Dokuzuncu Mesele:
Şeriat, mükellefler açısından küllî ve geneldir. Yani. talep içeren hükümlerle[225] ilgili şer'î hitap, sadece bazı mükelleflere has olmaz; onun hükümleri altına girme konusunda hiçbir mükellef müstesna tutulamaz. Durum gayet açık olmakla birlikte, konumuza açıklık getiren delillerden bazılarını burada arzetmek istiyoruz: (1)
Birbirini destekleyen pek çok nass bulunmaktadır: "Ey Muhammedi Biz seni bütün insanlara ancak müjdeci ve uyarıcı olarak göndermişizdir[226]'Ya Muhammedi De ki:Ey insanlar! Doğrusu ben, Allah'ın hepiniz için gönderdiği peygamberiyim.[227]Risâletin özel olmayıp genel olduğunu ifade eden benzeri daha başka nasslar da bulunmaktadır. Eğer şeriat sadece bazı insanlara mahsus olsaydı, o zaman Hz. Peygamber [ "^ÜÜSSÜ"1] bütüninsanlariçingönderilmişolmazdı.[228]Zira onun bu özel hükümle yükümlü tutulmayan kimseye gönderilmiş olmadığını söylemek doğru olurdu. Neticede de, Hz. Peygamber 12453 [ a]vSmtu] o özel hüküm sebebiyle bütün insanlar için gönderilmiş olmazdı.[229] Bu netice bâtıldır. Böyle bir neticeye götüren şey de bâtıl olacaktır. Mükellef bulunmayan çocuklar, deliler vb. hakkında ise durum farklıdır. Çünkü o, mükellef olmayan kimseye mutlak surette gönderilmiş değildir ve onlar Kur'ân'da zikredilen insanlar kapsamına da girmemektedir. Dolayısıyla ileri sürülebilecek bir itiraza yer yoktur. Onların fiilleriyle ilgili bulunan vazî hükümlere gelince, bu hususta durum açıktır.[230] (2)
Hükümler kulların maslahatları için konulmuştur ve onlar maslahatlar karşısında eşittirler; herkes onlara aynı oranda ihtiyaç duyar.[231] Eğer hükümlerin, belirli insanlara has olarak konulmuş olduğunu farzedecek olursak, o zaman şer'î hükümlerin bütün insanlar için konulmuş olmadığı neticesi çıkacaktır Oysa ki, daha Önce de geçtiği gibi, hükümler kulların maslahatlarını temin için konulmuş bulunmaktadır. Böylece hükümlerin genel olarak herkes için konulmuş olduğu; özellik arzetmediği anlaşılmaktadır. Bundan, sadece Hz. Pey-gamber'in kendisine mahsus bulunan hükümler müstesna olmaktadır. Meselâ: "Mü'minlerden ayrı sırf sana mahsus olmak üzere, kendisini peygambere hibe eden nıiımin kadını almanı sana helâl kılmışız -dır. ... Ey Muhammedi Bunlardan istediğini bırakır, istediğini yanına alabilirsin. Sırasını geri bırakmış olduklarından da arzu. ettiğini yanına almanda sana bir sorumluluk yoktur"'[232] âyeti ile buna benzer sadece Hz. Peygamber'in kendisine has olduğu delil ile sabit olan hususlarda olduğu gibi. Hz. Peygamber'in ashabından bazılarına Özel muamelesi de bu kısımdan sayılır. Bu tür uygulamalar Huzeyme'nin şehâdeti gibi ya Hz. Peygamber'in özelliği ile ilgilidir[233] ya da Ebu Bür-de b. Niyâr'a özel olarak oğlak kurban etmesi hakkında izin vermesi gi-[246] bi değildir. Bu örnekte Hz. Peygamber, izni sadece ona has kılmış ve "(Oğlağı kurban etmek) sendan başka hiçbir kimse için yeterli olmayacaktır"[234] buyurmuştur. Bu kısım üzerinde de durulmaz. Çünkü bu tahsis işi Hz. Peygambere dönmektedir. Bu yüzden de, bu gibi Özel uygulamaların bulunduğu yerlerde aidiyet, yani bu hükmün sadece o kimseyehas olduğu belirtilir ,[235] İstisnaî de olsa bu şekilde şahsaözelli-ği belirtme, şer'î hükümlerin aslında genel olduğunu ve belirli kimse ya da kimselere has olmaktan uzak bulunduğunu gösterir. (3)
Bu konuda, sahabe, tabiîn ve daha sonra gelen nesillerin icmâı bulunmaktadır. Bu noktadan hareketle de Hz. Peygamber'in fiillerini, emsal durumlarda herkes için bağlayıcı kabul etmişlerdir. Öbür taraftan belirli olaylar üzerine getirilen ve genel (âmin) ifadeleri olmayan hükümleri, ya kıyas yoluyla ya da ifadeyi manevî umumîlik üzerine yormakla ya da daha başka yollarla genelleştirmeye çalışmışlar, öyle ki bunun neticesinde ilk olay için verilmiş olan hüküm husûsî ve sadece o olaya has olarak kalmamıştır. Yüce Allah: "Sonunda Zeyd eşiyle ilgisini kestiğinde onu seninle evlendirdik ki, evlâtlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde onlarla evlenmek konusunda mü'minlere bir sorumluluk olmadığı bilinsin"[236]buyurmuş ve Hz. Peygamberle ilgili olan bir olayın hükmünü bütün insanlar için genel kılmıştır.[237] Bu konuda icmâın sübutu üzerinde durmaya gerek yoktur. Çünkü şer'î hükümlerle yakından ilgilenen kimseler için bu son derece açıktır. (4)
Eğer bazı hükümlerle, sadece bazı kimselere hitap edilmiş olması sahih olsa ve böylece bazı insanlar o hükümlerin kapsamı dışında kalsaydı, o zaman aynı durum İslâm'ın temel kaideleri hakkında da söz-konusu olur ve mükellefiyet şartlarını taşıyan bazı kimseler bu gibi ko: nularda da hitap dışı kalmış olurlardı. Herşeyin başı olan iman konusunda da aynı şey kaçınılmaz olurdu. Bu sonuç, icma ile bâtıldır. Bunun gerektireceği sonuç da bâtıl olacaktır. Ben bununla velayet türünden olan kaza, imamet, şehâdet, yeni hadiselere verilecek fetva, kethudâhk (ırâfe), nakiblik (nikâbe), yazı, talim ve terbiye gibi şeyleri kastetmiyorum.[238] Çünkü bu gibi şeyler, onlarla yükümlü tutulmak için gerekli olan şartlar üzerinde durmaya yöneliktir. Yükümlülük konusunda aranılan şartların ortak yönü, mükellef olunan şeyleri yerine getirmeye kadir olunmasıdır. Dolayısıyla belirtilen vazifeleri yerine getirmeye kadir olan kimseler, onlar karşısında mutlak surette ve genel olarak yükümlü olmaktadırlar. Bu görevlere kadir olmayanlara gelince, onlardan yükümlülük mutlak olarak düşmektedir. Taharet, namaz vb, gibi hükümlere nisbetle çocukların ve delilerin durumunda olduğu gibi. Takat üstü yükümlülüğün caiz olmamasına binaen teklif,kudretin bulunup bulunmaması açısından hâs değil geneldir; ona başka yönden bakılmaz. Belirli kesime hitap edilmiş intibaını veren her konuda da durum aynıdır. Meselâ, amellere dalma ve dinde ihtiyatlı davranma mertebeleriyle[239]ilgili hitabın sadece belirli bir kesime yöneldiği intibaını veren durumlar gibi.[240]
Fasıl:
Bu esas, büyük faydalar içerir: (1)
Kıyasın isbati konusunda, onu inkâr edenlere karşı büyük destek verir. Şöyle ki: Bazı kimselere has hitap ile bazı kimselere has hüküm Hz. Peygamber zamanında çokça vuku buluyordu. Bunlarda, emsaline de uygulanacaktır diye hükmü genelleştiren bir delil de bulunmuyordu. Şeriatın genel ve mutlaklık üzere konulmuş olduğu ise belli. Bu durumda sözü edilen hususun sahih olabilmesi için, ancak mevcut özel hükümlerden hususîliğin kastedilmemiş olması gerekmektedir. Bu tür olaylarda, zikredilmeyeni zikri geçene katmayı gerektirecek bir lâfzın da bulunmaması, o dönemde meydana gelmiş her olayın hükmüne, daha sonra meydana gelecek benzerlerinin katılmasının zaruri olduğunu gösterir. Zaten kıyas da, işte bu demektir. Bu husus sahabenin uygulamasıyla da güç kazanmış ve böylece kalpler onu kabule yatkın hale gelmiştir. İnşallah bu konu daha sonra gelecek olan Deliller bahsinde genişçe ele alınacaktır. (2)
Şeriatın maksatlarını tam olarak kavrayamayan pek çok kimse, sûfiyyenin, çoğunluk mü si umanların (cumhur) tuttuğu yoldan farklı başka bir yolda olduklarını; onların İslâm şeriatında sabit olan hükümler dışında başka hükümlerle amelde bulunduklarını sanmışlar ve bu zanlarını desteklemek üzere de onların söz ve fiillerinden bazı hususları delil olarak kullanmışlardır. Meselâ onlardan birinden naklolunan şu sözü ileri sürerler: Birisine, "Şuna ne zekât düşer?" diye sorulur. O: "Bizim mezhebimize göre mi, yoksa sizin mezhebinize göre mi?" diye sorar ve sonra şöyle cevap verir: "Bizim mezhebimize göre hepsi Allah içindir; sizin mezhebinize göre ise şu kadar vermelisiniz." İşte bu tutum karşısında insanlar sûfiyye hakkında iki gruba ayrılmaktadırlar: Kimi zahiri tasdik etmekte ve sûfiyyenin çoğunluk içerisinde yerleşmiş bulunandan daha üst mertebede özel bir şeriata sahip 'olduklarını belirtmekte; kimi de onları yalanlamakta; aleyhlerinde kıyametler koparmakta, onlara hücumda bulunmakta ve ideal olan yoldan (şeriattan) çıkmış olduklarını, sünnete ters düştüklerini ifade etmektedirler. Her iki grup da karşılıklı aşırı uçtadırlar. Doğrusu, her mükellef az önce de açıklandığı gibi insanlar arasında yerleşmiş bulunan şer'î hükümler altına dahil bulunmaktadır; ancak meselenin ruhu, bu konuların açıklık kazanması için şeriatta[241] derinleşmekte ve gerçek anlayışa ulaşmaktadır. Yardım ancak Allah'tan istenir. (3)
Birçokları sûfiyyenin, şehvetlere saplanmış avam mertebesinden kurtuldukları ve şehevî duygu ve meyilleri bulunmayan melekler rütbesine ulaştıkları gerekçesiyle başkaları için mubah olmayan bazı şeyleri kendileri için mubah kıldıklarım zannederler. Onların itikadmca güya bunlar (sûfiyye), kendi müritlerine sıradan insanlardan ayrıcalık kazandıkları için şer'an haram olan bazı şeyleri helal kılmak istemişlerdir. Buna benzer birşey meselâ eğer haramlığı görüşünü kabul edecek olursak musikî dinleme konusunda söylenmektedir. Nitekim İslâm'a müntesip bulunan bazı feylesoflar da vardır ki, eğlence kasdıyla değil de tedavi ya da tâat konusunda zindeleşmek amacıyla içki içmeyi mubah görmüşlerdir. Bu, zındıkların "Teklif avama hastır,seçkinlerden (havas) ise düşmüştür" şeklindeki sözleriyle açtıkları bir kapı olmaktadır.
Bütün bunlar, yukarıda verilen şeriatın genelliği ilkesini görmemek ya da ondan gaflet etmekten kaynaklanmaktadır. Konu üzerinde durulmalıdır. Başarıya ulaştıran ancak Allah'tır. [242]
Konular
- Dokuzuncu Mesele:
- Onuncu Mesele:
- On Birinci Mesele:
- On İkinci Mesele:
- DÖRDÜNCÜ NEVİ
- ŞÂRİ'ÎN, MÜKELLEFİN ŞERÎ HÜKÜMLER ALTINA GİRMESİNDEKİ KASDI
- (MÜKELLEFİN ŞERİATLA YÜKÜMLÜ TUTULMASI)
- Birinci Mesele:
- İkinci Mesele:
- Üçüncü Mesele:
- Dördüncü Mesele:[53]
- Beşinci Mesele:
- Altıncı Mesele:
- Yedinci Mesele:
- Sekizinci Mesele:
- Dokuzuncu Mesele:
- Onuncu Mesele:
- On Birinci Mesele:
- On İkinci Mesele:
- On Üçüncü Mesele:
- On Dördüncü Mesele:
- On Beşinci Mesele:
- On Altıncı Mesele:
- On Yedinci Mesele:
- On Sekizinci Mesele:
- On Dokuzuncu Mesele:
- Yirminci Mesele:
- İKİNCİ NEVİ
- YÜKÜMLÜLÜKLERDE MÜKELLEFİN MAKSADI (NİYETİ)
- Birinci Mesele: