Üçüncü Mesele:


Serî yükümlülüklerde, kendisi için meşru kılmandan başkasını arayan kimse, şeriata ters düşmüş olur. Kim de şeriata ters düşerse, onun ameli bâtıldır. Kendisiiçin meşru kılınmayan bir hakkı aramaya kalkan kimsenin ameli bâtıldır.[38]

Şeriata ters düşen amelin bâtıllığı açıktır. Çünkü meşru kılınan hükümler, sadece maslahatların temini, mefsedetlerin de uzaklaştı­rılması için konulmuştur. Şeriata muhalefet edildiği zaman, muhalif bulunan amellerde maslahatın temininden ya da mefsedetin uzaklaş­tırılmasından söz etmek mümkün olmayacaktır.

Kendisi için meşru kılınmayan bir hakkı aramaya kalkan kimse­nin şeriata ters düşeceği konusuna gelince, bunun doğruluğuna aşağı­daki hususlar delalet etmektedir: (1)

Fiiller ve terkler haddizatında kendilerinden kastedilen şeye nis-betle aklen birbirlerine eşittirler. Zira aklın güzel/hayır ya da çirki­ni/şer (hasen ve kabîhi) belirleyici güç ve yetkisi bulunmamaktadır. Şeriat, birbirine eşit olan iki şeyden birisinin maslahat için, diğerinin de mefsedet için belirlendiğini bildirince, maslahatı gerçekleştirecek yön ortaya çıkmış oldu ve o şey ya emredildi ya da tercihe bırakıldı. Ke­za işlendiği zaman mefsedetin de ortaya çıkacağı yön belirlenmiş oldu ve kullara olan merhametin bir sonucu olarak da o yasaklandı. Buna göre, eğer mükellef, Şâri'in kastettiği şeyin aynını kastederse, en kamil mânâda maslahata yönelik bir kasıt bulundurmuş olur. Bu haliy­le o, maslahatı elde etmeye layıktır. Eğer Şâri'in kasdı dışında başka birşey kastetmişse ki bu çoğu kez maslahatın kastedilen şeyde oldu­ğu şeklindeki yanlış anlayıştan kaynaklanır; zira akıl sahibi bir kimse durup dururken mefsedet yönünü kastetmez, bu durumda Şâri'in kastettiği şeyi ihmal ve dikkatten düşürmüş; Şâri'in ihmal ettiği şeyi de, muteber bir maksat kabul etmiş olur. Bu ise şeriatla açık bir çeliş­kidir. (2)
Bu kasıt sonuç itibarıyla şu noktaya çıkar: Şâri'in güzel gördüğü birşey, bu kasıt sahibine göre güzel değildir; Şâri'in güzel görmediği de o kimseye göre güzeldir.[39] Bu da şeriatla ters düşmektir. (3)
Yüce Allah şöyle buyuruyor; "Doğru yol kendisine apaçık belli ol­duktan sonra, Peygamberden ayrılıp, inananların yolundan başkası­na uyan kimseyi, döndüğü yöne döndürür ve onu cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir." [40] Ömer b. Abdulaziz şöyle der: "Rasûlullah ve ondan sonra gelen yöneticiler bir sünnet ortaya koy­muşlardır. Onların doğrultusunda hareket etmek, Allah'ın kitabını tas dik etmek, Allah'a olan tâati tamamlamak, Allah'ın dini üzere güç­lü olmak demektir. Onlarla amel eden doğru yolu bulmuştur; onlarla yardım talebinde bulunan yardım görmüş olur. Kim de onlara muha­lefet ederse, mü'minlerin yolu dışında başka bir yola girmiş olur, Allah da onu döndüğü yöne döndürür ve cehenneme sokar. Orası ne kötü bir dönüş yeridir." Şâri'in maslahatın temini, mefsedetin de uzaklaştırıl­ması açısından gözetmiş olduğu amaca zıt düşen başka bir amaç bu­lundurmak, apaçık bir muhalefettir. (4)

Meşru olan birşeyi, Şâri'in o tasarrufla kasdetmediği bir amaçla işleyen kimse, aslında o şeyi gayrı meşru olarak işlemiş olur. Çünkü Sâri', o şeyi bilfarz belli bir durum için meşru kılmıştır. Şimdi o tasar­ruf, kendisiyle kastedilmeyen başka bir amaca vesile kılınırsa, bu ha­liyle meşru kılınan o tasarruf gerçekleştirilmiş olmaz. Meşru olan iş­lenmediği zamanda, okonudaŞâri'emuhalefetedilmiş olur ve şeriatla ters düşülür. Çünkü bu haliyle o, kendisine emredilmeyen birşeyi ya­pan, emredilen şeyi de terkeden kimse durumuna düşmüştür. (5)
Mükellefin amellerle yükümlü tutulması, sadece Şâri'in o amelleri emretme ya da yasaklamada gözettiği maksatlar yönünden olmaktadır. Mükellefin o fiillerle başka birşeyi kastetmesi durumunda, onlar kasıt sahibi kişinin takdiri ile amaçlar değil, kastedilen şeyler için araçlar haline gelirler. Zira, o fiilleri işlerken Şâri'in maksadım kastetmemiştir ki, amaç olsun; aksine o, başka bir kasıtta bulunmuş ve fiil ya da terki o amacına araç kılmıştır. Bu durumda Sâri' katında amaç olan bir fiil, ona göre araç halini almış olur. Böyle birşey ise, Şâri'in koyduğunu bozmak, O'nun bina ettiğini yıkmak demektir.[41] (6)
Bu kasdın sahibi Allah'ın âyetleriyle alay etmektedir. Çünkü Al­lah'ın âyetlerinden bazıları da, teşrî kıldığı hükümleridir. Yüce Allah, koymuş olduğu bazı hükümleri zikrettikten sonra şöyle buyurmuştur: "Allah'ın âyetlerini alaya almayın."[42] Âyetteki alaydan maksat, hü­kümleri konulmuş olduğu amaçlarından saptırmaktır. Müslüman ol­duklarını dışa vururken, Allah'ın müslümanlıktan gözettiği amacı kendilerinde bulundurmayan münafıklar hakkında "Allah'la, âyet­leriyle, peygamberiyle mi alay ediyordunuz?[43] buyrulmuştur. Ciddi­yet üzere konulmuş olan şeylerle alay etmek, o şeyin hikmetine açık zıdhk teşkil eder. Bu mânâyı destekleyecek deliller pek çoktur.

Meselenin pek çok örnekleri vardır; Hak Teâlâ'nın birliğini ve Rabliğini tasdik için değil de, kanını ve malını korumak için kelime-i tevhid getirmek, iyi kimse desinler diye namaz kılmak, Allah'tan başkası adına hayvan boğazlamak, dünya menfaati ya da evlenmek iste­diği bir kadına ulaşabilmek amacıyla hicret etmek, kavmiyet (asabi­yet) uğruna ya da ne kahraman insan desinler diye savaşmak, bir çı­kar elde etmek için ödünç para vermek, vârislere zarar vermek ama­cıyla vasiyyette bulunmak, üç talakla boşanmış kadını, eski kocasına helal kılmak için nikah etmek (hülle nikahı) vb. gibi.                         

(Meselenin başında arzedilen bu küllî ve) mutlak kaideye aşağı­daki hususlar ileri sürülerek itiraz edilebilir:
(1) Birinci meselede geçen, gayr-ı ciddî bir kimsenin (hâzil) yap­tığı nikah akdi, verdiği talak gibi hususlar. Şakaya (hezl) benzer diğer durumlarda da hal aynıdır. Çünkü bu kimse, ni­kah, talak vb. sözleriyle Şâri'in kastetmiş olduğu şeyin dışın­da başka birşey kastetmektedir. Bunun cevabı daha önce geç­ti. Bâtıl yolla zorlanan kimsenin (mükreh) durumu da aynı çerçevede değerlendirilir. Çünkü Hanefîlere göre, zor altında bulunan kimsenin tasarrufları, eğer ikâle[44]yoluyla feshe ih­timali bulunmayan türden ise, hür irade ile yapılmış gibi ge­çerli kabul edilmektedir. Nikâh, talak, azad, yemin, adak bu tür tasarruflardandır.[45]İkâle yoluyla fesh imkânı bulunan tasarruflar da aynı şekilde sahih olarak gerçekleşirler; ancak zor altında bulunan (mükreh) kimsenin rıza ve iznine bağlı (mevkuf) olurlar.
(2) Zekâtın vâcibliğini düşürmek ve üç talakla boşanmış kadının eski kocasına helal olması için başvurulan hiyel[46] yollarında, Şâri'in kasdı dışında başka amaçlar gözetilmektedir. Buna rağmen, bu gibi hiyel yollan bazılarına göre sahih olmakta­dır. Serî hükümler üzerinde araştırma yapan kimseler, bu şe­kilde sayısız hüküm bulurlar. Hepsi de, aslında meşru olan bir amelin, işlenmesi sırasında Şâri'in amacının dışına çıkıl­ması durumunda, bâtıl olması gibi bir neticenin lâzım gelme­yeceğini göstermektedir.
Cevap: Zor altında yapılan fiillerin şer'an sahih olarak gerçekle-şeceği görüşü, o fiillerin Şâri'ce maksud oldukları esası üzerine kurulmuştur. Nitekim bunun delilleri Hanefîler tarafından ortaya konu1 muştur. Bir kimsenin, bir fiilin Şâri'ce amaçlanmış olmadığını kabul lendikten sonra, o fiilin vuku bulması halinde sahih olacağı görüşünde bulunması mümkün değildir. Çünkü böyle düşünen kimselerin o fiili sahih kabul etmeleri ancak şer'î delil ile olmaktadır. Serî deliller bir şeyin Şâri'in maksadı olduğunu ortaya çıkarmanın en uygun yoludur Bir amelin meşru olmadığını söyledikten sonra, onun sahih olabilece­ğine hükmetmek nasıl mümkün olabilir? Bu muhalin ta kendisi değil inidir? Mutlak olarak hiyel yollarının caizliği görüşünü benimseyen­ler için de söylenecek söz aynıdır. Onlar bu görüşlerine şöyle bir müta­laadan dolayı ulaşmışlardır: Şâri'in maslahatların temini, mefsedet-lerin de uzaklaştırılması hususunda bir amacı bulunmaktadır. Hatta şeriat sırf bu maksat için konulmuştur. Bu görüşte olan bir kimse, meselâ hülle nikahını sahih kabul ettiği zaman, zann-ı galibine göre her iki eşin maslahatlarının temini açısından, böyle bir nikaha dair Sâri' tarafından izin vardır düşüncesiyle bu görüşe ulaşmış olmakta­dır. Diğer meselelerde de durum aynıdır. Bu konuda, ölüm ya da işken­ce korkusu olduğu zaman küfür kelimesini söylemenin sahih olması da delil olarak kullanılmaktadır. Genel ve Özel maslahatlarla ilgili di­ğer konularda uygulanan hiyel yollarında da durum aynıdır. Çünkü her hilenin bâtıl olduğuna dair şer'î bir delil getirme imkanı yoktur. Nitekim her türlü hîle yollarının sahih olduğuna dair delil ikamesi de mümkün değildir. Bunlardan, ancak Özel bir surette Şâri'in kasdına muhalif olanlar batı I olur ki, bunlar da bütün İslâm ümmetinin üzerin­de ittifak ettikleri şeylerdir. Delillerin çeliştiği (tearuz) ettiği durum­larda ise ihtilaf bulunur. Hiyel bahsine bu kısım içerisinde inşal­lah tekrar dönülecektir. [47]


Eser: El-Muvafakat

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

El-Muvafakat

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..