logo logo

Yeni nesil güncel konularla ilgili sorular ve cevaplar!

Fetvalar.Com

Yeni Nesil Fetvalar

Sistemimize üye olarak sitemizi daha aktif olarak kullanabilirsiniz.

Üyelik için tıkla

Fetvalar.Com

Güncel sorular ve cevapları

On Birinci Mesele:

Yükümlülük esnasında ortaya çıkan meşakkatler, eğer alışıla­gelmiş işlerde bulunan meşakkatlerden daha üst düzeyde ise, dînî ya da dünyevî bir fesadın ortaya çıkmaması için, o meşakkatlerin genelde kaldırılması Şâri'in maksatları cümlesinden olmakta idi. Geçeri delil­ler de bunu göstermektedir. Ruhsatların meşru kılınması da bu ama­cın bir sonucu olmaktadır.

Ama meşakkatler mutat dışı olmazsa, normal yapılagelen işlerde bulunan meşakkatler düzeyinde bulunurlarsa, bu durumda her ne ka­dar Sâri' onların vukuunu istemiş olmasa da, onların kaldırılmasına yönelik bir kasıt da bulundurmamaktadır. Bunun delili şudur: Eğer Sâri' bu tür meşakkatlerin kaldırılmasını istemiş olsaydı, böyle birkasıt ile birlikte teklif diye bir şey kalmazdı. Çünkü her amel normal olsun olmasın az ya da çok kendi ölçüsünde beraberinde bir meşak­kat ve yorgunluk da getirir. Bu daya bizzat sorumlu olunan amelin iş­lenmesi sırasında ortaya çıkar ya da sorumlu olunan ameli işlemek için şu anda içinde bulunduğu durumdan çıkmasında olur ya da her ikisinde birlikte bulunur. Eğer şeriat bu meşakkat ve yorgunluğun kaldırılmasını gerektirecek olsaydı, bu sorumlu tutulan amelin kök­ten kaldırılması gibi bir sonucu gerektirirdi. Bu ise doğru değildir. Doğru olmayan bir sonucu gerektiren şey de doğru değildir.
Ancak burada da üzerinde durulacak bir nokta[173] vardır: Mutat olan amellerde mevcut bulunan meşakkat ve yorgunluk o amellerin değişmesiyle farklılık arzeder: İki rek'at fecir namazında bulunan me­şakkat, sabah namazının iki rek'atindeki meşakkat gibi değildir[174] namazda bulunan meşakkat oruçtaki gibi değildir; oruçtaki meşakkat de hacdaki meşakkat gibi değildir. Bütün bunlarda sözkonusu olan meşakkat cihaddaki meşakkate benzemez. Diğer yükümlü tutulan amellerde de durum işte böyle. Ancak her amel, aslında mutat olan bir meşakkat içermekte ve bu meşakkat alışılagelmiş bulunan benzeri normal işlerde bulunan meşakkatle paralellik arzetmekte; genel ola­rak mutat sınırını aşmamaktadır. Sonra alışılagelmiş normal amel­lerde bulunan meşakkatler de her zaman, her yerde ve her durumda aynılık göstermemektedir. Meselâ, soğuk gecelerde sabah erkenden hakkı verilerek alman abdest ile, sıcak zamanlarda alman abdest aynı . değildir; suyun hazır bulunduğu yerde külfetsiz abdest almakla, bir hayli külfete katlanıp onu arayarak ya da uzak bir yerdeki kuyudan su çekerek abdest almak arasında fark vardır. Aynı şekilde kısaya da şid­detli soğuk gecelerde uykudan kalkarak namaz kılmak ile, böyle olma­yan zamanlarda namaza kalkmak aynı değildir.
Aşağıdaki âyetlerde Kur'ân işte bu anlama işaret etmiş olmakta­dır: Yüce Allah: "And olsun, biz kendilerinden öncekileri de denemiş­ken, insanlar, 'inandık'deyince, denenmeden bırakılacaklarını mı sa-naıdar. Allah elbette doğruları ortaya koyacak ve elbette yalancıları ortaya çıkaracaktır"[175] buyurduktan sonra: "İnsanlardan 'Allah'a inandık' diyenler vardır; ama Allah uğrunda bir ezaya uğratılınca[176]insanların ezasını Allah'ın azabı gibi tutarlar.,."[177] buyurmuştur. Yi­ne: "Onlar size yukarıdan ve aşağınızdan gelmişlerdi; gözler de dönmüştü; yürekler ağızlara gelmişti;[178] Allah için çeşitli tahminler­de bulunuyordunuz" [179]buyurduktan sonra Yüce Allah: "İnananlar­dan, Allah'a verdiği ahdi yerine getiren erler vardır. Kimi bu uğurda canını vermiş, kimi de beklemektedir. Ahidlerini hiç değiştirmemiş­lerdir"[180]buyruğu ile, sabır ve metanet gösterip, sözünde sadâkat gösterenleri Övmüştür, Ka'b b. Mâlik ve iki arkadaşının başından ge­çenleri burada hatırlayabiliriz: Bunlar Tebük gazasından geri kalmış­lar ve mazeretleri olmadığıhalde sefere katılmamışlardı. Hz.Peygam-ber onlarla kimsenin konuşmamasını emretmiş ve hakla­rındaki hükmü Allah'a bırakmıştı. Öye  bütüngenişliğine rağmen yer onlara dar gelerek nefisleri kendilerini sıkıştırmış, Allah'tan başka sığınacak kimse olmadığım"[181] anlamışlardı.[182]Günahagirme kor­kusu ('anet) bulunduğu zaman câriye ile nikahlanma hakkında gelen âyette de durum aynıdır[183] ve bu âyetin sonunda "Buna rağmen sab­retmeniz sizin için daha hayırlıdır"[184]buyrulmuştur.

