32- İCARE HAKKINDA MUHTELİF MESELELER

Bir adam, diğerine: "Evimi, bü gün, sana şu kadar icara verdim. Bir sene de meccânen oturacaksın.'' veya * 'Evimi, sana bu sene, bir gün­lüğünü şu kadara, diğer günlerini de meccânen icara verdim." der; adam da, o evde bir sene otursa, o, bir gün için ecr-i misil gerekir, diğer gün­ler için bir şey gerekmez. Zehıyre ve Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, çalışmak için bir (= kürek) icarlar ve küreğin sahibi: "Ben, ücret istemem; yalnız sen, ona ağaçtan bir sap yap." dediği hâl­de, sonradan ücret isterse, ecr-i misil istemeye hakkı vardır. Aksi tak­dirde hakkı yoktur. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir adam, belirli bir müddetle, bir mahallede bir ev icarlar ve o mahalleye bir musibet gelip herkes ordan kaçar ve müste'cir de, o ev­den —musibet korkusundan dolayı— hiç bir afayda sağlamazsa; âlim­ler: "O adamın icar vermesi gerekmez"-demişlerdir.

Babam da böyle fetva vermiştir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir terzi, dikişini bitirdikten sonra, onu diktiren şahsın oğlunun eline vererek yollar; o da bu elbiseyi sahibine iletmeden, yolda bir kim­se o elbiseyi alıp keserse çocuğun onu korumaya kadir, akıllı bir çocuk olması hâlinde, terzinin tazminatta bulunması gerekmez. ¥ok eğer, ço­cuk muhafaza edemeyecek durumda ise, tazminat gerekir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir terziye, bir pardesü veya cübbe dikmesi için, ku­maş verir; ücretini de söylemez ve terzi dikip bitirince, elbise sahibi ona ecr-i misilden daha fazla ücret verirse; Ebû'l-Leys: "Bana göre, bütün âlim-lerce, o fazlalık caizdir, ve bununla fetva verilir." demiştir. Kübrâ'da da böyledir.

Bir kimse, bir hamala: "Şu yükü, bizim eve götür." veya bir ter­ziye: "Şunu dik." derse, bu terzinin veya hamalın ücretle iş yapan biri olduğunun bilinmesi hâlinde onlara ücretleri verilir; değilse verilmesi şart değildir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, terziye: "Şunu ücretle dik." der; terzi de: "Ben ücret istemem." deyip onu dikerse; ücrete hak sahibi olmaz. Kerderî'nin Vecî-zi'nde de-böyledir.

Bir adam, teıziye bir elbise verip, o da onu diktiği zaman, arala­rında, bir şart bulunmasa bile terziye ücret vermesi gerekir.

Ancak, terzi: "Ben, ücret almam.'/ derse o müstesnadır. Sirâciyye'-de de böyledir.

Bir adam, diğerine ödünç olarak dirhemler veya dinarlar verir; ödünç alan şahıs da, o şahsın evinde, parasız oturmak ister; ödünç alan şahıs da, bir sene veya daha ziyâde bir müddetle, o evde oturur; sonra da ödünç alan şahıstan ödünç veren şahıs, o evi; ücretinden daha az bir fiatla hatta ancak borcuna mukabil olabilecek bir karalıkla satın alır­sa, bu caiz olur. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Alacaklı, borçlusuna: "Şu yeri, borcuna mukabil olarak sür." derse, süren şahsa ecr-i misil verir. Çünkü borçlu, eşeğini veya bir yeri­ni, faydalanması için, alacaklıya —üzerinde borç olduğu mütetce - ve­rirse; ecr-i misil verilmesi  gerekir. Evlâ olanı budur. Gmye'de de böyledir.

Bir adam, diğerinden borç dirhemler alıp, borç veren şahsa da, kullanması için eşeğini verir; borçlu borcunu ödeyene kadar, alacaklı o eşeği çalıştırır ve borç veren şahıs, o eşeği, bir gün sığır sürüsüne ka­tıp, otlatması için çobana söyler; ve onu bir kurt parçalarsa, borç veren şahıs eşeğin kıymetini tazmin eder. (=  öder.) Fetâvâyi Kâdîhan'da da böyledir.

Bir adam, diğerinden borç dirhemler alıp, borç veren şahsa da:

"Şu dükkanımda borcumu ödeyene kadar otur." der; adam da, onun istediği dirhemleri borç olarak verip, bir müddet dükkan da otursa;— her ne kadar, icar söylenmemiş olsa bile— alacaklı olan adamın, ecr-i misil olarak ücret ödemesi, îcabeder.

Şayet, "ücret almayacağını." borç etmeden önce veya sonra söyle-mişse, borç veren şahsa, bir ücret vermesi gerekmez. Dükkan, onun ya­nında ariyet olarak kalmış olur. "En sahih olanı, her iki durumda da ecr-i misil ödemesidir." denilmiştir. Müzmarât'ta da böyledir.

Fahru'd-dîn: Fetva, bunun üzerinedir." buyurmuştur. Kübrâ'da da böyledir.

Bir adam, diğerine borçlandıktan sonra, borç veren adam, borç alan şahsa, bir tartım yerini, her aylığı iki dirheme icara verirse Ebû'l-Kâsım: "Şayet o icara verdiği yerin bir değeri olmaz veya öyle bir yeri icara vermek âdet değilse, icara veren şahsa bir ücret vermek gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhan'da da böyledir.

Ödünç alan şahıs, ödünç verenin bir şeyini, kıymetinden fazla olan bir ücretle icarlarsa; (bıçak, tarak, kaşık gibi bir şeyini, her aylığı­na şu kadar ücret diye icârlarsa) müteahhirîn uleması bu hususta ihtilaf ettiler:-Bir kısmı: "Kerâhatsiz caizdir." dediler. Bunlardan birisi, İmâm Muhammed bin Seleme'dir ve Kâmil Kitabı'nın sahibi, İmâm Husâmü'd-dîn, dir. Birisi de Celâlü'd-dîn Ebûl-Fet'h Muhammed bin Âli'dir. İmamların büyükle­ri de, bunun cevazına kaildir. Şayet eşya sahibi olan alacaklı, onu mu­hafaza etmesi için, ücretle verirse, ücret ödemesi gerekir.

Fetvalarda şöyle zikredilmiştir: Şayet o, aynı ücret mukabili koru­yacak olursa, yine ücret gerekmez. Zira onu kendi nefsi için koruyor demektir.

Ben, bu mes'eleyi üstadımın fetvasında, böyle gördüm. Kerderi'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Ödünç alan şahsa, bir vesika ve onun yazısını korumak için de ücret verilse, bu caiz olmaz. Çünkü, o yazı hakkını korumak için verilmiştir.

Şayet tarak veya bıçak zayi olur ve bir sene sonra aralarına ihtilaf düşer; ödünç veren: "Seneden sonra zayi oldu." ödünç alan da: "Bir senedir zayi oldu." derse; onu icârlayan b.orçhınun sözü geçerli olur. Çünkü o, ziyâde ücreti inkar eylemiştir.

İcare tutan şahıs, o şeyi koruması için karışma veya aile fertlerin­den birine verirse, ücret ödemesi îcabeder.

Şayet başka birine (yabancıya) verirse, bir şey gerekmez.

Şayet binefsihî kendisi, korumak için icârlamış veya başkasının da korumasını şart koşmuşsa, bu caizdir; ikinci şahıs, vekil olmuş olur.

Şayet icârlayan zat, alacaklının ondan faydalanmasına izin verir­se, o menfaat müddetince bîr ücret gerekmez. GınyeMe de böyledir.

Bir adam, diğerinden büşyüz dinar borç alıp, o miktara karşılık bir sened yazar; borç veren şahsı da; onu koruması için, her aylığı şu kadara icarlar; borç alan da bu işi daha borcu almadan yapar; sonra da borç veren şahıs, —beşyüz dinar değilde— dörtyüz elli dinar borç verir, ve aradan aylar geçer mukriz de (= borç veren şahıs da) bunu itiraf ederse, bu durumda şart koşulan ücretin tamamı ödenir; verile-miyen elli dianrın karşılığında bir noksanlık yapılmaz.

Bu, şunun hilâfınadır: Borç veren şahıs vereceğinin yarısını bir müddet sonra verirse, o takdirde borç veren şahıs tam ücret isteyemez.

Borç verenle, borç alan, her ay için icâre akdi yazarlar; senedci dük­kanında borç alan şahıs aldığı borç karşılığında bir vesika yazılmasını ve icâre bedelinin de yazılmasını söyler; borç veren şahıs da, daha ma­hiyeti yazılmadan, borç alan şahsın yanına, koruması için, bir ayn bıra­kır; aradan da aylar geçer ve kâtip böyle bir vesika yazmaz, o şey de adamın yanında durmakta olursa, bu müddet için de koruduğu için, bir ücret gerekir mi gerekmez mi?

Bazı âlimlerimiz: "Gerekir." buyurmuşlardır. Çünkü şart, ücrete karşılıktır ve mutlaka hıfz gerekir. Ve o şahıs kendisine itimad edilip güvenilen şeyi koruyacaktır. Kâtip de, bu itimada binâen yazmamış ola­bilir veya müste'cirin buna razı olduğunu biliyordur.

Ödünç veren zat, icarcmın eşyasını korumak üzere, aile fertle­rinden başkasına verir ve ona, "onu koramasım" söyler, o da bir müd­det korursa, bu müddetin ücreti, müste'cire aittir. Hızânetii'l-Müftîn'de de böyledir.

İki adam, diğerinden ödünç alıp, bir aynı da korumak için icar-larlar; sonra da o icârcılardan birisi ölürse, ölenin hissesi bâtıl olur; ya­şayanın hisesi bakî kalır. Kerderi'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Ödünç alan şahıs, ödünç verenin bıçağını icarlar koruması için, bir vekil tutar; "her aylığının bir dirhem" oludğunu da söylemez ve icâr­layan her aylığım, bir dirhem olarak icârlamış olursa, bu açıklanma­dıkça veya vekile, "Sen nasıl dilersen öyle olsun" denilmedikce caiz olmaz.

Bir adam, başkasını bıçaklarını koruması için, bir sene, her aylı­ğı yirmi dinara olmak üzere icarlarsa, bu müddet geçmeden, bu akid —zarar olsa bile— feshedilmez

Fakat zarar, menfaat karşılığı olursa —terzi temizlikçi değirmenci gibi— bu, onun hilâfınadır. (Yani vakti gelmeden önce de, akid feshedilebilir.)

Bir adam, iki veya üç kişiyi, bıçaklarını korumak için icarlar ve bıçakları onlardan yalnız birisi korursa, —onlar, bu işi ortaklaşa yapa­cak olmaları hâlinde— ücretin tamamını ödemesi gerekir. Aksi taktir­de, sadece koruyanın hissesi verilir.

Bu mes'ele şuna benzemektedir: İki kişiyi, ocun taşımak için icâr­layan kimse, "onun evine kadar götürülmesi hâlinde, birdirhem vere­ceğini." söyler; o odunları da, o şahıslardan birisi taşırsa, dirhemin ta­mamını ona öder. Gınye'de de böyledir.

"İcârede gabn-i fahiş on dirhemi onbir dirhem yapmaktır." de­nilmiştir. Cevâhirii'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir vasî veya mütevillî, sabi için veya vakıf için borç alırlar ve yazılı akid için ücret verirlerse, bu vakıf M|eya çocuğun malına geçerli olur mu?

Bazı âlimler: Her ikisinde de —zâlime, vakıf ve sabinin malından, o malı kurtarmak için yapılan harcama gibi— geçerlidir, demişlerdik  Vecîzi'nde de böyledir.

Bir adam, diğerine mal verip ona: Filan şahsa borç olarak vermesini" ve "onunla icâre akdi yapmasını" söyleyip onun vesikalan-dırılmasım da ister; vekil de, malı borç isteyen şahsa verir; borç alan şahıs da aynı malı, belirli aylığına şu kadar ücret vermek üzere, bir ve­kilin onu muhafaza etmesini söyler; sonra da vekilin müste'ciri ölürse; onun ölümü sebebiyle, icâre fesholmaz. Çünkü, icâre akdi yapan ha­yattadır ve o da müvekkildir. Zira bu vekil icâre akdine borç veren ta­rafından tayin edilmiştir. Hızânetüi-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, diğerinden, yüz dinara bir ev icârlayıp, ev sahibi söyle­yene kadar da oraya oturmaz; ve bu evin icarından, on dirhemini ev sahibine borç olarak verir; sonra da bu şahıslardan ikisinden birjnin ölğ-mü sebebiyle, icâre bozu^rsa; müste'cirin borç alan şahsa karşı yapa­cağı bir şey yoktur.

Şayet mücte'cir borç alan şahsa nakden vermişse, onu geri verip evin icarı için, icara veren şahsa müracaat eder mi?

Efdâl olan, icara verene müracaat etmemesidir. Ancak emredildiği ve müste'cirden aldığı kadar için, icara veren şahıs, borç alan şahsa mü-raccat eder. Zehıyre'de de böyledir.

