30- BUHÂRA'DA YAPILAN UZUN SÜRELİ İCÂRE

Buhara'da insanların yaptığı gibi, uzun süreli icâre (gerçekten on­lar, ardı ardına otuz yıl, —her senenin son üç günü hâriç olmak üzere arazi icarlıyorlar) eğer, bu durumda seneler noksan olursa, icârenin ce­vazında ihtilaf vardır.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Caiz değil." demiştir. Zira icâre fâsiddir.

Buharahlara göre ise caizdir.

Sahih olan da budur.

Bu icârede muhayyerlik şartı yoktur. Her senenin son üç günü icâ-reden müstesna edilmiştir. O günler icâreye dahil olmaz. Müstesna kılı­nan günlerde icâre sabit olmaz. Serahâ'nin Muhıyfı'de de böyledir.

Bu icârenin caiz olduğu görüşünde olan âlimler bu akdin, bir akid mi, muhtelif akidler mi olduğundl ihtilafa düştüler.

Bazılar: "Bunun muhtelif akidlerden meydana gelmiş olduğuna iti­bar olunur." dediler.

Akdi vahidde üç günden fazla muhayyerlik olmaz.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu akid de fâsiddir. Bazı âlimler de: "Akd-i vahide itibar yoktur." dediler.

Eğer ona itabar edersek, önceki akid icâreye muzaf olur. Peşin üc­rete mâlik olunmaz. Ücrete sahip olmak için, bu icârede şart ve garaz da yoktur.

Burda, muhalefetin faydası görülüyor.

Bir yetimin arazisi otuz senelik icara verilip, birinci ve ikinci sene­lerin ücreti de ecr-i misilden az; son senenin ücreti ise, ecr-i misilden çok; bu yetimin icâresinde üçüncü senede ecr-i misilden çok olsa; önceki se­ne ile ikinci senenin icâresi fâsid olur. Bu, akdi vahid diyenlere göre böy­ledir. Ayrı ayrı akidler birbirini tecavüz etmez. Hızânetü'l— Müftîn'de de böyledir.
Sadra'1-İmâmü'l-Ecell eş-Şehîd şöyle demiştir: Bana göre sahih olan, diğer hükümlerde olduğu gibi, akidlerin bulunduğuna itibar etmektir. Peşin ücretlerde, akd-i vahide veya peşinlii şart koşmaya itibar edilir.

Kendisi küçük olan birinin evini, icare vermekde çâre şudur: Ücret senenin sonuna bırakılır. Ondan önceki senede ecr-i misle veya daha faz­laya itibar edilir. En sonunda da küçük, mukaddem senelerin ecrinden vaz geçer. Bu icraat, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'ye göre sahihdir.

İmâm Ebû Yûsuf, buna muhalefet etmiştir.

Şayet, on senelik icar, —aldamlmış olmayacak kadar— ecr-i misil­den fazla olursa; işte bu icâre câk olur.

Akar ve arsada uzun süreli icârenin caiz olduğu gibi; hayvanjat ve köle gibi bizatihi kendisiyle menfaat temin edilecek her şeyde, caiz olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

FadR'nin Fetvâlan'nda şöyle zikredilmiştir:

Uzun süreli icâre, sabinin (= küçük çocuğun) mülkünde caiz de­ğildir. Hulâsa'da da böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

İki kişi bir adamın evini, on seneliğine icara verirler; müste'cir de, kendini çıkaracaklarından korkup, bu hususta işini sağlama bağlamak (vesikalandırmak) isterse; (buna çâre:) önce bütün aylarının evvelini bir dirheme icarlar, sonraki ayları ona kıyaslar, en son senenin icarı ne ka­dar büyürse, o evden artık çıkaramaz. Bundan dolayı Buhara'da, uzun süreli icârelerde, önceki senelerde az miktarla icarlıyorlar, seneler geç­tikçe onu büyütüyorlar. Muhıyt'te de böyledir.

Velvâliciyye'de şöyle zikredilmiştir: Bir kimse, diğerine: "Ben, şu evi sana, yirmi seneliğine icâre verdim. Her senenin üç günü hariç." derse, işte bu icare caiz olur.

