İkinci Mesele
Her ne kadar genelde telâzumun bulunması (birbirini gerektirmesi) sahîhse de sebeblerin meşruluğu müsebbeblerin de meşruluğunu gerektirmez.[5] Bunun anlamı şudur: Sebeblere herhangi bir mübahlık, mendubluk, haramlık... gibi bir şer'î teklifi hüküm taalluk ettiği zaman, bu hükmün o sebebin müsebbebine de taalluk etmesi [190] zorunlu olarak gerekmez. Sebebin yapılması emredilmişse,müsebbe-bin de emredilmiş olması gerekmez; sebebin işlenmesi yasaklanmış-sa, müsebbebin de yasaklanmış olması gerekmez; sebeb hakkında muhayyer bırakılmışsa, müsebbeb hakkında da muhayyer bırakılmış olması neticesi zarurî olarak lâzım gelmez. Örnek vermek gerekirse: Mesela alış verişde bulunmayı emretmek, mebî ile faydalanmanın mübâh kılınmasına da emir mânâsına gelmez.[6] Nikâhla emirde bulunmak, zevcenin kadınlığından istifâdenin helalliğinin emri mânâsını gerektirmez. Kısasta Öldürmeyi emretmek, ruhun çıkarılmasını emretme mânâsını istilzam etmez. Haksız yere insan öldürmeyi yasaklamak, ruhun çıkarılmasını da yasaklamak mânâsını gerektirmez. Kuyuya düşmekten nehyetmek, orada elbisenin yırtılması ve rezil olmaktan da nehyetmek mânâsını gerektirmez. Elbiseyi ateşe atmayı yasaklamak, bizzat yakma işini yasaklamak mânâsını gerektirmez. Benzeri örnekler çoktur:
Delili:
Bunun delillerinden birisi şudur: Kelâm ilminde sabit olduğu üzere, mükellef üzerine gerekli olan sadece sebeblere yapışmaktır; müsebbeblere gelince, onlar Allah'ın işidir ve O'nun hükmü altındadır; onlar hakkında mükellefin herhangi bir kesbi bulunmamaktadır. Bizzat Kur'ân ve Sünnet bu esâsa delâlet etmektedir. Buna en açık bir şekilde delâlet eden örneklerden biri de, rızkın Allah'ın tekeffülünde olduğunun ortaya konmasıdır. Meselâ bazı âyetlerde şöyle buyrul-maktadır: "Ehline namaz kılmalarını emret, kendin de onda devamlı ol. Biz senden rızık istemiyoruz, sana rızık veren Biziz.[7] "Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah üzerine olmasın.[8] "Rızkınızda, size söz verilen azâb da yukarıdan gelir.[9] "Allah kendisine karşıgelmekten sakınan kimseye kurtuluş yolu sağlar, ona beklemediği yerden rızık verir...[10] Bu ve benzeri rızkın Allah tarafından tekeffül edildiğini ifâde eden âyetlerde murâd olunan mânâ rızk için sebeblere sarılması değildir; bilakis elde edilmek üzere sebeblerine yapışılan rızık (müsebbeb) olmaktadır. Eğer murâd bizzat esbaba yapışmak olsaydı, o takdirde mükellefin hiçbir şekilde rızkını elde etmek için lokmayı ağzına koyup çiğnemek veya tohum ekmek ya da dağ bitki ve yemişlerini toplamak şeklinde de olsa bir faaliyetle memur olmaması gerekirdi. Bu ise ittifakla bâtıldır. Dolayısıyla bu âyetlerden maksadın, bizzat sebebleri hazırlanan şey olduğu ortaya çıkmaktadır. Hadiste: "Eğer siz gerçek anlamda Allah'a tevekkül etmiş olsaydınız, kuşların rızıklandırıldıkları gibi siz de rızıklandır ılır diniz..."[11] başka bir hadiste de "Deveni sağlam bağla ve tevekkül et.[12] buyurmuştur. Bu ve benzeri nasslarda, geçen mânânın beyânı bulunmaktadır. Bu mânâyı açıklayan hususlardan biri de şu âyetlerdir: "Söyleyin; akıttığınız meniden insanı yaratan siz misiniz, yoksa Biz miyiz?[13]"Söyleyin; ektiklerinizi yerden bitirenler sizler misiniz? Yoksa biz mi bitiriyoruz?[14] "Söyleyin; içtiğiniz suyu buluttan indirenler sizler misiniz? Yoksa onu indiren Biz miyiz?[15] "Söyleyin;yaktığınız ateşi var eden siz misiniz? Yoksa onu biz mi var ederiz?[16] Bütün bunların üstüne de "Allah sizi ve sizin yaptıklarınızı yaratmıştır.[17]"Allah her şeyin yaratıcısıdır.[18] âyetleri gelmektedir. Amelin onlara ait kılınması sadece hesaba çekilmeleri için olmuştur; sonra o hususta hüküm ise ancak Allah'a hastır. Bu mânâ şeriattan istikra yoluyla elde edilen kesin bir netice olmaktadır. Durum böyle olduğuna göre, mükellef olunan se-bebler de, hem aklın hem de naklin delâlet ettiği bu umûmun gereği [192] içerisine girecektir. Dolayısıyla kulların kesblerinin taalluk ettiği şey müsebbebler değil, sadece sebebler olmaktadır. Şu halde teklif ve onu getiren hitap, sadece müktesebolanayani kulun kesbi altına girebilen hususlara taalluk etmekte ve neticede müsebbebler teklif hitabı haricinde kalmaktadır. Çünkü müsebbebler, kulların kudreti dahilinde olmayan şeylerdir. Bununla birlikte, eğer müsebbeblere de taalluk edecek olsaydı, bu bir teklîf-i mâ la yutak (takat üstü yükümlülük) olurdu. Usûlde de ortaya konulduğu gibi, böyle bir yükümlülük İse mevcut değildir.
İtiraz: İstilzam yani sebebin hükmünün müsebbebde lâzımı (zorunlu) olarak geçmesi vardır. Dikkat edilirse, alış veriş, icâre vb. gibi
akitlerin mübâhlığı, bunlardan her birine has olan faydalanma yollarının mübâhlığım da gerektirmektedir. Bunlara mesela ribâ, garar veya cehalet gibi sebeblerle haramhk hükmü taalluk ettiğinde, bu durum onlardan faydalanmanın haramlığını da gerektirmektedir. Keza tecâvüz, gasb, hırsızlık vb. gibi durumlarda da vaziyet aynıdır. Hayvan boğazlama, şer'î usûle göre olduğunda mübâh olmakta ve o hayvanlardan faydalanmayı da gerektirmektedir. Boğazlama ameliyesi gayrimeşrû bir tarzda olursa, bu o hayvanlardan faydalanmanın ha-ramlığını gerektirmektedir. Hâsılı bu tür örnekler pek çoktur. Bu durumda nasıl olur da "Sebeblerinin emredilmiş ya da nehyedilmiş olması, müsebbeblerinin de emredilmiş ya da nehyedilmiş olmalarını gerektirmez." denilebilir. Ibâha durumunda da durum aynı şekildedir.
Cevap: Biz bütün bunların; müsebbeblerin, lâzımı olarak sebeblerinin hükümlerini alacağına iki açıdan dolayı delâlet etmediği görüşündeyiz:
1. Meselenin başında geçen misaller, istilzamın (zorunlu gerekliliğin) bulunmadığına delâlet etmektedirler; dolayısıyla bu konuda artık delîl bulunmaktadır. Aksine serdedilen Örnekler ise, istilzam hükmü neticesinde değil de, tesadüf eseri olarak öyle vâki olmuşlardır.
2. Zikredilen Örneklerde ortaya konulan neticeler ise, istilzam hükmüyle değildir. Bunun delili de, verilen örneklerin bir kısmında bizim iddiamızın açık olarak gözükmesidir. Şöyle ki, bazen sebeb mübâh olmakta, müsebbeb ise yapılması emredilen bir husus olmaktadır. Nitekim mebî ile faydalanmanın mübâh olduğunu söylüyoruz ve sonra da, eğer canlı bir hayvansa, onun bakımının vâcib olduğunu ifâde ediyoruz. Hayvanın bakım sorumluluğu, mübâh olan akdin mü-sebbebleri arasında bulunmaktadır. Aynı şekilde temellük edilen malın korunması da mübâh olan bir sebebin müsebbebi bulunmaktadır; sebeb mübâh olmakla birlikte, malın muhafazası mubahtan öte talep edilmektedir. Aynı şey boğazlama ameliyesi için de söz konusudur. Boğazlama ameliyesi domuz, yırtıcı hayvanlar, köpek vb. gibi eti yenmeyen bir hayvanda icra edilmişse, haram bir iş yapılmıştır denilemez. Bununla birlikte boğazlanan bu hayvanların tamamından istifâde cihetine gitmekharam olmakta veya bir kısmında haram, bir kısmında mekruh bulunmaktadır. Sebeb olan boğazlama haram değildir diye, müsebbeb de helâllik hükmünü almamaktadır.
Bu anlattıklarımız meşru olan sebebler hakkındadır. Yasaklanılan sebeblere gelince, onların durumu daha da açık ve kolay olmakta-dır. Çünkü onların haram kılınmış olmaları, şeriatte onların gerçek anlamda sebeb olmadıklarını ortaya kor. Dolayısıyla onlar gerçek anlamda sebeb olmadıklarına göre, müsebbebleri de yoktur. Netice olarak da onların sebebiyet verdikleri şeyler (müsebbebler) aslî men (ha-ramlık) üzere kalmaya devam edeceklerdir. Yoksa müsebbeblerin ha-ramlığı, haram olan sebeblerin vukûunun lâzımı (zorunlu) bir neticesi değildir. Görüldüğü üzere bu son derece açıktır. Konulan prensib bi-düziyelik (muttaritlik) arzetmektedir; kaide
tutarlıdır. Tevfîk ancak Allah'tandır. Bu prensipten şu mesele ortaya çıkacaktır: [19]
Konular
- İkinci Mesele
- Üçüncü Mesele
- Dördüncü mesele
- Beşinci Mesele
- Yedinci Mesele
- Sekizinci Mesele
- Dokuzuncu Mesele
- Onuncu Mesele
- On Birinci Mesele
- On İkinci Mesele
- On Üçüncü Mesele
- VAZ'Î HÜKÜMLER
- Vaz'ı Hükümlerin Birinci Nevi: Sebeb
- Birinci Mesele
- İkinci Mesele
- Üçüncü Mesele:
- Dördüncü Mesele
- Beşinci Mesele
- Altıncı Mesele
- Yedinci Mesele
- Sekizinci Mesele
- Dokuzuncu Mesele
- Onuncu Mesele
- On Birinci Mesele
- On İkinci Mesele
- On Üçüncü Mesele
- On Dördüncü Mesele
- Vaz'î Hükümlerin İkinci Nevi: Şart