îcâra veren şahısın, icarlayan Şahsa borç verme veya benzeri bir sebeple, onda alacağı olur ve müste'cir, icara verene: "İcâre malını, ona karşılık olarak hesap et ve borcundan icarı düş." der; icara veren de: "Onu düşerim." derse, icârenin o miktarı fâsid olur. Muhıyi'te de böyledir.

Müste'cirin, icara veren şahısta dinarları olur; ücret de dirhem­ler olur ve karşılıklı takas yapmaları caiz olur.

Cinsleri ayrı olunca, iki tarafın da rızasiyle bunun yapılmassının bir sakıncası yoktur. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir adam, bir mescide vakfedilmiş bulunan bir araziyi icârlar-yıp, şer'î şerife uygun olarak, orayı imareder ve eker; ücretinden daha çok gelir sağlar, ve akid zamanı, ücreti için "ecr-i misil' denilmiş olur­sa; o fazlalık icarlayana helâl olur. Cevâbirü'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir adam, yol üzerinde satış yapıyor ve yoldan gelip geçene, -yol geniş olduğu için— zarar vermiyorsa, ondan bir şey satın almak helâl olur.

Şayet gelip geçene zarar veriyorsa, ondan bir şey satın almak helâl olmaz.

Bir adamın, elinde bir elbise olur ve: "Bu elbise, filanındır. Be­ni, on dirhemden noksana satmamak üzere; satışı için vekil etti. Ben, ondan aşağıya satmam." dedikten sonra, onu, dokuz dirheme satar ve kalbinden, onun dediği gibi olduğunu geçirirse, onu satın almak helâl olur.

Bir adam, kendisine borç veren şahsa, vermek üzere bir mal ge­tirir; akdi yapılmış icâre de bozulur; borç veren şahıs veya vekili de giz­lenirler; adamın üzerinde bin dirhem bulunur ve onu, kendisi için kefil olan şahsa getirir; o da gizlenir; veya o gün, o malı getireceği hususun­da karısının talâkına yemin etmiş olur; o da alıp getirdiği hâlde borç veren şahıs gizlenir ve kadı, "onun, bu şahsa zarar vermak kasdında olduğunu bilirse; onun için bir vekil nasbeder ve borçlu, malı ona tes­lim eier ve icâreyi fesheder; mala kefil olan şahsın da karısı boş olmaz.

Eğer hâkim, alacaklının kasdini bilmezse, vekil nasbeylemez. Bu­nunla beraber vekil nasbeyler; borçlu da, borcunu ona teslim ederse; ahkâm yerini bulur. Ona, borcunu ödemiş olur. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir adamın dükkanının önünde, yolun üzerinde bir boşluk olur; başka bir adam da, orayı, sebze satmak için her aylığı bir dirheme icar-lasa, o ücreti almak için akid yapan şahıs, gâsıp olur.

Fakıyh Ebûl-Leys şöyle buyurmuştur:

Bu şahıs, o yer bina veya dükkan olduğu zaman gâsıp olur; yoksa gâsıb olmaz." demiştir.

Sahih olan, önceki görüştür. Muhıyt'te de böyledir.

Bir müste'cir, icarladığı yere dükkân yapar veya bağ diker ve icâre müddeti de tamam olursa, bu şahsa, onları kaldırması emr edilir mi?

Evet, kıymeti ister az olsun; isterse çok olsun emredilir. Şayet mal sahibi onu kıymeti mukabili almaz ise bu böyle'dir.

Eğer o işi mal sahibinin izni ile yaptı ise, o zaman ne olur? İmam buyurmuş ki:

'Onun izni ile yapmış olsa bile, onu yıkması emredilir." denilmiştir.

Kifâbü'ş-Şürb'de şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, kendi arsasından, başkasının su geçirmesine veya gelip geçmesine razı olduktan sonra, bundan vaz geçip, ona mâni olmak is­terse; mâni olabilir. Çünkü, onun önceki gibi yapması lâzım değildir. Nesefî'de de böyledir.

İbnü Semâa'mn Nevâdiri'nde İmârirEbû Yûsuf (R.A.)'ım şöyle buyur­duğu rivayet olunmuştur:

Bir adam, diğerinden, on dönümü, on dirheme bir arazi icarlar sonra da orayı eker; bilâhare de, orasını onbeş dönüm olarak veya yedi dö­nüm olarak bulursa, bu şahsın daha önce konuştuğu ücreti vermesi gerekir.

Şayet, "her dönümü, bir dirhem" demiş olsaydı, ücret ona göre hesap edilirdi. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, hisseleri ayrı ayrı olan bir köy halkının tamamının ara­zisini icarladıktan sonra, o köyün arazisinin su kanalının suyu azalır ve fazla masrafa ihtiyaç olur; bu icarcı, tarla sahiplerinden masraf isterse; bu durumda, bu yerin masrafı, müste'cire mi aittir; yoksa, icara veren­lere mi aittir?

İmam şöyle buyurmuştur:

Yer sahiplerine de, müste'cire de âît değildir.

Bir köy, bir adamın olur; orayı, ondan bir başkası icarladığın-da, kanalının suyu azalır ve müste'cir, icara veren şahıstan suyunu faz-lalaştırmak üzere masrafını isterse, buna hakkı yoktur.

Fakat duruma bakılır: Eğer su, çok noksanlaşmış bulunur ve bir­çok yerlere yetişemeyecek olursa; bu durumda icare, suyun varamaya­cağı yer nisbetinde feshedilir.

Kudûrî'nin itİmad eylediği rivayet budur.

Geride kalan arazi hakkında, müste'cir muhayyerdir: Dilerse, onu hissesi kadar icarla elinde tutar; isterse, onu da fesheder.

Şayet suda noksanlaşma, az olur ve arazinin hepsine kadar ulaşır; fakat kâfi gelmeyecek ve orayı doyuramiyacak durumda bulunur ve fazla bir zarar meydana gelecek olursa, bu durumda da müste'cir muhayyer­dir: Dilerse icâreyi fesheder; dilerse, icâre belirlenen ücret üzere kalır.

Bu mes'ele, bizim mürşidimiz, üstadımız Şeyhu'I-İsIâm Kâdî Ebû'l-Maâfi'nin cevabı ve bize vasiyetidir. Kitab'ta söylenmemiştir.

Bir kimse, bir karyeyi kanalı ile birlikte, bir günde yirmi dönüm yer sulamak üzere icarlar ve bilâhare bu su noksanlaşıp, on dönüm yer sularsa; bu yerin on dönümünün icâresi feshedilir. Bu da yandır. Geride kalan yarı hakkında, müste'cir, üstadımız Şeyhu'l-İslâm'a göre muhayyerdir.

Sahih olan da budur.

Bir adam, bir mescidin ıslahı için görevli olan mütevelliden, bir vakıf arazisini belirli dirhemler karşılığında icarladıktan sonra, onu ek­mesi için ve tohumu da icara veren şahsın vermesi üzerine, yarıya verir; hasad vakti gelince, mescid ehli, icara veren şahıs hakkında "Bu müte­velli değildir; onun için icâresi de sahih değildir. Köy ehlinin örf ve âde­ti şudur. Köylüler gelirin üçte birini alır." derler ve o şahsı cebrederler. Şayet müste'cir, "icara veren şahsın mütevelli olduğu hususunda" bey-yine ibraz ederse; mescid ehlinin, aldığını geri alır. Geride kalanı ziraat­çı ile taksim eder ve mescid ehline müsemmayı (= belirlenen miktarı) verir.

Eğer, "icara verenin, mütevelli olduğuna dâir" beyyinesi yoksa; o takdirde ecr-i misil icar verir ve ehli mescidden aldığını geri onlara iade eder. Kalanı da ortağı ile taksim eder, Cevâhirü'l-Fetâvâ'da da böyledir.
Şerefii'1-Eİmrae el-Mekkî ve Kâdî Abdu'l-Cebbar şöyle buyurmuşlardır: Bir adam, vakıf arazisini icarlayıp, oraya ağaç dikip ve bina yaptıktan sonra da icâre müddeti tamam olursa; bu durumda, —bunların araziye zarar vermemeleri hâlinde— müste'cir, onları ecr-i misille, orda bırakır.

Bu iki imama sorulmuş:

Şayet kendilerine vakfolunan şahıslar buna razı olmazlarsa, ne olur? Onları söktürmek gerekir mi? İmamlar: "Hayır" demişlerdir. Gunye'de de böyledir.

Bir köyde, sebil bir arazi bulunur ve köy halkı onu, belirli sene­lerde icarlasalar; eğer bunda köyün menfaati varsa, tasarrufları caiz­dir. Cevâhirü'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Mekke arazisini karlamak mekruhtur.  Peygamber (S,A.V.) Efendimiz:

"Kim Mekke arazisinin icarını yerse, faiz ye*miş gibi olur." buyur­muştur. Kâfî'de de böyledir.

