Dokuzuncu Mesele:
İki şey hakkında emir ve nehiy bulunsa ve bu şeylerden her biri diğerinin tâbisi durumunda olmasa, aralarında ne varlık ne de geçerli bulunan örf bakımından telâzum (birbirini zorunlu olarak gerektirme durumu) da bulunmasa, ancak mükellef amaç itibarıyla bu iki şeyi tek bir fiil içerisinde ve ve tek bir garazla bir araya getirme kasdı bulundursa meselâ tek bir akit içerisinde haram ve helâli bir arada toplamak gibi bu durumda (hüküm ne olur?)
Biz bu konuya "emrin ibâha yerine konulması" demek istiyoruz. Çünkü hüküm her ikisinde de birdir. Zira emir bazen ibâha için olabilmektedir. Meselâ şu âyette böyledir: "Namaz kılındığı zaman, yeryüzüne dağdın ve Allah'ın lütfundan (nasibinizi) arayın"[220] Burada bu ıstılahla sadece ihtisarda bulunma kastedilmiştir. Mânâ siyak ve sibaktan anlaşılmaktadır.
Malum olduğu üzere onlardan her biri bilfarz kasıt konusunda tabi durumunda değildir ve onların münferit hükmünde kabul edilmesi de mümkün olmamaktadır. Çünkü bu kasıt ile bağdaşmamaktadır. Zira maksatlar tasarruflarda dikkate alınmaktadır. Yine şer'î mesâil üzerinde yapılan istikra ortaya koymaktadır ki; hükümler konusunda, iki şeyin bir arada olmasının, yalnız başına bulunmaları durumunda olmayan tesirleri vardır[221]
Bu konuda emredilen birşeyle, yasaklanılan bir şeyin yada emredilen iki şeyin veyahut da yasaklanılan iki şeyin bir araya gelmiş olması arasında fark bulunmamaktadır. Hz. Peygamber bey' ve selefi yasaklamıştır.[222] Halbuki bunlardan her biri tek başına ele alındıklarında caiz olmaktadır. Allah Teâlâ iki kız kardeşin aynı nikah altında toplanmasını yasaklamıştır. Halbuki teker teker olmak kaydı ile her biri üzerine akitte bulunmak caizdir. Hadiste de bir kadının, halası ve teyzesi ile birlikte bir arada nikâh altında tutulması yasaklanmıştır.[223] Hz. Peygamber gerekçe olarak da bu yasağa şu sözü ile işaret buyurmuştur: "Eğer siz bunu yaparsanız, o zaman akrabalık bağlarını koparmış olursunuz" Bu konu da, mânâ bakımından konumuza dahil olmaktadır; çünkü burada toplama halindeki hüküm, onların teker teker olan hükümlerinden farklı olmaktadır. Dolayısıyla bir arada bulunmanın hükme tesiri bulunmaktadır ve bu bir delildir. Bu tür nikahların tesiri akrabalık bağlarının kesilmesi konusundadır ve bubirliğin kaldırılmasıdır. Bu bir arada olmanın tesiri olduğu hakkında da delil olmaktadır. Yine hadiste sadece cuma gününde oruç tutmak yasaklanmış[224] ve bir gün Öncesi ya da bir gün sonrası ile birlikte tutulması istenmiştir. Aynı şekilde Ramazan ayından bir ya da iki gün Önce oruç tutmaya başlamak da yasaklanmıştır.[225]Fıtır bayramı gününde oruç tutmak da böyledir.[226] Zekat yükümlülüğünden kaçmak için ayrı olan zekât matrahı malları birleştirmek, birleşik olanları da ayırmak da yasaklanmıştır.[227] Bütün bunlar bir arada bulunma (içtimâ) halinin, tek başına bulunma (infirâd) haline ait olmayan etkileri bulunduğunu gerektirir. İnfirâd hali için, içtimâ halinden farklı hükmün bulunması gereği, içtimâ haline ait, infirâd halininin hükmünden farklı bir hükmün bulunduğunu içtimâ halinde, infirâd haline dönme Özelliği ortadan kalksa bile[228]açıklar. Yine Hz. Peygamber içecekler bahsinde (üzüm ve hurma gibi) iki ayrı şeyin birbirine karıştırılmasını yasaklamıştır.[229] Çünkü bunların birbirine katıştırılmalan sarhoşluk verme özelliğini çabuklaştırıcı bir etki göstermektedir. (Satılan) anne cariye ile çocuğunun aralarının ayrılmasını yasaklamıştır. Bu hadis Sahih'te bulunmaktadır.[230] Aynı şekilde iki kardeşin arasının ayrılmasını yasaklamıştır.[231] Bu da hasen bir hadis olmaktadır. Şeriatta bu türden örnekler çoktur.
Sonra bir arada bulunma (içtimâ) hakkında delil ikâmesi konusunda daha genel bir anlamda[232] yaklaşıldığı zaman, onun kısmen dikkate alınmış olduğunu gösterecek deliller daha da çoğalacaktır.Meselâ birlik halinde olmanın emredilip, ayrılık halinde olmanın yasaklanması gibi. Çünkü birlikte olma halinde, yalnız olma halinde bulunmayan özellikler vardır: Meselâ dayanışma ve yardımlaşma, İslâm'ın güç ve kudretini gösterme, küfrün egemenliğine son verme gibi. İşte bu noktadan hareketle dînî etkinliklerden olmak üzere cemâatler, cumalar, bayramlar konulmuş; özel olarak akrabalar arasında, genel olarak da bütün müslümanlar arasında bağlar tesis edilmiş ve bunlar arasında irtibat kurulması istenilmiştir. Toplu halde olmak övülmüş, ayrılık hali yerilmiştir. İnsanların aralarının bulunması emredilmiş, bunun aksine hareketler ve sonuç itibarıyla ayrılık doğuracak her türlü faaliyetler yerilmiştir.
Keza nazarî yaklaşım da, beraberlik haline ait, ayrılık hali için bulunmayan hususiyetlerin mevcudiyetine hükmeder.
Bu, beraber olma (içtimâ) halinin etki edeceğinin ve onun dikkate alınacağının izahı olmaktadır.
Ayrı bulunma (iftirâk) halinin de bir başka yönden etkisi vardır: Ayrılık halinde bulunmayan bazı hususiyetlerin, beraberlik hali için söz konusu olduğu gibi, ayrılık hali için de bazı özellikler vardır ve bunları beraberlik hali ortadan kaldırmaz. Meselâ bir arada olan bey' (satış) ve selefi (karz) yasaklayan hadis, tek başlarına bulundukları zaman bunlardan her birine ait bazı hususiyetlerin bulunduğuna ve bunların bir arada bulunma halinde ortadan kalkmayacağına hükmeder. Bu özellik bunlardan her biri ile istifade durumudur ve bu, bir arada olma durumunda ortadan kalkmaz. Ancak bu birleşme sonucunda bunların arasında ilave bir özellik vücuda gelir ki, yasak da işte bundan dolayı gelmiştir. Beraber olma halinde doğan bu ilave özellik, tek olarak bulunma halinde mevcut özellikleri tümden ortadan kaldırmaz. İki kız kardeşi aynı anda bir arada nikah altında tutma[233] ve delillerin zikri sırasında belirtilen benzeri diğer konularda da durum aynıdır.
Sonra nasıl ki, beraber bulunma halinde ayrı iken mevcut olmayan bazı özellikler var idiyse, münferit halde iken mevcut olup beraber bulunma halinde ortadan kalkmayan bazı özellikler de vardır. Çünkü bir araya gelenlerin her birinin kendisine ait var olan özelliği, eğer bir araya gelme sebebiyle ortadan kalkacak olsaydı, o zaman birleşme (içtimâ) halinin özellikleri ortadan kalkmış olurdu. Aynen insanla, organlar arasındaki ilişkide olduğu gibi. Bu organların toplamı insanı oluşturmaktadır. Ancak bu organların tek yönden birleşmiş olmaları ya da tek bir özelliği ortaya koymuş olmak için birleşmeleri düşünülecek olsaydı, o zaman insan ortaya çıkmazdı.[234] Baş, elin göstermediği özelliği göstermekte; el ise ayağın vermediği faydayı sağlamaktadır. Kemikler, sinirler ve damarlar gibi birbirine benzer halde bulunan diğer organlarda da durum aynıdır. Bunlar farklı özellikler taşımakta ve birleşme anında bu özelliklerini yitirmemekte ve bütün bunların toplamından insan meydana gelmektedir. Eğer insan ve organlar için tatbik ettiğimiz bu husus anlaşıldıysa, diğer birleşme (içtimâ) hallerinde de durumun aynı olduğu anlaşılacaktır.
Şu halde birlik halinde olmayı isteyen emir ve ayrılığı yasaklayan nehiy, içtimâ halinde iken cüzlerin faydalarını[235]ortadan kaldirmaz. İçtimâ hali yoluyla fayda meydana geldiği gibi, içtimâ halinde iken de cüzlerin ayrı ayrı ele alınması yönünden fayda hasıl olmaktadır. Sonra iki şeyin bir arada bulunması (içtimâi) durumunda, bunlardan her birinin, o açıdan itibara alınması sahih olacak bir hüküm ile müstakil olarak ele alınması mümkün olduğu gibi, meselemiz gibi olan yerlerde birbirleri ile tearuz halinde de olabilirler ve bu halde mesele üzerinde durmak gerekir. Bu durumda sadece içtimâ halinin dikkate alınması, infirad halinin dikkate alınmasından daha öncelikli (evlâ) değildir.[236]
Her birinin, müctehidlerin bakış açılarını üzerlerine çekecek izah ve dayanakları vardır.
Hal böyle olunca, maksat açısından her iki durumun da birbiri içerisine girmesi halinde, bunlar hüküm açısından varlık ve yokluk bakımından birbirleri ile bağıntı (telâzum) halinde bulunan ve hükümleri tek bir şeyin hükmü gibi olan iki şey olurlar. Bu durumda emir ve nehyin beraberce onlar üzerine gelmiş olması (içtimâi) birbirleri arasında varlık ve yokluk bakmmdan bağıntı (telâzum) bulunan şeylerde olduğu gibi mümkün değildir. Bu durumda mutlaka emir ya da nehiy yoluyla onların her ikisine birden yönelen bir hükmün bulunması gerekecek midir? Yoksa gerekmeyecek midir? Alimlerden bir kısmı, onlar üzerine çözülme ve müstakil olma hükmünü uygulamaktadır ve bunlar örf-i vücûdî ile istimali dikkate almaktadırlar. Tabiî bu her birinin diğer eşinden ayrı olarak ele alınması mümkün olduğu zaman için söz konusudur. Alimler arasındaki görüş ayrılığı "haram ve helali içeren akit" meselesinde sürmektedir ve her iki tarafın görüşlerinin izahı ortaya çıkmıştır.
İtiraz: Delilin desteklemiş olduğu görüş birincisidir. Çünkü bir arada olma (içtimâ) halinin bir tesiri bulunduğu ve ona ait yalnız başına bulunma halinden farklı hüküm olduğu sabit olduğuna göre, o zaman bütüne nisbetle iki şeyden her biri, asıla'(metbû) nisbetle tâbi halini almış olur. Çünkü her biri bütünün bir parçası durumundadır. Bütünün bir kısmı, o bütüne tâbi durumundadır. Bunu [198] destekleyen delillerden biri de Hükümler bahsinde geçen, birşeyin cüz itibarıyla mubah, kül itibarıyla ise matlûp veya cüz itibarıyla mendûb, kül itibarıyla ise vacip olmasıdır. Diğer hükümlerde de aynı şekilde cüz itibarıyla ele alındığında farklı, kül itibarıyla ele alındığında ise daha farklı hükümler doğmaktaydı. Bu durumda emir ve nehyin aynı anda gelmiş olması düşünülemez. Biz bütüne baktığımızda, nehye mahal olan şeyin bütün içerisinde mevcut olduğunu görürüz. Bu durumda nehiy, o şey içerisinde ilgili olduğu şeye yönelmiş olacaktır. Bu durum, Mâzirî'nin talîlinde ve onunla birlikte zikredilen şeylerde izahını bulmaktadır.
Cevap: İtiraz yerinde değildir. Eğer bütünü meydana getiren cüzlerden her biri, metbûya nisbetle tâbi gibi kabul edilecek olursa, o zaman haram olan cüzün metbû olması, tâbi olmasından daha evlâ olmayacaktır.[237] Hükümler bahsinde belirtilen husus doğrudur, ancak orada muarız durumunda olan vardır ve o, daha önce de geçtiği gibi fertlerin dikkate alınmasıdır. Mâzirî'nin izahı[238] ise üzerinde ihtilaf edilen bir konu olup, İmam Mâlik ya da başka bir imamın mezhebinde mevcut bulunan ve üzerinde görüşbirliği edilen konulardan değildir.[239]Dolayısıyla mesele, müctehidin değerlendirmesi sonucunda kabul edip etmeyebileceği bir husus olarak kalmaya devam edecektir. [240]
Biz bu konuya "emrin ibâha yerine konulması" demek istiyoruz. Çünkü hüküm her ikisinde de birdir. Zira emir bazen ibâha için olabilmektedir. Meselâ şu âyette böyledir: "Namaz kılındığı zaman, yeryüzüne dağdın ve Allah'ın lütfundan (nasibinizi) arayın"[220] Burada bu ıstılahla sadece ihtisarda bulunma kastedilmiştir. Mânâ siyak ve sibaktan anlaşılmaktadır.
Malum olduğu üzere onlardan her biri bilfarz kasıt konusunda tabi durumunda değildir ve onların münferit hükmünde kabul edilmesi de mümkün olmamaktadır. Çünkü bu kasıt ile bağdaşmamaktadır. Zira maksatlar tasarruflarda dikkate alınmaktadır. Yine şer'î mesâil üzerinde yapılan istikra ortaya koymaktadır ki; hükümler konusunda, iki şeyin bir arada olmasının, yalnız başına bulunmaları durumunda olmayan tesirleri vardır[221]
Bu konuda emredilen birşeyle, yasaklanılan bir şeyin yada emredilen iki şeyin veyahut da yasaklanılan iki şeyin bir araya gelmiş olması arasında fark bulunmamaktadır. Hz. Peygamber bey' ve selefi yasaklamıştır.[222] Halbuki bunlardan her biri tek başına ele alındıklarında caiz olmaktadır. Allah Teâlâ iki kız kardeşin aynı nikah altında toplanmasını yasaklamıştır. Halbuki teker teker olmak kaydı ile her biri üzerine akitte bulunmak caizdir. Hadiste de bir kadının, halası ve teyzesi ile birlikte bir arada nikâh altında tutulması yasaklanmıştır.[223] Hz. Peygamber gerekçe olarak da bu yasağa şu sözü ile işaret buyurmuştur: "Eğer siz bunu yaparsanız, o zaman akrabalık bağlarını koparmış olursunuz" Bu konu da, mânâ bakımından konumuza dahil olmaktadır; çünkü burada toplama halindeki hüküm, onların teker teker olan hükümlerinden farklı olmaktadır. Dolayısıyla bir arada bulunmanın hükme tesiri bulunmaktadır ve bu bir delildir. Bu tür nikahların tesiri akrabalık bağlarının kesilmesi konusundadır ve bubirliğin kaldırılmasıdır. Bu bir arada olmanın tesiri olduğu hakkında da delil olmaktadır. Yine hadiste sadece cuma gününde oruç tutmak yasaklanmış[224] ve bir gün Öncesi ya da bir gün sonrası ile birlikte tutulması istenmiştir. Aynı şekilde Ramazan ayından bir ya da iki gün Önce oruç tutmaya başlamak da yasaklanmıştır.[225]Fıtır bayramı gününde oruç tutmak da böyledir.[226] Zekat yükümlülüğünden kaçmak için ayrı olan zekât matrahı malları birleştirmek, birleşik olanları da ayırmak da yasaklanmıştır.[227] Bütün bunlar bir arada bulunma (içtimâ) halinin, tek başına bulunma (infirâd) haline ait olmayan etkileri bulunduğunu gerektirir. İnfirâd hali için, içtimâ halinden farklı hükmün bulunması gereği, içtimâ haline ait, infirâd halininin hükmünden farklı bir hükmün bulunduğunu içtimâ halinde, infirâd haline dönme Özelliği ortadan kalksa bile[228]açıklar. Yine Hz. Peygamber içecekler bahsinde (üzüm ve hurma gibi) iki ayrı şeyin birbirine karıştırılmasını yasaklamıştır.[229] Çünkü bunların birbirine katıştırılmalan sarhoşluk verme özelliğini çabuklaştırıcı bir etki göstermektedir. (Satılan) anne cariye ile çocuğunun aralarının ayrılmasını yasaklamıştır. Bu hadis Sahih'te bulunmaktadır.[230] Aynı şekilde iki kardeşin arasının ayrılmasını yasaklamıştır.[231] Bu da hasen bir hadis olmaktadır. Şeriatta bu türden örnekler çoktur.
Sonra bir arada bulunma (içtimâ) hakkında delil ikâmesi konusunda daha genel bir anlamda[232] yaklaşıldığı zaman, onun kısmen dikkate alınmış olduğunu gösterecek deliller daha da çoğalacaktır.Meselâ birlik halinde olmanın emredilip, ayrılık halinde olmanın yasaklanması gibi. Çünkü birlikte olma halinde, yalnız olma halinde bulunmayan özellikler vardır: Meselâ dayanışma ve yardımlaşma, İslâm'ın güç ve kudretini gösterme, küfrün egemenliğine son verme gibi. İşte bu noktadan hareketle dînî etkinliklerden olmak üzere cemâatler, cumalar, bayramlar konulmuş; özel olarak akrabalar arasında, genel olarak da bütün müslümanlar arasında bağlar tesis edilmiş ve bunlar arasında irtibat kurulması istenilmiştir. Toplu halde olmak övülmüş, ayrılık hali yerilmiştir. İnsanların aralarının bulunması emredilmiş, bunun aksine hareketler ve sonuç itibarıyla ayrılık doğuracak her türlü faaliyetler yerilmiştir.
Keza nazarî yaklaşım da, beraberlik haline ait, ayrılık hali için bulunmayan hususiyetlerin mevcudiyetine hükmeder.
Bu, beraber olma (içtimâ) halinin etki edeceğinin ve onun dikkate alınacağının izahı olmaktadır.
Ayrı bulunma (iftirâk) halinin de bir başka yönden etkisi vardır: Ayrılık halinde bulunmayan bazı hususiyetlerin, beraberlik hali için söz konusu olduğu gibi, ayrılık hali için de bazı özellikler vardır ve bunları beraberlik hali ortadan kaldırmaz. Meselâ bir arada olan bey' (satış) ve selefi (karz) yasaklayan hadis, tek başlarına bulundukları zaman bunlardan her birine ait bazı hususiyetlerin bulunduğuna ve bunların bir arada bulunma halinde ortadan kalkmayacağına hükmeder. Bu özellik bunlardan her biri ile istifade durumudur ve bu, bir arada olma durumunda ortadan kalkmaz. Ancak bu birleşme sonucunda bunların arasında ilave bir özellik vücuda gelir ki, yasak da işte bundan dolayı gelmiştir. Beraber olma halinde doğan bu ilave özellik, tek olarak bulunma halinde mevcut özellikleri tümden ortadan kaldırmaz. İki kız kardeşi aynı anda bir arada nikah altında tutma[233] ve delillerin zikri sırasında belirtilen benzeri diğer konularda da durum aynıdır.
Sonra nasıl ki, beraber bulunma halinde ayrı iken mevcut olmayan bazı özellikler var idiyse, münferit halde iken mevcut olup beraber bulunma halinde ortadan kalkmayan bazı özellikler de vardır. Çünkü bir araya gelenlerin her birinin kendisine ait var olan özelliği, eğer bir araya gelme sebebiyle ortadan kalkacak olsaydı, o zaman birleşme (içtimâ) halinin özellikleri ortadan kalkmış olurdu. Aynen insanla, organlar arasındaki ilişkide olduğu gibi. Bu organların toplamı insanı oluşturmaktadır. Ancak bu organların tek yönden birleşmiş olmaları ya da tek bir özelliği ortaya koymuş olmak için birleşmeleri düşünülecek olsaydı, o zaman insan ortaya çıkmazdı.[234] Baş, elin göstermediği özelliği göstermekte; el ise ayağın vermediği faydayı sağlamaktadır. Kemikler, sinirler ve damarlar gibi birbirine benzer halde bulunan diğer organlarda da durum aynıdır. Bunlar farklı özellikler taşımakta ve birleşme anında bu özelliklerini yitirmemekte ve bütün bunların toplamından insan meydana gelmektedir. Eğer insan ve organlar için tatbik ettiğimiz bu husus anlaşıldıysa, diğer birleşme (içtimâ) hallerinde de durumun aynı olduğu anlaşılacaktır.
Şu halde birlik halinde olmayı isteyen emir ve ayrılığı yasaklayan nehiy, içtimâ halinde iken cüzlerin faydalarını[235]ortadan kaldirmaz. İçtimâ hali yoluyla fayda meydana geldiği gibi, içtimâ halinde iken de cüzlerin ayrı ayrı ele alınması yönünden fayda hasıl olmaktadır. Sonra iki şeyin bir arada bulunması (içtimâi) durumunda, bunlardan her birinin, o açıdan itibara alınması sahih olacak bir hüküm ile müstakil olarak ele alınması mümkün olduğu gibi, meselemiz gibi olan yerlerde birbirleri ile tearuz halinde de olabilirler ve bu halde mesele üzerinde durmak gerekir. Bu durumda sadece içtimâ halinin dikkate alınması, infirad halinin dikkate alınmasından daha öncelikli (evlâ) değildir.[236]
Her birinin, müctehidlerin bakış açılarını üzerlerine çekecek izah ve dayanakları vardır.
Hal böyle olunca, maksat açısından her iki durumun da birbiri içerisine girmesi halinde, bunlar hüküm açısından varlık ve yokluk bakımından birbirleri ile bağıntı (telâzum) halinde bulunan ve hükümleri tek bir şeyin hükmü gibi olan iki şey olurlar. Bu durumda emir ve nehyin beraberce onlar üzerine gelmiş olması (içtimâi) birbirleri arasında varlık ve yokluk bakmmdan bağıntı (telâzum) bulunan şeylerde olduğu gibi mümkün değildir. Bu durumda mutlaka emir ya da nehiy yoluyla onların her ikisine birden yönelen bir hükmün bulunması gerekecek midir? Yoksa gerekmeyecek midir? Alimlerden bir kısmı, onlar üzerine çözülme ve müstakil olma hükmünü uygulamaktadır ve bunlar örf-i vücûdî ile istimali dikkate almaktadırlar. Tabiî bu her birinin diğer eşinden ayrı olarak ele alınması mümkün olduğu zaman için söz konusudur. Alimler arasındaki görüş ayrılığı "haram ve helali içeren akit" meselesinde sürmektedir ve her iki tarafın görüşlerinin izahı ortaya çıkmıştır.
İtiraz: Delilin desteklemiş olduğu görüş birincisidir. Çünkü bir arada olma (içtimâ) halinin bir tesiri bulunduğu ve ona ait yalnız başına bulunma halinden farklı hüküm olduğu sabit olduğuna göre, o zaman bütüne nisbetle iki şeyden her biri, asıla'(metbû) nisbetle tâbi halini almış olur. Çünkü her biri bütünün bir parçası durumundadır. Bütünün bir kısmı, o bütüne tâbi durumundadır. Bunu [198] destekleyen delillerden biri de Hükümler bahsinde geçen, birşeyin cüz itibarıyla mubah, kül itibarıyla ise matlûp veya cüz itibarıyla mendûb, kül itibarıyla ise vacip olmasıdır. Diğer hükümlerde de aynı şekilde cüz itibarıyla ele alındığında farklı, kül itibarıyla ele alındığında ise daha farklı hükümler doğmaktaydı. Bu durumda emir ve nehyin aynı anda gelmiş olması düşünülemez. Biz bütüne baktığımızda, nehye mahal olan şeyin bütün içerisinde mevcut olduğunu görürüz. Bu durumda nehiy, o şey içerisinde ilgili olduğu şeye yönelmiş olacaktır. Bu durum, Mâzirî'nin talîlinde ve onunla birlikte zikredilen şeylerde izahını bulmaktadır.
Cevap: İtiraz yerinde değildir. Eğer bütünü meydana getiren cüzlerden her biri, metbûya nisbetle tâbi gibi kabul edilecek olursa, o zaman haram olan cüzün metbû olması, tâbi olmasından daha evlâ olmayacaktır.[237] Hükümler bahsinde belirtilen husus doğrudur, ancak orada muarız durumunda olan vardır ve o, daha önce de geçtiği gibi fertlerin dikkate alınmasıdır. Mâzirî'nin izahı[238] ise üzerinde ihtilaf edilen bir konu olup, İmam Mâlik ya da başka bir imamın mezhebinde mevcut bulunan ve üzerinde görüşbirliği edilen konulardan değildir.[239]Dolayısıyla mesele, müctehidin değerlendirmesi sonucunda kabul edip etmeyebileceği bir husus olarak kalmaya devam edecektir. [240]
Konular
- İkinci Fasıl Şerî Hükümler Ve Nesh
- Birinci Mesele:
- İkinci Mesele:
- Üçüncü Mesele:
- Dördüncü Mesele :
- Üçüncü Fasıl Emir Ve Nehiy
- Birinci Mesele:
- İkinci Mesele:
- Üçüncü Mesele:
- Dördüncü Mesele:
- Beşinci Mesele:
- Altıncı Mesele:
- Yedinci Mesele:
- Sekizinci Mesele:
- Dokuzuncu Mesele:
- Onuncu Mesele :
- ONBİRİNCİ MESELE:
- ONİKİNCİ MESELE:
- ONÜÇÜNCÜ MESELE:[277]
- ONDÖRDÜNCÜ MESELE:
- ONBEŞİNCİ MESELE:
- ONALTINCI MESELE:
- ONYEDİNCİ MESELE:
- ONSEKİZİNCİ MESELE:
- DÖRDÜNCÜ FASIL
- UMUM VE HUSUS (ÂMM VE HÂSS)
- BİRİNCİ MESELE:
- İKİNCİ MESELE:
- ÜÇÜNCÜ MESELE: