İkinci Mesele:
Mutlak (herhangi bir kayıt taşımayan) şeylerin emredilmiş olması, Sâri' Teâlâ'nm onların gerçekleştirilmesine yönelik kasdı bulunduğunu gerektirir. Nitekim nehiy de, mutlak olarak yasaklanan o şeyin gerçekleştirilmeme sine ve terkine yönelik kasdının bulunmasını gerekli kılar. Şöyle ki: 1.
Emrin mânâsı fiilin, nehyin mânâsı da terkin[17] iktizâsı (gerekli kılınması) demektir. İktizâ ise, talep olmaktadır. Talep de talep edilen şeyin varlığını ve o şeyin gerçekleştirilmesine yönelik kasdm bulunmasını gerekli kılar.[18] Talebin bunun dışında başka bir mânâsı yoktur. 2.
İkinci bir husus: Eğer kendisinde talep edilen şeyin gerçekleştirilmesine yönelik bir kasdm bulunmasını gerektirmeyecek bir talebin varlığı tasavvur edilebilecek olursa, o zaman emrolunan şeyin gerçekleştirilmeme sine yönelik bir kasıt ile birlikte bir emrin; işle-nilmesine yönelik bir kasdın bulunması ile birlikte de bir nehyin gelmesi mümkün olurdu. Bu durumda da ne emir, emir olur; ne de nehiy, nehiy olurdu. Bu tam bir çelişkidir. Dahası emrin nehye, nehyin de emre dönüşmesi sahih olurdu. Keza işlenmesine ya da [123] terkine yönelik herhangi bir kasıt içermeyen bir emir ya da nehyin bulunması mümkün olurdu ve bu durumda emredilen ya da yasaklanılan şey mubah ya da meskûtun anh (hakkında hüküm verilmeyen ve sükût geçilen) olurdu. Bütün bunlar muhal olan şeylerdir. 3.
Üçüncü bir nokta daha var: Emredilen şeyin gerçekleştirilmesine, nehyedilen şeyin de terkedilmesine yönelik bir kasıt içermeyen emir ve nehiy, kendinde olmayan kimsenin (sâhî), uyuyanın ve mecnûnun sözü olur. Bunlar ise, ittifakla emir ve nehiy değildir. Konu, hakkında delil aramaya ihtiyaç duyulmayacak kadar açıktır.
İtiraz: Bu (yani emrin, emredilen şeyin gerçekleştirilmesine yönelik Şâri'in kasdınm bulunmasını lâzım kılması), birkaç yönden
problem arzeder: 1.
Bu esasa göre, takat yetmeyecek şeyle yükümlü kılma, o şeyin gerçekleştirilmesine yönelik kasıt içermiş olur. Oysa ki tahkîk erbabı âlimler fiilen vuku bulmuş olmasa da takat üstü yükümlülüğü ittifakla caiz görmektedirler. Onun caiz olması, takat üstü yükümlülük konusu şeyin gerçekleştirilmesine yönelik kasdın sahih olmasını gerektirir. (Adeten) mümkün olmayan birşeyin gerçekleştirilmesine yönelik kasıt ise, abestir. Dolayısıyla bundan, takat üstü birşeyi emretmeye yönelik kasdın da abes olması sonucu lâzım gelir. Allah hakkında abesle iştigali caiz görmek ise muhaldir. Kendisinden muhal lâzım gelen herşey de muhaldir. O da (emirde), emredilen şeyin işlenmesine yönelik kasdın lâzım gelmesidir.
'Emir, emredilen şeyin gerçekleştirilmesine yönelik bir kasdm bulunmasını lâzım kılmaz' dediğimiz zaman ise durum farklı olur. Çünkü bu durumda aklî bir mahzur ortaya çıkmamaktadır. Dolayısıyla da onu kabul etmek gerekecektir. 2.
Bunun benzeri[19] efendi hakkında lâzım gelir. Şöyle ki: Kendisini kölesini dövdüğü için cezalandırmak isteyen hükümdar huzurunda efendi kölesine kendisine itaat etmeyeceği düşüncesiyle bir emirde bulunur ve bununla hükümdarın huzurunda dileyeceği özre bir ön hazırlık olmasını ister. Bu Örnekte efendi, köleye, emrettiği şeyi gerçekleştirmesini kastetmeksizin emirde bulunmuştur. Çünkü burada onda böyle bir kasdın bulunması, kendi nefsinin helakini isteme kasdını doğurur. Böyle bir kasıt ise akıllı kişiden çıkamaz. Bu durumda efendinin emri verirken onun gerçekleştirilmesini kastetmiş olması sahih olmaz. Bu sahih olmadığına göre de, herbir emirde bulunanın, emredilen şeyi kastetmiş olması gibi bir sonuç gerekmez. Aynı durum harfiyyen nehiy konusunda da geçerlidir. Varılmak istenen sonuç da budur. 3.
Bazı emir sığaları vardır kî "Bir vasıta ile göğe çıksın da sonra (vahyi) kessin!..[20]gibi karşıdakileri acze düşürmek (ta'cîz) içindir. Bazıları da "Dilediğinizi yapın![21]şeklinde tehdid içindir. Bu gibi emirlerde (emir ile kasdın bulunması arasında adem-i telâzum) zarurîdir. Zira acze düşürmek isteyen ya da tehdidde bulunan, emir sîgası ile ifade edilen şeyin hakikaten gerçekleştirilmesine yönelik bir kasıt bulundurmamaktadır.
Cevap: Birinci itiraza şöyle cevap verilebilir: Takat üstü olan şeyin gerçekleştirilmesine yönelik kasdın bulunması zarurîdir ve bundan o şeyin vücut bulması gibi bir sonuç da lâzım gelmez. Zira birşeyi emretmeye yönelik kasdın bulunması, o şeyin irâde edilmesini lâzım kılmaz.[22] Bu ancak "Emir, fiilin iradesidir" şeklindeki Mutezile görüşüne[23]göre sözkonusu olabilir. Eş'arîlere gelince, onlara göre emir, irâdeyi gerekli kılmaz. Aksi takdirde emredilen şeyler tümüyle birlikte vuku bulurdu.[24] Sonra takat üstü şeyle yükümlü kılmada, o şeyin gerçekleştirilmesine yönelik bir kasdın bulunmadığı varsayılacak olursa, o zaman o şey takat üstü yükümlülük olmaz. Çünkü takat üstü yükümlülük demek, işlenmesine güç yetmeyen bir fiili işlemeye icbar etmektir. Fiile icbar edilmesi, onu yapmasına yönelik kasdın bizzat kendisi veya kasdın lâzımı olmaktadır. Bu bulunmadığı[25] zaman, onunla yükümlü tutma da yoktur. (Takat üstü yükümlülük) tahsile yönelik bir talep olmakta; o şeyin bizzat ortaya konmasına (husule) yönelik olmamaktadır.[26]Bu ikisi arasında açık fark vardır.
Diğer itiraz noktalarında da durum aynıdır. Çünkü efendi, kölesine emirde bulunduğu zaman, ondan emrettiği şeyi tahsil etmesini istemiş olmakta; emrettiği şeyin husulünü istemiş olmamaktadır[27] Birşeyin tahsilini istemekle, husulünü istemek arasında fark vardır.
Ta'cîz ve tehdîd için olan emirlere gelince, bunlar her ne kadar emir sîgası ile gelmişlerse de aslında bir emir değillerdir. Eğer bunlar için 'mecaz yoluyla emirdirler' denilecek olursa, o zaman onların durumu da arzettiğimiz şekilde olacaktır. Zira emir mecazî de olsa bir kasdın bulunmasını gerektirir ve emir de bununla olur ve bu şekilde mecaz yönü tasavvur olunur. Aksi takdirde, emredilen şeyin gerçekleştirilmesine yönelik bir kasıt olmaksızın (ta'cîz ve tehdid için getirilmiş olan bu sîgalar) hiçbir şekilde emir olmaz. [28]
Emrin mânâsı fiilin, nehyin mânâsı da terkin[17] iktizâsı (gerekli kılınması) demektir. İktizâ ise, talep olmaktadır. Talep de talep edilen şeyin varlığını ve o şeyin gerçekleştirilmesine yönelik kasdm bulunmasını gerekli kılar.[18] Talebin bunun dışında başka bir mânâsı yoktur. 2.
İkinci bir husus: Eğer kendisinde talep edilen şeyin gerçekleştirilmesine yönelik bir kasdm bulunmasını gerektirmeyecek bir talebin varlığı tasavvur edilebilecek olursa, o zaman emrolunan şeyin gerçekleştirilmeme sine yönelik bir kasıt ile birlikte bir emrin; işle-nilmesine yönelik bir kasdın bulunması ile birlikte de bir nehyin gelmesi mümkün olurdu. Bu durumda da ne emir, emir olur; ne de nehiy, nehiy olurdu. Bu tam bir çelişkidir. Dahası emrin nehye, nehyin de emre dönüşmesi sahih olurdu. Keza işlenmesine ya da [123] terkine yönelik herhangi bir kasıt içermeyen bir emir ya da nehyin bulunması mümkün olurdu ve bu durumda emredilen ya da yasaklanılan şey mubah ya da meskûtun anh (hakkında hüküm verilmeyen ve sükût geçilen) olurdu. Bütün bunlar muhal olan şeylerdir. 3.
Üçüncü bir nokta daha var: Emredilen şeyin gerçekleştirilmesine, nehyedilen şeyin de terkedilmesine yönelik bir kasıt içermeyen emir ve nehiy, kendinde olmayan kimsenin (sâhî), uyuyanın ve mecnûnun sözü olur. Bunlar ise, ittifakla emir ve nehiy değildir. Konu, hakkında delil aramaya ihtiyaç duyulmayacak kadar açıktır.
İtiraz: Bu (yani emrin, emredilen şeyin gerçekleştirilmesine yönelik Şâri'in kasdınm bulunmasını lâzım kılması), birkaç yönden
problem arzeder: 1.
Bu esasa göre, takat yetmeyecek şeyle yükümlü kılma, o şeyin gerçekleştirilmesine yönelik kasıt içermiş olur. Oysa ki tahkîk erbabı âlimler fiilen vuku bulmuş olmasa da takat üstü yükümlülüğü ittifakla caiz görmektedirler. Onun caiz olması, takat üstü yükümlülük konusu şeyin gerçekleştirilmesine yönelik kasdın sahih olmasını gerektirir. (Adeten) mümkün olmayan birşeyin gerçekleştirilmesine yönelik kasıt ise, abestir. Dolayısıyla bundan, takat üstü birşeyi emretmeye yönelik kasdın da abes olması sonucu lâzım gelir. Allah hakkında abesle iştigali caiz görmek ise muhaldir. Kendisinden muhal lâzım gelen herşey de muhaldir. O da (emirde), emredilen şeyin işlenmesine yönelik kasdın lâzım gelmesidir.
'Emir, emredilen şeyin gerçekleştirilmesine yönelik bir kasdm bulunmasını lâzım kılmaz' dediğimiz zaman ise durum farklı olur. Çünkü bu durumda aklî bir mahzur ortaya çıkmamaktadır. Dolayısıyla da onu kabul etmek gerekecektir. 2.
Bunun benzeri[19] efendi hakkında lâzım gelir. Şöyle ki: Kendisini kölesini dövdüğü için cezalandırmak isteyen hükümdar huzurunda efendi kölesine kendisine itaat etmeyeceği düşüncesiyle bir emirde bulunur ve bununla hükümdarın huzurunda dileyeceği özre bir ön hazırlık olmasını ister. Bu Örnekte efendi, köleye, emrettiği şeyi gerçekleştirmesini kastetmeksizin emirde bulunmuştur. Çünkü burada onda böyle bir kasdın bulunması, kendi nefsinin helakini isteme kasdını doğurur. Böyle bir kasıt ise akıllı kişiden çıkamaz. Bu durumda efendinin emri verirken onun gerçekleştirilmesini kastetmiş olması sahih olmaz. Bu sahih olmadığına göre de, herbir emirde bulunanın, emredilen şeyi kastetmiş olması gibi bir sonuç gerekmez. Aynı durum harfiyyen nehiy konusunda da geçerlidir. Varılmak istenen sonuç da budur. 3.
Bazı emir sığaları vardır kî "Bir vasıta ile göğe çıksın da sonra (vahyi) kessin!..[20]gibi karşıdakileri acze düşürmek (ta'cîz) içindir. Bazıları da "Dilediğinizi yapın![21]şeklinde tehdid içindir. Bu gibi emirlerde (emir ile kasdın bulunması arasında adem-i telâzum) zarurîdir. Zira acze düşürmek isteyen ya da tehdidde bulunan, emir sîgası ile ifade edilen şeyin hakikaten gerçekleştirilmesine yönelik bir kasıt bulundurmamaktadır.
Cevap: Birinci itiraza şöyle cevap verilebilir: Takat üstü olan şeyin gerçekleştirilmesine yönelik kasdın bulunması zarurîdir ve bundan o şeyin vücut bulması gibi bir sonuç da lâzım gelmez. Zira birşeyi emretmeye yönelik kasdın bulunması, o şeyin irâde edilmesini lâzım kılmaz.[22] Bu ancak "Emir, fiilin iradesidir" şeklindeki Mutezile görüşüne[23]göre sözkonusu olabilir. Eş'arîlere gelince, onlara göre emir, irâdeyi gerekli kılmaz. Aksi takdirde emredilen şeyler tümüyle birlikte vuku bulurdu.[24] Sonra takat üstü şeyle yükümlü kılmada, o şeyin gerçekleştirilmesine yönelik bir kasdın bulunmadığı varsayılacak olursa, o zaman o şey takat üstü yükümlülük olmaz. Çünkü takat üstü yükümlülük demek, işlenmesine güç yetmeyen bir fiili işlemeye icbar etmektir. Fiile icbar edilmesi, onu yapmasına yönelik kasdın bizzat kendisi veya kasdın lâzımı olmaktadır. Bu bulunmadığı[25] zaman, onunla yükümlü tutma da yoktur. (Takat üstü yükümlülük) tahsile yönelik bir talep olmakta; o şeyin bizzat ortaya konmasına (husule) yönelik olmamaktadır.[26]Bu ikisi arasında açık fark vardır.
Diğer itiraz noktalarında da durum aynıdır. Çünkü efendi, kölesine emirde bulunduğu zaman, ondan emrettiği şeyi tahsil etmesini istemiş olmakta; emrettiği şeyin husulünü istemiş olmamaktadır[27] Birşeyin tahsilini istemekle, husulünü istemek arasında fark vardır.
Ta'cîz ve tehdîd için olan emirlere gelince, bunlar her ne kadar emir sîgası ile gelmişlerse de aslında bir emir değillerdir. Eğer bunlar için 'mecaz yoluyla emirdirler' denilecek olursa, o zaman onların durumu da arzettiğimiz şekilde olacaktır. Zira emir mecazî de olsa bir kasdın bulunmasını gerektirir ve emir de bununla olur ve bu şekilde mecaz yönü tasavvur olunur. Aksi takdirde, emredilen şeyin gerçekleştirilmesine yönelik bir kasıt olmaksızın (ta'cîz ve tehdid için getirilmiş olan bu sîgalar) hiçbir şekilde emir olmaz. [28]
Konular
- Birinci Mesele:
- İkinci Mesele:
- Üçüncü Mesele:
- Dördüncü Mesele:
- Beşinci Mesele:
- Altıncı Mesele:
- İkinci Fasıl Şerî Hükümler Ve Nesh
- Birinci Mesele:
- İkinci Mesele:
- Üçüncü Mesele:
- Dördüncü Mesele :
- Üçüncü Fasıl Emir Ve Nehiy
- Birinci Mesele:
- İkinci Mesele:
- Üçüncü Mesele:
- Dördüncü Mesele:
- Beşinci Mesele:
- Altıncı Mesele:
- Yedinci Mesele:
- Sekizinci Mesele:
- Dokuzuncu Mesele:
- Onuncu Mesele :
- ONBİRİNCİ MESELE:
- ONİKİNCİ MESELE:
- ONÜÇÜNCÜ MESELE:[277]
- ONDÖRDÜNCÜ MESELE:
- ONBEŞİNCİ MESELE:
- ONALTINCI MESELE: