ONYEDİNCİ MESELE:
Daha önce hakların iki kısım olduğu geçmişti. Bunlar: a) Allah hakkı b) Kul hakkı şeklindeydi.[399]Kul hakkı olan şeyler, içerisinde bir yönden Allah hakkı bulundururlar. Nitekim Allah hakkı diye nitelediğimiz haklar da sonuç itibarıyla kulların maslahatlarına yönelik şeylerdir. Buna göre burada Allah'ın izniyle bir ayrıntıya gidip şöyle diyebiliriz:
Emirler ve nehiyler: a) İçermiş oldukları kula yönelik maslahat ve benzeri şeylerden sarfı nazarla[400] sadece Allah hakkı olmaları yönünden ele alınabilirler, b) Bunun aksine kulların haklarını dikkate alma açısından da değerlendirilebilirler. Bunu bir örnekle açıklayalım: Meselâ mükellef: "Oraya yol bulabilen insana, Allah için Kabe'yi haccetmesi gerekir'[401]buyruğunu işittiği zaman bu emre uymak için iki çıkış yönü olabilir: 1.
Birincisi meşhur olan ve yaygın olarak bilinen yöndür. Mükellef kendisine bakar; mesafeyi katedip edemeyeceğine, oraya ulaştıracak kadar azığı bulunup bulunmadığına, binek vasıtasına, yol güvenliğinin olup olmadığına, yolda kendisine destek verecek kafileye, yalnız başına hacca gitmenin zorluk ve tehlikelerine... ve benzeri sonuç itibarıyla dünyevî ve uhrevî maslahat ya da mefsedetleri ortaya çıkaracak olan konulara bakar ve bir değerlendirme yapar:Eğer bütün bunlardan sonra yolculuk sebepleri ve normalde bulunması gereken şartları tahakkuk etmişse, hac emrini yerine getirmek için yola koyulur. Eğer sebepler ve şartlar tahakkuk etmemişse, bu ilâhî hitabın kesin olarak kendisine yönelik olmadığı anlaşılmış olur.[402] 2.
Hac emri ile ilgili hitabın bizzat Allah'tan kendisine yönelmiş olmasına bakar ve bunun ötesinde, şu şu sebepler ya da şartlar bulunması gerekirmiş gibi hususları asla dikkate almaz ve bunun sonucunda her halükârda haccm ifası için yola koyulur. Onu bu azminden ancak halihazırda mevcut olan bir acziyet veya ölüm durdurabilir. Bu düşünce sahibi, kendisinde hayat eseri olduğu sürece hac yapma imkânına sahip olduğunu düşünür; sonradan ortaya çıkacak olan arızî haller ve endişe edilen sebepler İse, Allah'ın emri azameti karşısına çıkıp onu itibardan düşürebilecek değerde değildir. Yahut da başa gelecekler ya da arızî haller Allah'a olan yakînî iman ve O'na güven içerisinde hesaba katılmaz. Nitekim bu konu Hükümler bölümünün Sebeb ve Müsebbeb bahsinde geçmişti.Diğer emir ve nehiyler karşısındaki durum da aynı olur.
Birinci hareket noktası, kul haklarının dikkate alınması sonucu olmaktadır. Çünkü fukahânın, şart olan istitâat (güç yetirebil-me) konusunda ileri sürdükleri şeylerin tümü, sonuç itibarıyla kul-[249J larm haklarına (çıkarlarına) yönelik olmaktadır.
İkinci hareket noktası ise, kul haklarının düşürülmesi yönünden olmaktadır. Bu kabilden olan düşürmenin sahih olacağını gösteren deliller daha önce geçmişti.[403] Bu düşünce tarzının doğruluğuna aşağıdaki hususlar da delâlet etmektedir: 1.
Kur'ân-ı Kerîm'de kullardan istenilen şeyin mutlak anlamda kulluk icrası olduğuna delâlet eden ve rızkın ise esbabına yapışma olsun olmasın[404] Allah'a ait olduğunu gösteren âyetler: Meselâ: "Cinleri ve insanları ancak Bana kulluk etmeleri için ya-ratmışımdır. Onlardan bir rızık istemem; Beni doyurmalarını da istemem[405]"Ehline namaz kılmalarını emret, kendin de onda devamlı ol. Biz senden rızık istemiyoruz, sana rızık veren Biziz. Sonuç Allah'a karşı gelmekten sakınanındır"[406] Açıktır ki, Allah hakkı ile kul haki çatıştığı zaman Allah hakkı Öne alınacaktır. Çünkü kulların hakları Allah Teâlâ tarafından garanti edilmiştir. Rızık kulların en büyük haklarından biridir. Dolayısıyla konu şu mecraya ulaşmıştır: Kim Allah'a ibadetle meşgul olur ve kendisini [250] Allah'a adarsa, Allah onun rızkını üstlenir.[407] Bu rızık hakkında böyle olduğuna göre, diğer celbi istenen maslahatlar, defi istenen mefsedetler hakkında da geçerlidir. Zira Allah Teâlâ hepsine kadirdir. Yüce Allah şöyle buyurur: "Allah sana bir sıkıntı verirse, onu O'ndan başkası gideremez. Sana bir iyilik dilerse O'nun nimetini engelleyecek yoktur[408] "Allah sana bir iyilik verirse, başkası onu engelleyemez. O, herşeye kadirdir'[409]Allah, kendisine karşı gelmekten sakınan kimseye kurtuluş yolu sağlar, ona beklemediği yerden rızık verir" ifadesinden sonra "Allah'a güvenen kimseye O yeter'[410]buyurur. Bütün bunlar gösteriyor ki, kim kendisini Allah'a verirse, Allah onun ihtiyaçlarını karşılamaya kefildir. Bu konuyu işleyen âyetler çoktur. 2.
Sünnette de aynı doğrultuda deliller vardır. Meselâ Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Allah'ı gözet, Allah da seni gözetsin. Allah'ı gözet ki, O'nu önünde bulasın. Bolluk anında O'nu an ki, sıkıntı anında O da seni ansın, istediğin zaman Allah'tan iste. Yardım istediğin zaman Allah'tan iste. Olacaklar yazılmış ve kalem, (mürekkep) kurumuştur. Bütün insanlar, Allah'ın senin için yazmadığı birşeyi sana vermek için birleşseler, buna güç yetiremez-ler. Senin için yazmış olduğu birşeyin sana ulaşmasını engellemek için birleşseler güç yetiremezler"[411] Bütün bunlar, sebeplere yapışmanın terki ve Allah'a dayanmanın gereği, herşeyin Allah'ın elinde olduğu konusunda nassdır[412]Rızık ve ecelle ilgili hadisler de böyle: Meselâ: "Allah'ım! Senin verdiğini engelleyecek yoktur; senin esirgediğini verecek yoktur. Senin (kaderin karşısında) çalışıp çabalayanın çabası hiçbir fayda vermez'[413]Hz. Peygamber Hz. Ömer'e, (kâhin) İbn Sayyâd('ı öldürmek istemesi) hakkında: "Eğer oysa (yani Deccalsa), ona güç yetiremeyeceksin[414] buyurmuştur.[415] Hadislerde: "Başına ne gelecekse kalem onu yazmış ve kurumuştur'[416] "Kadın, sahanını kendisi için boşaltması ve onun yerine kendisinin nikahlanması için kardeşinin talâkını istemesin. Çünkü kendisi için ne takdir olunmuşsa o vardır"[417]buyurulmuş-tur. Azil hakkında da: "Onu yapmamanız gerekmez. Çünkü o canlı değildir. Allah'ın (varlık âlemine) çıkmasını yazdığı her can, mutlaka olacaktır'[418] buyurur. Yine hadislerde: "Masum, Allah'ın koruduğu kimsedir[419]"Şüphesiz ki Allah, Âdemoğlu üzerine zinadan nasibini yazmıştır; onu mutlaka elde edecektir'[420] buyurulmuştur. Bunlara benzer daha birçok delil vardır ki, bütün bunlar sebeplerin aslının tesebbüb (esbaba yapışmak) olduğunu, ve onun da hiçbirşeyi getirebilecek ve çevirebilecek durumda olmadığını, verenin de alanın da ancak Allah olduğunu ve Allah'a tâatin birinci sırada azimet olduğunu belirtme konusunda sarihtir. 3.
Peygamberler de bu doğrultuda hareket etmişler ve Allah'a itaati bizzat kendi haklarından önde tutmuşlardır. Hz. Peygamber ayakları şişinceye kadar kıyamda durmuş ve kendisine: "Senin geçmiş ve gelecek bütün günahların affolunmuş tur?" diyenlere karşı: "Ben Rabbime şükreden bir kul olmayayım mı?[421] demiştir. Kavmi kendisini öldürmek için anlaştıkları bir sırada, Rabbinin risâletini onlara tebliğ etmiş, buna karşılık Allah kendisini korumuş ve şöyle buyurmuştur: "De ki: Allah'ın bize yazdığmdan başkası başımıza gelmez. O bizim Mevlâmızdır. inananlar O'na güvensin[422]"İnkarcılara, münafıklara itaat etme, eziyetlerine aldırma; Allah'a güven, güvenilecek olarak Allah yeter'[423] Korunduğu şeyleri atmasını emretmiş, çünkü Allah'ın kendisine yeterli olduğunu bildirmiştir: "Allah'ın göndermiş olduklarını tebliğ edenler, Allah'tan korkarlar ve O'ndan başka kimseden korkmazlar'[424] Daha öncesinde de şöyle buyurmuştu: "Allah'ın emri şüphesiz gereği gibi yerine gelecektir"[425]Hûd (s.a.) kavmine peygamberlik görevini tebliğ ederken şöyle demişti: "Hepiniz bana tuzak kurun, sojıra da ertelemeyin. Ben ancak benim de sizin de Rabbiniz olan Allah'a güvenirim...[426]Musa (s.a.) ve Hârûn (s.a.) : "Rabbi-mizl Onun bize kötülük etmesinden veya azgınlığının artmasından korkarız" dediklerinde Allah Teâlâ onlara: "Korkmayın, Ben sizinle beraberim; işitir ve görürüm[427] buyurmuştur.
Abdullah b. Ümmü Mektûm, (âmâ olması) sebebiyle (Nisa 4/95) âyeti gereğince cihada katılmadan mazurdu. Fakat buna rağmen daha sonra o: "Ben âmâyım; kaçamam. Sancağı bana verin ve beni iki saf arasına (yani İslâm ordusu ile düşman askerleri arasına) oturtun" der ve kendisine tanınan ruhsatı terkeder, böylece Allah'ın hakkını kendi hakkı üzerine takdim ederdi. Cenda' b. Damra hakkında anlatılır: Bu zat iyice yaşlı biriydi. Hicret emri çıkıp bu konuda müsamaha edilmeyince, dinde zorluğun olmadığını ve takat üstü yükümlülüğün bulunmadığını bildiği halde o oğullarına: "Şüphesiz ben bir çare (hiyle) biliyorum; dolayısıyla mazur olamam. Beni bir sedye üzerinde taşıyın!" demiştir. Onlar da öyle yaptılar. Yolda Ten'îm'de öldü. Sağını solu üzerine vurur ve: "Bu senin için, bu Rasûlün için!" derdi. Bir sahabî de şöyle, anlatmıştır: Ben ve bir kardeşim Uhud'da Rasûlullahf ile beraber hazır bulunmuştuk. İkimiz de yaralı olarak döndük. Hz. Peygamberin i-lancısınm düşmanı takip için çıkılacağım bildirmesi üzerine kardeşime şöyle dedim (ya da o bana şöyle dedi): "Rasûlullah ile birlikte gazayı kaçıracak mıyız?" Vallahi, ne bineğimiz vardı; ne de durumumuz iyi idi, ikimiz de ağır yaralıydık. Buna rağmen Hz. Peygamber ile birlikte çıktık. Benim yaram onunkinden biraz daha hafifti. Onun durumu iyice ağırlaştığı zaman biraz ben taşırdım, biraz kendi giderdi. Böyle böyle müslümanlarm son vardıkları yere kadar vardık.Kaynaklarda bu kabilden pek çok nakil vardır. Onlardan yeterli bir miktar Hükümler bölümünün Azimet ve Ruhsat bahsinde geçmişti.[428]
İtiraz: Eğer ortaya konulduğu şekilde anlaşılır ve zikredilen bu delillerin gereği ile amel edilecek olursa, o zaman sebeplerin yani kulların maslahatlarına yönelik olanların tümden atılması gerekir. Bu ise sahih değildir. Çünkü Sâri' onları koymuş ve onların yapılmasını emretmiştir. Hem Rasûlullah hem sahabe hem de tabiîn onları kullanagelmişlerdir. Esbaba tevessül, şeriatın üzerinde önemle durduğu bir umde olmaktadır.
Sonra, Allah hakları talep konusunda hep aynı düzeyde değildir. Bir kısmı kesinkes talep edilmiştir: Beş zarurî esas ve her millette riayet edilegelen diğer zarûriyyât gibi. Bir kısmı da vardır ki, kesinkes talep edilmemiştir: Menduplar gibi. Bu durumda nasıl olur da, menduplar, vacip de olsa kul hakları önüne takdim olunur, denilebilir. Böyle bir değerlendirme doğru olamaz.
Keza, geçen deliller ile tearuz halinde bulunan deliller daha çoktur. Meselâ: "Kendi kendinizi tehlikeye atmayın[429]"Azık edinin[430]"Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın.[431] âyetleri gibi. Hz. Peygamber gerek geçimini temin ve gerekse savaş ve diğer yapacağı işler için hazırlıklarını görür, gerekli önlemleri alırdı. Aynı şekilde ashabı da çalışırdı. Kâinatta yaratılış kanunu, herşeyin esbaba bağlanması şeklinde cereyen etmektedir. Zikrettiğiniz deliller ise, esbaba tevessülün gerekmediğini söylüyor. Bu durumda, bu delillerden bir grubun sahih olması gerekiyor. Biri sahih olduğu zaman diğeri bâtıl olur. Sizin delil olarak ileri sürdüklerinizin, bizim ileri sürdüklerimizden üstün bir tarafı yoktur. Delil olmaksızın bir tercihe gitmek ise keyfîlik olur.
Cevap: Bizim ileri sürdüğümüz deliller, sebeplerin atılması gereğine delâlet etmez; aksine husûsî bazı sebeplerin ki bunlar Allah haklarının gerektirdiği sebepler olmaktadır kul haklarının gerektirmiş olduğu sebeplere delillere dayanan şer'î ictihâdî bir şekil üzere takdimine delâlet eder. Dolayısıyla bununla, Hz. Pey-gamber'in esbaba yapışılmasını emretmesi ve bizzat kendisinin de sebepleri kullanması arasında bir tearuz (çatışma) yoktur. Bunun delili de, bizzat Hz. Peygamber'in tearuz durumunda esbaba tevessülü terkeden kimselerin davranışlarını onaylamış olması, birçok yerde kendisinin de aynı şekilde hareket etmesi ve yerine göre bu gibi davranışlara teşvik etmesidir. Nitekim bunun mendup olduğunu gösteren hadisler geçmişti. Hükümler bölümünün Sebeb bahsinde, sebeplere girmenin keyfiyeti açıklanırken bu konunun fıkhı yeri ve inceliği ortaya konmuştu. İtirazın birinci şıkkına cevap bu.
İtirazın ikinci şıkkına gelince: Allah haklan, hangi şekil üzere farzedilmiş olursa olsun, kul haklarına karşı her nasıl olursa olsun daha üstün konumda olurlar. Mükellefin hakkını alması ve onu talep etmesi azimet üzere gelen talepler şeklinde değil, ancak ruhsat ve genişletme kabilinden olmaktadır. Bunun açıklaması da Ruhsat ve Azimet bahsinde geçmişti. Durum böyle olunca, azimetler muarız bir delil olmadıkça takdime daha layıktır.
Sonra eğer Allah hakları mendup kabilinden ise, o tahsînât kabilinden olmak üzere bir zarurîye hadim durumda olacaktır ve onun ihlâli belki de zarurî esasın ihlâli sonucunu doğuracaktır. Kaldı ki cüz olarak mendup olanlar, kül itibarıyla vaciptirler. Bütün bunlar sebebiyle, onların kul hakları üzerine takdimi akla ilk gelen husus olmaktadır.[432]Bu değerlendirme bakımından sağlıklı bir fıkhı yaklaşım olmaktadır.
İtirazın üçüncü şıkkına gelince, ortada herhangi bir tearuz durumu yoktur. Çünkü itirazcının ileri sürdüğü deliller, kul haklarının Allah haklan önüne takdim edileceğini göstermemektedir. Böyle bir delâlet olmayınca, deliller arasında tearuzdan bahsetek mümkün değildir. Bütün bunlara ilaveten şunu da belirtelim ki, kul haklarının takdimi, Allah hakkı takdim edildiği zaman, O'nun başka bir hakkının zayi olması sonucunu doğuracak bir muânzın bulunması durumunda ancak söz konusu olabilir. Meselâ kişiye hasta olduğu için oruç tutmak ağır gelse, fakat buna rağmen tutsa, oruç yüzünden maruz kaldığı meşakkat kendisini kemâli üzere namaz kılmaktan ya da ona devam etmekten vb. alıkoysa, bu durumda Allah hakkının takdiminde bulunmak, yine Allah'a ait bir başka hakkın zayi olması sonucunu doğuracaktır; dolayısıyla bu gibi durumlarda takdimde bulunulamaz. Ama böyle bir sonuç doğmuyorsa, Allah hakkının kul hakkı üzerine takdimi hiçbir şekilde kötü birşey değildir; aksine mutlak surette yapılması uygun olan da odur. Bu, mesele ile ilgili gerçekten çok güzel nkhî bir inceliktir.[433] Başarı ancak Allah'tandır,
Fasıl:
Üzerinde durduğumuz bu konu, yani kul haklannın Allah haklan karşısında geri plâna itilmesi, mükellefin bizzat kendi haklan-na nisbetledir. Başka bir kulun hakkı söz konusu ise, o haklar da kendisine nisbetle Allah haklanndan olmaktadır. Bu husus yerinde açıklanmıştır. [434]
Konular
- İkinci Mesele:
- Üçüncü Mesele:
- Dördüncü Mesele:
- Beşinci Mesele:
- Altıncı Mesele:
- Yedinci Mesele:
- Sekizinci Mesele:
- Dokuzuncu Mesele:
- Onuncu Mesele :
- ONBİRİNCİ MESELE:
- ONİKİNCİ MESELE:
- ONÜÇÜNCÜ MESELE:[277]
- ONDÖRDÜNCÜ MESELE:
- ONBEŞİNCİ MESELE:
- ONALTINCI MESELE:
- ONYEDİNCİ MESELE:
- ONSEKİZİNCİ MESELE:
- DÖRDÜNCÜ FASIL
- UMUM VE HUSUS (ÂMM VE HÂSS)
- BİRİNCİ MESELE:
- İKİNCİ MESELE:
- ÜÇÜNCÜ MESELE:
- DÖRDÜNCÜ MESELE:
- BEŞİNCİ MESELE:
- ALTINCI MESELE:
- YEDİNCİ MESELE:
- BEŞİNCİ FASIL
- MÜCMEL[1] VE MÜBEYYEN (İCMAL VE BEYAN)
- BİRİNCİ MESELE:
- İKİNCİ MESELE: