logo logo

Yeni nesil güncel konularla ilgili sorular ve cevaplar!

Fetvalar.Com

Yeni Nesil Fetvalar

Sistemimize üye olarak sitemizi daha aktif olarak kullanabilirsiniz.

Üyelik için tıkla

Fetvalar.Com

Güncel sorular ve cevapları

2. Süleyman Ve 2. Ahmed Dönemi Deniz Harekâtları


Sultan 4. Mehmed'in yerine padişah olan, bir küçük kar­deşi 2. Süleyman devlette devamlılığın gereği faaliyetlere ve başarı aramağa gayrete devam edilmekteydi. Osmanlı deniz gücü daha yukarıda bildirdiğimiz gibi denizcilikten yetişmiş­lerin idaresine teslim olunduğunda grafik başarı çizgisini gösteriyor kara savaşçılarına terk olunduğunda sıkıntılar başlıyordu. Takvimler 1688 yılını gösterdiğinde, Venedik Doç'u ölmüş ve bu devletin idaresini deruhde eden Senato, Amiral Françesko Morosiniyi sergilediği hizmet hasebiyle Doç olarak seçme kararıaldı. Ancak böyle değerli bir amira­lin doç göreviyle taltifini donanma bir kayıp olarak niteleye­ceğinden, vaziyeti göz önüne alan senato Morosini arzu ettiği takdirde, başkumandanlık selahiyetini vermişti. O da, he-mence Ağnboz (Eğriboz) Adasına gözünüdikmiş, ancak yaptığı saldırılar sonunda, ademî muvaffakiyete uğramıştı. İ/ekim/1688'de, Eğriboz önlerinden çekilmekte olan Moro­sini belki de ağlıyordu..
Bu sırada kara muharebelerindeki neticeler yüz güldür-mezken, donanma da savunma donanmasına dönüştüğün­den, olsa olsa müdafaadaki başarılar söz konusu olabiliyor­du. Bu bakımdan; deniz savaşlarının getirişi olan mâli gani­metlerin kesilmesi, devlet hazinesinin de artık zaafa uğra­mak gibi hâle düşmesinin sebeblerinden birini teşkil ediyor­du. Donanmamız; 1689'da biri Ege denizinde, diğeri Tuna nehrinin içinde oimak üzere iki cephede vazife görmekteydi. Kapdanıderya, altı tane kalyon, yirmi çektiri ve oniki firka­teynle Eğeye açılırken, Bıyıklı Ali Paşa da Tuna Nehrinde vu-kubulan savaşlara katılabilmek için Vidin Muhafızı Hüseyin Paşa  ile birleşip Tuna Nehrindeki stratejik noktaları savun­maya çalışacaktı.
Sultan 2. Süleyman; Bıyıklı Ali Paşayı görevden alıp, yeri­ne Mezamorta Hüseyin Paşa'yj kapdanıderya yaptı. Takvim­ler bu sırada 4/ocak/169Ü'ı ve Mezamorta Hüseyin Paşa, kapdanıderya'lığa Cezayir Beylerbeyi iken bu göreve getiril­mişti. Cezayir ahalisi Mezamorta'yı sevmeyip, ne Beylerbey­liği ne de kapdanıderyahğına taraftar değildiler. Onlar bu va­zifeyi, Tunus Beylerbeyi Hamamcı Mustafa Ağanın tâyini is­temekteydiler. Padişah otuzbeş gün sonra Mezamorta Hüse­yin Paşayı azletti, ancak MustafaAğayı kapdanıderya yap­mayıp, eski kapdanıderya İbrahim Paşayı yine aynı göreve nasb etti. Donanmanın Tuna filosunu da, Mezamorta Hüse­yin Paşaya teslim etdi. ibrahim Paşa ise, hemen on tane kal­yon yapılması için emir yayımladı. Bunların üçünü İstanbul, yedisini de Karadenizdeki tersaneler inşa edecekti. Takvimler 1690 yılını gösterirken, Fâzıl Mustafa Paşa; tanzim ettiği kara birliklerini sefere götürdüğünde çok daha fazlaca randıman elde etme şansı buldu. Bu kara askeri İle onsekiz günde Niş Şehrini ele geçirmiş, zamanı uzatmadan, Belgrad'ı istirdat et­miş olduğunu yukarıda yazmıştık. Belgrad'ın alınmasında, Mezamorta Hüseyin Paşa, emrindeki Tuna Filosuyla bu ar­mada da, dört kadırga, dört firkateynden müteşekkildi, hayli faydalı olmuştur. Şunu hemen söyleyelim ki; denizlerin kont­rolü kimin eline geçmişse, o millet bir adım öndedir.

Bu bakımdan; ibrahim Paşa Akdenize açılmak mecburiye­tinde oluşu, ordu-yu hümayuna yardıma gelmek üzere Mı­sır'dan gemilerle yola çıkacak bölge askerinin yol emniyetini sağlamak için, düşman tasallutundan korumak münasebe­tiyle, bilhassa İskenderiye ile Rodos arasında Venedik saldırı­sına açık bölgeyi asker yüklü gemilerin selâmeti için güven­de tutmak mecburiyetine kilitlenmişti.

Nitekim; İbrahim Paşa, pek büyük gemilerle nakledilen söz konusu askeri, Rodos'tan çok daha süratli giden kadır­galara almak suretiyle İstanbul'a götürmüş böylece hayli pratik bir işlem gerçekleşmişti. Fâzıl Mustafa Paşanın verdiği emir üzerine Mezamorta Hüseyin Paşa Ali Paşa ile birlik ol­muş Vidin, Orşuva ve Feth-i İslâm kalelerimde istirdat etmiş­lerdi. Deniz mevsiminin sona ermesi üzerine İstanbul'a gelen Mezamorta Hüseyin Paşa, padişahla görüşmüş ve bu görüş­mede açıkça padişaha, Venediklilerle uğraşmak böyle sekiz kalyon ile yürümez dedikten sonra çok daha fazla kalyon ya­pılması teklifini ileri sürmektende içtinab etmedi. Osmanlı deniz kuvvetlerinin gemi bakımından olsun, bahriyeli yetiştir­me hususundaki kısırlığı, açık deniz âleminde hükmümüz açısından pek önemsenir halde olmamamıza sebeb olmuştu Venedik; Osmanlı kıyı savunmasına dâir bilgiler için casusla­rını görevlendirdi.

