31- İŞ ÜZERİNE İSTİCAR VE İSTİSNA
Diğer asırlarda olduğu gibi, halkın bilgisi ve teamülüne göre, sanat istihsânen caizdir. Serahâ'nin Muhıyü'de de böyledir.
Yapılan şey, bir ayn olur; amel de sanatkârdan olursa, o şey sanatkarındır.
Fakat ayn yaptırandan olur, yapandan olmaz ise, bu durumda sanatkar ücretli ve yaptığı şey de yaptıranın olur. Muhiyt'te de böyledir.
Hâher-Zâde Tecnîs'de şöyle demiştir:
îstisnâ demek: Bir şeyi satın alıp, onu yaparak satmak demektir.
Meselâ: Deriyi satın alıp, şataftı adam san'atkara adedini ve vasfını belirterek mest yapmasını söyler; o da yaparsa, işte bu istihsânen caizdir.
Keza, yapılması an'ane ve âdet olan her şeyi yapmak caizdir.
Şöyle ki: Camdan, bakırdan, tahtadan kap yapmak ve benzerleri gibi... Kalensüve (= üzerine sarık sarılarak başa giyilen fes, külah) ve benzeri gibi şeyleri yapıp satmak; icarla yapmak, caizdir sıfatı ve miktarı belli edilirse caizdir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Yapılan şeyi satmak sahihtir. Yaptıran şahıs gördüğü zaman muhayyerdir: İsterse, alır; isterse almaz. Fakat yapıcı muhayyer değildir. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.), önce böyle söylemiştir. Fetva da bunun üzerinedir. Hulâsa'da da böyledir.
Bundan sonra, yaptıran zat razı olursa, yapıcının tekrar yapması gerekmez.
Yaptıran şahsın rızası ile., yapan sanatkâr, yaptığı şeyi satabilir. Tehzîb'de de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:
Bir adam, bir dokumacıdan bez yapmasını isteyerek, onun "enini, boyunu, cinsini, inceliğini" söyler ve bu bezin ipliği de dokumacıdan olacak olur; o da onu öylece dokursa, kıyâs, bunun caiz olmasıdır.
Fakat istihsânda, bu caiz değildir.
Eğer, bez dokutacak şahıs zaman da tayin ederse, bu selem olur.
Bu mes'ele, kitab'da icârât bahsinde, hilafsız olarak yazılmıştır.
Şeyhü'I-İslâm'ın Kitabü'1-Büyû Şerhı'nde ise: "Müddet tâyini; teamül ve âdetse, o beldede böyle iş yapmak selem olur." buyurmuştur.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nın kavli budur.
İmâmeyn'e göre ise, bu teamül olmayan yerde selem olmaz.
Eğer, müddet söylenmişse, bi'1-icma selem olur.
Kudûrî'de şöyle denilmiştir:
Eğer müddet söylenmişse, işte bu selem menzilesindedir. Bedelini, o mecliste almak gerekir. İki taraf için de muhayyerlik olmaz.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. İmâmeyn'e göre insanlar içinde teamül (= âdet) yoksa, selem olmaz. Zehîyre'de de böyledir.
Bir adam, diğerine iki batman ibrişim verip, ona: "İki batman da kendisinden ilâve ederek, dokumasını" söyler ve dokuma ücretini de kaldırıp, "kârına, yarı yarıya ortak" olurlarsa; eğer dokumacının o ibrişimleri birbirine katmayıp, her birini ayrı ayrı dokumuş olması hâlinde ecr-i mislini alır. Diğeri kendisine aittir.
Eğer ibrişimleri birbirine katarak dokudu ise, şart koşulduğu gibi yarı yarıya ortak olurlar. Ve bu durumda ayrıca ecr-i misil gerekmez. Çünkü, müşterek iş yapılmıştır. Cevâhirü'I-Ahlâtî'de de böyledir.
Bir adam, ipliğini dokumacıya teslim ederek, "onu dokumasını" söyler ve bir rıtıl iplik de kendisinden katmasını isteyerek, ona: "İpliğinden bana bir rıtıl da borç ver. Ben, sana aynısını öderim." deyip, belirli bir vasfı, belirli bir ücretle dokumasını emrederse, bu istihsânen caizdir. Her ne kadar, bu icârede borç etmek varsa da, bu bir zarar vermez.
Şayet: "İpliğinden yüz otuz dirhem kat; ipliğini vermek şartıyle." demiş olsa; yine caiz olur; o kadar iplik borçlanır. "İpliğinden kat." deyince, iplikci sussa vine caizdir; ilâve ettiği borç olur.
İcârede şart olmazsa, bu icâre, hem kiyâsen/hem de istihsânen caiz olur.
Şayet şartlı olursa, elbise sahibi ile dokumacı arasında ihtilaf çıkar: tş yapılıp bittikten sonra, elbise sahibi: "Sen, ilâve yapmadın." der; dokumacı da "Hayır, yaptım." der ve bu elbiseyi, sahibi, satarken zayi ederse; ağırlığı belli olması hâlinde, elbise sahibinin yeminle birlikte geçerli olur. Bunu bildiği için, dokumacı ilâve yapmamıştır. Beyyine getirmek de dokumacıya aittir.
Şayet elbise sahibi yeminden kaçınırsa, dokumacının iddiası sabit olur. Onun bedelini elbise sahibi öder.
Eğer elbise sahibi yemin ederse, tazminattan berî olur. Eğer elbise mevcut ise, durumun ne olacağı ileride söylenecektir. Şayet, elbise sahibi, dokumacıya: "İpliğinden kat; ben onun ve emeğinin ücretini veririm. Şu kadar dirhem." demişse, bu kıyâsen caiz değildir; istihsânen caizdir.
Caiz olduğu zaman, iş bittikten sonra, ihtilaf çıkar ve elbise sahibi: "Sen, hiç ilâve yapmamışsın."?der; dokumacı da: "Bana dediğin kadarını ilâve ettim." der; elbisede zayi olmuş bulunursa, elbise sahibinin yeminle söylediği söz geçerli olur.