Şayet "her senenin üç günü muhayyerdir." derse, bu icâre caiz olmaz. Bu İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. Tatarhâniyye'de böyledir.

Uzun süreli icârede, "her senenin son günlerinin icaresi fâsiddir." denilse, son altı ayı fesada gider.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. İmâmeyn'e göre, önce­ki ve sonraki aya itibar edilir. Geri kalan aylar ehlinindir. îmâm Ebû Ha­nîfe (R.A.)'ye göre e§er senede günlere itibar edilir ve onlardan her se­nenin sonları bilinmezse, buna çâre: Müste'cirin izni olmadan, icara veren şahıs evini müste'cire satar; böylece fesh günleri gelince onlar fesholur. İkinci çâre: Feshi izafe eder. Bazı âlimler İmâmeyn'in görüşüyle fetva ver­diler. Hulâsa'da da böyledir.

Bir adam, arazisini, ziraat yapılmak üzere ve tohumu ekene âit olmak şartıyle, icara verdikten sonra, arazisini icara veren bu zat, zira­atçının haberi olmadan, orayı uzun süreli icara verirse, işte bu caiz olmaz.

Çünkü, mezrûatda, eğer tohum icarlayanın olursa, o yeri İcarla-mış olur. Sanki onu icara veren gibi bir duruma düşer.

Sonrada onu başkasına icara verirse, işte bu ikinci icar caiz olmaz.

Şayet buna birinci icarcı razı olursa, önceki icâreyi fesheder. Bu durumda ikinci icâre geçerli olur.

Bu, şunun hilafınadır: İcara verdikten sonra bir icara daha verir ve önceki buna razı olur ve önceki adam onu teslim almış bulunursa, bu durumda o, onun icâresi olur.

Bu, müzrûatda olduğu zaman, önceki zat aldıktan sonra da olsa, bu ziraatçıya göre geçerli değildir. Çünkü, müzâraada icâre ile birlikte onun maksure mi, memdûde mi olduğunda ihtilaf vardır. Öncekine karşı, ikinciye caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, diğerine: "Evini uzun süreli bana icara ver." der; di­ğeri de: "Verdim." karşılığını verir ve ev sahibi, kâtibe "bir senet yazmasını" söyler; o da bir senet yazar ve aralarında başka bir şey ol­maz, müste'cir icâre bedelini mal sahibine verirse; bu icâre, aralarında bir icâre olmaz. Müste'cirinde —evde oturması için, eğer o ev gelir ge­tirmek için hazırlanmış ise— icara vermesi gerekmez. Hızânetü'l-Müftin'de-de böyledir.

Bir adam, vakıf bir yeri, mütevelliden uzun süreli olarak icarladığında, şayet vakfeden şahıs, bir seneden fazlaya vakfetmişse, bu icâ­re caiz olur. bunda, bir vebal yoktur.

Eğer şart, bir seneden fazla olmamaksa vâkıfın şartına riâyet edili-rek, icârenin bir yıldan fazla olmamasına fetva verilir.

Ancak, icâre müddeti, fukaranın menfaati için bir seneden fazla olması gerekiyorsa, işte o takdirde o yer, bir seneden fazla müddetle icarlanır. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Şayet vakfeden zat, bir şart koşmamışsa, âlimlerimizden ekseri­sinin şöyle dedikleri nakledilmiştir: Bir seneden fazla icarlanamaz.

Fakıyh Ebû Ca'fer: "Ben, üç seneye kadar caiz görürüm; fazlasını ca­iz göremem." demiştir.

Sadra'ş-Şehîd Hüsâmü'd-dîn de: "Biz, üç seneye kadar fetva veririz. An­cak caiz olmamasına dâir maslahat olursa; o takdirde, fetva vermeyiz. Ancak bir seneliğine fetva veririz" demiştir. Sonra, vakıf bu durumda icarlamrsa, caiz olur ve icarına ruhsat olur. İcâre feshedilmez.

Eğer ecr-i mislinden fazla olursa, bir müddet geçtikten sonra, akid yine de bozulmaz. Semerkant Fetvâlan'nda böyle zikredilmiştir.

Tahâvi Şerhi'de ise: "Akid bozulur; icâre yenilenir." denilmiştir. Şayet artım varsa, fesh zamanında, geçmiş zamanın ücreti söylenir.

Eğer yer aynı kıymette ise ekili olması hâlinde hasad vakti gelene kadar icâreyi feshetmek caiz olmaz.

Artış varsa onu söylemek gerekir. O fazlalık, senenin sonundan iti­baren uygulanır.

Şayet artış herkesçe tanınıyorsa, böyledir; dğilse, ecr-i misil alınır.
Tahâvî, bu mes'eleyi, MüzâraaKitabın'da zikretmiştir. Fakat, Emlak Ki-tabı'nda "Akid fesh edilmez; ecr-i misle ruhsat vardır. Bu, bi'1-ittifak böyledir." demiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, babasının, tenasül ettikçe —ebediyen evladlarına vak-vetmiş bulunduğu, evini, icâre verirse, işte— bu adamın icâresi uzun süreli icâre olur. Bu durumda, müste'cir, icara verenin emriyle, o yere harca­ma yapabilir. Şayet icara verenin, vakfetmeye velayeti yoksa ve eğer mü­tevelli değilse, o takdirde bu mucir (- icara veren) gâsıp olur. Ve müs­te'cir, ecr-i müsammayı öder. Onu tasadduk eder. Müste'cir o yere yaptığı masrafı, ondan' çla, başkasmdanda alamaz. Çünkü, o tatavvu olur.

Şayet icara veren şahıs, mütevelli ise, müste'cir ecr-i müsemmâyı (bu ecr-i misil kadar ve daha fazla ise) öder. Ve bu takdirde, müste'cir vakfın gelirinden, imaretine harcama yapar ve onu da mütevelliden alır. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, vakıf arazisini, diğer bir adama yüz seneliğine icara verir ve buna da bir takım müslümanlar şahit olurlarsa, hâkim, bu icâ-renin sıhhatine hükmeder.

Hâkim icârenin sıhhatine hükmedince, icarlayan şahsın ölümü île, bu icâre —akdi, her ikisi de ikrar ettikten sonra— feshedilmiş olmaz.

Eğer akid gayr-i muayyen yapılmış ise, mal helâl olur. İşte bu, sa­hih olarak rivayet edilmiştir ve bunda ihtilaf yoktur. Cevâhirii'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir adam, diğerinden, bir sene müddetle, bir yer veya bir ev icâr-ladıktan sonra, onu icara veren şahıs, bir başkasına daha uzun süreli ve yazılı anlaşma yaparak icara verirse, şüphesiz ikinci icâre caiz olmaz. Bu durumda birinci de caiz olmaz.

Bunlardan başka bir icare, akd-i vahid ile caiz olur mu? İmâm şöyle buyurmuştur: Bu afcidler caiz olmaz. "Ayrı ayrı olursa caiz olur." diyenler de olmuştur. Mnhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerinden uzun süreli bir bağ icarlayıp, onu teslim alır ve başkasına seneliğine her aylığı belirli bir ücretle icara verir; ikin­ci müste'cir de ağaçları soğuk vurduğunu görür; icara veren ise, onu görmezse, onu geri verir ve icara vereni getirerek, durumu gösterip ica­rı fesheder. Verdiği ücreti de geri ister. Eğer kendi rızası ile, bir iş yap­mazsa böyledir.

Şayet, görerek icarladı ise, o takdirde reddedemez ve "verdiğini de geri alamaz. Hiç bir iş yapmasa da bu böyledir. Bir kimse, bir evi veya bahçeyi görme muhayyerliği veya kusuru varsa geri verme muhayyerli­ği ile icarlar; icara veren şahıs hazır bulunmadığı için de, geri verme im­kânı olmazsa, icara veren gelince, gen verir. O evde veya o yerde bir iş yapmamışsa, icar gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

İcara veren şahıs, uzun süreli icara verir; müste'cirde ona satar ve sonra da muhayyerlik müddeti gelirse, onun satması geçerli olur mu?

Burda iki rivayet vardır: Sahih olanı geçerli olmasıdır.

Meselâ: İcâreyi izâfeli verir; sonra da izafe zamanı gelmeden satar; daha sonra da muhayyerlik müddeti gelirse, Şeyhu'I-İmâm Zahim'd-dîn: "Ba­na göre satışıcâiz olmaz" demiştir. Zahirü'r-rivâyeye göre ise, caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir,

Bir adam, evini, uzun süreli olarak, beş dirheme icara verir; ica­ra alan da onu teslim aldıktan sonra, müste'cirin haberi olmadan ev sa­hibi, onu beş dinara satıp parasamda alır ve kendisi de ölür. O evde, başka da malı olmazsa, müste'cir o eve daha haklıdır; icâre müddeti gelene kadar- evi elinde tutar.

Onun ölümüyle, icâre bâtıl olmuş ve ev, müşterinin elinde kalmış­tır. Fakat o muhayyerdir. İsterse icârcının icar bedelini verip evi alır; isterse, evi onda bırakıp, icarını kendisi alır.

Şayet onu satmaya izin verir ve icâre malı on dirhem; müste'cirin hissesi de beş dirhem ise, müste'cir o beş dirhemi de vererek evi kendisi alabilir; onun habs velayeti vardır.

Kadı Bedîü'd-dîn böyle buyurmuştur. Gınye'de de böyledir.

Fetâyâyi Suğrl'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, bir evi, uzun süreli olarak yüz dinara icarlar bu evin kıy­meti de, elli dinar olur. icara veren de ölür ve onun ölümüyle icâre fesh olur; ölenin ondan başka da hiç bir malı bulunmaz ve sonra da icara veren zatın vârisleri, önceki murisin yaptığı gibi, ayni adama yüz dina­ra icara verirler, bilâhare de vârisler arasında, bu icareyi icârcı ile bir­likte feshedenler olursa, bu durumda müste'cir, o yüz dinar için vâris­lere müracaat edemez. Ancak, o evin kıymeti olan elli dinarı isteyebilir. Yüz dinar isteyemez. Zehıyre'de de böyledir.

Fetâvâyi Suğrâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, diğerinden, uzun süreli bir ev icarladıktan sonra, o evi, kendisi de bir başkasına, uzun süreli icara verirse, bu caiz olmaz. Birin­ci icâre fesholsa, bu icâre akdi yine de cevaza dönüşmez. Uygun olan kavle göre, bu mes'elede iki rivayet vardır. Çünkü uzun süreli icârede, bazen ma'kûdün aleyh (= üzerinde akid yapılan şey) feshin sıhhatine sahibtir. Vakti gelmeden önce, ikinci icâre, (satış gibi...) birinciyi fes­heder. Bu mes'elede, iki rivayet vardır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, uzun süreli olarak bir ev icara tuttuktan sanra icara veren şahıs, bu icâreyi müste'cirin rızası ile nakzeder (= bozar), sonra da, o evin binasını yenilerse, önceki icâre, aslı üzerine ba'ki kalır. Zahî-riyye'de de böyledir.

Bir adam, başka birinden uzun süreli bir yer icarlar ve müstesna gününü de belli etmez, her ay için, on gün, onbir gün, oniki gün gibi birşey söylemez; ikinci icârede ise, açıkça istisna yapılırsa, bu hususta Hâkim eş-Şehîd es-Semerkandî Kitâb-ı Şurutu'nda şöyle buyurmuştur: Bu, ikinci icârede ayrı ayrı yazılmış ise, onun olur. Fakat öncekinde yazılmış olursa, onun olur. Veya, ikinci akde senedin arkasına "belirli günler müstes­nadır." diye yazılması kifayet eder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, uzun süreli olarak, bir şeyi borç olan dinarlara karşı­lık icarlayıp, o dinarların yerine de dirhemler verir; sonra da akdi bo­zarlar ve icara veren şahıs, dirhemleri değil de dinarları isterse, akid fâ-sid olsun, olmasın mes'ele hâli üzeredir; icâre verenin dirhemleri ver­mesi istenilir. Zehıyre'de de böyledir.

Uzun süreli icarlayan kimse, icarladığı yere üzüm bağı yapmak veya ağaç dikmek isterse; icara veren şahıs, onu men eder. Çünkü, o anda, onun tasarrufunda değildir.

Şayet daha önceden dikilmiş ağaç bulunur ve icara veren onu sök­mek veya dallarını kesmek isterse, müste'cir onu men edemez. Çünkü itibar satışadır. İcar.layanın ağaçta hakkı yoktur.

Şayet icarlayan kimse, kesmek isterse, onun da hakkı yoktur, çün­kü orayı satın almamıştır.

Şayet müste'cir onu itlaf ederse, bedelini tazmin eder. Çünkü icar-layanın onu satın alması zürüridir.

Eğer müste'cir icâresi müddetinde, arazinin içindeki ağaçları itlaf etmek isterse, bu durumda müste'cir muhayyerdir. Çünkü onlar, bir ku­surdur. Yani gölgesinde ekin bitmez. İsterse, müste'cir icâreyi fesheder.' Şayet, ağaçları satın alırsa bu-durumda serbesttir. İster keser, ister sö­ker. Muhıyt Sahibi Rurhânü'd-dîn ve Kâdî Bedîû'd-dîn şöyle buyurmuşlardır:

İcara veren muhayyerdir: İsterse, icâreyi fesheder; isterse, müste'­cirin ağaçlan kesmesine rıza gösterir ve tazminat yaptırmaz.

Bir adam, uzun süreli bir bağ icarladıktan sonra, onu muameleli olarak bir başkasına icara verir ve ağaçlarıda satın almış olursa, mua­mele caiz olur; değilse olmaz. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir adam, görmeden, bir bağ icarlar; bağ sahibi de içindeki ağaç­ları icardan önce satmış olursa; icâre sahih olur ve müste'cir muhayyer kalır: Şayet bağda tasarrufa başlarsa, rivayet muhayyerliği kalkmış olur.

Ancak, bu bağın üzümünden biraz yerse, rü'yet muhayyerliği kalk­mış sayılmaz. Hızâneiü'l-Müftin'de de böyİedir.
Uzun süreli icâreye veren bir kimse, üzerinde borç bulunarak ölür­se, müste'cir icarladığı bağın üzümüne, diğer alacaklılardan daha çok hak sahibi olur. (Rehin alan gibi...) Fetâvâyi Kâdî hân1 da da böyledir.

Uzun süreli icâre, her hangi bir sebebden dolayı faside olursa; müste'cirin, müsemmayı geçmemek üzere ecr-i misil ödemesi gerekir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Müste'cir, icâre fesh olunmadan önce, uzun süreli icâreden ica­ra veren şahsa bağışta bulunursa, bu sahih olmaz. Çünkü o, icara yere­nin mülküdür. Öyle yapmakla da icara verinin mülkünü, yine icara ve­rene bağışlamış olur ki; bunun bir manası yoktur. Suğrâ'da da böyledir.

Bir adam, gemi yapan birini, tahtadan bir gemi yapmak üzere, eni oniki arşın, olmak üzere, muayyen bir ücretle icarlar; gemici de: "Se­nin bu tahtaların elverişli değildir" İzin ver de tahtaları ben hazırlaya­yım." der; o da izin verir ve gemici onüç arşın eminde bir gemi yapar­sa, o fazlalık için yaptığı masrafı alır. Gınye'de de böyledir.

Uzun süreli icâre yapan bir şahıs, o şeyi başka birisine icara ve­rir veya bir yeri, ekmesi için —tohumu ekici tarafından olmak üzere— birine verir; sonrada önceki müste'cir kendisine icara verenle, icâreyi fes­hederse, ikinci icâre ve o ekilen ekin fesholur mu?

Burda, âlimler ihtilaf eylediler. Sahih olan görüş, icârenin fesh olmasıdır.

İki akdin bozulma süresi ister aynı günlerde olsun, isterse başka başka günlerde olsun farketmez.

Şöyleki: Birinci icârede, muhayyerlik müddeti üç gün; ikincide sek­sen gün.olsa, yine değişmez. Felâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dır. [57]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..