (ç. arâyâ)[198] mübâh kılınması da bu şekildedir. İnsanların nikâhın engellerinden[199] olmak üzere zikrettikleri, insanlarla haşir neşir olmanın engelleri kabul ettikleri şeylerin tamamı ve buna benzer daha pek çok şey hep bu kabilden olmaktadır. Gerçi bu konuda ilk bakışta görüş farklılıkları bulunduğu intibaı doğmaktadır. Çünkü bazı insanlar bu konuda kendi nefisleri aleyhine işi zorlaştırmışlardır. Bunlar aynı zamanda ilim sahibi ve kendilerine uyulan kimselerdir. Bunlardan bir kısmı, bu gibi durumlardan el çekilmesi ve arızî olarak ortaya çıkan bu durumların dikkate alınmasının gereğine dâir fetvalar vermişlerdir. Bunlar meseleyle ilgili görüşlerini iki görüş açısı üzerine bina etmişlerdir: Ya bunlar söz konusu edilen güçlükleri kendilerine göre zayıf bulmuşlar ve dikkate alınacak bir güçlük olmadığını ve bu tür güçlüklerin teklifte her zaman için bulunabileceğini kabul etmişlerdir. Vakıa mutâd olan güçlük (haraç) tekliflerde kaldırılmış değildir. Eğer öyle olsaydı hiçbir teklîf kalmaz hepsinin ya da en azından büyük bir çoğunluğunun kaldırılması gerekirdi.[200] Nitekim bu husus yerinde açıklanmıştır.
İkinci bir ihtimal olmak üzere de, bu zevat ruhsatlar bahsinde vâki bulunan ıstılah itibarıyla amelde bulunup, fetvalar vermişlerdir. Bunlar mubahın ruhsat kabilinden olduğu yolundaherhangibirengel bulunmasa bile, terk tarafının daha ağır basacağı hükmünde bulunabileceği görüşünde olmaktadırlar. Bu durumda ya bir de önünde engel, ona muarız bir başka durumun bulunması takdirinde ne diyeceklerdir? Elbetteki bu öngörülmeyecek bir şey değildir. Bu konuda edilecek söz de "Ruhsatlar" bahsinde zikredilmiş bulunmaktadır.
Belki mubahın önüne çıkan birden çok mâni bulunabilir ve bunların tümü birden, onların dikkate alınması gereğini ortaya çıkarabilir. Çünkü bu durumda mubahın işlenmesi neticesinde karşılaşılmak durumunda kalınan mefsedetler onun terkinden doğacak olan mefse-detten daha büyük olacaktır. Çünkü işlenmesi durumunda karşılaşılacak olan güçlük (haraç), terki durumunda karşılaşılacak güçlükten daha ağır olacaktır. Bu konu da ictihad mahalli olmaktadır. Ancak burada şöyle bir soru sorulacaktır: Aslî ibâhanın terki sebebiyle doğacak olan güçlük, arızî durumlardan kaynaklanan güçlüğe denk midir? Bu başka bir meseledir ki, Allah'ın izniyle şimdi ona başlıyoruz:[201]
Konu üzerinde durmak gerekmektedir. Bu konuda söz şu ihtimallerden biri içerisinde olacaktır:
a) O mübâha zaruret duyulacaktır .
b) Zaruret bulunmamakla birlikte onu terk durumunda kişiye güçlük (haraç) dokunacaktır.
c) Zaruret bulunmadığı gibi güçlük de dokunmayacaktır.
Bu üç kısmı şimdi teker teker ele alacağız.
a) Mübâha bir zaruret duyulması hali:
Eğer kişi o mübâha bir zaruret duyarsa, o takdirde mutlaka o aslî ibâha hükmüne dönmesi ve o arızî duruma itibar etmemesi gereke-çektir. Buna çeşitli hususlar delâlet edecektir:
1. O mübâh, duyulan zaruret neticesinde aslî hükmü olan mübâhlıktan çıkarak vâcib halini almıştır. Vâcib hükmünü aldığına göre ona muarız olan şeyin de en az kendi seviyesinde yahut da daha güçlü olması gerekir ki, itibar görsün. Meselenin tasavvuru bu şekilde olmadığına göre, mutlaka vâcib tarafı daha güçlü olacağından onun işlenmesi gerekecektir. Bu da arızî olarak ortaya çıkan muarızın dikkate alınmayacağını gerektirecektir.
2. Zaruret mahalleri şer'an affedilmiş tir. Yani zaruretin gereğiyle amel etmek şer'an muteber olup, üzerine terettüp edecek mefsedetler, celbedilen maslahatlar dikkate alınarak af kapsamına alınmıştır. Nitekim lâşe, kan, domuz eti ve benzeri haram olan şeylerin yenilmesi neticesinde terettüp edecek olan mefsedet, zor durumda kalan bir can kurtarma maslahatı yanında görmezlikten gelinmiştir. Aynı şekilde, tehdîd altında kalan kimsenin canını veya malını muhafaza amacıyla küfür kelimesi ya da yalan söylemesi durumu da aynıdır. Söz konusu ettiğimiz mesele ise bu kabilden olmaktadır. Dolayısıyla zarurî maslahata itibarla ânzî olan durumu dikkate almamak gerekecektir.
3. Eğer biz arızî olan durumlara itibar eder ve onları görmezlikten gelmezsek, bu ibâha hükmünün baştan ortadan kaldırılması gibi bir neticeye götürürdü. Bu ise sahîh değildir. Nitekim "Mekâsıd" bölümünde de gelecek ve orada da görülecektir ki, kaide olarak tamamlayıcı unsur, dikkate alındığında aslı ortadan kaldıracak bir durum arzettiğinde itibardan düşmektedir. Burada ânzî durumların itibara alınması,işte bu kabilden bulunmaktadır. Meselâ alış ve satış aslında helâl bulunmaktadır. Bir insan bu muameleleri yapmak zorunda kalsa ve yolunda da arızî olarak bazı engeller çıksa ne olacaktır: Engellerin bulunmaması tamamlayıcı unsurlardandır. Akit için gerekli şartların tam bulunması gibi. Böyle bir durumda bunlara itibar edildiği zaman bu, zaruret duyduğu şeyin ortadan kalkmasına sebebiyet vermektedir. Aslını iptale götürecek her tamamlayıcı unsur itibardan düştüğüne göre, burada da durum aynı olacaktır.[183]
b) Zaruret bulunmamakla birlikte onu terk durumunda kişiye güçlük (haraç) dokunması durumu:
Bu konu üzerinde de düşünüldüğünde, aslî ibâhaya dönmenin ve arızî olarak ortaya çıkan engelleri dikkate almamanın gereği ortaya çıkmaktadır. Çünkü bir çok yasak olan veya olması gereken şeyler vardır ki, güçlük ve sıkıntıdan (haraç) dolayı mübâh kılınmıştır. Nitekim ileride hamama girmek konusunda İbnu'l-Arabî'nin mütâlâası gelecektir. Keza, yollarda, çarşı ve pazarda münkerât (kötülükler) iyice yaygın hâle gelse, bu durum ihtiyaçların giderilmesi için oralarda çeşitli tasarrufta bulunulmasını eğer bu tür tasarruflarda bulunulmadığı zaman açık bir güçlük varsa engellemez. Yüce Allah: "O dinde sizin için bir zorluk kılmamıştır."[196] buyurmuştur. Aslında yasak olması gereken bazı şeyler vardır M, güçlük sebebiyle mübâh kılınmışlardır. Mesela borç alıp-verme (karz) muamelesi gibi. Vakıa karz, paranın yine parayla ve fakat bir tarafı veresiye olmak üzere satılması mânâsını içermektedir.[197] Keza ariyyenin (ç. arâyâ)[198] mübâh kılınması da bu şekildedir. İnsanların nikâhın engellerinden[199] olmak üzere zikrettikleri, insanlarla haşir neşir olmanın engelleri kabul ettikleri şeylerin tamamı ve buna benzer daha pek çok şey hep bu kabilden olmaktadır. Gerçi bu konuda ilk bakışta görüş farklılıkları bulunduğu intibaı doğmaktadır. Çünkü bazı insanlar bu konuda kendi nefisleri aleyhine işi zorlaştırmışlardır. Bunlar aynı zamanda ilim sahibi ve kendilerine uyulan kimselerdir. Bunlardan bir kısmı, bu gibi durumlardan el çekilmesi ve arızî olarak ortaya çıkan bu durumların dikkate alınmasının gereğine dâir fetvalar vermişlerdir. Bunlar meseleyle ilgili görüşlerini iki görüş açısı üzerine bina etmişlerdir: Ya bunlar söz konusu edilen güçlükleri kendilerine göre zayıf bulmuşlar ve dikkate alınacak bir güçlük olmadığını ve bu tür güçlüklerin teklifte her zaman için bulunabileceğini kabul etmişlerdir. Vakıa mutâd olan güçlük (haraç) tekliflerde kaldırılmış değildir. Eğer öyle olsaydı hiçbir teklîf kalmaz hepsinin ya da en azından büyük bir çoğunluğunun kaldırılması gerekirdi.[200] Nitekim bu husus yerinde açıklanmıştır.
İkinci bir ihtimal olmak üzere de, bu zevat ruhsatlar bahsinde vâki bulunan ıstılah itibarıyla amelde bulunup, fetvalar vermişlerdir. Bunlar mubahın ruhsat kabilinden olduğu yolundaherhangibirengel bulunmasa bile, terk tarafının daha ağır basacağı hükmünde bulunabileceği görüşünde olmaktadırlar. Bu durumda ya bir de önünde engel, ona muarız bir başka durumun bulunması takdirinde ne diyeceklerdir? Elbetteki bu öngörülmeyecek bir şey değildir. Bu konuda edilecek söz de "Ruhsatlar" bahsinde zikredilmiş bulunmaktadır.
Belki mubahın önüne çıkan birden çok mâni bulunabilir ve bunların tümü birden, onların dikkate alınması gereğini ortaya çıkarabilir. Çünkü bu durumda mubahın işlenmesi neticesinde karşılaşılmak durumunda kalınan mefsedetler onun terkinden doğacak olan mefse-detten daha büyük olacaktır. Çünkü işlenmesi durumunda karşılaşılacak olan güçlük (haraç), terki durumunda karşılaşılacak güçlükten daha ağır olacaktır. Bu konu da ictihad mahalli olmaktadır. Ancak burada şöyle bir soru sorulacaktır: Aslî ibâhanın terki sebebiyle doğacak olan güçlük, arızî durumlardan kaynaklanan güçlüğe denk midir? Bu başka bir meseledir ki, Allah'ın izniyle şimdi ona başlıyoruz:[201]
Konular
- On Üçüncü Mukaddime
- BİRİNCİ KISIM
- HÜKÜMLER KİTABI
- Şer'î Hükvmler
- Birinci Mesele:
- İkinci Mesele
- Üçüncü Mesele
- Dördüncü mesele
- Beşinci Mesele
- Yedinci Mesele
- Sekizinci Mesele
- Dokuzuncu Mesele
- Onuncu Mesele
- On Birinci Mesele
- On İkinci Mesele
- On Üçüncü Mesele
- VAZ'Î HÜKÜMLER
- Vaz'ı Hükümlerin Birinci Nevi: Sebeb
- Birinci Mesele
- İkinci Mesele
- Üçüncü Mesele:
- Dördüncü Mesele
- Beşinci Mesele
- Altıncı Mesele
- Yedinci Mesele
- Sekizinci Mesele
- Dokuzuncu Mesele
- Onuncu Mesele