Bunlar yanında, mutat amellerde bulunan meşakkatin mutat dı­şı düzeye ulaştığı sanıldığını, aslında ise mutat düzeyde bulunduğunu gösteren diğer deliller konumuza açıklık getirmektedir. Tek bir amel­de bulunan meşakkatin, iki ucu, bir da orta noktası vardır: Üst tarafıki buna azıcık bir şey ilave edilecek olsa,,hemen mutat dışı düzeye çı­kılmış olur. Bu durum o amelin mutat dışı bir amel olmasını gerektir­mez. En alt tarafı ki, eğer birazcız azaltılacak olsa burada da o amele nisbet edilecek meşakkat diye bir şey kalmayacaktır. Orta noktasına gelince, çoğunluğu ve genelliği bunlar teşkil eder. Durum böyle olun­ca, insanların gidişatlarım iyi bilen kimseler için, ilk bakışta mutat üs­tü sanılan meşakkatlerin çoğunun aslında hiç de öyle olmadığı anlaşı­lacaktır. Mutat dışı sanılsa bile asİında mutat düzeyinde kaldığına gö­re, bu tür meşakkatlerin kaldırılmasına yönelik Şâri'ce bir kasıt bu­lunmayacak, durum aynen normal düzeyde seyreden fiillerde mevcut bulunan mutat düzeydeki meşakkatlerdeki gibi olacaktır. Neticede de, bu meşakkatler hakkında ruhsat bulunmayacaktır. Bazen konu netlik arzetmez, karışık olur; bu durumda ise görüş ayrılıkları kaçınıl­maz olur.
Allah Teâlâ'mn: "İsteyerek veya istemeyerek hepiniz savaşa çı­kın"[185] buyurup sonra da: "Çıkmazsamz Allah size can yakıcı şekilde azâb eder"[186] buyurmasından anlıyoruz ki, bu seferberlik emri müsa­maha gösterilmeyen bir konudur ve seferden geri kalma konusunda asla ruhsata yer bırakmamayı gerektirir. Şu kadar var ki  güçlük ve sıkıntının (haraç) kaldırılmış bulunduğunu gösteren delillerin bir ge­reği olmak üzere buradaki emir, mutat olan amellerde karşılaşıla­cak meşakkatlerin en üst düzeyinde olacak bir duruma yorulur ve bu­nun sonucunda seferberlik ve savaşa çıkma mümkün bir hal alır. Te­bük seferinde iki önemli unsur vardı: Sıcağın şiddeti ve seferin uzaklı­ğı. Tabiî bunlar gölgelenme imkânından mahrumiyet, meyvelerin ha-sad-edilmesi ve diğer yapılması gereken dünya işlerinin çevirilmesi gi­bi şeylerden ayrılma yanında fazladan meşakkatler oluyordu. Bütün bunlar normal gazalarda bulunan meşakkate nisbetle apaçık fazla­dan bir güçlük ve sıkıntı demekti. Ancak onu mutat olma sınırından dışarı çıkarıcı da değildi. Bu yüzden de bu konuda ruhsat verilmemiş­ti. Benzeri durumlarda da aynı oluyordu. Yüce Allah: "And olsun ki si­zi, içinizden cihada çıkanları ve sabredenleri meydana çıkarana ve haberlerini açıklayana kadar deneyeceğiz"[187] buyurmuştur.
İbn Abbas Yüce Allah'ın: "O, dinde sizin için bir zorluk (harec) kılmamıştır"[188] buyruğu hakkında şöyle demiştir: "Bu sadece İslâm'ın bir genişliğidir. Allah (dinde kulların çıkmaza girmesini (harec) is­tememiş) tevbe ve keffâretler kapısını açık tutmuştur." İkrime ise, âyetteki "harec" kelimesini: "Kadınlardan ikişer üçer ya da dörder ev­lenebilmeniz" şeklinde açıklamıştır. Ubeyd b. Umeyr'den şöyle nakle­dilir: Bu zat kavminden bir grup içerisinde İbn Abbas'a gelir. Ona "harec" nedir diye sorar. İbn Abbas: "Siz Arap değil misiniz?" der. Sonra: "Bana Hüzeyl kabilesine mensup birisini bul getir" der. Gelen adama; "Sizde 'harec' nedir?" diye sorar. Adam: "el-Harecetu mine'ş-şecer de­mek, çıkışı olmayan ağaçlık demektir" diye cevap verir. İbn Abbas: İş­te, harec asla çıkış yeri bulunmayan şey (çıkmaz) demektir. Dikkat edilirse İbn Abbas, hareci çıkışı olmayan şey diye yormuş ve âyeti de ona uygun olarak, Allah tevbe ve keffâretleri meşru kılarak kulların çıkmaza girmesini kaldırdı diye tefsir etmiştir. Harecin aslı darlık ve sıkıntıdır. Alışalagelmiş amellerde bulunan mutat meşakkatler ne sözlük bakımından ne de serî örf bakımından "harec" değildir. Nasıl olabilir ki, bu tür meşakkatler, serî bir hikmet için konulmuştur ki o da, ayıklamak ve denemek olmaktadır. Böylece Allah'ın ezelde bildiği şey şühûd âleminde de ortaya çıkacak ve herkes ona göre karşılık bula­caktır. Şu halde, Allah'a hamd ederek belirtelim ki, dinde kaldırılması istenilen meşakkat (harec) ile, böyle olmayan meşakkat arasındaki fark anlaşılmıştır.