Yemin edemez ise, dokumacının ilâve yaptığı tasdik edilir ve o, dokuma ücreti ve ipliğinin bedeli ne ise, onun tamamım alır. Eğer elbiseci yemin ederse, ziyâde sabit olmaz. İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur; Ondan iplik bedeli düşülür ve elbise dokuma ücreti alınır. Bunun taksimi ise, ecr-i misline göredir. Bunu nasıl bilir?
İpliğin kıymeti, dokumacıya karşı şart koşulur. Çünkü o, ipliğin ve işin bedelini kabul, eylemiştir. Zira, müste'cir, bir batman iplik verdi; yarım batman da iplik satın aldı ise, onun bedelini verir.
Meselâ: Müsemmâ, hem ipliğin, hem de dokumanın kerşıhğı olarak üç dirhem; ipliğin kıymeti de, bir dirhem ise; ecr-i misil olarak, ona, dokumadan dolayı iki dirhem verilmesi emredilir. İplik bedeli olan bir dirhem çıkarılır.
Şayet dokumacı, kendi ipliğini katmadı ise, onun hissesi nasıl bilinir?
Bu hususta âlimler ihtilaf eylediler: Bazıları: "Tartı itibariyle tanınır. Eğer elbise sahibi, dokumacıya bir batman iplik verdi ve ona: "Yarım batman iplik de kendisinin katmasını" söyledi; o da katmadı ise, iplik bedeli olandan sonra, dokuma ücretinin üçte biri müsemmâdan tar-hedilir." demişlerdir.
Bazı âlimler ise: "eğer dokumacı kusuruna rıza gösterirse, ecr-i mislini alır. Böyle ihtilaflı hallerde yemin, mal sahibine, beyyine ise san'at-kara aittir." demişlerdir. Muhıyt'de te böyledir.
Bir adam, diğerine susam verip: "Buna benefsec kat; sana bir dirhem ücret vardır." derse, bu fâsid olur. Çünkü, benefsecin miktarı belli değildir. Az olur; çok olur.
Şayet benefsecin miktarı ma'lum olursa; Buhara âlimleri; "Caiz olur." buyurmuşlardır.
Ma'ruf, meşrut gibidir.
Şu, bunun hilâfınadır: Bir adam, boyacıya bir elbise verip: "Bunu boya." derse, her ne kadar boyanın (usfurun) miktarını söylemese bile, bu caiz olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir adam, demirciye demir vererek, ondan belirli bir şey yapmasını ister; ücretini de söyler; demirci ise, demiri veren şahsa söylediği o şeyi yapıp getirirse, bu durumda, o demir sahibi için muhayyerlik yoktur; geleni kabul mecburiyetindedir.
Şayet söylediğinin hilafını yapmışsa, o takdirde demirci demirin kıymetini tazmin eder. Yaptığı kendinin olur.
Demir sahibi demirci, onun vasfeylediğine muhalefet etmiş ise muhayyer olur.
Şöyle ki: Demiri veren, demirciye: "Bir.marangoz keseri yap." der; demirci de odun keseri yaparsa; demirin sahibi muhayyerdir; Dilerse, demiri kadar demir ödetip ö keseri demirciye bırakır ve ona ücret ödemez; dilerse, o keseri alır ve onun ecr-i mislini verir.
Şayet muhalefet vasıfda değil de, cinsde olursa (meselâ: Demir sahibi, dethiri, demirciye verir ve ona "bir keser yapmasını' söyler; demirci de ona bir balyoz yaparsa) adamın demirini öder. Bu durumda, demirciye muhayyerlik yoktur.
Keza, bir san'atkâr, teslim edilen şeyden belirli bir şey yapması söylendiği hâlde, ona muhalefet eder ve cinsinde değişiklik yaparsa, onu muhakkak tazmin eder.
Vasfında değişiklik yaparsa, mal sahibi muhayyerdir. Hüküm budur. Tamirciye deri veripde "mest yap" demesi ve benzerleri gibi... Hizânetü'l-MüftîiTde de böyledir.
Bir saraca, eğer malzemelerinin bir kısmı verilerek ona, "bir eğer yapması" söylenir, verilen o aletlerle eğerin yapımının tamam olması için başka malzemeye ihtiyaç olur; onu da, saraç kendi nefsinden ilâve ederse", hem emeğinin hem de ilâve ettiği malzemenin bedelini, eğer yaptıran şahıstan alır. Bir topluluk şöyle demiştir: Bu saracın, yaptığı işin ve malzemesinin kıymeti, otuz dirhem olur; emreden şahıs da buna rıza gösterirse, bi'1-ittifak bedelini verir. Şayet hükümet adamları veya başkaları, oraya gelirler ve o eğeri de alırlar ve geri alma imkanı da olmazsa, eğer yaptıran şahıs, eğerinin l&ymetini, eğer yapan şahsa tazmin ettirir mi?
Şu cevap verilmiştir:
"Geri ister. Çünkü, malzeme verildiği hâlde yapılan iş teslim edilmemiştir. Bununla beraber, bu iş, eğer yapıldıktan ye malzeme bir birine karıştıktan sonra ve ittifak edip taraflar razı olduktan sonra meydana gelmiş olursa, oluğu gibi verir. İmâm: "Bu, bidayette satışın caiz olduğu gibidir." demiştir. Fetâvâyi Nesefi'de de böyledir.
Bir adam, tamirciye (ayakkabı ve mest diken şahsa) deri verip, onu, "belirlibir ücretle, belirli vasıflı, belirli miktarda mest yapmasını" söyler; ayakkabıcı da onun içine, kendiliğinde astar korsa, işte bu, is-tihsânda caiz; kiyâsda caiz değlidif.
Bu, bir adamın, terziye kumaş verip, "Bana, palto dik." dediğinde, onun, ona pamuk astar koyarak dikmesine benzer. İşte, bu caiz değildir.
İmâm Muhammed (R.A.) cübbe mes'elesini, el - Asi kitabında böylece zikreylemiştir.
Münteka'da İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
Bir adam, terziye, elbisenin dış kısmını verip ona, "senin tarafından konulacak iç kısmı bana aittir." derse, işte bu caizdir.
Buna binâen, bir adam, mest satın alır ve satıcıya: "Bana, kendi tarafından ayakkabı yap.' derse; bu meselede iki rivayet vardır: Eğer astarım verir ve "Dışım sen kendi tarafından yap." derse; işte bv fâsid-dir. Bu, bütün rivayetlere göre böyledir.
Gerçekten tâm Muhammcd (R.A.) bu şekil tasarruflara sonradan cevaz vermiş ve: "Her ne kadar, deri sahibi yapılan ayakkabıları görmemiş olsa bile, bu caizdir." demiştir.
Keza, bir kimse tamirciye "dört parça deriden mest dikmesini" söyler ve deri parçalarını görmezse, bu da istihsânen caizdir.
Keza, tamircinin yama yapacağı derileri görmeden, yama yapması caizdir.
İbnü Semâa'nın Nevâdiri'nde. "ayakkabıların görülmesinin şart olduğu" yazılmıştır.
Keza, "dört parçadan dikilecek mestler de görülmelidir." denilmiştir.
Yama mes'elesinde, iki rivayet vardır. Bir rivayete nazaran: Bu şekilde icâre caizdir. Tamirci, şayet yapacağı işi güzelce yapmışsa, her haliyle iş yaptıran şahsa, rü'yet muhayyerliği yoktur.
Bu, yapılan işin güzel yapıldığı takdirde böyledir.
Ancak, sanatkar, yaptığı işin sıfatını ifsad etmişse, o zaman mal sahibi muhayyerdir: Dilerse, mestlerin, ayakkabılarını alıp mestleri ona terkederve derilerin kıymetini ona ödetir; dilerse, mestelri alıp, ücretini verir.
Şayet mestleri alamazsa, ücret vermez; alırsa ecr-i misil öder.
Ayakkabılara yapılan fazlalığa karşılık ödeme yapılır ve dikilen ayakkabılara ve yamaların kıymetine bakıhr; eğer, ayakkabılı kıymeti oniki dirhem olur; ayakkabısız kıymeti on dirhem olur ve kıymetin iki dirhem fazla olduğunu-bilirse, işte o kıymet ayakkabının kıymeti olmuş olur. Sonrada ecr-i misle bakılır: Ayakkabısız yamanın ecri üç dirhem ise, ona iki dirhemi ilâve ederek, artan kıymet beş dirhem olmuş olur.
Sonra da müsemma'nın mukabili, beş dirhem veya müsemmadan daha az ise, tamirciye o verilir.
Şayet müsemmâ beş di-!- nden az ise, (meselâ: Dört dirhem ise) o takdirde, ona dört dirhem öder; ameldeki ecr-i misle itibar edilmez.
Bu mes'ele ile yırtılmış bir mesti kendi tarafından bir yama ile belirli bir ücretle yamatmaya vermenin arasındaki fark nedir?
İstihsânen, mesti yamatmaya vermek teamüldür; örf ve âdettir Hatta, bu yüzden mest bozulursa, mest sahibi muhayyer kılınır.
Bu mes'elede olduğu gibi, onu almayı seçerse, sanatkarın amelinin ecr-i mislini ve ona ilâve eylediği şeyin kıymetini (müsemmayı geçmemek şartıyle) verir. Bunda ise, ecr-i misille birlikte, fazla amelin ücretini verir. Ayakkasının kıymetini ödemesi icâbetmez. Astarın kiymetini-de ödemesi gerekmez.
Mestçinin yamasından başka iki yerde, amelinin kıymetini ödemesi gerekir.
İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:
Her iki mes'elede de müsemmayı geçemez.
Âlimlerimizden bir kısmı: "Amelde ecr-i misli geçemez. Fakat ayakkabıda son hadde kadar varılır." demişler; bir kısmı da "Hem ayakkabı, hem de amel hakkında ecr-i mislin hakkı vardır" demişlerdir. Mu-hıyt'te de böyledir.
Keza, bir adam, diğerine, başa giyilecek bir fes verip ona, "onu astarlamasını" söylerse; bu da yukarıda söylediğimiz gibidir.
Eğer onun astarını taze bir astardan yapmamışsa, muhayyerlik yoktur.
Ancak, taze olmasını şart koşmuşsa, o zaman muhayyerdir. Atta-biyye'de de böyledir.
Bir adam, ayakkabıcının yanında, "bir mest yapılmasını' ister; o da, yapıp bitirince, mest yaptıran şahıs: "Bu, parça, benim verdiğim kadar değildir.." der; köşker de: "Hayır, işte bu.senin verdiğin ve istediğindir." der ve bu köşker, mal sahibinin yemin etmesini isterse; buna hakkı yoktur.
Boyacı bunun hilafınadır. tşi veren: "Bu, benim boyam değildir." derse, bu durumda boyacının yemin verme hakkı vardır. Zehiyre'de de böyledir.
Bir adam, köşkere sahtiyan verip, "onu, dört dirheme dört parçadan mest yapmasını* söyler; başak birine de vererek, "ona da, iki dirheme bir mest dikmesini" söylerse, eğer dört "dirheme yapan sanatkar, onu, onun yanında güzelce yaparsa, fazlalık kendisine helâl olur; değilse sanatkar, fazlalığı tasadduk eder. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir adam, ayakkabılarını nalçalatmak üzere, belirli bir ücretle nalçacıya verir, o da, başkalarının yaptığı gibi nalça yaparsa, her ne kadar, nalça taze-olmasa bile bu caiz olur.
Şayet, taze olmasını şart koşmuşsa, o zaman muhayyerdir. Fakat dediği gibi yapmışsa, onu kabule mecburdur; muhayyerlik yokdur. Zehîyre'de de böyledir.
Bir kimse köşkere, yeni bir ayakkabı yapmasını şart koşar; o da, yeni olmayan bir ayakkabı yaparsa, mal sahibi isterse tazmin ettirir; isterse, onu alıp ecr-i mislini verir. Ecr-i misil ecr-i müsemmayı geçemez. Bedâi"de de böyledir.
Bu şahıslar
Ücrette ihtilaf ederler ve köşker: "Sen, bana bir dirhem şart koştun."; mest sahibi de: "İki dânik şart koştum." der; yama da mest sahibinin dediği gibi olur ve bu hususta ihtilaf etmezler ve her ikisi de beyyine ibraz ederlerse, bu durumda ustanın beyyinesi geçerli olur. Söylenecek başka bir şey yoktur.
Şayet her ikisinin de beyyinesi yoksa, bu durumda, onun kıymetini tazmin eder. Onun kıymetine şahit dinletenin sözü geçerli olur. Boyacıda da böyledir.
Eğer ayakkabının kıymeti, köşkerin iddia eylediği gibi bir dirhem ise, onun yeminle birlikte söylediği söz geçerli olur.
Eğer kıymeti iki dânik ise, bu durumda, yaptıran şahsın yeminli olarak söylediği söz geçerli olur.
Eğer, kıymeti ikisinin de dediği gibi değil ise, yeminleşmezler.
Şayet her birisi yemin ederse, hak yemin edenin olur.
Bu, ücrette ihtilaf ettikleri zaman böyledir.
Fakat, ücretin aslında ihtilaf ederler ve mest sahibi: "Sen, onu ücretsiz yaptın." der; köşker de: "Hayır, ücretle yaptım." derse, karr. lıklı yemin ederler.
Şayet ikisi de yemin eder ve ücret belli olmaz ise, bu durumda ayakkabı sahibi fazlalığın kıymetini eğer ayakkabıyı yanında yapmışsa öder.
Ücretin müddetinde ihtilaf ederlerse, köşkerin sözü geçerli olur.
Bu hususta, karşılıklı yeminleşmezler. Zehîyre'de de böyledir.
Bir adam, marangoza: "Bana bir ev yap." der; o da yapar ve sağlam yaptığını, ustalar tasdik eder; bu bina hususunda, karşılıklı razı oldukları hâlde binayı yapan şahıs, ücreti azımsasa, ecr-i misil verir.
Ebû Hâmid ve Humeyr Veberi şöyle buyurmuşlardır: Bina, benzerinin değeri merizilindedir. Ona ayrı bir kıymet takdiri gerekmez. Gınye'de de böyledir.
Bir adam, bir san'atkâra, on dirhem gümüş vererek: ''İki dirhem de sen kat; bende alacağın olsun. Ücretin bir dirhemdir; bilezik yap." der; o da yapıp getirir ve: "İki dirhern ilâve eyledim." der; gümüş sahibi de: "Sen, bir şey ilâve etmemişsin." derse, o zaman, birbirlerine yemin verirler.
Eğer her ikisi de yemin ederse, kuyumcu muhayyerdir: Dilerse, bileziği ona verip, ondan beş dânik ve on dirhem alır; dilerse, bileziği alıp, onun on dirhem gümüşünü verir. Çünkü, kuyumcu iki dirhem iddia ediyor; o da bunu inkâr ediyor. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam, mushafım yaldızcıya vererek, onu kendi yanında yaldızlamasın isteyerek ona, "süre başlarını, âyet başlarım, onda bir ve beşte bir cüzlerini, göstermek üzre, mushaf sahibi emir verip ücretini de belirtirse; bu sahih olmaz. Zira yapılacak tezhibin adedi meçhuldür. Gınye'de de böyledir.
Bir adam, satan şahsın dikmesi şartıyle, on dirheme bir elbiselik alırsa, bu fâsiddir.
Bir adam, ayakkabılarını, ayakkabıcıya yaptırmaya getirir, o yapılana kadar da giyecek ayakkabı icârlarsa, işte bu caizdir.
Bir kimse, nalınlarına koyacağı kayışları gösterip, onu şart koşar, nalıncı da buna razı olduktan sonra; ona giymesi için ayakkabı verirse, istihsânen bu da caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, usfur ile boyamak üzere, bir boyacıya, bir elbise verir ve onu kendinin yanında boyamasını ister; boyacı da, onun gibi yapar; ancak sıfatında ihtilaf ederler yâni boyarken fazla veya noksan kaynatır ve elbise kusurlanırsa, yine elbise sahibi muhayyerdir: Dilerse, elbiseyi bırakıp, önceki kıymetini tazmin ettirir, dilerse, öylece alıp, amelinin karşılığı ecr-i misil verir. Bu da, ecr-i müsammâyı geçemez. Hızâne-tü'l Müftin'de de böyledir.
Şayet bir kimse, bir terziye, gömleğin kolunu yanında dikmesini şart koşarsa, örfde olmadığı için, bu şart bâtıldır. (= geçersizdir.)
Keza, bir kimse, bina yapılırken kirecinin tuğla ve kiremidinin, kendi yanında konulmasını şart koşarsa, bu cins şartların san'atkara şart koşulması fâsiddir. Şayet iş verenin istediği kireç, tuğla değişik olursa, onun kıymeti, o malın sahibine aittir. Âmile (= ustaya) ecr-İ misil verilir. Meb-sût'ta da böyledir. [58]
Yapılan şey, bir ayn olur; amel de sanatkârdan olursa, o şey sanatkarındır.
Fakat ayn yaptırandan olur, yapandan olmaz ise, bu durumda sanatkar ücretli ve yaptığı şey de yaptıranın olur. Muhiyt'te de böyledir.
Hâher-Zâde Tecnîs'de şöyle demiştir:
îstisnâ demek: Bir şeyi satın alıp, onu yaparak satmak demektir.
Meselâ: Deriyi satın alıp, şataftı adam san'atkara adedini ve vasfını belirterek mest yapmasını söyler; o da yaparsa, işte bu istihsânen caizdir.
Keza, yapılması an'ane ve âdet olan her şeyi yapmak caizdir.
Şöyle ki: Camdan, bakırdan, tahtadan kap yapmak ve benzerleri gibi... Kalensüve (= üzerine sarık sarılarak başa giyilen fes, külah) ve benzeri gibi şeyleri yapıp satmak; icarla yapmak, caizdir sıfatı ve miktarı belli edilirse caizdir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Yapılan şeyi satmak sahihtir. Yaptıran şahıs gördüğü zaman muhayyerdir: İsterse, alır; isterse almaz. Fakat yapıcı muhayyer değildir. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.), önce böyle söylemiştir. Fetva da bunun üzerinedir. Hulâsa'da da böyledir.
