Üçüncü Mesele:
Mütekaddimîn (ilk dönem) ulemâsının sözlerine baktığımızda, onların nesh kelimesini usûlcülerin kullanmış olduğu mânâdan daha genel bir anlamda kullandıklarını görüyoruz: Onlar bazen mut-lakın takyid edilmesine nesh ifadesini kullanıyorlar. Bazen bitişik ya da ayrı bir delil ile yapılan âmmın tahsisine de nesh tabir ediyorlar. Keza mübhem ve mücmelin beyanı için de aynı tabiri kullanıyorlar. Öbür taraftan şer'î bir hükmün, daha sonra gelen başka bir şer'î hükümle kaldırılmasına da nesh demektedirler. Onları böyle bir tutuma iten sebep, bütün bu sözü edilen şeylerin hep aynı mânâya çıkması idi. Şöyle ki: Müteahhir ulemânın ıstılahında nesh, önce gelen emrin, yükümlülük konusunda murad olmadığı so-. nucunu gerektirmektedir. Murad sadece son olarak getirilen olmaktadır. Bu durumda bilinci ile amel edilmemekte, ikinci ise kendisi ile amel edilen hüküm olmaktadır.
Bu mânâ mutlakın takyidi konusunda da mevcut bulunmaktadır. Çünkü mutlak, kendisini kayıtlayan mukayyid karşısında zahiri terkedilmiş bir nass olmaktadır ve onun bu mutlak ifadesi ile amel edilmemektedir. Aksine amel, kayıt getiren delil ile olmaktadır. Bu haliyle sanki mutlak, kendisini kayıtlayan nass (mukayyid) karşısında (mensuh gibi) hiçbir anlam ifade etmemektedir ve sonuçta nâsih mensûh gibi olmaktadır. Amm ile hâss arasındaki ilişki de aynıdır. Zira âmmın zahiri, hükmün lafzın kapsamı altına giren bütün cüzlerine teşmil edilmesini gerektirmektedir. Hâss gelince, âmmın zahir hükmünü itibardan düşürmektedir ve bu haliyle âmm ve hâss da nâsih ve mensûha benzemektedirler. Şu kadar var ki, âmm lafzın delâlet ettiği şey (medlulü) tümden ihmal edilmemekte, sadece hâssın (ihmâl edilmesine) delalet ettiği kısım[22]o kapsamdan çıkarılmaktadır; Kalan diğer kısmı ise, evvelki hüküm üzere kalmaktadır. Mübhemle onu açıklayan mübeyyin nasslar[23] da, mutlak ile mukayyed nasslar gibidir. Durumun böyle olması, nesh sözcüğünün bütün bu mânâlar hakkında kullanılmasını kolaylaştıran bir gerekçe olmuştur. Çünkü bu mânâların hepsi de sonunda aynı noktaya çıkmaktadır.
Maksadı açıklamak için örnekler vermek gerekmektedir; İbn Abbâs'tan, "Dünyayı isteyene istediğimiz kimseye dilediğimiz kadar hemen veririz"[24] âyetinin "Âhiret kazancını isteyenin kazancini artırırız; dünya kazancını isteyene de ondan veririz'[25] âyetini neshettiği nakledilmiştir. Dikkat edilirse burada söz konusu olan nesh değil kayıtlamadır. Zira âyette geçen "ondan veririz" ifadesi mutlaktır; manası ise Allah'ın dilemesi ile kayıtlıdır. Diğer âyetteki istediğimiz kimseye dilediğimiz kadar ifadesi bunu gerektirmektedir. Başka türlü anlamak mümkün değildir. Çünkü âyetlerin konusu inşâ olmayıp ihbardır (haber verme); haberlerde ise nesh câri değildir.[26]
Yine İbn Abbâs, "Şâirlere ancak azgın olanlar uyar. Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve yapmadıklarını yaptık dediklerini görmez misin?" âyetinin hemen sonra gelen: "Ancak inanıp yararlı iş işleyenler, Allah'ı çok ananlar... bunun dışındadır'[27] âyeti ile mensûh olduğunu söylemiştir. Mekkî şöyle der: "İbn Abbâs'tan bunun gibi Kur'ân'da yer alan pek çok şey zikredilmiştir. Onun nesh tabir ettiği şeyler arasında istisna harfi de bulunmaktadır. Bu gibi yerler (istisna) hakkında o, "mensûh" ifadesini kullanmıştır. Oysa ki bu ifade mecaz olup hakikat mânâda değildir. Çünkü müstesna ile müstesna minh (kendisinden istisna edilen) birbirine bağlıdır ve istisna edatı, maksadın birinci lafzın kapsamına giren fertlerden istisna edilen fertlerin dışında kalanların amaçlanmış olduğunu göstermektedir. Oysa ki nâsih mensûhtan ayn ve onun hükmünü kaldıran müstakil bir delildir. Harf ile değildir." Onun sözü bu. Bunun mânâsı, nesh iddiasında bulunan bu yerde söz konusu olan kendisinden Önce geçmiş bulunan ânımın tahsisidir; ancak bunu ifade için o, nesh sözcüğünü kullanmıştır. Zira o, bu kelimeyi kullanırken onun özel ve dar terim anlamını dikkate almamıştır.
Yine o, "Ey inananlar! Evlerinizden başka evlere, izin almadan, seslenip sahiplerine selâm vermeden girmeyiniz"[28] âyetinin "İçinde malınız bulunan boş evlere girmenizde size bir sorumluluk yoktur.[29] âyeti ile mensûh olduğunu söylemiştir. Halbuki bunların gerçek anlamda nâsih ve mensûhla bir ilgisi yoktur. Şu kadar var ki, âyetteki "size bir sorumluluk yoktur..." ifadesi birinci âyette geçen evlerden maksadın içerisinde oturulan evler olduğunu göstermektedir.[30]
Yine o, "İsteyen, istemeyen hepiniz savaşa çıkın..[31] âyetinin "İnananlar toptan savaşa çıkmamaladır'[32] âyeti ile mensûh olduğunu söylemiştir.[33]Halbuki her iki âyet farklı iki konu ile ilgilidir. Ancak o, bu sözüyle Tebûk seferinden sonra hükmün, seferberliğin herkes üzerine gerekmeyeceği şeklinde olduğuna dikkat çekmiştir.
Yine o, "De ki: Ganimetler (enfâl) Allah'ın ve Peygamberinin-dir'[34] âyetinin "Bilin ki, ele geçirdiğiniz ganimetin beşte biri Allah'ın, Peygamberin ve yakınlarının... dır"[35] âyeti ile mensûh olduğunu söylemiştir. Halbuki burada söz konusu olan nesh değil, birinci âyetteki "Allah'ın ve Peygamberinindir" ifadesindeki müphemli-ğin beyanıdır
Yine o, "Sakınan kimselere, onların hesaplarından bir sorumluluk yoktur'[36] âyetinin de, "O size kitapta 'Allah'ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve alaya alındığını işittiğinizde, başka bir söze geçmedikçe, onlarla bir arada oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz diye- indirdi[37] âyeti ile mensûh bulunduğunu söylemiştir. Halbuki En'âm süresindeki âyet bir haber niteliğindedir.[38]Haberler ise ne neshederler ne de neshedilirler.
"Taksimde, yakınlar, yetimler ve yoksullar hazır bulunursa,ondan onlara da verin.[39] âyeti hakkında da miras âyeti[40] ile mensûhtur, demiştir. Aynı şeyi ed-Dahhâk, es-Süddî, İkrime de söylemişlerdir. el-Hasen (el-Basrî), zekât ile mensûhtur demiştir. İb-nu'1-Müseyyeb, miras ve vasiyyet ile neshe dilmiştir, demiştir. Halbuki iki âyet arasını bulmak mümkündür. Çünkü (Nisa 4/8) âyetinin mendûbluğa yorulması kabildir ve orada geçen "yakınlar"dan maksat vâris olmayan yakınlardır. Ayetteki "hazır bulunursa" ifadesi de bu yorumun delili olur. Dikkat edilecek olursa âyette onlara verilmesi hazır bulunmaları şartına bağlanmıştır. Dolayısıyla onlardan maksadın vâris olmayan yakınlar olduğu anlaşılmaktadır. el-Hasen de âyetten muradın mendubluk olduğunu açıklamış ve buna vasiyyet ve miras âyetlerini delil olarak göstermiştir. Bu durumda konu, mücmel ve müphemin beyanı kabilinden olmaktadır.O ve İbn Mesûd, "İçinizdekini açıklasanız da gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çeker ve dilediğini bağışlar..[41] âyetinin "Allah kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler,[42] âyeti ile mensûh olduğunu söylemişlerdir. [Halbuki bu da nesh değildir.[43] Çünkü İbn Abbâs, âyeti şahitliği gizleme ile tefsir etmiştir,[44] Zira o, daha önce: "Şahitliği gizlemeyin"[45] ifadesini kullanmış ve arkasından da "İçinizdekini açıklasanız da gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çeker ve dilediğini bağışlar...[46]demiştir. [İbn Abbâs'ın görüşü doğrultusunda hareket etmez ve aşağıdaki dipnota aldığımız rivayeti esas alırsak, o zaman "Allah kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler..." âyeti "İçinizdekini açıklasanız da gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çeker ve dilediğini bağışlar..." âyetini nesh değil tahsis ve onun mücmelliğini beyan etmiş olur.[47] Böylece bunun da âmmın tahsisi veya mücmelin beyanı kabilinden olduğu anlaşılmış olur.
