27- MUHALEFET, İSTİMAL, ZİYA TELEF VE BENZERİ HALLERDE TAZMİNAT MESELELERİ

Bir adam, "Şu yere gideceğim." diye bir hayvan icarladığı hâl­de, o hayvana, şehirde biner ve dediği yere gitmezse, —zayi (helak) ol­ması hâlinde— tazminat öder. İeârlanan şey bir elbise olursa tazminat gerekmez. Sirâcîyye'dc de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), şöyle buyurmuştur:

Bir kimse, şehirde bir gün binmek üzere, bir hayvan kiraladıktan sonra, şehir dışına çıkıp, aynı gün şehre gelirse, —helaki hâlinde— taz­minat ödemez. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, üzerine belirli ölücüde arpa yüklemek üzere bir hay­van icarlayıp, ona aynı ölçüde (hacimde) buğday yükler ve bu hayvan ölürse, kiymetini tazmin eder.

Bu durumda bil-ittifak icar gerekmez. Çünkü buğday, arpadan ağır­dır ve hem de serttir.

Bu durumda, kiraya tutan şahıs, o hayvanın üzerine taş veya de­mir yükletmiş gibi olur.
On ölçek arpa yükletmek üzere, bir hayvan icarlayan şahıs, ona on-bir ölçek arpa yükletir ve bu hayvan ölürse, onun onbirde birini (11/1) tazmin eder. Çünkü yüklenen şey aynı cinstendir.

Şayet on ölçek buğday yüklemek üzere bir hayvan icarlar ve onun üzerine buğday değil de on Ölçek arpa yükletirse, bu durumda istihsâ-nen tazminat gerekmez.

Arpanın ağırlığım belirtip, aynı ağırlıkta buğday yükletirse, tazmi­nat gerekir.

Eğer gidilecek yer ileri geçilmez ve buğdayın ağırlığında arpa yük­letilmiş olursa, tazminat gerekmez.

Aslolan, ağırlığın aynı olması hâlinde yük ve varacağı yerdir.

Ancak arpa ve buğday ağırlığı söyler ve aynı ağırlıkta taş veya de­mir yüklerse tazminat gerekir. Bir adam yükleteceği ağırlıkta buğday yerine odun veya saman yahut pamuk yükletir ve varacağı yeri İleri ge­çerse, yine tazminat gerekir.

Fetvâ'da böyle verilir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerinin hayvanını, ölçüsü belirli apra yükletmek için icarlayip, o hayvana aynı ağırlıkta buğday yükletirse, tazminat gerekir.

Buğday, arpa için söylenen ağırlığın yarısı kadar olursa İmâm Serah-sî: "Yeni tazminat gerekir." demiştir.

Hâher-zâde ise: "Tazminat gerekmez." buyurmuştur.

Bu, istihsânen böyledir.

Sadru'ş-Şehîd ise: "Ariyette aslolan budur." demiştir. Hulasa'd a da böyledir.

Bir adam, arpa yüklemek için bir hayvan kiraladığında, çuvalın birisine arpa, diğerine buğday kor ve bu hayvan ölürse; âlimlerimiz: "Bu şahsın yarı tazminat ve yarı da icar ödemesi gerekir." buyurmuşlardır. Yenâbi"de de böyledir.

Aslolan, müste'cir şarta muhalefet ettiği zaman, sonraki yük söy­lediğinden hafif olursa, tazminat gerekmez.

Zira çoktan gelecek zarara rızâ, azdan gelecek zarara da rızâdır. Eğer zarar, söylediği ağırlıktan fazla yükletmektan dolayı olur ve hay­van ölürse, şayet şart koşulanın cinsinin hilafı ise, hayvan tazmin edi­lir; icar verilmez. Eğer şart koşulanın cinsinden ise, fazlalığı nisbetinde tazminat yapılır. Şart koşulanın icarı verilir. Çünkü izinli olduğu işte ölmüştür. İzinli olmadığı kadarının ise miktarınca tazminat gerekir.

Ancak aynı cinsten de olsa hayvanın gücünün üstünde yük yükle­tir ve bu hayvan ölürse, gerçekten tazminat gerekir. Çünkü, ona me'-zûn değildir.

Demir yükü, pamuk yükünden daha zararlıdır. Çünkü o hayvanın bir yerinde toplanır. Pamuk ise dağılır. el-İhtiyâr'da da böyledir.
Mahmilli[49] bir deve kiralayan şahıs, onun mahmilini kaldırarak çıplak sırtına yük yüklese, tazminat gerekir.

Şayet mahmil yerine bir adam bindirse tazminat gerekmez. Çünkü adam hafifdir. Serahsî'nin Muhıyü'nde de böyledir.

Bir adam, binmek için, bir deve icarlayıp, sonra da ona bir baş­kasını bindirir; bilâhare de onu indirip kendisi binerse, tazminattan kurtulamaz.

Bir kimse, bir hayvanı bir yere kadar yük taşımak üzere kira­lar, oraya kadar da binmeden ve yük yükletmeden çekerse, bu durum­da ücret lâzım olur.

Şayet hayvanın özrü sebebiyle binmemiş ve yük yüklememiş ise, o takdirde ücret lâzım olmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, binmek üzere bir aylığına bir eğer icarlar ve onu bir başkasına verir de o binerse icar değil; tazminat gerekir.

Bir adamın üzerinde bir ay buğday taşımak üzere bir eşek palanı icarlaması caizdir. İster kendi buğdayı olsun, ister başkasının buğdayı olsun fark etmez.

Çuval icarlamak da böyledir. Mebsût'da da böyledir.

Kendi yükünü taşıtmak üzere bir adam icarlayan şahıs, onun üze­rine başkasının yükünü yüklese, tazminat gerekmez.

Bir adam binmek üzere bir mahmil icarlasa, onun üzerine başkası­nı bindiremez. Tatarhâniyye'de de. böyledir.

Bir adam, diğerinden, üzerine on ölçek buğday yükletmek üzere bir hayvan icarladiktan sonra, onun üzerine onbir ölçek buğday yükle­tir; o hayvan şart koşulan yere varır ve bu yüzden de ölürse, kiralayan şahıs tam icar ile birlikte, hayvanın onbirde bir kıymetini tazmin eder. İcara veren şahıs, müste'cirden başka hiç bir hak talep edemez.

Âlimlerimiz, bu mes'eleyi şöyle açıklamışlardır:

Bur da iki durum vardır.

Birincisi: Eğer bu hayvanın, fazla yük taşımaya gücü varsa, o yük ile oraya kadar gelir. Fakat, hayvanin gücü yoksa, kıyâsen hayvanın tam kiymetini öder.

İkincisi: Onbir ölçeği bir defada yüklemiş veya önce on ölçek son­ra da bir öîçek daha yüklemiştrr. Bu durumda hayvan ölmüşse, kıyme­tinin tamamını öder. Bu, on ölçek yükleteceği yerde, onbir ölçek yükle­tirse böyledir. Fakat, o bir ölçeği, başka bir yerine yükletirse, meselâ terkisine korsa, (bu mes'ele sonra gelecektir.) o fazlalık miktarı tazmi­nat yapar. Muhıytye de böyledir.

Bu mes'ele ile, şu mes'elenin arasında fark vardır.

Bir adam, on ölçek buğday öğütmek üzere, bir öküz icarlayıp, onun­la onbir ölçek buğday öğütür ve hayvan ölürse veya bir dönüm yer sür­mek için icarlar da, onunla bir buçuk dönüm yer sürer ve öküz ölürse, tam kıymetini öder. Zira, on ölçeği öğütünce, akid tamam olmuştur. Ondan sonraki Öğüttüğü onbirinci ölçek, her yönüyle muhaliftir. îşte onun için, tam kıymetini öder. Velevki, o son ölçeği en önce öğütsün, yine fark etmez; hepsi birdir.

Yük taşımaya gelince, bu bir defada yapılınca, o yüklenen de yük­lenilenin içinde ve izinlilerden olmuş oluyor. Onun için, ancak onun mik­tarını tazmin ediyor. Zehıyre'de de böyledir.

İmâm şöyle buyurmuştur:

Bir adam, üzerine on ölçek buğday yükletmek üzere, bir hayvan icarlar ve ona yirmi ölçek yükletip, icarının da tamamını ceslim eder, istenilen yere varınca da hayvan ölürse, icarın tamamı ile hayvanın kıy­metinin yarısını tazmin etmek gerekir. İkinci İmâm'a göre, tamamını taz­min eder. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Şayet, bir kimse üzerine on ölçek buğday yükletmek üzere, bir hayvan icarlar ve ona onbeş Ölçek yükletir; hayvanı da sahibine sağlam teslim ettikten sonra o ölür ve eğer o hayvanın gücü olduğu bilinirse onun kıymetinin üçte birini icara tazmin eder ve söylenilen icarın tamamını da öder.

Ve eğer hayvanın o kadar yükü taşıyamayacağı bilinirse, kıymeti­nin tamamını öder; bu durumda ücret gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Hayvanı kiralayan şahıs, hayvan sahibine, yüklemesini söyler; o da hayvanı yüklerse, yükün fazla olduğunu bilsin bilmesin tazminat gerekmez.

İşte bu tazminat ödememek için bir çâredir. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Bir adam, üzerine on ölçek yük yükletmek için bir hayvan icarladığı halde, çuvalın içine yirmi ölçek kor ve hayvan sahibine, "onu yükletmesini" söyler; o da yükletince hayvan ölürse, bu durumda taz­minat gerekmez.

Şayet birlikte yükletirlerse, o zaman kıymetinin dörtte birini taz­min etmesi gerekir.

Eğer yük iki parça olur ve her birisi, birini yükletir veya önce müste'cir sonra da hayvan sahibi yükletirse bu durumda tazminat gerekmez.

Fakat, önce mal sahibi, sonra da icarci yükletirse, müste'cirin, o hayvanın kıymetinin yansını ödemesi icabeder. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir adam, belirli bir yere kadar binmek üzere, bir hayvan icarla­yıp, ona kendi biner ve birlikte yük de yükler ve hayvan ölürse , o faz­lalık nisbetinde tazminat yapar. Bu hususta nas vardır.

Bunun açıklaması: Basra ehline gelerek, onlardan "bu yük ne ka­dar ağırlıktadır?" diye sorar. Bu, binme mahalline kadar binmediği za­man böyledir. Binme mahalli başka, yük yükleme yeri başkadır. Fakat, yük yükleme mahalline kadar, kendisi de binmişse o takdirde, hayva­nın tam bedileni tazmin eder. Fetâvâyi Suğrâ'da da böyledir.

Bir adam, binmek için bir hayvan icarladığmda kendi ile bir baş­kasını da bindirir ve bu hayvanı, sahibine sağlam teslim ederse, tazmi­nat gerekmez; icarını tam öder.

Ve eğer hayvan, ikisinin birlikte binmesi sebebiyle şart koşulan ye­re vardıktan sonra ölürse, bu durumda icarlayan şahsa, tam ücret öder ve hayvanın kıymetinin yarısını tazmin etmesi gerekir.

Bu durumda mal sahibi muhayyerdir: İsterse müste'cire ödetir; is­terse, diğer adama ödetir.

Eğer müste'cir öderse, o hayvan müste'ir olsa bile diğer adama müracaat edip, bir şey isteyemez.

Şayet diğer adam öderse müste'cire mürâcat eder. O da müste'ci-rin müste'ciri olsa bile, bu böyledir.

Şayet müsteîrin müsteiri olursa, müracaat edemez.

Bundan sonra, tazminat hakkı aralarında müsavi olur. Diğer adam, ister hafif olsun, isterse ağır olsun bu böyledir.

Âlimler şöyle buyurmuşlardır.

Bu durumda, o hayvan, iki kişiyi taşıyacak güce sahipse yarı kıy­meti tazmin edilir. Fakat, böyle değilse tam kıymeti tazmin edilir.

İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bu durumda, hayvanın yarı kıymeti ödenir. Bu mutlaka böyledir.

Câmiu's - Sağîr'de şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, Kadisiyye'ye gitmek üzere, bir hayvan icarladığında, ter­kisine de başka bir adam bindirir ve bu hayvan bu fazlalık yüzünden ölürse, bu durumda da yarısını öder. Yine Câmiu's - Sağîr'de şöyle zikre­dilmiştir: Kâdisiye'den daha ileri geçip giderse, bu durumda zan ve tah­mine itibar edilir.

Kudûrî'de şöyle zikredilmiştir. Müste'cir, hayvanın kıymetinin ya­rısını öder; diğer adam, ister ağır ister hafif olsun bu böyledir.

ŞeymVI - İmâm Fahni'l - İslam Aliyü'l - Pezdevî, şöyle buyurmuştur:

Hulâsa-i kelâm, bu durumda zan ve tahmine göre tazminat yapı­lır. Eğer bu müşkil (zor) olursa, bu durumda, adede (sayıya) göre taz­minat yapılır.

Şayet, kiralayan şahıs kendisiyle birlikte, o hayvana bir çocuğu da bindirmiş ve hayvanın gücü de buna yetmezse, bu durumda o fazlalık nisbetinde ödeme yapar.

Hem kendi biner, hem de yük yükletirse, o yükün ağırlık nisbetin-ce tazminat yapar. Bunu, binme mekanının dışında yaparsa, hüküm böy­ledir. Fakat, yükletme mekanında yaparsa, kıymetinin tamamını, taz­min eder.

Bu mes'eledeki kıyasa göre: Bir âdâm, kendisi binmek için bir hay­van icarlayıp, biner ve arkasına da (yani sırtına, omuzuna) başka birini bindirirse, hayvanın kıymetini tamam olarak tazmin eder.

Bu, hayvanın gücü yettiği takdirde böyledir. Fakat gücü yetmediği zaman, bütün hallerde tam tazminat yapar. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, binmek için bir hayvan icarladığında, sırtına onu icar-ladığı zamandan daha fazla elbise giyer ve bu elbise, bütün insanların giydiği cinsten olursa; bir tazminat gerekmez.

Şayet, bu ölçüden fazla giymişse, o miktar tazminat gerekir. Meb-sûl'ta da böyledir.

Bir adam, bir hayvan icarladığında, işini bitirince o, hayvanı evine yollayıp, kendisi de giymiş oluduğu fazla elbiseyi sırtından çıkırdıktan sonra çıkar ve bu hayvan da kaçmış olur, arkasından da yetişemese taz­minat gerekmez. Çünkü onu, muhafaza için bırıkmamıştır. Cevâhuru'l-Feiâvâ'da da böyledir.

Bir kimse, "Şehirde on gün binmek üzere" bir hayvan icarlayıp, onu eve bırakır ve binmezse, icar gerekir; tazminat gerekmez.

Şayet on günden fazla durdurursa, ziyâde gün için, icar gerekmez. Fazla sürede yaptığı masraf da teberru olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), Kitâbü'l - Asl'da şöyle'buyurmuştur: Bir adam, bir hayvanı kocasının evine, geceleyin bir gelin, götür­mek üzere kiralar ve eğer gelin belirli olur; icarlayan şahıs onun yerini de belirtmiş bulunursa bu icâre caiz olur. O hayvanı sabaha kadar evde bekletse bile, tam icar gerekir.

Eğer geliri, belirlenmiş değilse, bu icâre fâsiddir.

Şayet aynı gelini bindirirse, akid avdet eder ve icâre caiz olur ve tam ücret gerekir.

Şayet, bu hayvanı sabaha kadar boş bekletirse, yine ücret gerekir mi?

Eğer aynı gelini, şehirde bindirdi ise icar gerekir.

Şehrin haricinden bindirdi ise, icar gerekmez.

Hayvanı, boş tutmuş olması hâlinde, o ölürse, tazminat gerekir mi?

Şayet, hayvanı şehir haricinden gelini getirmek için icarladı ve ge­lin gelince de, hayvanı sahibine yollamadı ve öldü esi, tazminat gerekir.

Şayet bu işi şehir içinde yaptı ise, tazminat gerekmez

Şayet, hayvanı belirli bir gelin içi icarlamadı ise, habsettiği mıkdarca ( = elinde tuttuğu süre için) icar gerekir. İster şehirden olsun, ister ha­riçten olsun farketmez,.
Eğeı u'7zat belirli bir gelin için icarladiğı hayvana, başkasını bin-dirirse, tazminat gerekir; icar gerekmez. Hayvanı teslim etmişse veya hayvan ölmüşse ve onu gelinin haricinde birinin binmesi için icar lam iş-sa, tazminat gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir insanı bindirmek üzere bir hayvan icarladığında, o hayvana ağır bir kadın bindirirse, tazminat gerekmez. Zira kadında insandır.

Şayet, bu kadın hayvanın taşıyamıyacağı kadar ağrr ise, o zaman tazminat gerekir. Çünkü, yapılan, o hayvana yük taşıtmak değil, onu öldürmek olur. Serahî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, binmek için bir hayvan icarladığında, ona bir sabî (= çocuk) bindirir ve o sabî, hayvandan düşüp ölürse, onu tutsa da, tut­masa da tazminat gerekir.

Keza, bir kimsenin icarladığı deve doğurur ve kadınla birlikte, onu da deveye yükler ve bu deve ölürse, tazminat gerekir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir merkebi eğeriyle birlikte icarlayıp, ona kendi eğe­rinin benzen olmayan başka bir eğer vurur ve bu eşek ölürse, —onu, bu eğerin ağırlığı nisbetinde— tazmin eder. Bu hususta muhtelif riva­yetler vardır:

Eğer ikinci eğer, birinciden hafif veya onun aynı ise, tazminat gerekmez.

Eğer ona, eğerden ağır bir palan koymuşsa, o ağırlık miktarı taz­minat yapar.

Bir adam, binmek üzere, palanlı bir merkep kiraladığı zaman, onun palanı çıkarıp, yerine eğer koysa, tazminat gerekmez.

Bir adam, binmek için, eğerli bir eşek icarlar ve ona eğer yerine­de palan koyup binerse, bu tazminatı gerektirir. Câmiu's - Sağîr'de böyle­ce zikredilmiştir.

Âlimler: "Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nın kavlidir." demişlerdir.

İmâmeyn'e gelince, onlar: "Fazla olan ağırlığı mıktarınca, tazminatta bulunur." buyurmuşlardır.

Esahh olan da budur

Bütün ihtilaflarda bunun sebebi şudur: Şayet hayvan, o palanın ben­zeri ile palanlanıyorsa, bu böyledir. Fakat hayvana asla öyle bir palan, konulmamışsa, o takdirde, bütün kıymetini tazmin eder.
Bu, bi'1-ittifak böyledir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, çıplak bir eşek icarlayıp, ona eğer vurarak binerse, bu durumda ölmesi hâlinde onu tazmin eder.

Âlimlerimiz şöyle buyurmuşlardır:

Eğer bir yerden, diğer bir yere eğersiz gidilmesi mümkün değilse, (Meselâ: Bir beldeden, başka bir beldeye gidecekse) bu durumda eğer vurulması halinde tazminat gerekmez.

Eğer, müste'cir şehirde binecekse ve bu müste'cir de şehirde eğersiz binmiyorsa, tazminat gerekmez. Onun eğerle binme hakkı sabit olmuş olur.

Şayet müste'cir, şehirde çıplak eşeğe binenlerden ise, işte ona taz­minat gerekir.

Tam tazminat mı? Yoksa ziyâdelik miktarı tazminat mı? gerekir?

Bu mes'eleKitâbü'l -Asl'da yazılmamıştır.Bazıâlimler:"Tamkıy­metinin tazmin edilmesi gerekir." buyurmuşlardır.

Sahih oilan da budur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse gemsiz bir hayvan kiralayıp, ona gem vurur veya gem-li icarladığı hâlde, o gemi çıkarıp benzeri başka bir gem vurup öylece binerse, tazminat gerekmez.

Şayet, benzeri hayvana vurulmayan bir gem vurarak binerse, taz­minat gerekir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir hayvan icarlayan şahıs sert başlığından dolayı, onun gemini çe­ker veya ona vurur ve o hayvan bu yüzden ölürse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye tazminat gerekir.

Fetva da bunun üzerinedir. Cevheretü'n Neyyire'de de böyledir.

Zâhid İsmail şöyle buyurmuştur:
Bir adam, binmek için bir hayvan icarladığında, ona vurur ve bu hayvan ölürse, sahibinin" izni olmadan veya mutad olmayan bir yere vur­muş olması hâlinde, bi'1-icma tazminat gerekir. Bizzat o yere vurmak için izin almış olması hâli müstesnadır.
Şayet mutad olan yerine vurmuşsa, bi'1-icma tazminat gerekmez. Muzmarât'ta da böyledir.
Bir kimse, kiraladığı hayvana, yolculuğu esnasında merhamet­sizlik yaparsa bi'1-icma tazminat gerekir. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerinden, Kûfe'ye kadar binmek için bir hayvan icar-ladığında, o hayvanla müsamaha edilmeyecek kadar Kûfe'yi geçip ileri gider ve bu fazla mesafede ister insin, ister binmesin sonra geri Kûfe'ye gelirse o şahsın, bu fazlalık için ücret ödemesi gerekir. Çünkü hayvan onun zımnındadır. Hatta bu hayvan Küfe yolunda ölse, kıymetini taz­min eder ve ücretinden bir şey düşmez.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'mn kavlidir.

Diğeri ise, İmâmeyn'in kavlidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

îcurlanan şey, icarlayan şahsın yanında ölür; sonra da ona bir sahib çıkarsa, müste'cir o şeyin kıymetini, hak sahibine öder. Sonra da icara; veren şahsa başvurup, ödediği kıymeti ondan geri alır. Yenâbi'de de böyledir.

Câmiu'l-Fetâva'da şöyle zikredilmiştir.

Bir adam, on ölçek yükletmek üzere, bir hayvan icarlayıp, onu bir başkasına, yirmi ölçek yük yüklemesi için icara verir, oadam da bu yü­kü yükletince hayvan ölürse, bu durumda mal sahibi dilediğine ödet­mekte muhayyerdir.

Eğer ikinci adama ödetirse, o öncekine müracaat eder.

Şayet birinci adama ödetirse, o ikinci adama müracaat edemez. Çün­kü o ikinci adamı aldatmıştır.

Bir adamın, Hemedân'a kadar icarladığı bir hayvan, yarı yolda öldüğünde, yolun ya zor tarafı veya kolay tarafı kalmış olur. Bu du­rumlar farklıdır. Çünkü,  bazen kiranın bir fersahı, bir dirhem bazen da bir fersahın icarı iki dirhemdir. Bundan dolayı kalan yerin durumu­na göre icar taksim ve takdir edilir. Tetarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, binmek ve gidip gelmek şartıyla, yiyeceğide kendine âit olmak üzere bir hayvanı, belirli bir yere kadar, icarlarsa, bu icar fe­sada gider. Sonra, bu şahıs arkasına bir başkasını bindirse gidişin ta­mamı, gelişin de yarısı için ecr-i misil gerekir. Çünkü, dönüşte yarıya gâsıb idi. O fâsid olanın icarıdır. Şayet hayvan ölürse, yarı bedeli ile yarı kirasını öder. O hayvana yedirdiğini de icarından düşer. Gıyâsiyye'­de de böyledir.

Bir adam, belirli bir yere kadar binmek üzere bir hayvan icarla-dıktan sonra, başka bir mekâna giderse, bu hayvan helak olunca, onu öder. İkinci gittiği yer birinciden yakın olsa bile bu böyledir. Bedâi"de de böyledir.

Bir kimse, filan yere gitmek üzere, bir hayvan kiralayıp, başka bir yere gitse, hayvanı teslim etsin veya etmesin tazminat gerekir; icar gerekmez.

Bu gibi mes'elelerde aslolan, icarlanan şeyden, icarlayan şahıs fay­dalanınca icar gerekir,

Görünmüyor mu ki: Bir adam, diğerinden giymek üzere, bir elbise icarlar ve aynı müste'cir, aynı adamdan, bir de zoraki elbise alır; sonra da müste'cir o zoraki aldığı elbiseyi, giyip, asıl kiraladığı elbiseyi giy­mez ve evinde bulundurursa, icarlayana icar gerekmez. Çünkü, ondan bizzat fayda temin etmemiştir. Zemyre'de de böyledir.

Bir adam, belirli bir yükü, belirli bir yere götürmek için bir hay­van icarlar veya belirli yoldan gitmek üzere, eşyasını yükletmek için bir eşek kiralayıp, insanların gittiği başka bir yolu tutar ve bu hayvan ölür veya eşyası zayi olursa, tazminat gerekmez.

Eğer dediği yere varmışsa, icarı tam ödemesi gerekir. Çünkü, iki yolda değişiklik olmaz ise, tayin şart değildir. Hatta denizden gitse, tazminat gerekir. Çünkü orda tehlike daha çoktur. Eğer denilen yere varırsa ecir lâzımdır.

Maksud hasıl olmazsa, hüküm bunun hilafınadır.

Eşyada da cevap böyledir. Timurtâşî'de de böyledir.

Bir adam, Medine'ye kadar yük taşımak için, bir eşek icarlayıp, yükü yükleterek Medine yoluna sürdükten sonra, abdest bozmak üzere veya başka biriyle konuşmak için geride katır; eşek de gider ve zayi olur, ve eşek bu şahsın gözünden kaybolmadan zayi olmuş (ölmüş) olursa, tazminat gerekmez.

Eğer gözünden kaybolduktan sonra ölürse, tazminat gerekir. Fetâ­vâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, köyden şehire bir hayvan icarlar; hayvan sahibi de, müste'cir ile birlikte bir adam gönderir, gönderilen o adam da yolda bir şeylerle meşgul olur; müste'cir yalnız başına gider ve hayvan yanın­da zâyı olursa (ölürse) gönderilen o adama tazminat gerekmez. Hızâne-tü'l Müftin'de de böyledir.

İmâmeyn, şöyle buyurmuşlardır:

Bir adam, belirli bir yere gitmek için, bir hayvan icarlar, yolun bir kısmını gittikten sonra da, "o hayvanın kendinin olduğunu, icarlamadığnı" iddia eder; hayvan sahibi de "onun icarlamış olduğunu" iddia ederse, o şahıs bindiği müddetçe, hayvana yaptığı masrafı öde­mez. Daha önceki günlerin masraflarını öder.

Mesafe sona erer ve hayvani sahibine teslim etmeye getirir ve bu hayvan da telef olursa onu tazmin eder.

Kudiiri, İmâm Ebû Yûnuf (R.A.)'un: "İnkarından önceki ücreti öder; sonrakini ödemez." buyurduğunu nakletmiştir.

imâm Muhammed (R.A.)'e göre, bütün ücretini öder. Kübrâ'da da böyledir.

imâm şöyle buyurmuştur: İcarlanan hayvan veya köle müste'cirin yanında öldüğünde, kasid, ihtilaf ve cinayet bulunmazsa müste'cire taz­minat gerekmez. İcâre bâtıl olur. Çünkü üzerinde akid yapılan şey öl­müştür. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.

Bir adam, üzerine yiyecek maddesi (buğday, arpa gibi şeyler) yük­letip, Medine'ye gitmek üzere bir hayvan icarlar; sonra da dönüşünde, sahibinden izinsiz iki ölçek tuz yükletir ve bu hayvan ölürse tazminat gerekir. Müliekıt'de de böyledir.

Nevâzil'de şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, diğerine bir deve vererek, ona: "Bunu icara ver; icarı ile bir şey satın al." der ve bu deve ö, adamın yanında kör olur; adam da onu satıp bedelini alır ve bu bedel yolda helak olursa, Fakıyh Ebû Ca­fer: "Eğer deveyi hâkime ulaşamıyacak bir yerde sattı ise, deve hakkın­da ona tazminat gerekmez. Bedeli hakkında da tazminat gerekmez. Şa­yet sahibine teslim etme imkanı var iken satti ise, kıymetini tazmin ede­cektir." buyurmuştur. Hulâsa'da da böyledir.

Bir adam, hayvanını, bir başkasına, belirli bir yükü, belirli bir yere götürmek üzere icara verir; o adam da, o hayvan ile gitmez, fakat o hayvanla beraber gitmek üzere bir adam icarlayıp ona: "Geri bana gel." der; o adam da maksud olan yere gider ve o hayvanı da getirir, ancak bu adamla "o hayvanı kendi işinde çalıştırdı." ve "başka bir hay­van getirdi." diye ihtilafa düşerlerse, o ücretli, o hayvanı öder mi?

İmâm, şu cevabı verdi:

Evet. Çünkü ecir muhalefet yapmıştır. Sonra o adam geri dönüp, aynı hayvanı getirse, yine de tazminattan kurtulamaz.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

Eğer işinde kullanmadı ise, Her ne kadar, aynı hayvanı getirmemiş olsa bile tazminat gerekmez. Zira, adam ona: "Bu hayvanı getir." de­medi. "Yük hayvanını getir." dedi. O gelen de yük hayvanıdır. İcarını tam alır. Sonra da hayvanları değiştirir. Tazminat gerekmez. Fetâvâyi Ne-sefi'de de böyledir.

Bir adam, üzerine belirli miktarda buğday yükletip evine götür­mek üzere, "O gün, akşama kadar kaydı" ile bir hayvanı icarlayıp, o yükü evine kadar götürür; dönüşte de aynı hayvana biner ve bu hayvan ölürse, kıymetini öder mi?

Şayet dönüşte, binmek âdet değilse, öder; âdet ise ödemez. Ebû'l-Leys'e göre muhtar olan budur. Hızânetü'I-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, arsasına, bir dirheme yirmi yük toprak götürmek için, bir eşek icarlar o yerde de kerpiç bulunur ve her dönüşünde, bir yük de kerpiç taşır ve eşek ölürse bu durumda icar değil onun kıymetini öder.

Eğer işi biter ve eşeği teslim ederse, ücretini tam öder. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir adam, bir yük için bir merkep icarlayıp ona söylediğinden fazla yük yükleterek onu, götüreceği yere kadar götürür ve eşeği sağ­lam olarak sahibine teslim ettiği hâlde, bu eşek sahibine teslimden son­ra ölürse yüklettiği o fazlalığa bakılır ve icarlayan şahıs o nistebette kıy­metini tazmin eder. Kûbra"da da böyledir.

Bir adam, gübre çekmek için, belirli bir ücretle bir eşek icarlar; fakat bu eşek zayıf olur ve müste'cir: "Bu yük taşıyamaz" der; sahibi ise; "Taşır. Emsali kadar yük yükle" deyip eşeği yollar ve eşeğin ayağı sakatlanırsa, tazminat gerekmez. Fetâvâyi Nesefi'de de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, birini terzilik için, aylığını on dirheme icarladığı hâlde, onu, aylığı on dirheme kerpiç kesme işinde çalıştırır ve o adam ölürse tazminat gerekir. Bu adam Ölmez ve icarlayan şahıs onu terziliğe getirir ve terzilik yaparken ölürse, tazminat gerekmez.

Bu, bir adamın, belirli bir yere kadar, bir hayvan icarlayıp, o yeri ileri geçen şahsa benzemez. Fetâvâyi Ebû'l-Leys'te de böyledir.

Bir adam, hayvanını baytara getirip, ona: "Buna bir bak; bun­da bir hastalık var." der; baytar bakar ve: "Kulağının altında hastalığı var." der; hayvan sahibi de: "Onu çıkar." deyince baytar hayvan sahi­binin sözü üzerine, onu çıkarır ve bu hayvan ölürse, baytara tazminat gerekmez. Çünkü o işi yapmaya izinlidir. Muhiyt'te de böyledir.

Bir sarraf, ücretle aldığı dirhemleri yitirir ve onların cinde kalp ve sahte dirhemler bulunursa, bu durumda sarraf, birşey tazmin eylemez.

Çünkü, hakikatde, bu dirhemlerin sahibinin hakkı telef olmuş değildir.

Ancak, o dirhemlerle bazı işler yapmış ve bunların bir kısmı da ha­lis dirhem idiyse o nisbette ücret öder.

Hatta, tamamı kalp akça olsa bile ücretini tam öder.

Yarısı kalb ise, ücretin yansım öder. Ve o kalp dirhemleri sahibine geri verir.

Şayet sahibi, bunu inkâr eder ve: "Bunlar, benim dirhemlerim de­ğildir." derse; bu durumda yeminli olarak dirhemleri alan şahsın söyle­diği söz geçerli olur.

Çünkü, o başkasından almadığına yemin eylemiştir.

Bu, dirhemleri alan şahsın onlardan faydalanmadığı zaman böyledir.

Şayet verenin sözünü doğrular, sonrada: "Kalpdır." diye geriver-mek ister; verende onu İnkâr ederse, sözü kabul edilmez. Fetâvâyi Kâdî -hân'da da böyledir.

Bir adam, diğerine "elbisesini, za'feran veya başka bir boya ile boyamasını" söyler; boyacı da onun söylediğinin haricinde bir boya ile boyarsa; bu durumda elbise sahibi, elbisesinin boyanmadan önceki kıy­metini boyacıya ödetip elbiseyi ona bırakır.

Dilerse o elbiseyi alıp, ecr-i misil verir. Ki bu ecr-i misil daha önce belirlenen ücreti geçemez.

Şayet boyacı onun söylediği boya ile boyar fakat vasfında muhale­fet ederse, (Şöyleki: "Dörtte bir ölçek usfur..." der de, boyacı bir öl­çek usfur ile boyar bunu da elbise sahibi ikrar ederse, yine' elbise sahibi muhayyerdir. Dilerse, elbisenin boyanmamış haldeki kıymetini alır; di­lerse, fazla usfurun bedeli ile tam ücretini vererek elbiseyi alır. Zahîriyye ve Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, mushaf yazdırmak ve onu noktalayıp, harekeleyerek cüzlere hizblere ayırmak için, birini icarlar; o da baza noktalarında, aşîr-lerinde hatalar yapmış, olursa; Ebû Ca'fer "Eğer bunu her yaprakta yapmışsa, ona o vazifeyi veren şahıs muhayyerdir. İsterse, onları alıp,. ecr-i misil verir ve bu ecr-i misil müsemmayı geçemez; isterse, onu geri . verip, verdiği kağıtları geri ahr. Şayet, bazı yerler uygun ve doğru yazıl­mışsa, o nisbette icarını verir; burada belirlenen ücrete uyulur. Hâvî'de de böyledir.

Biı adam, yüzükçüye bir yüzük verip, "kaşına, ismini yazmasını" söyler; o da kasden veya hatâen başka birinin adını yazarsa; yüzük sa­hibi muhayyerdir: İsterse, yüzüğünün kıymetini tazmin ettirir; isterse, onu öylece alıp belirlenen ücreti geçmemek üzere ecr-i misil verir.

Keza, bir kimse, bir marangoza, bir kapı verir ve "ona nakış yapmasını" söyleyerek bir şekil verir; marangoz da o şekilden başka bir şekille süslerse; bu durumda da kapı sahibi muhayyerdir.

Eğer marangoz az. bir farkla yapmışsa,    o fark;a itibar olunmaz. Giyâsiyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Evimi kırmızıya boya" der; boyacı da onu yeşile boyarsa, İmâm Muhammed (R.A.): "Boyasının bedelini verirTücret vermez." buyurmuştur. Bedâı"de de böyledir.

Bir  adam, diğerine, "kapısını nakışlamasını veya kırmızilaştırmasını" söyler; ancak os yeşile boyarsa; bu durumda kapı sahibi muhayyerdir: Dilerse, tazmin ettirir; dilerse, boyasının farkını ve­rir, ücret vermez.

Bir adam, buğday ekmek için. bir tarla icarladığı hâlde ona sebze ekerse, icarını tam öder. Gryâsiyye'de de böyledir.

Bir adam, bir terziye kumaş verip: "Bana gömlek biç." der; terzi ise, cübbe biçerse; veya "rûmî biçimde dik." der de, terzi fânsî biçi­minde dikerse; bu durumlarda elbise sahibi isterse, bedelini ödetip elbi­seyi ona terk eder; isterse, onu alır ve ecr-i misilinî öder. Bu ecr-i misil de konuşulan ücretten fazla olamaz. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Hişâm, İmâm Mühammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: Bir adam, diğerine bir bakır vererek, onu tas yapmasını söyler; o da, bu bakırı ibrik yaparsa; bakırı veren şahıs, isterse bakırı tazmin et­tirir; yaptığı ibrik ustanın olur; isterse, onu öylece alır ve belirlenen üc­reti geçmemek üzere, ecr-i misil verir. Bedâ"de de böyledir.

Bir adam çulhaya (= bez dokuyucuya) iplik verir ve ona "yedi arşın olarak dokumasını" söyler; o da fazla veya noksan dokursa, bu durumda iplik sahibi muhayyerdir. Çünkü, itibar onun şartınadır. Di­lerse, o dokunan bezi bırakır ve ipliğinin bedelini alır.

Şayet söylediğinin mikdarında ihtilaf ederlerse, elbise sahibinin sözü geçerli olur. gıyâsiyye'de de böyledir.

Alınan bez miktarında ihtilaf ederlerse dokumacının sözü geçerli olur. Dokutan şahıs isterse, dokunanı alıp, ücretini verir.

Fakat fazlalık için bir şey veremez. Çünkü, onu izinsiz dokumuştur.

Noksan olursa' müsemmayı (= belirlenen ücreti) geçmemek üzere ecr-i misilden, müsemmadan hissesi kadarım verir.

Bu mes'eienin açıklaması:

Bir adam, dokumacıya, dört adet yedi arşın-bez dokumasını em­rettiği hâlde (ki taplam yirmi sekiz arşın eder) dokumacı üç adet yedi arşın bez getirse, (ki bu da yirmi bir arşın eder) bu durumda noksan bellidir ve dörtte birdir. Yedi arşındır. Dokutan şahıs, ücret olarak, do­kuyan şahsa belirlenen ücretin dörtte birini noksan verir, (yâni dörtte üçünü verir.) Şayet arşınını bir dirheme dokutuyorsa yirmibir dirhem öder. Bundan fazla vermez. Giyâsiyye'de de böyledir.

Bir adam, dokumacıya iplik vererek, "kaput bezi dokumasını" söyler; dokumacı da ipliklerin bir kısmını alarak yerine pamuk kor; sa­hibi de bunu anlarsa, bu kaput dokumacının olur. Ve sahibi dokumacı­dan ipliğinin bedelini talep eder. Çünkü, dokumacı ipliğe başka iplik katmakla gâsıp olmuştur. Ve onun ayrılması da mümkün değildir. Ve­ya çok meşakkatlidir. Dokumacı adamın ipliğini öder; bez kendisinin olur. Hızânetü'I-Müflin'de de böyledir.

Bir adam, dokumacıya iki nevî iplik verip, ona "birisiyle önce, diğeri ile kalın bez dokumasını" söyler; dokumacı ise, bunları birbirine katarak, tek tip bez dokursa; adam ipliklerinin parasını alır; dokuduğu şey de dokumacının olur. Kerderi'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir adam, dokumacıya, birisi diğerinden ince olan iki çeşit iplik verip ona: "Şu inci ile, altı yüze; şu kalın ile de, beşyüze doku." dediği hâlde, dokumacı onları birbirine katarak dokursa, muhalefetinden do­layı dokuduğu kumaş dokuyucunun olur. İplikleri veren şahıs iplikleri­nin bedelini öder. Hulâsa'da da böyledir.

Nevazil'de zikredilidiğine göre, Ebû Bekir'den sorulmuş: Arazi sihibi, bir çiftçiye: "Şu buğdayları dışarıya çıkır. Buradaki cevizler yeşildir, bozulmasınlar." der. O şahıs da çıkarmaz ve cevizler bozululursa, durum ne olur?

İmâm, şu cevabı vermiş;

—Eğer çiftçi önce kabul ettiği hâlde, sonradan onları kaldırmamış ve cevizler bozulmuşsa,.bu cevizleri tazmin etmesi gerekir.

Eğer buğdayın kıymeti, onu ödüyorsa borcunu öder. Bozulan ce­vizler onun olur.

Fakıyh şöyle buyurmuştur:

Eğer onların misli bulunuyorsa, onları verir, değilse kıymetini öder. Talarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, terziye bir elbise getirerek: Şu elbiseye (kumaşa) bak; eğer bana bir gömlek olursa, onu kes ve bana, bir dirheme bir gömlek dik." der; terzide: "Olur." dedikten sonra "Kestim, fakat çıkışmadı." derse; tazminat gerekmez. Sirâcü'l-Vehhâc'de de böyledir.

Şayet: "Şuna bak, gömlek olmaya kâfi gelir mi?" der; terzi de : "Evet." karşılığını verdikten sonra sahibi: "Kes." der; o da kesince yetişmezse, bu mes'elenin hâili kitaplarda zikredilmemiş; yalnız Fakıyh Ebû Bekir: "Onu tazmin eylemez." demiştir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, terziye bir kumaş vererek: "Bunu, bana öyle dik ki, boyu ayaklarıma yetişsin. Kolunun genişli beş karış olsun; eni de şu ka­dar olsun." der; kumaş da dediğinden bir parmak veya buna benzer bir şekilde noksan gelirse, bir şey gerekmez. Eğer çok fazla noksan olursa, tazminat gerekir. Hulâsa"da da böyledir.

Bir adam, eşeği kapıda koyup, kendisi eşeğin otunu almak için içen girer ve bu eşek zayi olursa gözünden kaybetmeden, zayi olmuş (ölmüş) olması hâlinde tazminat gerekmez.

Zayi olacak şekilde, zayi olmamışsa (Meselâ: Bağlanılacak sikkesi çürükse) yine tazminat gerekmez. Aksi takdirde tazminat gerekir. Bu kimse, hayvanı kapıya bağlayıp, içeri girdi veya namaz kılmak için mes­cide girdi ise, bir şey gerekmez. Bağlamadan girdi ise tazminat gerekir. Serahsî'nin Muhıyti'nde ve Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir adam, bir eşek icarlayıp, ona biner; onun, bir başka eşeği de bulunur; sonra da ona biner; bir müddet gittikten sonra, kendi eşeği düşer, onunla meşgul olurken, icarlanan eşek zayi olursa, şayet o hâlde, icarlanan eşeğin ardından gidince, kendi eşeği ölür veya eşyası zayi olacak olursa, tazminat gerekmez; değilse tazminat gerekir.

Bunun delili şudur:

Bir inek, sürüden ayrıldığında ücretli, diğerlerini korumak için onun arkasından gidemez ve giden inek zayi olursa, tazminat gerekmez.

Zahire icâresinde ben dedimki: Bir adamın,' iki eşeği bulunduğun­da, o birinin yükü ile meşgul olurken, diğeri zayi olur ve o eşek gözün­den kaybolup, zayi olmuşsa, o zaman, onu öder. Buna binâen, önce­kinde de eğer gözünden kayboldu^ise ödemesi gerekir.

En uygun olanı da budur.

Fetvada böyledir.  İyi düşünmek gerekir. Hizânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Fetvaların aslında şöyle denilmiştir:

Bir adamın icarladığı bir eşek yolda yittiği hâlde, adam onu ara­maz ve zayi olursa; eğer eşeğin nereye gittiği bilinmiyorsa, o diğerini korur.

Eğer biliniyorsa ve aradığı hâlde bulunmamış olursa tazminat gerekmez.

Keza, onun mevcudiyetinden ümidini kesmiş ise tazminat gerekmez.

O civarı aradığı hâlde bulamazsa yine tazminat gerekmez.

Eğer eşek gider, adam onu görür; onu gitmeden men etmez ise; bu onun yitmesini istiyor demek olur. Ve onu tazmin eder. (= öder)

Buna binâen, eşek icarlayan zat, ekmekçiye gelip, ekmek alırken meşgul olur ve eşek zayi olursa, eğer o gözünden kaybolmuşsa, tazmin eder; gözünden kaybolmamışsa, tazminat gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

Binmek için bir eşek kiralamış olan şahıs, onu herkesin göreceği bir yere bağlar, o mahallede veya köyde de bağlıyacak bir yer olmaz ve hayvan zayi olursa, tazmin eder.

Mutlak şekilde icarlar ve bineceğini söylemez; o köyde de köylüler uyuyor olur; müste'cirinde bir tanıdığı veya onu koruyacak kimsesi bu­lunmaz ve bu hayvan zayi olursa, yine, onu tazmin eder.

Eğer fetâuâyi Hindiyye onu koruyacak kimseler bulunur ve korumayı kabul etmiş olur­larsa, tazmin etmez.                                                              

Eğer, o beldede uyumak, zayi etmek değilse tazminat gerekmez.

Şayet uyumak hayvanı zayi etmek sayılırsa, o takdirde tazmin eder. Fakat korurlar ve korumaları da kabul edilirse, o zaman onu tazminat müste'cire değil, onu korumaya çalışan şahsa âit olur.

Bir adam, bir merkep (= eşek) kiralar veya bir hayvanı, muha­faza için, bir adam icarlar; hayvan da karcının yanında ölürse, müste'-cirin o hayvanı kendi binmek için icarlamış olması hâlinde tazminat ge­rekir. Eğer, bu belirtilmemişse tazminat gerekmez. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, bir eşek kiralar ve namaz vakti gelince bu şahıs (Me­selâ: sabah) namazı kılarken, bu eşek gitmekte veya bir adam onu alıp götürmekte olduğu hâlde namazını bozmazsa, eşeği tazmin eder. Füsûlü'l-İmâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, yolda namaz ile meşgul olurken, yanındaki eşek zayi olur ve bu şahıs, hayvan gözünden kaybolana kadar, namazım bozmaz ve hayvanı takip etmezse, onu öder. Eğer gözünden kaybolmadan zayi olursa, tazminat gerekmez..Gıyâsiyye'de de böyledir.

Ebû Bekir'den soruldu:

—Bir kimse, diğerine bir eşek kiralamasını söyledi. O da denilen yere gidip onun sözünü yerine getirdi. Eşeği alıp, getiriyor iken, misa­firhaneye koydu; hırsızlar da hücum edip, bu eşeği aldılar. Ne lâzım gelir?

İmâm şu cevabı verdi:

—Eğer misafirhane, yol üzerinde olur ve gelip geçen orada konak­larsa, tazminat gerekmez. Eğer bu iş, eşeği çalıştırdıktan sonra olursa, onun icarı tam olarak verilir. Hâvî'de de böyledir.

Bir adam, diğer bir adamı icarlayıp, ona bir eşekle elli dirhem verekek, "filan yerde, bir şeyler al sat." der; adam da oraya gidip, bir şey satın alır; bir zalim gelerek, o kafilerin eşeklerini alır, onlardan ba­zıları eşeklerinin arkasından giderler, bazıları da gitmezler; bu ücretli de gitmeyenlerden alır; gidenlerden bazıları eşeğini geri alıp, bazıları da alamaz; eşeklerini alanlar ise gitmeyenleri "Ne için gitmediniz." diye kınarlarsa   o takdirde, bu adama tazminat gerekir.

Şayet çektikleri zahmetten dolayı kınamazlarsa, o zaman tazminat gerekmez

Eğer kafileyi, yol kesiciler gelir ve mekkârinin eşyasını atıp, mer­kebini alır götürürler; eşyaların kumaş olanlarını da alırlar; bu adam da eşeği kaçırması hâlinde, eşeği de, kumaşı da alacaklarını bilirse o tak­dirde, tazminat gerekmez.

Eğer kaçırmak imkânı varken kaçırmazsa, tazminat gerekir. Kerde-rî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir adam, belirli bir yere gitmek üzere, bir hayvan icârladığnda, kendisine "yolda hırsızların olduğu" haber verilir, ona iltifat etmeyip, o yoldan gider ve hırsızlar o hayvanı alıp götürürlerse, Fakıyh Ebû Bekir "O habere binâen, başkaları da o yoldan hayvanlarıyla ve eşyalarıyle gidiyorlarsa o zaman tazminat gerekmez; böyle değilse gerekir." boyur-muştur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir topluluk, bir adamın eşeklerini icarhyor ve bir adama bu eşek­leri teslim ettikten sonra, onlardan birisi: "Sen de beraber git ve eşekle­re bak." diyor; o da gidiyor ve müste'cir ona: "Sen, eşeklerle birlikte burda dur. ben birisiyle gidiyem." diyerek çuvalını alıp gidiyor, adam da ondan, o eşeği geri alamıyor; bu durumda ona tazminat gerekmez. Çünkü onlar o şahsa "Yanındakilere bakmasını" söylediler. Hizanetü'l Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, Keş'den Buhara'ye gitmek üzere bir eşek icarlar; eşek sahibi de Buhara'da olur; kiracı ise, bir adama "O eşeğe, her gün belir­li miktarda yiyecek vermesini ve eşek sahibine teslim edilene kadar da belirli bir ücreti olacağını" söyler ve o ücretli (= ecir), eşeği günlerce yanında tutup ona masraf yapar ve bu eşek onun yanında ölürse, âlim­ler: "Eğer o eşeği kiralayan şahıs, onu kendisi binmek için kiralamışsa, tazminat gerekir. Şayet bir şey söylemeden kiralamışsa tazminat gerek­mez." demişlerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, atını, birisine köyüne gitmek ve oğluna vermek üzere, teslim eder; o adam da bir konak gittikten sonra o atı, misafirhaneye bırakır; o köyden birisi gelip, o misafirhaneye uğrar ve atı tanır; adam da, o atı, ona o köye kadar binmek üzere icara verir, bu at da yolda ölürse tazminat kime ait olur?

İmâm şöyle buyurmuştur:

—Hİç şüphesiz, atı bıraktığı için birinci adamın tazmin etmesi ge­rekir. Fakat müste'cirin icarladığı zat, atı yerine götürseydi, bu atı oğlu almasa bile, tazminat gerekmezdi.

Eğer o şahıs atı ecire verir ve onunda "at sahibinin ailesinden olduğunu" isbat ederse, yine tazminat gerekmez. Fakat ecir, at sahibi­nin ailesinden olmazsa, birinci zata tazminat gerekir.

Amma, ikincice her haliyle tazminat gerekir.

Bu cevap, müşkil içinde böyledir.

Eğer birinci adam, onun o atı sahibine tesJim edeceğini isbat eder ve ecir de icarlananın ailesinden olur; o atı da o misafirhanede ona tes­lim ederse teslim alan at sahibinin kardeşinin oğlu olsa bile, yinede taz-minatdan berî olamaz. O tazmin edince, birinciye müracaat edemez. Mu-hıyt'te de böyledir.

Ba'zı fetvalarda şöyle zikredilmiştir:

Mekkâreci yolda kaldığında, kiracı, onun yanında bir eşek bıraka­rak gider; eşek sahibi de onunla birlikte bulunmaz ve hırsız gelerek, eşeği alıp götürürse, kiracıya tazminat gerekmez.

Keza, eğer, mekkâreci, eşeğin yanında olduğu hâlde, kiracı orda olmaz yani mekkari gitmiş ve eşeği kiracıya bırakmış olur; hırsız gelip onu çalarsa, bu defa da mekkareciye tazminat yoktur.

Âlimler şöyle demişlerdir:

Bu Mekkârecinin diğer hayvana, yük yükletme imkâni olmadığı za­man böyledir.

Fakat imkânı olduğu hâlde yükletmezse, o zaman tazminat gere­kir. Zehiyre'de de böyledir.

Bir adam, bir eşek icarlayıp yardımcı olarak da, bir adam götü­rür, bu adam da onun merkebiyle meşgul olurken müste'cir çekip gider ve hayvan zayi olursa, eğer yardımcıyı tanımıyor ise, Kâdîhân: "Mutla­ka tazmin eylemez."buyurmuş;Kâdî Bedîu'd-Din ise: "Tazmin eder." de­miştir. Ginye'de de böyledir.

Bir adam, yıkık bir yerden toprak taşımak için bir eşek icarlar ve o sırada harabe yıkılıp hayvanı öldürse, duvarın müste'cir sebebiyle yıkılmış olması hâlinde, müste'cir, hayvanı öder.

Böyle değil de kendiliğinden yıkılmişsa, tazminat gerekmez. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, diken taşımak için bir eşek icarladığında, bir akarsu-dan geçerken dar bir yere varınca, merkebe vurur ve bu merkep yükü ile birlikte nehre düşer ve müste'cir ipi kesmek isterken, eşek ölürse, âlim­ler: "Eğer o yer, yüklü hayvanın geçemiyeceği bir yer ise, müste'cir eşe­ğin bedelini öder. Eğer yüklü merkebin geçebileceği bir yer olur ve müs­te'cir de hayvana zorluk göstermemiş ve onun vurması sebebiylede nehre düşmemişse, tazminat gerekmez." demişlerdir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam, bağdan odun taşımak için, bir eşek icarlayıp, ona, em­saline yüklenen kadar yük yükletir ve bu hayvan, bir sarsınta ile nehre düşüp Ölür; bu sırada müste'cir onu zorlamıyor ve normal üsrüyorsa tazminat gerekmez.

Durum bunun hilafına olursa, tazminat gerekir.  Zehiyre'de de böyledir.

Bir adam, bir eşeğe, şehire getirmek üzere odun yükler; bu eşek de gelirken duvara çarparak, nehre düşer ve ölürse eğer normal gelişle gelmekte ve yük de iyi yüklenmiş durumda idiyse tazminat gerekmez.

Eğer onun doğru yüklenmediğini biliyor ve keza dar köprüden ge-çiriyorsa, tazminat gerekir. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Müste'cir eşeği teslim alıp, onu keçesi ile birlikte bağa yollar ve keçesi çalınır veya soğuğun te'siriyle sahibinin yanında ölürse, yükü, hay­vanın basacağı yeri görmeyeceği miktarda ve durumda değil ve soğuk da onun keçesine zarar vermemişse; tazminat gerekmez. Eşek dururda, keçesi zayi olursa, müste'cir onu öder. Kerderi'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Müste'cirin elinden, icarladığı eşeği, birisi zorla alır ve müste'-cirde tebeyyünden sonra, onu alma gücüne sahip olduğu hâlde, onu al­maz hayvan da zayi olursa tazminat gerekmez. Ginye'de de böyledir.

Üç kişi, ortak bulundukları bir ekini kaldırdıktan sonra, onlar­dan birisi, hasadını nakletmek için, bir eşek icarlayıp, bu müste'cir o eşeği teslim alıp mahsûlünü taşıması için ortağına verince, bu hayvan ölürse aralarında böyle bir âdet var ve ortağının kullanması için, eşek öküz ve benzeri şeyler icarlamyorsa, müste'cir onu ödemez. Hizânetö'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, tartım yapmak için bir kantar icarlar ve onun direği özürlü (kusurlu) bulunur; müste'cir ise, bunu bilemez ve tartım yapar­ken o kırılırsa, onunla tartılabilecek şeylerin benzerini tartmakta olma­sı hâlinde tazminat gerekmez; değilse gerekir.

Bu, icara veren şahsın icara verdiği şeyin kusurunu bilmediği za­man böyledir. Eğer biliyor ve müste'cire: "Az şey tartınız." demiş bu­lunuyor ve o müste'cir de kantarı fazla ağırlıkta kullanmamış ise, taz­minat gerekmez. Kerderi'nin Vecîz'nde de böyledir.

Fahru'd-Dîn, bununla fetva vermiştir. Kübrâ'da da böyledir.

Müntekâ'nm Büyü' Babında şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, icarladığı ve icar müddeti sona eren bir kazanı sahibine vermek ister ve kazan yolda zayi olursa tazminat gerekmez. Eğer zama­nında ödemeden önce zayi olursa tazminat gerekir. Füsûlü'Mmâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, icarladığı bir kazanı eşeğe yükletip sehibine götürür ve giderken, eşeğin ayağı kayıp yıkılır, kazan da düşüp kırılırsa, eşeğin onu taşıyacak güçte olması hâlinde tazminat gerekmez, değilse tazmi­nat gerekir. Hızânetü'I-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir adam, yemek pişirmek için bir kazan icarlar; yemeğini pişir-miş ve o kazanı dükkandan çıkirmak üzere iken, ayağı kayar ve kazan düşüp kırılırsa, (bu şahıs hamal gibidir.) tazminat gerekmez. "Uygun olanı ödememektir. Meselâ: Bir adam, giymek için bir elbise icarlar ve o elbise giymesinden dolayı yirtılırsa, sahih olan kavle göre, icarlayan şahıs onu tazmin etmez, denilmiştir.

Tahta tekne mes'elesi de böyledir. İntifa halinde kırılırsa, tazmi­nat gerekmez. Gınye'de de böyledir.

Bir adam ücretle tuttuğu bir şahsa odun kestirmek için bir balta kiralar; ücretli şahıs da, onu alıp gider; nereye gittiği de belli olmasa, önceki icarcıya tazminat gerekmez. Çünkü, onu, ona vermek üzre icarlamıştir.

Muhtar alan da ödememesidir. Hulâsa'da da böyledir.

Esah olan kavle göre, önce kendisi, bir İş yapmak üzere icarlar-sa, bu hususta ihtilaf-ı nas yoktur; onu ödemez. Ancak, o ücretlinin hi-yâneti herkesçe biliniyor ve o bu hâli ile mâruf birisiyle, o takdirde, baltayı tazmin eder.

Şayet, baltayı icarlarken hiç bir şey söylememiş ve kendisi de onu kullanmadan önce ücretiyle vermiş, o da alıp gitmişse, onu tazmin eylemez.

Önce kendisi kullandı, sonrada ecte verdi ise, tazmin eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, kasap nacağını icarladığında, onu başka birisi elinden alır ve ondan kurtaramazsa, zayi olması hâlinde tazminat gerekmez. Gm-ye'de de böyledir.

Bir adam, demir bir külünk icarlayıp onunla: tarla keseği kırar sonra da ondan vaz geçer ve bu külünk çalınırsa ondan uzaklaşması (-vaz geçmesi) uzun zaman önce olmuşsa, onu tazmin eder. Eğer çok i'-raz etmemişse, onu tazmin eylemez. Mültekıf ta da böyledir.

Bir adam, yolda çalışmak üzre bir demir külünk icarladıktan son­ra, yüzünü yoldan çevirir; kendi ücretlisine seslenir; onu da yerinde bu­lamaz, sonra da külüngün gitmiş olduğunu görürse, yüzünü ondan çe­virmesinden itibaren çok zaman geçmemiş olması hâlinde, bu şahsın, onu tazmin etmesi gerekmez. Bu husus'ta onun yeminli olarak söyledi­ği söz —eğer icara veren onu yalanlarsa— geçerli olur.

Şayet uzun süre ona bakmamışsa tazminat gerekir. MuhiyCte de böyledir.

Bir simsar, bir adamın emriyle, onun bir şeyini satıp, onun pa­rasını yanında tutar, sahibi de buna razı olur, sonra da o para çalınırsa bi'l - icma bunu ödemek gerekmez. Serehsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir hamal, yükünü getirdiğinde, yükün sahibi: "Yanında dur­sun." der, sonra da, o yük zayi olursa, tazminat gerekmez.

Temizlikçi terzi ve yanında tutma hakkı olan diğer kimseler, işleri­ni yaptıktan sonra, sahibinin emriyle, bu şey onların yanında kahr ve o şey zayi olursa; bunların ücretlerini almış olmaları hâlinde, hüküm yine dediğimiz gibidir.

Eğer ücretlerini almamışlarsa, bu maruf (= bilenen) ihtilaf üzere­dir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Kan alan veya bir yarayı yarıp tedavi eden bir kimse, mu'tad ye­ri ileri geçmezlerse hasta ölse bile tazminat gerekmez.

Eğer mu'tad olan yerden ileri geçerse, tazminat gerekir.

Bu müdâhele hayvan sahibinin izniyle olursa böyledir. Fakat izin­siz olursa, tazminat gerekir. İster mu'tad olan yeri geçsin isterse geçme­sin farketmez. Sinâcü'l-Vehhac'da da böyledir.

Hacamatçı veya sünetci, hacamat veya sünet yaparken, o şahsın ölmesi hâlinde temizlikçinin hilafına - tazminat gerekmez.

Fakat bu hâl, bu şahıslar fiil yerini ileri geçmemişse böyledir.

Eğer ileri geçmiş ve sünetci, zekerin haşefesini kesmişse, Nevâdir'de : "Eğer, o kimse ölürse, nısıf bedel gerekir. Eğer kurtulursa, tam insan bedelini tazmin eder." denilmiştir.

Tahâvî Şerhı'nin Diyetler Bahsi'nde şöyle denilmiştir.

Haşefeyi kesene, kısas gerekir. Şayet haşefenin bir kısmını keser­se, ona kısas yoktur. Ona ne lâzım geleceği de yazılmamıştır.

Fetâvâyi Suğra'mn Diyefler Kitabi'nda: "Adi ile hükmetmek gerekir." denilmiştir. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimsenin, diğerini, elini veya parmağını kesmesi ve dişini çı­karması için icarlaması caizdir. Şayet, o şahıs bu yüzden ölürse, tazmi­nat gerekmez. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, veli'me yemeği pişirmek üzre birini icarladığında, o şahıs ekmeği yakar veya yemeği pişiremezse tazminat gerekir. Ekmeği iyi yapar ve fakat ev sahibi ekmek satın alır ve deve sahibine: "Deveyi içeri sür." der; deve de kazana dokunur, yemek dökülürse, deve sahibi bir sev ödemez.

Ekmekçiye de tazminat gerekmez.

Keza o deve ev sahibinin küçük çocuğunun veya küçük kölesinin üzerine düşüp, onu öldürse, deve sahibine tazminat gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Değirmenci, değirmenin boğazını açar ve bu sebeple buğday za­yi olursa, onu öder. Sirâciyye'de de böyledir. [50]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..