Bu casuslar; Avlonya'da pek az Osmanlı gücü bırakıldığını haber vermişlerdi. Bu bilgiye istinaden, Amiral Kornam Av-lonya'ya yaptığı ani bir gece baskınında, şehri ele geçirdiği görüldü. Draç üzerine hücuma geçen bu amiral, Draç'ın müthiş savunması karşısında şaşıp kalmıştır. Peşinden yap­tırdığı tahkikat sonunda Draç'ın düğüm noktalarının, güçlü bir yapı içinde olduğunu öğrenmiştir.
Bilindiği gibi, 2. Süleyman 1691 yılında Hakk'ın rahmetine kavuşmuş ve yerine kardeşi 2. Ahmed Osmanlı tahtına otur­muştu. Yukarıda bahsettiğimiz deniz ile ilgili safahatın, bu döneme aid olduğunu ayrıca belirtmeğe lüzum olmadığını düşünüyorum ve bu ifadeden sonra tafsilatına geçeceğimiz deniz hareketlerininde 2. Ahmed dönemine aid olduğunu te­barüz ettirmeye, ayrıca gerek görmüyorum.
Tuna filosunun; Mezamorta Paşa komutasındaki mühim hizmetlerini yukarıda arz eylemiştik, bu filo iyi idare olunduğunda muhakkak faydası namütenahi olabilirdi. (Nitekim; Ali Paşa'nın komutan olmasından hemen sonra filoya Tetel Ka­lesinin istirdadı görevi verildi. Tuna filosu levendlerine, Meh-med Reis adlı hemdenizci hem de levendlikten yetişme idare kudretine hâiz bir komuta ediyordu. Bu filo Belgrad istika­metinde hareket ederek yukarı doğru seyir etmiş ve bahse kaleyi feth için Avusturya kuvvetlerine saldırmış ve sonunda onları mağlup etmiş kaleyi de istirdad etmişti. Deviet ricali­nin birbirini geçmek üzere, yarışma içinde olması, muhak­kak devletimizin lehine bir durumdur. Osmanlı İslâm devleti, bin yıldır kılıcı olduğu din-î islâmın mübeşşirinin, "hayırda yarışınız" tavsiye-i peygamberisine uydukları takdirde yarı­şın tabiiki ülke lehine neticeler vereceği şüphesizdir fakat bu yanşa; şer'l şerife mugayir, yalan, entrika ve iftira sokmaya çalışanlar hem ağır bir günahın akıbetine kendilerini hazırla­malılar hem de, bu haksız rekabetin kendilerine aetireceği başarısızlığa mahkûm olmalarını bilmeleri gerekirdi. Ne var-ki; rekabetin böylesine müsbet tarafını tutmak gerekirken, menfiyatı tercih yolunu seçenler, Tuna Filo komutanını padi­şaha askerin disiplinini bozuyor töhmetiyle fitlediler. Bunu ileri sürenler böyle bir suçlamanın ağırlığını düşünmüşler, an­cak Ali Paşa'nın böyle bir işlem içinde olmayacağını bildikle­ri bir vakıadır. Ne var ki maksat, Ali Paşa'nın yükselen tren­dini durdurmak olduğuna göre doğruyu bilmenin ne önemi olabilirdi? Padişah böyle bir suçlamayla itham olunan kimse­yi savunmak yerine görevi Mustafa Reis adlı birine ihale edi­verdi. Avusturya orduları kurmayları, Tuna nehrini bir ikmâl yoluna dönüştürmek için daha önceden kararlaştırdıkları 800 adet, nehir teknesi denen, altları düz olarak yapılmış bü­yükçe kayıkları malzeme doldurarak Salankamen mevkiine geldiler. Mustafa Reis; bizim askeri kuvvetlerimize yardım götürürken bu Avusturya teknelerini görmüş ve üstelik savaş malzemesiyle dolu idi.
Mustafa Reis, gördüğü bu teknelerin üzerine çullanmak için dakika kaybetmedi. Yaptığı hücumda bîr haylisini batır­dı. Kimini âteşe düşürdü, bir çoğunu da esir aldı. Bu yüzden birliklerimizin eline geçen çeşitli ihtiyaçları karşılıyacak ik­mal malzemesi çokçok miktarda idi. 19/ağustos/1691 'de, yukarılarda anlatmaya çalıştığımız gibi Ordumuzun galibiyet ibresiyle buluştuğu esnada, Fâzıl Mustafa Paşanın o mübec-cel alnına isabet eden hâin kurşun, sadece veziriazamı değil, gülümsernekte olan zaferi de, elimizden alıp götürmüştü. Or­dumuz bozulmuştu; böylece Mustafa Reisin getirdiği takviye malzemesini verebileceği veya onu kullanabilecek, bir güç ortada görünmüyordu.
Reis, gemilerden malzemenin tamamımda çıkaramaması-na rağmen ziyan olmasın diye bu malzemeyi Belgrad'a geıi götürmüştü. Bu geri götürme işi mi? Yoksa görevden aldığı Ali Paşa hakkında kanaatini değiştirecek bir dönemimi bul­du, bilemiyoruz amma Ali Paşayı yeniden Tuna Filosu riya­setine tâyin etmişti. Ali Paşa; kurulan siyasi entrika sonunda görevden olduğu gibi değeri daha sonra anlaşıldığından ye­niden vazifeye dönmesi doğrunun yardımcısının Allah (c.c) olduğunun bir misâlidir. Amma öyle fırıldıklar olur ki, fitneye hedef olan mazlum olarak ahirete bile intikal eder ki, bu da takdir-i hüdâyı ezelidir. İşte bu Ali Paşa, görevine avdet et­mesi sonucunda birliklerimize hem muharip olarak fiilen yar­dım edecek hem de ikmâl hususunda, Tuna'yı en istifadeli şekilde kullanmamız için aldığı vazifeleri icra edecekti. Bu arada Avusturyalıların, Erdel'e daha kestirme yoldan geçe­bilmek için bir köprü yaptıklarının haberini aldığında, hemen o tarafa koşup, burada biriken düşmanı saldırısıyla perişan eyledi ve peşinden, düşmanın yaptığı köprüyü yıkmak sure­tiyle, Avusturyanın emellerine büyük bir darbe vuruken, gö­revde liyakatini bir defa daha, ispata muvaffak oldu. Bunun sonucunda da deniz galibiyetlerinin dolaylı olarak, kara sa­vaşlarına büyük yardım sağladığını da belirtmeden geçeme­yeceğim. Ama yine de, Ali Paşanın Eğriboz muhafızlığına atandığını, Helvacı Yusuf Paşanın 16/ocak/ 1692'de kapdan-ı deryalığa getirildiğini görüyoruz.

Bu saraydaki bardaklarda ve kurnalarda su görerek yetiş­miş, Helvacı Yusuf Paşa, Kaptan paşa'ya tahsis edilmiş eya­let vergilerinin toplanmasında, en başarılı tahsildar dense ye­ri olan, bir kimsedir. O, ne yeni gemiler yapımına ne de le-vendlerin eğitimlerine önem verdi, ha şu unutulmamalı ki, korsanların üzerine gitmeye önem verdi. Bu dönemde birbi­rinden ayrı olarak ağıza alınması kabil olmayan iki kelime vardı. Bunun ilki Çanakkaleboğazi, diğeri ise Venedik idi. Bu iki kelimeden biri anıldığında, derhal öbürü yanında yer alı­yordu.

İşte Helvacı Yusuf Paşa Paşa donanmanın başında Çanak-kaleboğazına geldiğinde, küçük bir filoyu yolladı ve Venedik Donanmasının hangi sularda olduğunu keşfettirdi. Sonra da; ona hiç görünmeden, vergileri bu donanmadan da bahset­mek suretiyle, daha kolayca toplama yolunda kullanmaktan imtina etmedi. Böyle bir kapdanıderyanın başında olduğu donanmayı hümayun, ülkenin hangi denizinde, kâğıttan bile olsa sandal yüzdürmemizi sağlayabilir?

Amma iş sadece kılıçda olmadığı, o kılıcın kabzasını tutan elin miyarının önemi olduğu insanlık âleminin tecrübeli fert­lerinin, kabul ettiği gerçeklerdendir. Vergi toplama tutkusuyla muttasıf, Yusuf Paşa, Rumeli kıyılarımızda âlîkıran başkesen olan, Çaylak Yorgi adını taşıyan bir korsanın, bilhassa Pira-veşte de ahaliye, büyük bir zülüm getiren hareket içindeydi ve bu Yorgi'nin beş fırkateyn'den kurulu korsan filosu, kor­sanlığını devam ettirmekteydi.

Yusuf Paşa, üç firkateyn ile beş çektiriden, meydana gelen küçük bir deniz birliğinin başında İstanköylü Mehmed Bey'i vazifelendirdi. Mehmed Bey, Çaylak Yorgi'yi bulunca onunla sert bir savaş yaptı ve içlerinde Yorgi'de olduğu halde, dört gemisini esir alarak Yusuf Paşaya getirip teslim etdi.
Morosini'nin; Venedik Doç'u olması sonrasında, kafasını ilk taktığı yer, Girid Adasını almak olmuştu. Bunda muvaffak olduğu takdirde, Ege ve Doğu akdeniz sularında Venedik dö­neminin eski şaşaasına dönmesini başarmış olacaktı. BÖyie bir kararı uygulamanın startıda, Girid'in, Hanya Kalesi önle­rinde Venedik ile Papa filolarının yanında, Floransa ve Malta filolarını bir araya getirmek suretiyle verilmiş oldu. Bu start sonunda ilk saldırı olarak 1692'de, Hanya kalesi yanındaki Top limanına asker çıkararak, burada karaya ayak basan as­kerleri, Hanya'ya doğru yürüyüşe geçirdiler. Buna karşılıkda, deryakaptanı'nın stratejik düşünceden mahrum yönetim an­layışı, istihbaratsızlıkla ve temkinli olma gibi, mühim unsur­lardan bihaberâne, tatbikatlı olunca Girid önünde bulunmayı akıl edemediği gibi, Venediklilerin Suda limanına sokulmala­rına müsaade etmemeside gerekirdi!

Heyhatki heyhat! Hanya kalesinde bu sırada binbeşyüz ki­şilik bir savunma askeri bulunuyordu ve bunların başında da; Ispanakçı İsmail Paşa bulunmaktaydı. Kandiya kalesinin mu­hafızlığı da, Fındık Mehmed adlı bir zâtın elindeydi. En yakın yardım istenecek olan Fındık Mehmed'e haber uçuran, Ispa­nakçı İsmail Paşa, kapdanıderya'ya da haber göndermeyi ih­mal etmedi.

Bu haber Helvacı Paşa'ya ulaştığında, yapması gereken derhal donanmayı hümayunun taarruza uğrayan yere, en ya­kın olan gemilerini göndermek olduğu gibi ana donanmayı da, lâzım gelen tertibatı da almak üzere tedbirlere tevessül olunması İcâb etmesine rağmen, onun yaptığıysa, vak'ayı padişaha bildirmek oldu. Allah'dan padişah hemen mesele­ye el koyup, Şaban Ağa komutasında ikibin yeniçeri, malze­me ve mühimmat göndermeyi emrederken, cebecilerden bin kişiyi topçulardanda beşyüz kişiyi, kapdanıderyanın gemiler­le Girid'e götürmesi hakkında emir verdi.
Ayrıca Mezamorta Hüseyin Paşayada, İskenderiye lima­nından, bin kişilik savaşçı asker alıp Girid Adasına gitmesini de bildirmesi büyük bir isabetdi. Bununda dışında Venedikli­lerin eteğini tutuşturmak içinde bunların Mora Yarımadasın­daki topraklarına, bir kara savaşı açarak çelme hareketi "baş­lattı. Mora'daki; Venedik toprakları üzerine açılan, kara sava­şını padişah, Mora seraskeri Halil Paşa ile Eğriboz ve Yanya Sancak beyleri Ali Paşa'ya verdi. Halil Paşa'nın buradaki sa­vaşları bir seri halinde devam ederken, başarılı neticeler ver­di. Ancak; deniz tarihi ile ilgili kaynaklarımızdan olan mer­hum Büyüktuğruî'un, buradaki savaşların, Girid'deki muha­rebelere bir faydası olmadı, nazariyesi hakkında da bir çift laf söylemeden geçemeyeceğiz. Merhum amiral; demekteki; ".. Giridadasındaki; Hanya kalesi muhafızları, düşmanlarının üstün bir teknik kullanarak oradan buradan kale duvarlarını delmelerine rağmen cedlerine yakışır tarzda cesaretle dÖ-ğüştüler. Venedik kuvvetlerini yenilgiye uğrattılar." Biz de deriz ki; eğer padişah; Mora'daki Venedik topraklarına karşı bir savaş açtırmasaydı, Venedikliler bütün güçleriyle Ada üzerine çullanabilirdi. Bunu önleyen de, Venediklilerin üzeri­ne, Mora topraklarının üzerine açılmış seferdir. Bu seferin açılması, Venedikle ortak hareket eden diğer ortaklarda da, bize de bir savaş açılabilir düşüncesi saptamıştır. Böylece de Girid'deki saldırılan birnev'i taciz hareketi olarak kalmıştır. Hiç değilse bu safhada böyle kalmıştı. Girid Adasındaki Os­manlının, saldırıları önleme başarısı Mora yarımadasındaki Venedik topraklarının, beldelerinin, Halil Paşanın saldırıları sayesinde, Girid üzerindeki Hanya Kalesi cihetine yapılan saldırıların, arkasının gelmemesini temin ettiği gibi Venedik senatosu Osmanlının Mora üzerindeki harekâtının, kendi üzerinde tevlid ettiği üzüntüyü yeni doçları amiral Françesko Morosiniye, donanmanın başına geçip de her iki cephedeki durumu düzeltmesini istemişlerken, 1692 yılında Tuna neh­rindeki Tuna filomuz, Avusturya cephemize, ikmal yapmaya devam etti. Avusturyalıların; bu sırada nehir üzerinde faaliyet göstermemesi, koskoca mevsimi savaşsız geçirmemize böy-lecede bize yaradığını söyleyebiliriz.
Öte tarafdan filomuz, kara cephemize bol miktarda asker, cephane ve malzeme taşımakla vakti değerlendirdi. 1693 ve 1694 senelerine dâir deniz harekatını Venedik Doç'u Fran­çesko Morosinİ 25/mayıs/1693'de donanmasının başına geçti ve ilk kararı da Osmanlı tarafının Girid Adasına ve Mo-raya malzeme göndermek hususunda denizlerden istifade et­mesini menetmeye çalışmak şeklinde verdi. Böyle bir görevi Çanakkaleboğazının girişini tutmak ve Cezayir beylerbeyliği­ne bağlı kalyonların Osmanlı donanmasını takviye etmesine mâni olmak, şeklinde düşündü ne zaman, garb ocakları da denen, Cezayir beylerbeyliği kalyon filoları, donanmay-ı hü­mayuna iştirak etmişse Venedik donanması Osmanlılar kar­şısında mağlub olmaktan kurtulamamışlardı.
Bu hususu; Osmanlı devlet adamları bir türlü anlayama­mışken, Venedik Doç'u Françesko Morosinİ İse, hiç hatırın­dan çıkarmamaktaydı. Morosinİ; Çanakkaleboğazı önüne gelirken, Mora yarımadasındaki Halil Paşa ise, Venedik'e aid kaleleri hemen hemen ele geçirmekteydi ki bu yakın tehlike idi. Savaşlarda yakın tehlike; önlenmesi ilk husus sayıldığın­dan, Amiral Morosinİ kurmaylarından gelen Çanakkaleye değil, Mora'ya varıp orayı kurtaralım teklifini uygulanır buldu hemence, Nidra ve Psara Adalarını elimizden aldı ve peşinden de Korent Körfezine daldı. Allahdan; Françesko Morosi-ni, 1693 yılı son aylarında eceliyle ölmesi üzerine Venedikli­ler, aynı değerde bir komutan bulamadıklarından savaş dü­zenlerinde, değişiklik yapmak mecburiyetinde kaldılar ve ye­ni seçilen Doç, Sakız Adasını almak sureti ile İzmir'e doğru giden deniz yollarını da kontrol etmek gibi başka bir stratejiyi benimsemişti. Ayrıca Sakız; Girid Adasına sevkedecekleri takviye birlikleri için Osmanlılar tarafından, bir çeşit iskele olması, Sakız'ın, savaş stratejisi içinde Venediklilerce görül­mesi yanlış bîr seçim sayılmazdı. İşin başkacabir yönünü de, târihi hakikat bakımından ortaya koymakta ne derece doğ­rudur tahkike muhtaçsa da, merhum amiral Büyüktuğrul, İs-tanköy, Midilli ve Bozcaada ahalisinin Osmanlı devletinin bu adalara gönderdiği muhafız birliklerinin yönetiminden, hiç de hoşnut olmamışlardı. Sakız halkı, öteki adalarda ki ahalinin de başında geliyordu.

Sakız ahalisi; evvelâ padişaha, temsilciler yollamış ve ye­niçerilerin ahaliyi rahat bırakmadıklarını evlerini yağma et-tiklerini ve de, ailelerine saldırdıklarından şikâyet etmişlerdi. Bu şikayetin sonunda da, Osmanlı devletine sadık kalacak­larını bildirmek suretiyle, Sakız Adasının kendileri tarafından yâni, Sakız ahalisinin idaresine, bırakılmasını rica etmişlerdi. Osmanlı devletine de asla ihanet etmyeceklerine, namusları üzerine yemin ederek teminat vermişlerdi.
Padişah Sultan 2. Ahmed, bu sözlere inanmış ve yeniçeri­leri yavaş yavaş Sakız Adasından çekmeye başlamıştı. As­lında da Osmanlı muhafız kuvvetlerinin Ada halkına hiçbir zulüm ve saldırı hareketleri olmamıştı. Ada halkı bu büyük iftirayı, adadaki savunmayı zayıflatmak için yapmışlardı nite­kim savunma zayıfladığında adanın Venedikle bağlantıları kuvvetlenmişti. Sonunda da Ada, Osmanlı Devletinden ko­parılıp, Venedik'e bağlanması hususunda senatoda kara alınmaya kadar gitmişti. Venedik donanmasıda 115 parça kal­yon ve çektiriyle, 8/eylül/1694 günü Sakız Ada'sının önüne-geldi.
Gemilerde 20 bin kişiye varan, bir çıkarma birliği bulun­maktaydı. Ada muhafızı Hasan Paşa; bu büyük kuvvete karşı savunmayı kale de bulunan sadece, 1170 askerle başarmak zorundaydı. Bu kuvvetlere; kapdanıderyanın 2 bin kişilik le-vend kuvvetleride eklenmiş bulunuyordu. Venedikliler çıkar­ma işlemini 9/eylül günü başlattı. Askerler karaya çıkarken aemilerin topları kaleyi çok sıkı bir ateş salvosuna tutmuşlar­dı. Hasan Paşa sadece 350 askerle yaptığı karşı saldırı ile Venediklileri; zor duruma düşürmüştü. Bu cesur saldın karşı­sında Venedikliler belkide askerlerini gemilere bindirip, Sakız Ada'sından uzaklaşacaklardı.

Ancak Adanın hristiyan ahalisi, silaha sarılıp Osmanlılara ihanet etmeleri, Hasan Paşanın başarıyı tamamlamasına en­gel oldu. Hristiyan ahali silaha sarılıp vede çeteler kurmuş Hasan Paşanın kuvvetlerini arkadan tehdit etmeye başlamış­tı. Osmanlı ailelerini yakalayıp götürmeleri, evlerini yakma­ları, kadınlara saldırmaları, askerimizin kuvvei mâneviyesini hayli bozmuştu. Venedikliler; ertesi günde karaya onbeş ka­dar top çıkardılar içkaleyi çok yakın mesafeden tehdit etme­ye başladılar. Hristiyan halk, bu arada da yakaladıkları müs-lümanlan, Venediklilere teslim etmişlerdi. Yıllarca komşuluk yaptıklarını hiç düşünmeden ölüme atı vermişlerdi.
Venediklilerin; Sakız Adasını muhasarası sekiz gün sürdü. Kale içindeki binalar yıkılıp yakıldığı gibi, kale duvariarında-da insan kitlelerininde kolayca girip çıkabilecekleri büyük delikler açılmıştı. Böyle ağır bir durumda bin kadar Osmanlı askeri 20 bin Venedik askeri vede topçusuna karşı durmak zorunda kalmıştı. Venedikli komutan; bu ağır durumu bildiği içinde son saldırıdan evvel bizimkilere, kaleyi teslim etmelerini teklifetdi. Ada'da sürgün olarak yaşayan eski şeyhülis­lâm da, teslim olmanın yerinde bir hareket olacağına dâir fetva verdi. Böylece; Hasan Paşa kale'yi, Venediklilere teslim etti. Venedikliler teslim şartları içindeki madde icabı, ada'da-ki Osmanlı askerini İzmir'e götürürlerken, Sakız Adaşımda tamamen işgale muvaffak oldular. Bütün bu olup bitenler ce­reyan etmekteyken, Helvacı Yusuf Paşa komutasındaki do-nanmay-ı hümayun, Çanakkale şehri önünde demirli oiarak yatmaktaydı. Sakız Ada'sınmda, işgaiedilmek üzere olduğu haberini alan, Mezamorta Hüseyin Paşa'nın kapdaniderya'ya yaptığı teklif, donanmanın hemen harekâta geçmesi şeklinde olmuştu. Ancak; Helvacı Yusuf Paşa, cephane noksanlığı, müretebat eksikliği ve îevendlerin yetersizliğini önesürerek, savaşmanın doğru olmayacağını bu bakımdan Çanakkalede kalınmasını emretti. Barış zamanların da bile, tam tekmil ve hazır olarak beklemesi gereken domamay-i hümayunun biz­zat kapdan-ıderyası tarafından ileri sürülen eksiklikler, bun­ları ifade eden zâtın bizzat kendi suçu olduğunu iddia ve ifa­de etmemize herhalde kimsenin itirazı yoktur.
Allah'dan Kalyon filosu komutanı Mezamorta teklifinde ıs­rar etmiş ve kapdan-ı deryaya yaptığı baskı sonunda donan­manın harekete geçmesini temin edebilmiş idi. Osmanlı do­nanmasının Sakız adası üzerine yelken açtığını haber alan düşman 38 kalyon, 4 mavna, 20 kadar da çektiri Üe donan­mamıza karşı Sakız adasından yola çıktılar. Helvacı Yusuf Paşa düşman donanmasının kendisine doğru harekâta geçti­ğini haber aldığında kendisini Midilli adasına dar atarken, Kalyon filosunuda İzmir'e sevk etdi.

Venedik donanması; Midilli adasına sığınmış olan Yusuf Paşayı ıska geçerek kendini, Mezamorta Hüseyin Paşa'nın kalyon filosuna saldırmak bakımından hedef seçmişti. İz­mir'deki, İngiliz, Hollanda ve Fransız konsolosları, İzmir önlerinde gördükleri Venedik donanmasının niyetinden ürktüler.
Çünkü bu donanmanın açacağı ateş ve saldın, bütün dev-jetlerin mallarını da yok edebileceğini düşündürmekte idi. Bu korkunun etkisi altında, konsoloslar biraraya gelip, Venedik donanma komutanından, İzmir'e askeri harekât yapmaması hususunda ricada bulundular. Zaten; Venediklilerin böyle bir hareket yapma niyetleri olmadığı ileri sürülebilir. Osmanlı kalyon filosunun îzmirden hareket edeceğini haber alan düş­man, demir almış ve İzmir körfezinden uzaklaşmıştı. İzmirde-ki Osmanlı kalyon filosu, İzmirden hareket etdi ve kendisin­den çok üstün kuvvette olan düşmanlarla karşılaşmamak için, yaptığı manevra ile Çanakkale'ye ricat etdi. Venediklile­rin Sakız Adasını almaları padişah 2. Ahmed'in derin üzüntü­lere düşmesine yol açtığı gibi, Sakız Muhafızı Hasan Paşay; izmirden yanına celbetti. Olanı biteni, onun ağzından dinledi, nihayetinde Hasan Paşa'yı müdafayı iyi yapamadığı için haps ettirdi. Bu hususda, amiral merhum Büyüktuğrul şu mütalaayı serdediyor;

Bizde, bu mütehassıs denizcinin mütalaasını sahifemize alarak nakletmeyi uygun bulduk. Halbuki ada'nın düşmanın eline geçmesi, elli yıldan beri ihmal edilen deniz meseleleri­nin tabii ve çok acı bir sonucuydu. Asıl sorumlular donan­malarını savaşa hazırlamayı ve savaşta da idareyi bilemiyen saray çıkışlı vezirlerden seçilen deryakapdanları idi. Bu so­rumluluğun nedenini, padişah vede vezirleri övmeyi meslek edinmiş târih otoritelerimizin, belirtmemesinde aramak lâ­zımdır. Osmanlı târihi araştırması yapan ve eserlerini, belge­lere göre yazan yabancı otoritelerin, hem vezir hem de derya kapdanlarının hem de dış politikayı yöneten vezirlerin nasıl rüşvetle çalıştıklarını açık seçik ortaya dökmüşlerdir. Helvacı Yusuf Paşada bunlardan bir tanesiydi. Demekte.
Bu mütalaa hakkında da bir teşehüd miktarı itirazımız ola­caktır. Çünkü, prensip olarak ecnebi yazar çizer ve müverrih, yâni tarihçilerin, tertib yapmayacaklarına merhum amirali­mizin nereden emin olduğuna kendim cevap bulamıyorum. Fakat şunu da söylemekten kendimi alamıyorum: Günümüz­de bu kadar geniş imkânlarla mücehhez olan rüşvet tesbit mekanizmaları, bir rüşveti ispata kâfi gelmezken, Helvacı Yusuf Paşa da dahil olmak üzere nasıl bir mekanizma ile al­dıkları rüşvetin delillerini küffara verebilmişler. Meçhul! Bu hususda merhum amiralimiz; adı geçen eserinin 2. cildinin, sahife 196. da 144. 'dip notunda şunlara istinad ettiğinide kelimesi kelimesine nakledelim de, merhum amiralin bu rnü-talaasındaki rüşvetle ilgili beyanlarına medar olan iddiayı siz­lere de okuma imkânı sağlayalım: "Özellikle Fransız deniz tarihçisi Amiral Charriare 1848'yıhnda, Pâris'de yayımladığı <Negotiation de la France dans le Ievant> (Fransa'nın Do­ğuda Yaptığı Müzakereler) adlı kitabında Osmanlı vezirlerine ve Kapdan-ıderyalarına verdiği hediyelerin günlük listelerini yayımlamıştır. İtalyan Profesör CamiIIo Manfronİ de yayım­ladığı; <İtikadsız> adlı kitabında Kral François ile oğlu Kral 2. Pied'in Osmanlı vezirlerini rüşvete nasıl alıştırdığını iddia eder."
Görüldüğü gibi merhum amiralde, dip notun sonunu iddia eder lafzıyla bitirdiğine göre bunun bir iddia olduğunu, teslim etmiş oluyor. Hele amiral Charrer'in ise hediye lafzını kullan­ması gönül isterdi ki, bizim padişah ve sadrıazamlarımızin ve de vüzeramızin ecnebilere verdikleri hediyelerin, güniük lis­telerini tutsalardı. Fakat; hediye de olarak alınsa birinden bir isteği karşısında adil olmak zordur. Ancak hiyanet-i vataniye ve din-i mübine mugayir davranışların başında geldiğinden rüşvet iddiasını ciddiye almamak gerekir diye düşünüyorum. Sultan 2. Ahmed denizcilikten yetişmiş bir kapdan-ıderyanin donanmayı tanzim edeceğine, kıyılarımızı sağlamlaştmp savunabileceğine inanç taşıyordu. Mısırlıoğlu ibrahim Paşa-n,n 13/arahk/1694 târihinde, Sakız Adası harekâtına ku­mandan olarak tâyin edilmesi vaziyetin düzelmesine vesile oldu. Zira donanmayı tanzime çalışılırken öte tarfadan da, Sakız Adasını geri alma hazırlıkları başlatıldı.
Tunus, Cezayir vede Trablusgarp Beylerbeyliklerine yâni qarb ocaklarına, bütün kalyonlarını donanmay-ı hümuyunu güçlendirmek için İstanbul'a gönderilmesini padişah emretti. Mısırlıoğlu İbrahim Paşa; Kapdan-ıderya makamında dur­makta olan Helvacı Yusuf Paşanın bu makamdan alınmasını padişahdan açıkça tâleb etti. Sultan 2. Ahmed; kapdan-ıder-yanın kusurlarını bildiğinden, bu talebi kabul etti. Helvacı Yu~ suf Paşayı Midilliye sürerken, suistimallerden dolayı kabar­mış servetini de, müsadere yoluyla haziney-i devlete mâl et-di.