Yine İbn Abbâs, "Süslerini, kendiliğinden görünen kısmı müstesna, açmasınlar..[48] âyetinin "Evlenme ümidi kalmayan, ihtiyarlayıp oturmuş kadıhlara, süslerini açığa vurmamak şartıyla, dış esvaplarını çıkar'mAklan ötürü sorumluluk yoktur.[49] âyeti ile mensûh oldduğuritı söylemiştir. Halbuki burada da nesh yoktur. Burada söz konuşu3 olan sadçce daha önce geçen genelliğin (umûm) tahsisi olmaktadır. '
Ebû'd-Derdâ ve Ubâde b. es-Sâmit, "Kitap verilenlerin yemeği size helâl, sizin yemeğiniz de onlara helâldir"[50]âyeti hakkında o, "Üzerine Allah'ın adının anılmadığı kesilmiş hayvanları yemeyin.[51] âyeti ile neshedilmiştir, demişlerdir. Eğer murat, Kitap ehlinin yiyecekleri üzerine Allah adı anılmasa da helâldir demekse, o zaman umûmun tahsisi söz konusu olacaktır. Eğer murat, Kitap ehlinin yiyecekleri Allah'ın adını anmak şartıyla helâldir demekse, o zaman da tahsis kabilinden olacaktır. Ancak birinci izaha göre tahsis görmüş umûm bizzat En'âm süresindeki âyet (6/121); ikincisine göre de aksi olacaktır.[52]
Atâ ise, "O gün arkasını düşmana dönen kimse Allah'tan bir gazaba uğramış olur.[53] âyeti, "Sizin sabırlı yirmi kişiniz onlardan ikiyüz kişiyi yener; çünkü onlar anlayışsız bir güruhtur. Şimdi Allah yükünüzü hafifletti, zira içinizde za'f'bulunduğunu biliyordu. Sizin sabırlı yüz kişiniz onlardan ikiyüz kişiyi yener; sizin bin kişiniz, Allah'ın izniyle, iki bin kişiyi yener. Allah sabredenlerle beraberdir"[54] âyeti ile mensûhtur demiştir. Oysa ki burada da söz konusu olan "arkasını düşmana dönen kimse" ifadesinin beyan ve tahsisi olmaktadır. Bu durumda mânâ: "Düşman mü'minlerin iki katı olduğu halde arkasını düşmana dönen kimse..." şeklinde olmaktadır. Buna göre iki âyet arasında tearuz ve sonuncu mutlak ifade ile nesh durumu yoktur.
Yina o (Atâ), "Bunlardan başkası size helâl kılındı"[55] âyetinin de, bir kadını halası ve teyzesi üzerine nikahlamayı yasaklayan delil ile neshedildiğini söylemiştir. Halbuki bu da ânımın tahsisi kabilinden olmaktadır.
Vehb b. Münebbih ise, "Melekler... yeryüzünde bulunanlar için O'ndan bağışlanma dilerler"[56] âyetinin Gâfir süresindeki "İman edenler için istiğfar ederler"[57]âyeti tarafından neshedildiğini söylemiştir. Halbuki Gâfir süresindeki âyet Şûra süresindeki âyetin açıklaması mahiyetindedir. Zira o rnahza bir haberdir ve haberler neshe konu olmaz. İbnu'n-Nahhâs: "Bunlarda nâsih ve mensûh meydana gelmez; çünkü Allah tarafından bildirilen bir haberdir." demiştir. Ancak Vehb b. Münebbih'in, sözündeki kelimesini şeklinde söylemesi mümkündür[58] ve o takdirde sözünün anlamı: "Bu âyet Gâfir süresindeki âyetin nüshası (kopyası) gibidir ve aralarında fark yoktur. İkisi aynı mânâya gelir ve biri diğerini beyan eder" şeklinde olur. O devamla şöyle der: "Alimlerin bu gibi sözleri karşısında ayna şekilde teviller yapmak gerekir. Onların sözlerinin herhangi bir yolla izahına imkan varken böyle tevil edilmeyip hatalı şekilde anlaşılması doğru olmaz. Bu dediğimize delil, Ahmed b. Muhammed'in bize bildirdiği şeydir." Sonra o Katâde'den "Melekler... yeryüzünde bulunanlar için O'ndan bağışlanma dilerler"[59] âyeti hakkında "Onlardan mü'min olanlar için..." dediği isnadında bulunur.
Irak b. Mâlik (el-Gıfârî), Ömer b. Abdulaziz ve İbn Şihâb'dan ise, "Altın ve gümüşü biriktirip (kenz) Allah yolunda sarfetmeyenle-re can yakıcı bir azabı müjdele"[60]âyetinin, "Mallarının bir kısmını, kendilerini temizleyip arıtacak sadaka olarak al"[61] âyeti ile mensûh olduğunu söyledikleri rivayet edilmiştir.[62] Halbuki burada söz konusu olan da birinci âyette "kenz" olarak sözü edilen şeyin ne olduğunun açıklanması dır. Buna göre bir malın zekatı verildiği zaman o "kenz" sayılmayacaktır. Zekatı verilmeyen ise, âyette sözü edilen "kenz" kapsamında kalmaktadır. Dolasıyla burada da nesh durumu yoktur.
Katâde de, "Allah'tan sakınılması gerektiği gibi sakının"[63] âyetinin "Gücünüz yettiği kadar Allah'tan sakının"[64] âyeti ile mensûh olduğunu söylemiştir. Bu er-Rabî* b. Enes, es-Süddî ve İbn Zeyd'den de nakledilmiştir. Bu da daha öncekiler gibidir. Çünkü her iki âyet de Medine döneminde inmiştir. Bu dönemde dinde güçlüğün olmadığı prensibi ile takat üstü yükümlülüğün kaldırılmış olduğu ilkesi benimsenmiş ve yerleşmişti. Dolayısıyla "Allah'tan sakınılması gerektiği gibi sakının"[65] âyetinin mânâsı "gücünüzün yettiği konularda" demektir ve "Gücünüz yettiği kadar Allah'tan sakının"[66] âyetinin mânâsı da zaten budur. Onlar burada nesh sözcüğünü kullanırken, Al-i İmrân süresindeki mutlak ifadenin, Tegâbun sûresi ile kayıtlı (mukayyed) olduğunu kastetmiş olmaktadırlar.
Yine Katâde, "Boşanan kadınlar, kendi kendilerine üç aybaşı hali beklerler..."[67] âyetinin hükmünden kendisi ile zifafa girilmeyen kadının durumu, "Mü'min kadınlarla nikahlanıp, onları temasta bulunmadan boşadığınızda, artık onlar için size iddet saymaya lüzum yoktur"[68]âyeti ile; hayızdan kesilen, henüz hayız görmeyen ve hâmile olan kadının durumu ise, "Kadınlarınız içinde ay hali görmekten kesilenler ile henüz ay hali görmemiş olanların id-detleri hususunda şüpheye düşerseniz, bilin ki, onların iddet beklemesi üç aydır; gebe olanların iddeti doğurmaları ile tamamlanır"[69] âyeti ile neshedilmiştir, demiştir. (Burada da yine nesh değil beyan durumu vardır.)
Abdulmelik b. Habib, "Dilediğinizi yapın[70], "Artık dileyen iman etsin; dileyen inkar etsin"[71] ve "Kur'ân ancak aranızda doğru yola girmeyi dileyene ... öğüttür"[72] âyetlerinin "Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz birşey dileyemezsiniz"[73] âyeti ile neshedilmiş olduğunu söylemiştir. Halbuki bu âyetler tehdîd ve korkutma sadedinde gelmiş âyetlerdir ve böyle bir mânânın neshe konu olması sahih değildir. Ayetlerde dileme işinin kullara nisbet edilmesi, zahiri üzere olmayıp, Allah Teâlâ'mn dilemesi ile kayıtlı olmaktadır. Ayetlerden amaç da işte budur.
Yine o, "Bedevilerin küfür ve nifakları her yönden daha ileridir"[74] âyeti ile "Bedevilerden Allah yolunda sarfettiklerini angarya sayanlar... vardır[75] âyetinin, "Bedevilerden Allah'a ve âhiret gününe inanan, sarfettiğini Allah katında ibadet ve Peygamberin dualarına nail olmaya vesile sayanlar da vardır"[76] âyeti tarafından neshedilmiş olduğunu söylemiştir. Halbuki bu âyetlerin içeriği haber olmaktadır ve haberler neshe konu olmazlar. Bu durumda âyetlerden maksat, bedevilerin genel kapsamı içerisinden inananların çıkarılmış ve hükme kâfir olanların tahsis edilmiş olmasıdır.[77]Ebû Saîd ve diğerleri ise, "iffetli kadınlara zina isnad edip de, sonra dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun; ebediyen onların şahitliğini kabul etmeyin; işte onlar yoldan çıkmış kimselerdir"[78]âyeti, (hemen arkasından gelen) "Ama bundan sonra, tevbe edip düzelenler bunun dışındadır"[79] âyeti ile neshedilmiş olduğunu söylemişlerdir. Benzeri bir söz daha Önce İbn Abbâs'tan nakledilmişti (ve gerekli açıklama orada yapılmıştı).
"Şüphesiz ki Allah, bütün günahları affeder"[80] âyetinin, "Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez"[81]âyeti ile mensûh olduğu söylenmiştir. Halbuki bu, nesh kabilinden olmayıp tahsis kabi-lindendir. "Siz ve Allah'tan başka taptıklarınız, cehenemin yakıtısınız"[82]âyetinin ''Yaptıklarına karşılık katımızdan kendileri için iyi şeyler yazılmış olanlar, işte onlar cehennemden uzak tutulanlardır"[83] âyeti ile mensûhtur[84]aynı şekilde "Sizden cehenneme uğramayacak yoktur.[85] âyeti de yine bu âyetle mensûh bulunmaktadır, denilmiştir. Oysa ki bunlar haber konulu âyetlerdir ve bilindiği gibi haberlerin neshedilmesi caiz değildir. Mekkî şöyle der: Sonra eğer bu nesh olsa, o zaman Allah'tan başka kendisine ibadet edilenlerin tümünün cehenneme girmesi hükmü kalkmış olurdu. Çünkü nesh, birinci hükmün zevali ve ikinci hükmün onun yerine geçmesi demektir.[86] Halbuki bu konuda birinci hükmün topyekün ortadan kalkması caiz değildir. Zail olan sadece bazısıdır. Dolayısıyla söz konusu olan tahsis[87] ve beyandır.
"Sizden, hür mü'min kadınlarla evlenmeye güç yetiremeyen kimse, ellerinizdeki mü'min cariyelerinizden alsın" âyetinin, yine aynı âyetin devamı olan "Cariye ile evlenmedeki bu izin içinizden, günaha girme korkusu olanlaradır"[88]kısmı ile neshedildiği söylenmiştir. Oysa ki burada da söz konusu olan nesh değil, mü'min cariyelerle evlenebilmenin şartını beyan olmaktadır.
Konu ile ilgili pek çok örnek vardır ve bunlar, mütekaddimînin (ilk devir âlimlerinin) nesh kelimesini, lafızların zahirlerinden hükümlerin çıkarılması sırasında, Şâri'in maksadı olmayan mânâları vehmettiren unsurların açıklanması (yani mutlakm takyidi, mücmelin beyanı, âmmın tahsisi gibi) anlamım kastettiklerini göstermektedir. Bu durumda onların ıstılahlarında nesh kelimesi, usûlcülerin ıstılahları olan nesh kelimesinden çok daha kapsamlı olmaktadır. Bu nokta iyi anlaşılmalıdır. Tevfîk ancak Allah'tandır. [89]
Bu mânâ mutlakın takyidi konusunda da mevcut bulunmaktadır. Çünkü mutlak, kendisini kayıtlayan mukayyid karşısında zahiri terkedilmiş bir nass olmaktadır ve onun bu mutlak ifadesi ile amel edilmemektedir. Aksine amel, kayıt getiren delil ile olmaktadır. Bu haliyle sanki mutlak, kendisini kayıtlayan nass (mukayyid) karşısında (mensuh gibi) hiçbir anlam ifade etmemektedir ve sonuçta nâsih mensûh gibi olmaktadır. Amm ile hâss arasındaki ilişki de aynıdır. Zira âmmın zahiri, hükmün lafzın kapsamı altına giren bütün cüzlerine teşmil edilmesini gerektirmektedir. Hâss gelince, âmmın zahir hükmünü itibardan düşürmektedir ve bu haliyle âmm ve hâss da nâsih ve mensûha benzemektedirler. Şu kadar var ki, âmm lafzın delâlet ettiği şey (medlulü) tümden ihmal edilmemekte, sadece hâssın (ihmâl edilmesine) delalet ettiği kısım[22]o kapsamdan çıkarılmaktadır; Kalan diğer kısmı ise, evvelki hüküm üzere kalmaktadır. Mübhemle onu açıklayan mübeyyin nasslar[23] da, mutlak ile mukayyed nasslar gibidir. Durumun böyle olması, nesh sözcüğünün bütün bu mânâlar hakkında kullanılmasını kolaylaştıran bir gerekçe olmuştur. Çünkü bu mânâların hepsi de sonunda aynı noktaya çıkmaktadır.
Maksadı açıklamak için örnekler vermek gerekmektedir; İbn Abbâs'tan, "Dünyayı isteyene istediğimiz kimseye dilediğimiz kadar hemen veririz"[24] âyetinin "Âhiret kazancını isteyenin kazancini artırırız; dünya kazancını isteyene de ondan veririz'[25] âyetini neshettiği nakledilmiştir. Dikkat edilirse burada söz konusu olan nesh değil kayıtlamadır. Zira âyette geçen "ondan veririz" ifadesi mutlaktır; manası ise Allah'ın dilemesi ile kayıtlıdır. Diğer âyetteki istediğimiz kimseye dilediğimiz kadar ifadesi bunu gerektirmektedir. Başka türlü anlamak mümkün değildir. Çünkü âyetlerin konusu inşâ olmayıp ihbardır (haber verme); haberlerde ise nesh câri değildir.[26]
Yine İbn Abbâs, "Şâirlere ancak azgın olanlar uyar. Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve yapmadıklarını yaptık dediklerini görmez misin?" âyetinin hemen sonra gelen: "Ancak inanıp yararlı iş işleyenler, Allah'ı çok ananlar... bunun dışındadır'[27] âyeti ile mensûh olduğunu söylemiştir. Mekkî şöyle der: "İbn Abbâs'tan bunun gibi Kur'ân'da yer alan pek çok şey zikredilmiştir. Onun nesh tabir ettiği şeyler arasında istisna harfi de bulunmaktadır. Bu gibi yerler (istisna) hakkında o, "mensûh" ifadesini kullanmıştır. Oysa ki bu ifade mecaz olup hakikat mânâda değildir. Çünkü müstesna ile müstesna minh (kendisinden istisna edilen) birbirine bağlıdır ve istisna edatı, maksadın birinci lafzın kapsamına giren fertlerden istisna edilen fertlerin dışında kalanların amaçlanmış olduğunu göstermektedir. Oysa ki nâsih mensûhtan ayn ve onun hükmünü kaldıran müstakil bir delildir. Harf ile değildir." Onun sözü bu. Bunun mânâsı, nesh iddiasında bulunan bu yerde söz konusu olan kendisinden Önce geçmiş bulunan ânımın tahsisidir; ancak bunu ifade için o, nesh sözcüğünü kullanmıştır. Zira o, bu kelimeyi kullanırken onun özel ve dar terim anlamını dikkate almamıştır.
Yine o, "Ey inananlar! Evlerinizden başka evlere, izin almadan, seslenip sahiplerine selâm vermeden girmeyiniz"[28] âyetinin "İçinde malınız bulunan boş evlere girmenizde size bir sorumluluk yoktur.[29] âyeti ile mensûh olduğunu söylemiştir. Halbuki bunların gerçek anlamda nâsih ve mensûhla bir ilgisi yoktur. Şu kadar var ki, âyetteki "size bir sorumluluk yoktur..." ifadesi birinci âyette geçen evlerden maksadın içerisinde oturulan evler olduğunu göstermektedir.[30]
Yine o, "İsteyen, istemeyen hepiniz savaşa çıkın..[31] âyetinin "İnananlar toptan savaşa çıkmamaladır'[32] âyeti ile mensûh olduğunu söylemiştir.[33]Halbuki her iki âyet farklı iki konu ile ilgilidir. Ancak o, bu sözüyle Tebûk seferinden sonra hükmün, seferberliğin herkes üzerine gerekmeyeceği şeklinde olduğuna dikkat çekmiştir.
Yine o, "De ki: Ganimetler (enfâl) Allah'ın ve Peygamberinin-dir'[34] âyetinin "Bilin ki, ele geçirdiğiniz ganimetin beşte biri Allah'ın, Peygamberin ve yakınlarının... dır"[35] âyeti ile mensûh olduğunu söylemiştir. Halbuki burada söz konusu olan nesh değil, birinci âyetteki "Allah'ın ve Peygamberinindir" ifadesindeki müphemli-ğin beyanıdır
Yine o, "Sakınan kimselere, onların hesaplarından bir sorumluluk yoktur'[36] âyetinin de, "O size kitapta 'Allah'ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve alaya alındığını işittiğinizde, başka bir söze geçmedikçe, onlarla bir arada oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz diye- indirdi[37] âyeti ile mensûh bulunduğunu söylemiştir. Halbuki En'âm süresindeki âyet bir haber niteliğindedir.[38]Haberler ise ne neshederler ne de neshedilirler.
"Taksimde, yakınlar, yetimler ve yoksullar hazır bulunursa,ondan onlara da verin.[39] âyeti hakkında da miras âyeti[40] ile mensûhtur, demiştir. Aynı şeyi ed-Dahhâk, es-Süddî, İkrime de söylemişlerdir. el-Hasen (el-Basrî), zekât ile mensûhtur demiştir. İb-nu'1-Müseyyeb, miras ve vasiyyet ile neshe dilmiştir, demiştir. Halbuki iki âyet arasını bulmak mümkündür. Çünkü (Nisa 4/8) âyetinin mendûbluğa yorulması kabildir ve orada geçen "yakınlar"dan maksat vâris olmayan yakınlardır. Ayetteki "hazır bulunursa" ifadesi de bu yorumun delili olur. Dikkat edilecek olursa âyette onlara verilmesi hazır bulunmaları şartına bağlanmıştır. Dolayısıyla onlardan maksadın vâris olmayan yakınlar olduğu anlaşılmaktadır. el-Hasen de âyetten muradın mendubluk olduğunu açıklamış ve buna vasiyyet ve miras âyetlerini delil olarak göstermiştir. Bu durumda konu, mücmel ve müphemin beyanı kabilinden olmaktadır.O ve İbn Mesûd, "İçinizdekini açıklasanız da gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çeker ve dilediğini bağışlar..[41] âyetinin "Allah kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler,[42] âyeti ile mensûh olduğunu söylemişlerdir. [Halbuki bu da nesh değildir.[43] Çünkü İbn Abbâs, âyeti şahitliği gizleme ile tefsir etmiştir,[44] Zira o, daha önce: "Şahitliği gizlemeyin"[45] ifadesini kullanmış ve arkasından da "İçinizdekini açıklasanız da gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çeker ve dilediğini bağışlar...[46]demiştir. [İbn Abbâs'ın görüşü doğrultusunda hareket etmez ve aşağıdaki dipnota aldığımız rivayeti esas alırsak, o zaman "Allah kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler..." âyeti "İçinizdekini açıklasanız da gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çeker ve dilediğini bağışlar..." âyetini nesh değil tahsis ve onun mücmelliğini beyan etmiş olur.[47] Böylece bunun da âmmın tahsisi veya mücmelin beyanı kabilinden olduğu anlaşılmış olur.
Yine İbn Abbâs, "Süslerini, kendiliğinden görünen kısmı müstesna, açmasınlar..[48] âyetinin "Evlenme ümidi kalmayan, ihtiyarlayıp oturmuş kadıhlara, süslerini açığa vurmamak şartıyla, dış esvaplarını çıkar'mAklan ötürü sorumluluk yoktur.[49] âyeti ile mensûh oldduğuritı söylemiştir. Halbuki burada da nesh yoktur. Burada söz konuşu3 olan sadçce daha önce geçen genelliğin (umûm) tahsisi olmaktadır. '
Ebû'd-Derdâ ve Ubâde b. es-Sâmit, "Kitap verilenlerin yemeği size helâl, sizin yemeğiniz de onlara helâldir"[50]âyeti hakkında o, "Üzerine Allah'ın adının anılmadığı kesilmiş hayvanları yemeyin.[51] âyeti ile neshedilmiştir, demişlerdir. Eğer murat, Kitap ehlinin yiyecekleri üzerine Allah adı anılmasa da helâldir demekse, o zaman umûmun tahsisi söz konusu olacaktır. Eğer murat, Kitap ehlinin yiyecekleri Allah'ın adını anmak şartıyla helâldir demekse, o zaman da tahsis kabilinden olacaktır. Ancak birinci izaha göre tahsis görmüş umûm bizzat En'âm süresindeki âyet (6/121); ikincisine göre de aksi olacaktır.[52]
Atâ ise, "O gün arkasını düşmana dönen kimse Allah'tan bir gazaba uğramış olur.[53] âyeti, "Sizin sabırlı yirmi kişiniz onlardan ikiyüz kişiyi yener; çünkü onlar anlayışsız bir güruhtur. Şimdi Allah yükünüzü hafifletti, zira içinizde za'f'bulunduğunu biliyordu. Sizin sabırlı yüz kişiniz onlardan ikiyüz kişiyi yener; sizin bin kişiniz, Allah'ın izniyle, iki bin kişiyi yener. Allah sabredenlerle beraberdir"[54] âyeti ile mensûhtur demiştir. Oysa ki burada da söz konusu olan "arkasını düşmana dönen kimse" ifadesinin beyan ve tahsisi olmaktadır. Bu durumda mânâ: "Düşman mü'minlerin iki katı olduğu halde arkasını düşmana dönen kimse..." şeklinde olmaktadır. Buna göre iki âyet arasında tearuz ve sonuncu mutlak ifade ile nesh durumu yoktur.
Yina o (Atâ), "Bunlardan başkası size helâl kılındı"[55] âyetinin de, bir kadını halası ve teyzesi üzerine nikahlamayı yasaklayan delil ile neshedildiğini söylemiştir. Halbuki bu da ânımın tahsisi kabilinden olmaktadır.
Vehb b. Münebbih ise, "Melekler... yeryüzünde bulunanlar için O'ndan bağışlanma dilerler"[56] âyetinin Gâfir süresindeki "İman edenler için istiğfar ederler"[57]âyeti tarafından neshedildiğini söylemiştir. Halbuki Gâfir süresindeki âyet Şûra süresindeki âyetin açıklaması mahiyetindedir. Zira o rnahza bir haberdir ve haberler neshe konu olmaz. İbnu'n-Nahhâs: "Bunlarda nâsih ve mensûh meydana gelmez; çünkü Allah tarafından bildirilen bir haberdir." demiştir. Ancak Vehb b. Münebbih'in, sözündeki kelimesini şeklinde söylemesi mümkündür[58] ve o takdirde sözünün anlamı: "Bu âyet Gâfir süresindeki âyetin nüshası (kopyası) gibidir ve aralarında fark yoktur. İkisi aynı mânâya gelir ve biri diğerini beyan eder" şeklinde olur. O devamla şöyle der: "Alimlerin bu gibi sözleri karşısında ayna şekilde teviller yapmak gerekir. Onların sözlerinin herhangi bir yolla izahına imkan varken böyle tevil edilmeyip hatalı şekilde anlaşılması doğru olmaz. Bu dediğimize delil, Ahmed b. Muhammed'in bize bildirdiği şeydir." Sonra o Katâde'den "Melekler... yeryüzünde bulunanlar için O'ndan bağışlanma dilerler"[59] âyeti hakkında "Onlardan mü'min olanlar için..." dediği isnadında bulunur.
Irak b. Mâlik (el-Gıfârî), Ömer b. Abdulaziz ve İbn Şihâb'dan ise, "Altın ve gümüşü biriktirip (kenz) Allah yolunda sarfetmeyenle-re can yakıcı bir azabı müjdele"[60]âyetinin, "Mallarının bir kısmını, kendilerini temizleyip arıtacak sadaka olarak al"[61] âyeti ile mensûh olduğunu söyledikleri rivayet edilmiştir.[62] Halbuki burada söz konusu olan da birinci âyette "kenz" olarak sözü edilen şeyin ne olduğunun açıklanması dır. Buna göre bir malın zekatı verildiği zaman o "kenz" sayılmayacaktır. Zekatı verilmeyen ise, âyette sözü edilen "kenz" kapsamında kalmaktadır. Dolasıyla burada da nesh durumu yoktur.
Katâde de, "Allah'tan sakınılması gerektiği gibi sakının"[63] âyetinin "Gücünüz yettiği kadar Allah'tan sakının"[64] âyeti ile mensûh olduğunu söylemiştir. Bu er-Rabî* b. Enes, es-Süddî ve İbn Zeyd'den de nakledilmiştir. Bu da daha öncekiler gibidir. Çünkü her iki âyet de Medine döneminde inmiştir. Bu dönemde dinde güçlüğün olmadığı prensibi ile takat üstü yükümlülüğün kaldırılmış olduğu ilkesi benimsenmiş ve yerleşmişti. Dolayısıyla "Allah'tan sakınılması gerektiği gibi sakının"[65] âyetinin mânâsı "gücünüzün yettiği konularda" demektir ve "Gücünüz yettiği kadar Allah'tan sakının"[66] âyetinin mânâsı da zaten budur. Onlar burada nesh sözcüğünü kullanırken, Al-i İmrân süresindeki mutlak ifadenin, Tegâbun sûresi ile kayıtlı (mukayyed) olduğunu kastetmiş olmaktadırlar.
Yine Katâde, "Boşanan kadınlar, kendi kendilerine üç aybaşı hali beklerler..."[67] âyetinin hükmünden kendisi ile zifafa girilmeyen kadının durumu, "Mü'min kadınlarla nikahlanıp, onları temasta bulunmadan boşadığınızda, artık onlar için size iddet saymaya lüzum yoktur"[68]âyeti ile; hayızdan kesilen, henüz hayız görmeyen ve hâmile olan kadının durumu ise, "Kadınlarınız içinde ay hali görmekten kesilenler ile henüz ay hali görmemiş olanların id-detleri hususunda şüpheye düşerseniz, bilin ki, onların iddet beklemesi üç aydır; gebe olanların iddeti doğurmaları ile tamamlanır"[69] âyeti ile neshedilmiştir, demiştir. (Burada da yine nesh değil beyan durumu vardır.)
Abdulmelik b. Habib, "Dilediğinizi yapın[70], "Artık dileyen iman etsin; dileyen inkar etsin"[71] ve "Kur'ân ancak aranızda doğru yola girmeyi dileyene ... öğüttür"[72] âyetlerinin "Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz birşey dileyemezsiniz"[73] âyeti ile neshedilmiş olduğunu söylemiştir. Halbuki bu âyetler tehdîd ve korkutma sadedinde gelmiş âyetlerdir ve böyle bir mânânın neshe konu olması sahih değildir. Ayetlerde dileme işinin kullara nisbet edilmesi, zahiri üzere olmayıp, Allah Teâlâ'mn dilemesi ile kayıtlı olmaktadır. Ayetlerden amaç da işte budur.
Yine o, "Bedevilerin küfür ve nifakları her yönden daha ileridir"[74] âyeti ile "Bedevilerden Allah yolunda sarfettiklerini angarya sayanlar... vardır[75] âyetinin, "Bedevilerden Allah'a ve âhiret gününe inanan, sarfettiğini Allah katında ibadet ve Peygamberin dualarına nail olmaya vesile sayanlar da vardır"[76] âyeti tarafından neshedilmiş olduğunu söylemiştir. Halbuki bu âyetlerin içeriği haber olmaktadır ve haberler neshe konu olmazlar. Bu durumda âyetlerden maksat, bedevilerin genel kapsamı içerisinden inananların çıkarılmış ve hükme kâfir olanların tahsis edilmiş olmasıdır.[77]Ebû Saîd ve diğerleri ise, "iffetli kadınlara zina isnad edip de, sonra dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun; ebediyen onların şahitliğini kabul etmeyin; işte onlar yoldan çıkmış kimselerdir"[78]âyeti, (hemen arkasından gelen) "Ama bundan sonra, tevbe edip düzelenler bunun dışındadır"[79] âyeti ile neshedilmiş olduğunu söylemişlerdir. Benzeri bir söz daha Önce İbn Abbâs'tan nakledilmişti (ve gerekli açıklama orada yapılmıştı).
"Şüphesiz ki Allah, bütün günahları affeder"[80] âyetinin, "Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez"[81]âyeti ile mensûh olduğu söylenmiştir. Halbuki bu, nesh kabilinden olmayıp tahsis kabi-lindendir. "Siz ve Allah'tan başka taptıklarınız, cehenemin yakıtısınız"[82]âyetinin ''Yaptıklarına karşılık katımızdan kendileri için iyi şeyler yazılmış olanlar, işte onlar cehennemden uzak tutulanlardır"[83] âyeti ile mensûhtur[84]aynı şekilde "Sizden cehenneme uğramayacak yoktur.[85] âyeti de yine bu âyetle mensûh bulunmaktadır, denilmiştir. Oysa ki bunlar haber konulu âyetlerdir ve bilindiği gibi haberlerin neshedilmesi caiz değildir. Mekkî şöyle der: Sonra eğer bu nesh olsa, o zaman Allah'tan başka kendisine ibadet edilenlerin tümünün cehenneme girmesi hükmü kalkmış olurdu. Çünkü nesh, birinci hükmün zevali ve ikinci hükmün onun yerine geçmesi demektir.[86] Halbuki bu konuda birinci hükmün topyekün ortadan kalkması caiz değildir. Zail olan sadece bazısıdır. Dolayısıyla söz konusu olan tahsis[87] ve beyandır.
"Sizden, hür mü'min kadınlarla evlenmeye güç yetiremeyen kimse, ellerinizdeki mü'min cariyelerinizden alsın" âyetinin, yine aynı âyetin devamı olan "Cariye ile evlenmedeki bu izin içinizden, günaha girme korkusu olanlaradır"[88]kısmı ile neshedildiği söylenmiştir. Oysa ki burada da söz konusu olan nesh değil, mü'min cariyelerle evlenebilmenin şartını beyan olmaktadır.
Konu ile ilgili pek çok örnek vardır ve bunlar, mütekaddimînin (ilk devir âlimlerinin) nesh kelimesini, lafızların zahirlerinden hükümlerin çıkarılması sırasında, Şâri'in maksadı olmayan mânâları vehmettiren unsurların açıklanması (yani mutlakm takyidi, mücmelin beyanı, âmmın tahsisi gibi) anlamım kastettiklerini göstermektedir. Bu durumda onların ıstılahlarında nesh kelimesi, usûlcülerin ıstılahları olan nesh kelimesinden çok daha kapsamlı olmaktadır. Bu nokta iyi anlaşılmalıdır. Tevfîk ancak Allah'tandır. [89]
Konular
- Onikinci Mesele:
- Onüçüncü Mesele:
- Ondördüncü Mesele;
- İkinci Bakış Açısı: Avârızu'l-Edille
- Birinci Fasıl: Muhkemlik Ve Müteşâbihlik
- Birinci Mesele:
- İkinci Mesele:
- Üçüncü Mesele:
- Dördüncü Mesele:
- Beşinci Mesele:
- Altıncı Mesele:
- İkinci Fasıl Şerî Hükümler Ve Nesh
- Birinci Mesele:
- İkinci Mesele:
- Üçüncü Mesele:
- Dördüncü Mesele :
- Üçüncü Fasıl Emir Ve Nehiy
- Birinci Mesele:
- İkinci Mesele:
- Üçüncü Mesele:
- Dördüncü Mesele:
- Beşinci Mesele:
- Altıncı Mesele:
- Yedinci Mesele:
- Sekizinci Mesele:
- Dokuzuncu Mesele:
- Onuncu Mesele :
- ONBİRİNCİ MESELE: