Dokuzuncu Mesele:
Allah haklarında mükellefin hiçbir şekilde müdahale ve tercih hakkı bulunmamaktadır. Kulun kendisine ait haklarda ise, tercih hakkı bulunmaktadır.
Allah haklarının, asla düşmeyeceği, mükellefin arzusuyla herhangi bir ilişkisi bulunmadığı konusunda deliller pek çoktur. Bunlar içerisinde de en üst seviyede olanı istikradır; Şeriatta yer alan bütün türleriyle taharet, namaz, zekat, oruç, hac, iyiliği emretme kötülüğü yasaklama ki en yüce mertebesi cihad[174]olmaktadır, bunlarla ilgili bulunan keffâret ve diğer muameleler, yeme, içme, giyinme ve ben- -zeri içerisinde Allah hakkı ya da başka bir kul hakkı bulunduğu sabit bulunan diğer konuların teker teker ele alınması ve incelenmesi sonucunda ulaşılan netice Allah hakkı ya da başkasına ait kul hakkı karşısında kişinin herhangi bir tasarruf yetkisinin bulunmadığını ortaya koymaktadır. Bütün cinâî hükümlerde de durum aynıdır ve bunlarda da Allah'a ait bir hakkın düşürülmesi imkanı yoktur. Meselâ bir kimse çıksa da namaz için gerekli olan taharet şartını hangi çeşidi olursa olsun veya farz olan namazlardan birini veya zekatı veya orucu veyahut da haccı... düşürmek istese, bu arzusu kursağında kalır; zira onun böyle bir yetkisi yoktur ve bu gibi yükümlülüklerle eda edip boynundan düşürmedikçe ebedî olarak muhatap kalır. Aynı şekilde mesela canlı bir hayvanı boğazlamadan yemeyi kendisine helal kılmak istese, keza Şâri'in kendisine haram kıldığı şeyi mubah kılmak istese veya velî ya da mehirsiz nikâhı helal kılmaya çalışsa veya riba ve diğer fâsİd alış-verişleri mubah kılmak istese veya zina, içki ya da yol kesme gibi had cezalarını düşürmeye yeltense veya mücerred iddia ile (delil getirmeksizin) başkalarına tazmin ya da ifa mecburiyeti getirmek istese ve bunlara benzer daha başka tasarruflara yeltense, bütün bu çabaları boşuna olacak ve yaptıkları bu gibi şeyler sahih olmayacaktır. Şeriatın bütününde bu son derece açık bulunmaktadır. Dahası bir hakkın Allah hakkı ile kul hakkı arasında dönmesi durumunda, kulun kendi hakkını düşürmesi eğer Allah hakkının da düşürülmesine sebep olacaksa, kulun kendi hakkını dahi düşürmeye yetkisi bulunmamaktadır.
İşte bu noktadan hareketledir ki, mesela şöyle bir itiraz serdet-mek mümkün değildir: Kişinin kendi hayatı, bedeni, aklı, malının elinde kalması gibi konular üzerinde hakkı sabittir. Bu durumda bir başkasını kendi üzerine musallat kılmak suretiyle bu haklarını düşürdüğü zaman ya bu caizdir denilecek ya da hayır denilecektir. Eğer hayır diyecek olursanız ki fıkıh da böyle diyor, o zaman bu koymuş olduğunuz esasa ters düşer; çünkü hakkıdır. Düşürebildiğine göre de, kendi hakkını düşürmesi konusunda muhayyer olduğu sonucunu gerektirir; fıkıh ise buna hakkının olmadığına hükmediyor. Eğer evet diyecek olursanız, şeriata muhalefet etmiş olursunuz. Zira hiçbir kimsenin kendisini öldürme ya da organlardan birisini veyahut da bir malım itlaf etme yetkisi bulunmamaktadır. Yüce Allah: "Kendinizi öldürmeyin, şüphesiz ki Allah size merhamet edendir[175]"Mallarınızı aranızda haksız yollarla yemeyin.[176]buyurmaktadır. Kendisini öldürenler hakkında korkunç bir cezanın olduğu bildirilmiştir. Akıl maslahatını bir süre örttüğü için içki haram kılındığına göre, onu tümden izale etmenin hükmü ne olur dersiniz? Malını savurganca harcayan kimseler kısıtlılık altına alınmış ve malın ziyan edilmesi Hz. Peygamber'ce yasaklanmıştır. Bütün bunlar, kul haklarında onun tercih hakkının bulunması gibi bir sonucun lazım gelmeyeceğini göstermektedir.
Cevap: Bu itiraz yerinde değildir. Çünkü nefislerin ihyası, akılların ve bedenlerin kemali kulların kendi haklarından değil; Allah'ın kullar üzerindeki haklarından olmaktadır. Bu hususlarda kullara bir tercih hakkı tanınmaması bunun en büyük delilidir. Bu durumda Yüce Allah kulun hayatını, bedenini ve yükümlü tutulduğu şeyleri anlaması ve böylece yerine getirmesi için vasıta olan aklını tamamladıktan sonra, kulun kalkıp da bunları düşürmeye çalışması sahih olmayacaktır; onun böyle bir yetkisi yoktur.
Ancak, bazen mükellef, kendi kesb ve esbaba tevessülü bulunmaksızın belaya maruz kalır ve bu yüzden canı veya aklı ya da bir organı ortadan kalkabilir. Bu gibi yerlerde kul hakkı katıksız bir hal alır. Zira vuku bulan şey, ortadan kaldırılması imkanı bulunmayan şeylerdendir. Bu durumda kendisine tecavüzde bulunan kimseyi cezalandırma hakkında tercih hakkı bulunmaktadır. Çünkü o kişi (mütecaviz ) hakkında tahsil edilebilir bir hak şeklini almıştır. Aynen bir türlü borç gibi. Bu durumda mağdur hakkını dilerse terkeder. Daha uygun olanı da, küllî üzere bırakmış olmak için terki olmaktadır. Yüce Allah: "Ama sabredip bağışlayanın işi, işte bu azmedilmeye değer işlerdendir[177] "Ama kim affeder ve barışırsa, onun ecri Allah'a aittir"[178] buyurur. Bunun izahı şöyle: Kısas ve diyet, mağdurun canına ve bedenine ait maslahatların ortadan kalkması karşılığında bir telafi olmaktadır; çünkü bunlarda bulunan Allah hakkı ortadan kalkmış ve telafisi imkansız bir hal almıştır. Fıkhı konularda zikredilen tafsilat üzere tedaviye kalkışılması vacip olmaması halinde hasta olmayanı hasta etmek, kendinden vacip olmayan zâlimi uzaklaştırmak gibi konularda olduğu gibi ortadan kaldırılması mümkün olanlardan meydana gelen şeylerde de durum aynıdır. Mala gelince, o da aynı tarz üzere carîdir. Çünkü hakkın kul için olduğu belirdiği zaman, onun o hakkını düşürme yetkisi bulunacaktır. Allah Teâlâ: "Borçlu darda ise, eli genişle-yinceye kadar ona mühlet verin. Bilmiş olsanız borcu bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır"[179] buyurmuştur. Ancak kişinin elinde mal olur ve onun üzerinde şer'an mubah kılınmış bir maksat doğrultusunda olmaksızın bir tasarrufta bulunmak ya da onu itlaf etmek isterse, buna yetkisi yoktur. Bu kabilden olan diğer hususlarda da durum aynıdır. Helalin haram, haramın da helal kılınması vb. Allah haklarından olmaktadır. Çünkü bu yeniden bir teşrî (hüküm koyma), insanları gereği ile icbar edecek şer'îküllî bir esasın inşası demektir; halbuki onların buna yetkileri yoktur. Zira birşeyin helal ya da haram kılınmasına esas olan, o şeyin güzellik ve çirkinliğinin tesbiti, akıl yoluyla olmamaktadır. Bu durumda yapılan şey, Allah'tan başkası için bir pay bulunmayan bir alanda taşkınlıktan başka birşey değildir, haddi aşmadır. Bu yüzden, bu gibi konularda hiçbir kimsenin seçim hakkı bulunmamaktadır.
Soru:Daha önce, her kul hakkına mutlaka Allah hakkının da bir taalluku bulunduğu ve neticede içerisinde Allah hakkı bulunmayan hiçbir kul hakkının olmadığı geçmişti. Bu durumda kulun kendisine nisbet edilen hakkını düşürme yetkisinin bulunmaması gerekir. Bu izahtan sonra kulun tercihine bırakılmış bulunan hiçbir hak kalmaz. Sonuç olarak dakul hakkı gider ve geriye sadece bir kısım hak (yani Allah hakkı) kalır.
Cevap: İşte bu tek kısım iki kısma bölünmüş olmaktadır; çünkü kul hakkı olan şeyin haklığı Şâri'in tanıması sonucu olmuştur; yoksa esastan kul ona müstahak değildir. Bu husus bu kitapta daha Önce ge- [378] nişçe ele alınmıştı.[180] İşte bu noktadan hareketledir ki, hem kul hakkından, hem de Allah hakkından söz etmek mümkün olmuştur.
Sırf Allah hakkı olan[181] şeylere gelince, kulun onlar karşısında herhangi bir tavır göstermesi sözkonusu değildir.
Kul haklarına[182] gelince, kulun bu gibi haklarda Allah'ın kendisine verdiği yetkiye dayanarak tercih hakkı bulunmaktadır ve bu yetkiyi müstakil olarak kendi iradesinden almış değildir. Az önce verilen izahlardan, kulun kendisine ait haklarda kısmen muhayyer kılındığı[183] ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bu konuda helal olmak kaydıyla yiyecek, içecek ve giyecek türleri[184] arasında bir tercihte bulunabilmesi; keza ahş-veriş, muamelât, hak davasında bulunma gibi konularda seçim yapması delil olarak yeterli olmaktadır. Kulun bu gibi hakları düşürme yetkisi olduğu gibi bunlar karşılığında bir bedel alma, elinde bulunan şeyler üzerinde eğer tasarrufu alışılmamış tür ve şekilden değilse herhangi bir kısıtlılığa uğratılmaksızın tasarrufta bulunma hakkı da bulunmaktadır. Burada bütün mesele, Allah hakkı ile kul hakkı arasını ayırabilmektedir. Bu hususa bu kitabın üçüncü nev'inin sonunda işaret edilmişti. Allah'a hamdolsun! [185]
Allah haklarının, asla düşmeyeceği, mükellefin arzusuyla herhangi bir ilişkisi bulunmadığı konusunda deliller pek çoktur. Bunlar içerisinde de en üst seviyede olanı istikradır; Şeriatta yer alan bütün türleriyle taharet, namaz, zekat, oruç, hac, iyiliği emretme kötülüğü yasaklama ki en yüce mertebesi cihad[174]olmaktadır, bunlarla ilgili bulunan keffâret ve diğer muameleler, yeme, içme, giyinme ve ben- -zeri içerisinde Allah hakkı ya da başka bir kul hakkı bulunduğu sabit bulunan diğer konuların teker teker ele alınması ve incelenmesi sonucunda ulaşılan netice Allah hakkı ya da başkasına ait kul hakkı karşısında kişinin herhangi bir tasarruf yetkisinin bulunmadığını ortaya koymaktadır. Bütün cinâî hükümlerde de durum aynıdır ve bunlarda da Allah'a ait bir hakkın düşürülmesi imkanı yoktur. Meselâ bir kimse çıksa da namaz için gerekli olan taharet şartını hangi çeşidi olursa olsun veya farz olan namazlardan birini veya zekatı veya orucu veyahut da haccı... düşürmek istese, bu arzusu kursağında kalır; zira onun böyle bir yetkisi yoktur ve bu gibi yükümlülüklerle eda edip boynundan düşürmedikçe ebedî olarak muhatap kalır. Aynı şekilde mesela canlı bir hayvanı boğazlamadan yemeyi kendisine helal kılmak istese, keza Şâri'in kendisine haram kıldığı şeyi mubah kılmak istese veya velî ya da mehirsiz nikâhı helal kılmaya çalışsa veya riba ve diğer fâsİd alış-verişleri mubah kılmak istese veya zina, içki ya da yol kesme gibi had cezalarını düşürmeye yeltense veya mücerred iddia ile (delil getirmeksizin) başkalarına tazmin ya da ifa mecburiyeti getirmek istese ve bunlara benzer daha başka tasarruflara yeltense, bütün bu çabaları boşuna olacak ve yaptıkları bu gibi şeyler sahih olmayacaktır. Şeriatın bütününde bu son derece açık bulunmaktadır. Dahası bir hakkın Allah hakkı ile kul hakkı arasında dönmesi durumunda, kulun kendi hakkını düşürmesi eğer Allah hakkının da düşürülmesine sebep olacaksa, kulun kendi hakkını dahi düşürmeye yetkisi bulunmamaktadır.
İşte bu noktadan hareketledir ki, mesela şöyle bir itiraz serdet-mek mümkün değildir: Kişinin kendi hayatı, bedeni, aklı, malının elinde kalması gibi konular üzerinde hakkı sabittir. Bu durumda bir başkasını kendi üzerine musallat kılmak suretiyle bu haklarını düşürdüğü zaman ya bu caizdir denilecek ya da hayır denilecektir. Eğer hayır diyecek olursanız ki fıkıh da böyle diyor, o zaman bu koymuş olduğunuz esasa ters düşer; çünkü hakkıdır. Düşürebildiğine göre de, kendi hakkını düşürmesi konusunda muhayyer olduğu sonucunu gerektirir; fıkıh ise buna hakkının olmadığına hükmediyor. Eğer evet diyecek olursanız, şeriata muhalefet etmiş olursunuz. Zira hiçbir kimsenin kendisini öldürme ya da organlardan birisini veyahut da bir malım itlaf etme yetkisi bulunmamaktadır. Yüce Allah: "Kendinizi öldürmeyin, şüphesiz ki Allah size merhamet edendir[175]"Mallarınızı aranızda haksız yollarla yemeyin.[176]buyurmaktadır. Kendisini öldürenler hakkında korkunç bir cezanın olduğu bildirilmiştir. Akıl maslahatını bir süre örttüğü için içki haram kılındığına göre, onu tümden izale etmenin hükmü ne olur dersiniz? Malını savurganca harcayan kimseler kısıtlılık altına alınmış ve malın ziyan edilmesi Hz. Peygamber'ce yasaklanmıştır. Bütün bunlar, kul haklarında onun tercih hakkının bulunması gibi bir sonucun lazım gelmeyeceğini göstermektedir.
Cevap: Bu itiraz yerinde değildir. Çünkü nefislerin ihyası, akılların ve bedenlerin kemali kulların kendi haklarından değil; Allah'ın kullar üzerindeki haklarından olmaktadır. Bu hususlarda kullara bir tercih hakkı tanınmaması bunun en büyük delilidir. Bu durumda Yüce Allah kulun hayatını, bedenini ve yükümlü tutulduğu şeyleri anlaması ve böylece yerine getirmesi için vasıta olan aklını tamamladıktan sonra, kulun kalkıp da bunları düşürmeye çalışması sahih olmayacaktır; onun böyle bir yetkisi yoktur.
Ancak, bazen mükellef, kendi kesb ve esbaba tevessülü bulunmaksızın belaya maruz kalır ve bu yüzden canı veya aklı ya da bir organı ortadan kalkabilir. Bu gibi yerlerde kul hakkı katıksız bir hal alır. Zira vuku bulan şey, ortadan kaldırılması imkanı bulunmayan şeylerdendir. Bu durumda kendisine tecavüzde bulunan kimseyi cezalandırma hakkında tercih hakkı bulunmaktadır. Çünkü o kişi (mütecaviz ) hakkında tahsil edilebilir bir hak şeklini almıştır. Aynen bir türlü borç gibi. Bu durumda mağdur hakkını dilerse terkeder. Daha uygun olanı da, küllî üzere bırakmış olmak için terki olmaktadır. Yüce Allah: "Ama sabredip bağışlayanın işi, işte bu azmedilmeye değer işlerdendir[177] "Ama kim affeder ve barışırsa, onun ecri Allah'a aittir"[178] buyurur. Bunun izahı şöyle: Kısas ve diyet, mağdurun canına ve bedenine ait maslahatların ortadan kalkması karşılığında bir telafi olmaktadır; çünkü bunlarda bulunan Allah hakkı ortadan kalkmış ve telafisi imkansız bir hal almıştır. Fıkhı konularda zikredilen tafsilat üzere tedaviye kalkışılması vacip olmaması halinde hasta olmayanı hasta etmek, kendinden vacip olmayan zâlimi uzaklaştırmak gibi konularda olduğu gibi ortadan kaldırılması mümkün olanlardan meydana gelen şeylerde de durum aynıdır. Mala gelince, o da aynı tarz üzere carîdir. Çünkü hakkın kul için olduğu belirdiği zaman, onun o hakkını düşürme yetkisi bulunacaktır. Allah Teâlâ: "Borçlu darda ise, eli genişle-yinceye kadar ona mühlet verin. Bilmiş olsanız borcu bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır"[179] buyurmuştur. Ancak kişinin elinde mal olur ve onun üzerinde şer'an mubah kılınmış bir maksat doğrultusunda olmaksızın bir tasarrufta bulunmak ya da onu itlaf etmek isterse, buna yetkisi yoktur. Bu kabilden olan diğer hususlarda da durum aynıdır. Helalin haram, haramın da helal kılınması vb. Allah haklarından olmaktadır. Çünkü bu yeniden bir teşrî (hüküm koyma), insanları gereği ile icbar edecek şer'îküllî bir esasın inşası demektir; halbuki onların buna yetkileri yoktur. Zira birşeyin helal ya da haram kılınmasına esas olan, o şeyin güzellik ve çirkinliğinin tesbiti, akıl yoluyla olmamaktadır. Bu durumda yapılan şey, Allah'tan başkası için bir pay bulunmayan bir alanda taşkınlıktan başka birşey değildir, haddi aşmadır. Bu yüzden, bu gibi konularda hiçbir kimsenin seçim hakkı bulunmamaktadır.
Soru:Daha önce, her kul hakkına mutlaka Allah hakkının da bir taalluku bulunduğu ve neticede içerisinde Allah hakkı bulunmayan hiçbir kul hakkının olmadığı geçmişti. Bu durumda kulun kendisine nisbet edilen hakkını düşürme yetkisinin bulunmaması gerekir. Bu izahtan sonra kulun tercihine bırakılmış bulunan hiçbir hak kalmaz. Sonuç olarak dakul hakkı gider ve geriye sadece bir kısım hak (yani Allah hakkı) kalır.
Cevap: İşte bu tek kısım iki kısma bölünmüş olmaktadır; çünkü kul hakkı olan şeyin haklığı Şâri'in tanıması sonucu olmuştur; yoksa esastan kul ona müstahak değildir. Bu husus bu kitapta daha Önce ge- [378] nişçe ele alınmıştı.[180] İşte bu noktadan hareketledir ki, hem kul hakkından, hem de Allah hakkından söz etmek mümkün olmuştur.
Sırf Allah hakkı olan[181] şeylere gelince, kulun onlar karşısında herhangi bir tavır göstermesi sözkonusu değildir.
Kul haklarına[182] gelince, kulun bu gibi haklarda Allah'ın kendisine verdiği yetkiye dayanarak tercih hakkı bulunmaktadır ve bu yetkiyi müstakil olarak kendi iradesinden almış değildir. Az önce verilen izahlardan, kulun kendisine ait haklarda kısmen muhayyer kılındığı[183] ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bu konuda helal olmak kaydıyla yiyecek, içecek ve giyecek türleri[184] arasında bir tercihte bulunabilmesi; keza ahş-veriş, muamelât, hak davasında bulunma gibi konularda seçim yapması delil olarak yeterli olmaktadır. Kulun bu gibi hakları düşürme yetkisi olduğu gibi bunlar karşılığında bir bedel alma, elinde bulunan şeyler üzerinde eğer tasarrufu alışılmamış tür ve şekilden değilse herhangi bir kısıtlılığa uğratılmaksızın tasarrufta bulunma hakkı da bulunmaktadır. Burada bütün mesele, Allah hakkı ile kul hakkı arasını ayırabilmektedir. Bu hususa bu kitabın üçüncü nev'inin sonunda işaret edilmişti. Allah'a hamdolsun! [185]
Konular
- On Altıncı Mesele:
- On Yedinci Mesele:
- On Sekizinci Mesele:
- On Dokuzuncu Mesele:
- Yirminci Mesele:
- İKİNCİ NEVİ
- YÜKÜMLÜLÜKLERDE MÜKELLEFİN MAKSADI (NİYETİ)
- Birinci Mesele:
- İkinci Mesele:
- Üçüncü Mesele:
- Dördüncü Mesele:
- Beşinci Mesele:
- Altıncı Mesele:
- Yedinci Mesele:
- Sekizinci Mesele:
- Dokuzuncu Mesele:
- Onuncu Mesele:
- On Birinci Mesele:
- On İkinci Mesele:
- DÖRDÜNCÜ KISIM ŞER'Î DELİLLER
- Şeri Deliller
- Birinci Taraf: Genel Olarak Deliller
- Birinci Mesele[2]:
- İkinci Mesele:
- Üçüncü Mesele:
- Dördüncü Mesele:[111]
- Beşinci Mesele:
- Altıncı Mesele:
- Yedinci Mesele:
- Sekizinci Mesele: