logo logo

Yeni nesil güncel konularla ilgili sorular ve cevaplar!

Fetvalar.Com

Yeni Nesil Fetvalar

Sistemimize üye olarak sitemizi daha aktif olarak kullanabilirsiniz.

Üyelik için tıkla

Fetvalar.Com

Güncel sorular ve cevapları

İkinci Mesele:


Mekke döneminde inen şer! hükümler genelde küllî hükümler ve dinin aslı ile ilgili genel esaslar olduğuna göre, bu durum Mekke döneminde inen hükümler içerisinde neshin çok az meydana gelmiş olmasını gerektirecektir. Çünkü nesh, küllî esaslar hakkında her ne kadar aklen mümkün olsa da fiilî olarak vuku bulmaz.Bunun böyle olduğuna[7] tam olarak yapılan istikra delil ol­maktadır. Öbür taraftan şeriat zarurî, hâcî ve tahsînî olan esasla­rın korunması ilkesi üzerine kurulmuştur. Bunlardan hiçbir şey neshedilmiş değildir; aksine Medine döneminde Mekke döneminde temeli atılan bu esaslar takviye edilmiş, sağlamlaştırılmış ve koru­ma altına alınmıştır. Durum böyle olunca, hiçbir küllî esasın neshe-dildiği sabit olmamaktadır. Nâsih ve mensûh konularında yazılmış kitapları inceleyenler, bizim bu tezimizin doğruluğunu görecekler­dir. Mekke döneminde inen hükümler arasında nesh ancak cüz'î ko­nularda olabilir. Mekke döneminde inen cüz'î hükümlerin ise son derece az olduğu bilinmektedir.
Buna ek olarak şuna da işaret edelim: Yapılan istikra göster­mektedir ki, kendisinde nâsih ve mensûhun vuku bulduğu cüz'î fer'î meseleler, muhkem olarak kalanlara nisbetle çok azdır. Bu nokta, mensûhu müteşâbih, nâsihi de muhkem olarak kabul eden kimselerin görüşü ile de güçlenmektedir. Bu görüşte olanlar "On­da kitabın anası olan muhkem âyetler vardır. Diğerleri de müteşâbih âyetlerdir"[8]âyetini hareket noktası kabul etmişlerdir.[9] Bu durumda Mekke döneminde inen furû içerisinde nesh az olacak­tır. Zaten bu dönemde inen furû azdır; haliyle neshin de az olması tabiîdir. Sonuç olarak, Mekke döneminde inen hükümlere nisbetle nesh nadir olmaktadır.
Bir nokta daha var: Hükümler mükellef üzerinde sabit olduk­tan sonra, onlar hakkında nesh iddiasında bulunmak, ancak kesin bir delil ile mümkün olacaktır. Çünkü onların mükellef üzerinde daha önceden sabit olduğu kesin idi. Sabitlikleri bilinip dururken onların kaldırılmış olduğuna hükmetmek ancak kesin bir bilgi yo­luyla olacaktır. Bunun içindir ki tahkik erbabı âlimler, haberi vahidin, ne Kur'ân'ı ne de mütevâtir sünneti neshedemeyeceği ko­nusunda icmâ etmişlerdir.[10]Çünkü bu zan ifade eden birşey ile kesin olanı ortadan kaldırmak demektir. Buradan şu sonuca ulaşıyo­ruz: Mekke döneminde inen hükümler hakkında nesh iddiasında bulunan kimse, iddiasını kesin olarak ortaya koyacak delil getirme­dikçe kendisinden bu nesh iddiası kabul edilmeyecektir. Hem de bu, iddia ettiği nâsih ve mensûh delillerinin aralarını telif etme im­kanı ya da her ikisinin de muhkem olduğu iddiası olmayacak şekil­de olacaktır.

de olacaktır

Fasıl:
Mekkî[11] olsun Medenî olsun diğer hükümler hakkındaki nesh iddiaları karşısında da aynı şekilde davranılacaktır.
Buna yukarıda anlattığımız son iki nokta delalet etmektedir. Bir üçüncü nokta daha vardır: Hakkında nesh iddia edilen delille­rin çoğu üzerinde düşünüldüğü zaman, onların aslında tartışmalı ya da muhtemel bulundukları, iki delilin arasının bulunması yoluy­la tevile yakın oldukları görülecektir.[12]Çünkü bunlar yani nâsih olduğu iddia edilen ikinci delil genelde ya Önceki bir mücmelin be­yanı, ya bir âmmın tahsisi, ya bir mutlakın takyidi vb. durumunda­dır ve bu şekilde iki delil (nâsih ile mensûh olduğu iddia edilen de­liller) arasım bulmak ve böylece her iki delilin de muhkem olarak kalmasını sağlamak mümkündür. İbnu'l-Arabî, bu yolla neshedil-diği iddia edilen pek çok delilin mensûh olmadığını ortaya koymuş­tur. Taberî de şöyle demiştir: İlim adamları, fıtır sadakasının önce farz kılındığı üzerinde icmâ etmişler, sonra onun neshi konusunda da ihtilaf etmişlerdir: İbnu'n-Nahhâs: "Fıtır sadakası icmâ ve Hz. Peygamber'dengelen sahih hadislerle sabit olduğuna gö­re, onun bu sübutiyeti, ancak icmâ ya da  onu ortadan kaldıracak ve neshe di ldiğini açıklayacak dengi bir hadisle ortadan kalkacaktır. Böyle bir şey de gelmemiştir." demiştir. İlgili kısım sona erdi.
Neshin azlığına ve ender bulunduğuna delalet eden bir dör­düncü husus da şudur: Usûlcülere göre aslî ibaha hükmü ile mu­bah olan bir şeyin daha sonra haram kılınması nesh sayılmamakta­dır. Meselâ içki ve ribâ gibi. Çünkü bunların haram kılınmaları, aslî ibaha hükmü üzerine gelmiş olmaları itibarıyla aslî ibaha hükmünü neshetmiş sayılmamaktadır.[13] Bu yüzden neshin tarifini ya­parken şöyle demişlerdir: Nesh: Şer'î hükmün[14], daha sonra ge­len başka bir şer'î hükümle kaldırılmasıdır. Bir delil ile berâet-i zimmetin kaldırılması da bunun benzeri olmaktadır. Daha önceleri müslümanlar namazda iken birbirleri ile konuşurlardı.[15]Bu durum: "Gönülden boyun eğerek Allah'a namaz kılın"[16] âyeti gelinceye kadar böyle sürdü. "Onlar namazda huşu içindedirler"[17] âyeti ininceye kadar da namazda iken sağa sola bakarlardı[18] Bu durumu ifade için şöyle demişlerdir: "Bu, (şer'î bir hükmü değil) sa­dece daha Önce üzerinde oldukları bir durumu neshetmiştir.[19] Kur'ân'm çoğu[20] da bu şekildedir." Bu sözün mânâsı, onlar bunu aslî ibaha hükmü ile yapıyorlardı, demektir. Bu ise nesh sayılma­maktadır. Şeriatın cahiliye dönemine ait olup da iptal ettiği herşe-yin durumu da aynı şekildedir. Bunları yani nesh iddiasında bulu­nulan hükümleri bir araya getirir ve bunlarla ilgili kitap ve sünnet delillerine bakarsak, onlar içerisinde mensûh olarak gerçekten çok az bir kısım elimizde kalacaktır. Kaldı ki burada üzerine dikkat [îos] çekmemiz gereken bir önemli nokta daha vardır. Böylece selef ulemâsının nesh teriminden ne kastettiklerinin daha iyi anlaşılma­sı temin edilmiş olacaktır. O da şudur: [21]