Fasıl:

İbnu'l-Arabî şöyle demiştir: "Eğer güçlük (harec) bütün insanlar için genel (âmm) bir olayda ise, o düşer; yok güçlük (harec) özel (hâs) ise bize göre dikkate alınmaz. Bazı Şafiî usûllerinde dikkate alınacağı yazılıdır."

Onun bu sözü üzerinde durmak gerekmektedir: Çünkü bu sözündeki "özel" (hâs) sözü ile, mutat meşakkatler mertebesinin en üst sınırında olan meşakkati kastediyorsa, hüküm aynen onun dediği gibidir ve bu durumdakonu üzerinde ihtilâf edilme­mesi gerekir. Çünkü, bu güçlük eğer mutat kısımdan ise, mutat güç­lüklerin dikkate alınmadıklarını ve onların kaldırılmasına yönelik düzenlemelere gidilmediğini, aksi takdirde teklifin aslında da bulun­duğu için yükümlülüklerin tümden kaldırılması gibi bir sonucun gere­keceğini görmüştük. Bu konuda ihtilâf bulunduğunun tasavvur edilmesi de, sadece bu güçlüğün mutat türden olduğu ya da mutat dışı kabilinden bulunduğu esasına dayanır; yoksa güçlüğün bu iki kısım­dan birinden olduğunda ittifak edildikten sonra neticede ihtilâf edil­miş değildir. Sonra onun bu güçlüğe "özel" (hâs) demesi tartışılabilir; çünkü nereden bakılırsa bakılsın sözü edilen güçlük geneldir (âmm), özel değildir; zira o hiçbir zaman tayin yoluyla sadece belirli mükellef­lere has değildir. Bu itibarla onun özelliğinden söz etmek mümkün de­ğildir.

Eğer bu sözündeki "güçlük" (harec) ifadesiyle, mutat dışı ve hak­larında ruhsat ve genişlik getirilen güçlükleri kastetmişse, bu durum­da da genellik ve özelliğin anlaşılması yine problem arzedecektir. Çünkü meselâ yolculuk, namazın tam olarak kılınması ve orucun tutulması durumunda bir güçlük (harec) halini almaktadır. Bu yüzden de hafifletici hükümler (ruhsatlar) getirilmiştir. Bu genel olmaktadır. Hastalığı ele alalım: Bunun için de hafifletici hükümler getirilmiştir. Ancak o; her hastalık durumunda hafifletmeye gidilmez anlamında genel değildir. Çünkü bazı hastalar, namazı ayakta ya da oturarak kıl­maya güç yetiremezken, bazıları buna güç yetirebilirler. Kimi hasta oruç tutamaz iken, kimi hastalar da tutabilir. Bu durumda hüküm, mükelleflerden her birinin kendi özel durumuna göre değişir. Bunun­la birlikte genel olarak hastalık hafifletme sebebi olarak kabul edil­miştir. Zahirde bu güçlük (hastalık) Özeldir, fakat bu konuda Mâlik, Şafiî'ye muhalefet etmiş değildir. Ancak, hastalığın mutat dışı bir güç­lüğe sebebiyet vermesi durumuyla kayıtlanması durumunda bunu ge­nel olan güçlük türünden kılmış olmaları mümkündür, bu durumda da genel kısmına ait oîur.Mâlik'in bu hususta da Şafiî'ye muhalefet et­tiği bilinmemektedir. Bu durumda özel olan güçlüğü misallendirmek zorlaşır. Eğer böyle denilmezse, o zaman ittifakla ya da ihtilâfla hak­kında meşru bir hafifletme bulunan her güçlük genel bir hal alır; ister­se varlık âleminde onun tek bir örneği bulunsun; netice değişmez. Eğer teşrî'in sadece o fert için ya da belirli bir grup için konulduğu var­sayılacak olursa, şeriatta böyle bir durumun varlığı düşünülemez. Böyle Özel bir durum olsa olsa ancak Hz. Peygamber'in şahsına, ya da bizzat O'nun tarafından ashabından bazılarına özel olarak getirdiği hükümlerde görülebilir. Meselâ, Ebu Bürde'nin oğlağı kurban etmesi, Huzeyme'nin şahitliğinin yeterli kabul edilmesi gibi. Bu gibi hüküm­ler ise peygamberlik zamanına has bir olaydır; daha sonrası için çalış­maz.
Soru: Belki de "genel" ifadesiyle bütün insanlar için sözkonusu olan, "özel" ifadesiyle de, bazı bölgelere veya bazı zamanlara ya da bazı insanlara has olan[189] kasdedilmiştir.
Cevap: Bunu kastetmiş olduğunu kabul etsek de problem orta­dan kalkmamaktadır. Çünkü, bir tür ya da sınıfa nisbetle güçlük, o küllî hakkında genel olmakta, özel olmamaktadır. Zira özel güçlüğün gerçek anlamı, kendisinde belirli şahıslara veya belirli zamanlara ya da belirli mekanlara ait güçlük içeren şey olmaktadır. Bütün bunlar ise ancak peygamberlik zamanında tasavvur edilebilir veya taabbudîlik arzeden ve kendisine başkalarının kıyas edilemeyeceği şekilde varlığı düşünülebilir. Meselâ, Hz. Peygamber'in fakirlerin Medine'ye akın ettiği sene, kurban etlerinin üç günden fazla tutulmasını yasaklaması,[190] kıble olarak Ka'be'nin tahsis edilmesi, üç mescidin[191] diğer mescitlere faziletçe üstün kılınması gibi. İbnu'l-Arabi'nin sözünde, bu gibi durumların kastedilmiş olması mümkün değildir.

Soru: "Bir tür ya da sınıfta; hem kendilerini hem de başkalarım kapsayan bir cins altına giren bir tür ya da sınıf olmaları hasebiyle özellik vardır" denemez mi?

Cevap: Onda da, belli bir sayı altına girmeyen cüzleri kapsaması bakımından yine genellik vardır. Bu durumda iki taraftan biri ki hususîlik tarafı oluyor umumîlik olan diğer tarafından daha önce­likli değildir; hatta umumîlik yönü daha da Önceliklidir diyebiliriz. Çünkü ondaki güçlük (harec) küllidir; öyle ki eğer harecin başka bir tür ya da sınıfta bulunduğu sabit olsa, o da hükümde ona katılırdı. O tür ya da sınıfın, aynı cins altında bulunan diğer tür ya da sınıflara nis-beti, hastalığın ya da yolculuğun katılması konusunda o cinsin bazı cüzlerinin, diğer bütün cüzlerine nisbeti gibidir. Öyle ki, eğer bunlar­dan bazısı hakkında hüküm sabit olursa, diğerleri hakkında da sabit olur; eğer bazılarından düşerse diğer bazılarından da düşer. Bu husus her iki imam arasında da aynıdır, Bizim meselemizde de durumun ay­nı şekilde (ittifak halinde) olması gerekir. (Fakat öyle değildir).
Soru: Belki de bu sözüyle, genelde sudan ayrılma imkânı bulun­mayan değişiklik gibi bir şey kastedilmiş olabilir. Bu ise geneldir. Meselâ suya toprak, yosun ve benzeri şeylerin karışması gibi.[192] Ya da değişikliğin ayrılmama özelliği sadece bazı sulara has ise, o zaman da özel (hâs) olur. Birinci türden olan güçlüğün hükmü, genel olduğu için düşer. İkinci türden olan güçlüklere gelince, onun özel olması sebebiy­le hakkında ihtilâf bulunmaktadır. Aynı şekilde deniz suyu hakkında da ihtilâf edilmiştir: Acabao temizleyici inidir, yoksa değil midir? Çünkü o, Özel bir değişiklik arzetrnektedir. Suda bulunan yaprakların da­ğılması neticesinde meydana gelen Özel değişiklikhakkında da ihtilâf bulunmaktadır. Nikâhtan önce talâk verilmesi, eğer genelse[193] iti­bardan düşer; eğer özelse (hâs) bu durumda ihtilâf vardır. Meselâ, falan kabileden veya falan ülkeden evleneceğim her kadın; ya da evlene­ceğim her siyah kadın ya da beyaz kadın; yahut evleneceğim her bekar ya da dul kadın ... boş olsun, demesi durumunda burada karşı karşıya gelinecek güçlük (harec) de özel (hâs) olmuş olur. Satın alacağım her cariye hür olsun, demesi durumunda mülkiyet noktasından bu genel bir güçlük olur ve düşer; dikkate alınmaz. Cinsî ilişki kasdıyla alaca­ğım cariye demesi durumunda ise buradaki güçlük (harec) özel olmuş olur.[194] Nitekim "Evleneceğim her hür kadın boş olsun" demesi duru­munda da hal aynıdır (yani harec Özeldir; zira cariye ile nikahlanma imkânı vardır), Bu durumda mutlak mülk kasdma nisbetîe cariyenin satın alınması konusundaharec (güçlük) genel olmuş olur; dolayısıyla o söz itibardan düşer. Eğer: "Sudan'dan alacağım her cariye..." derse, buradaki harec (güçlük) özel olur ve bunda ihtilâf bulunmaktadır Da­ha başka benzer meseleler de bulunmaktadır.
Cevap: Bu mümkündür ve onun sözünü yormak gereken en yakın ihtimal de bu olmalıdır Ancak bu ve benzeri meselelerde İmam Mâ-lik'ten itibara alınmayacağına; İmam Şafiî'den de itibara alınacağına dair belirtilen ihtilâfı, usûl ilmine değil de fıkıh (furû) ilmine nisbetîe tahkik etmek gerekir Bu durumda eğer aralarında ihtilâf bulunduğu ortaya çıkarsa, burada sözü edilen ihtilâftan da kasıt o olur. Usûl açı­sından ele alınması onun dediğini gerektirir. Çünkü genel olan harec (güçlük), insanın kendisinden kurtulmaya güç yetiremediği güçlük­tür. Daha önce geçen örneklerde olduğu gibi. Eğer, insanın kendisini kurtarması mümkün ise, o harece (güçlüğe) mutlak surette "genel" de­mek mümkün değildir. Ancak, sözü edilen güçlükten kendisini kur­tarmak için, bu kez daha başka fakat ondan daha hafif bir güçlükle karşılaşılabilir. Çünkü, insanların o konudaki halleri farklı olduğu için meşakkatsiz ondan kurtulmak mümkün değildir. Hem sonra, on­dan kurtulma meşakkatsiz olmadığı gibi; meşakkat var diye de o, atıl­maz. Bu açıdan harece iki bakış açısı vardır. Bu durumda meselenin , iki ucu bir de ortası bulunmaktadır: (1) Geçerli olan âdetlere ve gidi­şata nazaran kurtulma imkânı bulunmayan genel tarafı. (2) Meselâ, suyun sirke, zaferan vb. gibi bir madde ile değiştirilmesi gibi harecsiz ondan kurtulma imkânı bulunan ve genel tarafın karşısında yer alan özel (hâs) tarafı.(3) Her iki taraf arasında da gidip gelen ve netlik kazanmayan ortası; İşte bu konu da üzerinde düşünülmesi gereken bir noktadır ve içtihada açık bulunmaktadır. Allah en iyisini bilir. [195]