Bundan sonra, yaptıran zat razı olursa, yapıcının tekrar yapması gerekmez.
Yaptıran şahsın rızası ile., yapan sanatkâr, yaptığı şeyi satabilir. Tehzîb'de de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:
Bir adam, bir dokumacıdan bez yapmasını isteyerek, onun "enini, boyunu, cinsini, inceliğini" söyler ve bu bezin ipliği de dokumacıdan olacak olur; o da onu öylece dokursa, kıyâs, bunun caiz olmasıdır.
Fakat istihsânda, bu caiz değildir.
Eğer, bez dokutacak şahıs zaman da tayin ederse, bu selem olur.
Bu mes'ele, kitab'da icârât bahsinde, hilafsız olarak yazılmıştır.
Şeyhü'I-İslâm'ın Kitabü'1-Büyû Şerhı'nde ise: "Müddet tâyini; teamül ve âdetse, o beldede böyle iş yapmak selem olur." buyurmuştur.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nın kavli budur.
İmâmeyn'e göre ise, bu teamül olmayan yerde selem olmaz.
Eğer, müddet söylenmişse, bi'1-icma selem olur.
Kudûrî'de şöyle denilmiştir:
Eğer müddet söylenmişse, işte bu selem menzilesindedir. Bedelini, o mecliste almak gerekir. İki taraf için de muhayyerlik olmaz.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. İmâmeyn'e göre insanlar içinde teamül (= âdet) yoksa, selem olmaz. Zehîyre'de de böyledir.
Bir adam, diğerine iki batman ibrişim verip, ona: "İki batman da kendisinden ilâve ederek, dokumasını" söyler ve dokuma ücretini de kaldırıp, "kârına, yarı yarıya ortak" olurlarsa; eğer dokumacının o ibrişimleri birbirine katmayıp, her birini ayrı ayrı dokumuş olması hâlinde ecr-i mislini alır. Diğeri kendisine aittir.
Eğer ibrişimleri birbirine katarak dokudu ise, şart koşulduğu gibi yarı yarıya ortak olurlar. Ve bu durumda ayrıca ecr-i misil gerekmez. Çünkü, müşterek iş yapılmıştır. Cevâhirü'I-Ahlâtî'de de böyledir.
Bir adam, ipliğini dokumacıya teslim ederek, "onu dokumasını" söyler ve bir rıtıl iplik de kendisinden katmasını isteyerek, ona: "İpliğinden bana bir rıtıl da borç ver. Ben, sana aynısını öderim." deyip, belirli bir vasfı, belirli bir ücretle dokumasını emrederse, bu istihsânen caizdir. Her ne kadar, bu icârede borç etmek varsa da, bu bir zarar vermez.
Şayet: "İpliğinden yüz otuz dirhem kat; ipliğini vermek şartıyle." demiş olsa; yine caiz olur; o kadar iplik borçlanır. "İpliğinden kat." deyince, iplikci sussa vine caizdir; ilâve ettiği borç olur.
İcârede şart olmazsa, bu icâre, hem kiyâsen/hem de istihsânen caiz olur.
Şayet şartlı olursa, elbise sahibi ile dokumacı arasında ihtilaf çıkar: tş yapılıp bittikten sonra, elbise sahibi: "Sen, ilâve yapmadın." der; dokumacı da "Hayır, yaptım." der ve bu elbiseyi, sahibi, satarken zayi ederse; ağırlığı belli olması hâlinde, elbise sahibinin yeminle birlikte geçerli olur. Bunu bildiği için, dokumacı ilâve yapmamıştır. Beyyine getirmek de dokumacıya aittir.
Şayet elbise sahibi yeminden kaçınırsa, dokumacının iddiası sabit olur. Onun bedelini elbise sahibi öder.
Eğer elbise sahibi yemin ederse, tazminattan berî olur. Eğer elbise mevcut ise, durumun ne olacağı ileride söylenecektir. Şayet, elbise sahibi, dokumacıya: "İpliğinden kat; ben onun ve emeğinin ücretini veririm. Şu kadar dirhem." demişse, bu kıyâsen caiz değildir; istihsânen caizdir.
Caiz olduğu zaman, iş bittikten sonra, ihtilaf çıkar ve elbise sahibi: "Sen, hiç ilâve yapmamışsın."?der; dokumacı da: "Bana dediğin kadarını ilâve ettim." der; elbisede zayi olmuş bulunursa, elbise sahibinin yeminle söylediği söz geçerli olur.
Yemin edemez ise, dokumacının ilâve yaptığı tasdik edilir ve o, dokuma ücreti ve ipliğinin bedeli ne ise, onun tamamım alır. Eğer elbiseci yemin ederse, ziyâde sabit olmaz. İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur; Ondan iplik bedeli düşülür ve elbise dokuma ücreti alınır. Bunun taksimi ise, ecr-i misline göredir. Bunu nasıl bilir?
İpliğin kıymeti, dokumacıya karşı şart koşulur. Çünkü o, ipliğin ve işin bedelini kabul, eylemiştir. Zira, müste'cir, bir batman iplik verdi; yarım batman da iplik satın aldı ise, onun bedelini verir.
Meselâ: Müsemmâ, hem ipliğin, hem de dokumanın kerşıhğı olarak üç dirhem; ipliğin kıymeti de, bir dirhem ise; ecr-i misil olarak, ona, dokumadan dolayı iki dirhem verilmesi emredilir. İplik bedeli olan bir dirhem çıkarılır.
Şayet dokumacı, kendi ipliğini katmadı ise, onun hissesi nasıl bilinir?
Bu hususta âlimler ihtilaf eylediler: Bazıları: "Tartı itibariyle tanınır. Eğer elbise sahibi, dokumacıya bir batman iplik verdi ve ona: "Yarım batman iplik de kendisinin katmasını" söyledi; o da katmadı ise, iplik bedeli olandan sonra, dokuma ücretinin üçte biri müsemmâdan tar-hedilir." demişlerdir.
Bazı âlimler ise: "eğer dokumacı kusuruna rıza gösterirse, ecr-i mislini alır. Böyle ihtilaflı hallerde yemin, mal sahibine, beyyine ise san'at-kara aittir." demişlerdir. Muhıyt'de te böyledir.
Bir adam, diğerine susam verip: "Buna benefsec kat; sana bir dirhem ücret vardır." derse, bu fâsid olur. Çünkü, benefsecin miktarı belli değildir. Az olur; çok olur.
Şayet benefsecin miktarı ma'lum olursa; Buhara âlimleri; "Caiz olur." buyurmuşlardır.
Ma'ruf, meşrut gibidir.
Şu, bunun hilâfınadır: Bir adam, boyacıya bir elbise verip: "Bunu boya." derse, her ne kadar boyanın (usfurun) miktarını söylemese bile, bu caiz olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir adam, demirciye demir vererek, ondan belirli bir şey yapmasını ister; ücretini de söyler; demirci ise, demiri veren şahsa söylediği o şeyi yapıp getirirse, bu durumda, o demir sahibi için muhayyerlik yoktur; geleni kabul mecburiyetindedir.
Şayet söylediğinin hilafını yapmışsa, o takdirde demirci demirin kıymetini tazmin eder. Yaptığı kendinin olur.
Demir sahibi demirci, onun vasfeylediğine muhalefet etmiş ise muhayyer olur.
Şöyle ki: Demiri veren, demirciye: "Bir.marangoz keseri yap." der; demirci de odun keseri yaparsa; demirin sahibi muhayyerdir; Dilerse, demiri kadar demir ödetip ö keseri demirciye bırakır ve ona ücret ödemez; dilerse, o keseri alır ve onun ecr-i mislini verir.
Şayet muhalefet vasıfda değil de, cinsde olursa (meselâ: Demir sahibi, dethiri, demirciye verir ve ona "bir keser yapmasını' söyler; demirci de ona bir balyoz yaparsa) adamın demirini öder. Bu durumda, demirciye muhayyerlik yoktur.
Keza, bir san'atkâr, teslim edilen şeyden belirli bir şey yapması söylendiği hâlde, ona muhalefet eder ve cinsinde değişiklik yaparsa, onu muhakkak tazmin eder.
Vasfında değişiklik yaparsa, mal sahibi muhayyerdir. Hüküm budur. Tamirciye deri veripde "mest yap" demesi ve benzerleri gibi... Hizânetü'l-MüftîiTde de böyledir.
Bir saraca, eğer malzemelerinin bir kısmı verilerek ona, "bir eğer yapması" söylenir, verilen o aletlerle eğerin yapımının tamam olması için başka malzemeye ihtiyaç olur; onu da, saraç kendi nefsinden ilâve ederse", hem emeğinin hem de ilâve ettiği malzemenin bedelini, eğer yaptıran şahıstan alır. Bir topluluk şöyle demiştir: Bu saracın, yaptığı işin ve malzemesinin kıymeti, otuz dirhem olur; emreden şahıs da buna rıza gösterirse, bi'1-ittifak bedelini verir. Şayet hükümet adamları veya başkaları, oraya gelirler ve o eğeri de alırlar ve geri alma imkanı da olmazsa, eğer yaptıran şahıs, eğerinin l&ymetini, eğer yapan şahsa tazmin ettirir mi?
Şu cevap verilmiştir:
"Geri ister. Çünkü, malzeme verildiği hâlde yapılan iş teslim edilmemiştir. Bununla beraber, bu iş, eğer yapıldıktan ye malzeme bir birine karıştıktan sonra ve ittifak edip taraflar razı olduktan sonra meydana gelmiş olursa, oluğu gibi verir. İmâm: "Bu, bidayette satışın caiz olduğu gibidir." demiştir. Fetâvâyi Nesefi'de de böyledir.
Bir adam, tamirciye (ayakkabı ve mest diken şahsa) deri verip, onu, "belirlibir ücretle, belirli vasıflı, belirli miktarda mest yapmasını" söyler; ayakkabıcı da onun içine, kendiliğinde astar korsa, işte bu, is-tihsânda caiz; kiyâsda caiz değlidif.
Bu, bir adamın, terziye kumaş verip, "Bana, palto dik." dediğinde, onun, ona pamuk astar koyarak dikmesine benzer. İşte, bu caiz değildir.
İmâm Muhammed (R.A.) cübbe mes'elesini, el - Asi kitabında böylece zikreylemiştir.
Münteka'da İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
Bir adam, terziye, elbisenin dış kısmını verip ona, "senin tarafından konulacak iç kısmı bana aittir." derse, işte bu caizdir.
Buna binâen, bir adam, mest satın alır ve satıcıya: "Bana, kendi tarafından ayakkabı yap.' derse; bu meselede iki rivayet vardır: Eğer astarım verir ve "Dışım sen kendi tarafından yap." derse; işte bv fâsid-dir. Bu, bütün rivayetlere göre böyledir.
Gerçekten tâm Muhammcd (R.A.) bu şekil tasarruflara sonradan cevaz vermiş ve: "Her ne kadar, deri sahibi yapılan ayakkabıları görmemiş olsa bile, bu caizdir." demiştir.
Keza, bir kimse tamirciye "dört parça deriden mest dikmesini" söyler ve deri parçalarını görmezse, bu da istihsânen caizdir.
Keza, tamircinin yama yapacağı derileri görmeden, yama yapması caizdir.
İbnü Semâa'nın Nevâdiri'nde. "ayakkabıların görülmesinin şart olduğu" yazılmıştır.
Keza, "dört parçadan dikilecek mestler de görülmelidir." denilmiştir.
Yama mes'elesinde, iki rivayet vardır. Bir rivayete nazaran: Bu şekilde icâre caizdir. Tamirci, şayet yapacağı işi güzelce yapmışsa, her haliyle iş yaptıran şahsa, rü'yet muhayyerliği yoktur.
Bu, yapılan işin güzel yapıldığı takdirde böyledir.
Ancak, sanatkar, yaptığı işin sıfatını ifsad etmişse, o zaman mal sahibi muhayyerdir: Dilerse, mestlerin, ayakkabılarını alıp mestleri ona terkederve derilerin kıymetini ona ödetir; dilerse, mestelri alıp, ücretini verir.
Şayet mestleri alamazsa, ücret vermez; alırsa ecr-i misil öder.
Ayakkabılara yapılan fazlalığa karşılık ödeme yapılır ve dikilen ayakkabılara ve yamaların kıymetine bakıhr; eğer, ayakkabılı kıymeti oniki dirhem olur; ayakkabısız kıymeti on dirhem olur ve kıymetin iki dirhem fazla olduğunu-bilirse, işte o kıymet ayakkabının kıymeti olmuş olur. Sonrada ecr-i misle bakılır: Ayakkabısız yamanın ecri üç dirhem ise, ona iki dirhemi ilâve ederek, artan kıymet beş dirhem olmuş olur.
Sonra da müsemma'nın mukabili, beş dirhem veya müsemmadan daha az ise, tamirciye o verilir.
Şayet müsemmâ beş di-!- nden az ise, (meselâ: Dört dirhem ise) o takdirde, ona dört dirhem öder; ameldeki ecr-i misle itibar edilmez.
Bu mes'ele ile yırtılmış bir mesti kendi tarafından bir yama ile belirli bir ücretle yamatmaya vermenin arasındaki fark nedir?
İstihsânen, mesti yamatmaya vermek teamüldür; örf ve âdettir Hatta, bu yüzden mest bozulursa, mest sahibi muhayyer kılınır.
Bu mes'elede olduğu gibi, onu almayı seçerse, sanatkarın amelinin ecr-i mislini ve ona ilâve eylediği şeyin kıymetini (müsemmayı geçmemek şartıyle) verir. Bunda ise, ecr-i misille birlikte, fazla amelin ücretini verir. Ayakkasının kıymetini ödemesi icâbetmez. Astarın kiymetini-de ödemesi gerekmez.
Mestçinin yamasından başka iki yerde, amelinin kıymetini ödemesi gerekir.
İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:
Her iki mes'elede de müsemmayı geçemez.
Âlimlerimizden bir kısmı: "Amelde ecr-i misli geçemez. Fakat ayakkabıda son hadde kadar varılır." demişler; bir kısmı da "Hem ayakkabı, hem de amel hakkında ecr-i mislin hakkı vardır" demişlerdir. Mu-hıyt'te de böyledir.
Keza, bir adam, diğerine, başa giyilecek bir fes verip ona, "onu astarlamasını" söylerse; bu da yukarıda söylediğimiz gibidir.
Eğer onun astarını taze bir astardan yapmamışsa, muhayyerlik yoktur.
Ancak, taze olmasını şart koşmuşsa, o zaman muhayyerdir. Atta-biyye'de de böyledir.
Bir adam, ayakkabıcının yanında, "bir mest yapılmasını' ister; o da, yapıp bitirince, mest yaptıran şahıs: "Bu, parça, benim verdiğim kadar değildir.." der; köşker de: "Hayır, işte bu.senin verdiğin ve istediğindir." der ve bu köşker, mal sahibinin yemin etmesini isterse; buna hakkı yoktur.
Boyacı bunun hilafınadır. tşi veren: "Bu, benim boyam değildir." derse, bu durumda boyacının yemin verme hakkı vardır. Zehiyre'de de böyledir.
Bir adam, köşkere sahtiyan verip, "onu, dört dirheme dört parçadan mest yapmasını* söyler; başak birine de vererek, "ona da, iki dirheme bir mest dikmesini" söylerse, eğer dört "dirheme yapan sanatkar, onu, onun yanında güzelce yaparsa, fazlalık kendisine helâl olur; değilse sanatkar, fazlalığı tasadduk eder. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir adam, ayakkabılarını nalçalatmak üzere, belirli bir ücretle nalçacıya verir, o da, başkalarının yaptığı gibi nalça yaparsa, her ne kadar, nalça taze-olmasa bile bu caiz olur.
Şayet, taze olmasını şart koşmuşsa, o zaman muhayyerdir. Fakat dediği gibi yapmışsa, onu kabule mecburdur; muhayyerlik yokdur. Zehîyre'de de böyledir.
Bir kimse köşkere, yeni bir ayakkabı yapmasını şart koşar; o da, yeni olmayan bir ayakkabı yaparsa, mal sahibi isterse tazmin ettirir; isterse, onu alıp ecr-i mislini verir. Ecr-i misil ecr-i müsemmayı geçemez. Bedâi"de de böyledir.
Bu şahıslar
Ücrette ihtilaf ederler ve köşker: "Sen, bana bir dirhem şart koştun."; mest sahibi de: "İki dânik şart koştum." der; yama da mest sahibinin dediği gibi olur ve bu hususta ihtilaf etmezler ve her ikisi de beyyine ibraz ederlerse, bu durumda ustanın beyyinesi geçerli olur. Söylenecek başka bir şey yoktur.
Şayet her ikisinin de beyyinesi yoksa, bu durumda, onun kıymetini tazmin eder. Onun kıymetine şahit dinletenin sözü geçerli olur. Boyacıda da böyledir.
Eğer ayakkabının kıymeti, köşkerin iddia eylediği gibi bir dirhem ise, onun yeminle birlikte söylediği söz geçerli olur.
Eğer kıymeti iki dânik ise, bu durumda, yaptıran şahsın yeminli olarak söylediği söz geçerli olur.
Eğer, kıymeti ikisinin de dediği gibi değil ise, yeminleşmezler.
Şayet her birisi yemin ederse, hak yemin edenin olur.
Bu, ücrette ihtilaf ettikleri zaman böyledir.
Fakat, ücretin aslında ihtilaf ederler ve mest sahibi: "Sen, onu ücretsiz yaptın." der; köşker de: "Hayır, ücretle yaptım." derse, karr. lıklı yemin ederler.
Şayet ikisi de yemin eder ve ücret belli olmaz ise, bu durumda ayakkabı sahibi fazlalığın kıymetini eğer ayakkabıyı yanında yapmışsa öder.
Ücretin müddetinde ihtilaf ederlerse, köşkerin sözü geçerli olur.
Bu hususta, karşılıklı yeminleşmezler. Zehîyre'de de böyledir.
Bir adam, marangoza: "Bana bir ev yap." der; o da yapar ve sağlam yaptığını, ustalar tasdik eder; bu bina hususunda, karşılıklı razı oldukları hâlde binayı yapan şahıs, ücreti azımsasa, ecr-i misil verir.
Ebû Hâmid ve Humeyr Veberi şöyle buyurmuşlardır: Bina, benzerinin değeri merizilindedir. Ona ayrı bir kıymet takdiri gerekmez. Gınye'de de böyledir.
Bir adam, bir san'atkâra, on dirhem gümüş vererek: ''İki dirhem de sen kat; bende alacağın olsun. Ücretin bir dirhemdir; bilezik yap." der; o da yapıp getirir ve: "İki dirhern ilâve eyledim." der; gümüş sahibi de: "Sen, bir şey ilâve etmemişsin." derse, o zaman, birbirlerine yemin verirler.
Eğer her ikisi de yemin ederse, kuyumcu muhayyerdir: Dilerse, bileziği ona verip, ondan beş dânik ve on dirhem alır; dilerse, bileziği alıp, onun on dirhem gümüşünü verir. Çünkü, kuyumcu iki dirhem iddia ediyor; o da bunu inkâr ediyor. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam, mushafım yaldızcıya vererek, onu kendi yanında yaldızlamasın isteyerek ona, "süre başlarını, âyet başlarım, onda bir ve beşte bir cüzlerini, göstermek üzre, mushaf sahibi emir verip ücretini de belirtirse; bu sahih olmaz. Zira yapılacak tezhibin adedi meçhuldür. Gınye'de de böyledir.
Bir adam, satan şahsın dikmesi şartıyle, on dirheme bir elbiselik alırsa, bu fâsiddir.
Bir adam, ayakkabılarını, ayakkabıcıya yaptırmaya getirir, o yapılana kadar da giyecek ayakkabı icârlarsa, işte bu caizdir.
Bir kimse, nalınlarına koyacağı kayışları gösterip, onu şart koşar, nalıncı da buna razı olduktan sonra; ona giymesi için ayakkabı verirse, istihsânen bu da caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, usfur ile boyamak üzere, bir boyacıya, bir elbise verir ve onu kendinin yanında boyamasını ister; boyacı da, onun gibi yapar; ancak sıfatında ihtilaf ederler yâni boyarken fazla veya noksan kaynatır ve elbise kusurlanırsa, yine elbise sahibi muhayyerdir: Dilerse, elbiseyi bırakıp, önceki kıymetini tazmin ettirir, dilerse, öylece alıp, amelinin karşılığı ecr-i misil verir. Bu da, ecr-i müsammâyı geçemez. Hızâne-tü'l Müftin'de de böyledir.
Şayet bir kimse, bir terziye, gömleğin kolunu yanında dikmesini şart koşarsa, örfde olmadığı için, bu şart bâtıldır. (= geçersizdir.)
Keza, bir kimse, bina yapılırken kirecinin tuğla ve kiremidinin, kendi yanında konulmasını şart koşarsa, bu cins şartların san'atkara şart koşulması fâsiddir. Şayet iş verenin istediği kireç, tuğla değişik olursa, onun kıymeti, o malın sahibine aittir. Âmile (= ustaya) ecr-İ misil verilir. Meb-sût'ta da böyledir. [58]
Konular
- 22- MÜSTE'CİRÎN MEN EDİLDİĞİ VE ÂCİRİN MEN EDİLMEDİĞİ TASARRUFLAR
- 23- HAMAM VE DEĞİRMEN İCARLAMAK
- 24- ACİR VE MA'KÛDÜN ALEYHE KEFALET
- 25- ÂCİR, MÜSTE'CİR VE ŞAHİTLER ARASINDA MEYDANA GELEN İHTİLÂF
- 1- Âcir, Müste'cir Ve Şahitler Arasında Bedel Hakkındaki İhtilâf
- 2- Acir'le Müste'cirin, Ücretteki Kusur Hususundaki İhtilafları
- 26- BİNMEK İÇİN HAYVAN İCARLAMAK
- 27- MUHALEFET, İSTİMAL, ZİYA TELEF VE BENZERİ HALLERDE TAZMİNAT MESELELERİ
- 28- HAS VE MÜŞTEREK ECÎRİN HÜKMÜ
- 1- Ecîr-i Hâs Ve Ecîr-i Müşterek Arasındaki Farklar Ve Bunun Hükümleri
- Ecîr-i Hasın Hükmü:
- Ecîr-i Müşterekin Hükmü:
- 2- Ecîr Konusunda Çeşitli Meseleler:
- 29- İCAREDE VEKİL TAYİN ETME
- 30- BUHÂRA'DA YAPILAN UZUN SÜRELİ İCÂRE
- 31- İŞ ÜZERİNE İSTİCAR VE İSTİSNA
- 32- İCARE HAKKINDA MUHTELİF MESELELER
- KİTABÜ'L-İKRAH
- 1- İKRAHIN MÂNÂSI, ÇEŞİTLERİ, ŞARTLARI VE HÜKÜMLERİ
- İkrahın Mânâsı:
- İkrahın Çeşitleri:
- İkrâh-ı Mülcî:
- İkrâh-ı Gayri Mülcî:
- İkrahın Şartı:
- İkrahın Hükmü
- 2- İKRAH KARŞISINDA YAPILMASI HELÂL OLAN VEYA HELÂL OLMAYAN ŞEYLER
- 3- TELCİE AKİDLERİ İLE İLGİLİ MESELELER
- 4- İKRAHLA İLGİLİ ÇEŞİTLİ MESELELER
- KİTÂBÜ'L-İKRÂR
- 1- İKRARIN SERİ MANASI, RÜKNÜ, ŞARTİ, CEVAZI VE HÜKMÜ