Bir adam, bir şahıstan, onun mülkünden fazla olan bir araziyi icarlar ve buna, —fazlalığın— sahibi razı olmazsa, onun hakkı fesholur.

Şayet sahibi rıza gösterip itiraz etmez; icara veren şahıs da hâki­min yanında, ikrar ederse, müste'cir o kadarının icâresini yine fesh edebilir.

Şayet icara veren ikrar etmez; mal sahibi de iddia da, itiraz da et­mez ve intifadan da men etmezse, bu durumda müste'cir o icare akdini —her ne kadar, o yerin başkanına ait olduğunu bilse bile— feshedemez.

Sultanın vekili, bir köyü, bir adama meşru şekilde icara verir; müste'cir de orayı eker; sonra da bir başkası icarı artırır ve icara veren şahıs, orayı öncekinden alıp, sonrakine verirse, o yerin gelirini almak caiz olmaz. Çünkü o, önceki adamın hakkıdır. Cevâhirü'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Üçte bir ile ortak olan bir ziraatçı, araziyi, bostan için birkaç defa sürdükten sonra, orayı yer sahibi ile birlikte, icara verseler; aldıkları icarın üçte biri kendisinin olur. Gunye'de de böyledir.

İmâm Ebû Yusuf (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir adam, kölesini icara verip onu teslim ettikten sonra; özürsüz olarak satar ve o müşteriye teslim eder; köle de onun elinde ölürse; müs-te'cirin, onu müşteriye ödetme hakkı yoktur. Bu durumda müste'cirin durumu rehin alana muhaliftir. Zehıyre'de de böyledir.

İbnii Sem a a, İmâm Muhammet! (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir adam, diğerinden, bir köle karşılığında, bir seneliğine, bir ev icarlayıp, o eve oturduktan sonra, onu gâsiba terk eder ve bu müste'­cir, kalan ücreti vermekten kaçınır, icara veren de, köleyi teslimden ka­çınırsa; müste'cirin men etme hakkı vardır; icara veren için bu hak yok­tur. Bazı âlimler: "Bu, bir sene dolmadığı vakit böyledir." Eğer icar müddeti bir sene olursa, müste'cir muhayyerdir." demişlerdir.

el-AsıFda şöyle zekredilmiştir: Bir adam, bir deveyi on dirheme Mekke'ye kadar, belirli veya belirsiz bir köle ile birlikte icarladığında şayet köle belirli olursa, icâre caiz olur. Eğer belirsiz olursa, caiz olmaz.

Köle belirli ve bu icâre de caiz olduğunda teslimden önce ve üzeri­ne akid yapılanların tesliminden sonra köle ölürse; müste'cirin ecr-i mi­sil ödemesi gerekir.

Şayet köle belirsiz olmuş olsa ve icâre de fesada gitmiş bulunaydı, —köle ölse de, ölmese de müste'cirin ecr-i misil vermesi gerekirdi. Muhiyt'te de böyledir.

Bir müşteri, satılan bir köleyi, teslim almadan önce, o köleye ek­mek pişirmeyi veya dikiş dikmeyi öğretmek için, bir aylığına bir dirhe­me icarlasa, bu caiz olur ve ücret gerekir. Eğer köle satın alan şahsın yanında, ay tamam olmadan önce veya sonra ölürse; satıcının malı ola­rak ölür. Bu hâl teslim almak sayılmaz.

Keza, bir kimsenin bir elbiseyi dikmek veya temizlemek için kar­laması caizdir. Eğer zayi olur ve bu noksanlığı, kesmekten veya yıka­maktan meydana gelmiş bulunursa; onu teslim almış ve müşterinin ma­lı olarak zayi olmuş olur. Değilse, satıcının malı olarak zayi olmuş olur.

Müşteri onu ücretle korumak için alırsa; bu icâre bâtıl olur. Çün­kü satıcı, onu müşteriye teslim eylemiştir: Satıcının koruması, onu tes­lim edene kadardır. Gunye'de de böyledir.

Bir adam, başkasının evini belirli müddetle icâreye verdiğinde, oraya rehin alan otursa, ona bir şey gerekmez. Çünkü o, oraya icarla oturmamıştır. Mal sahibi, onu rehin alan şahsa, rehin olarak biraksa yine aynıdır. Gunye'de de böyledir.

Rehin veren şahıs, bu rehni muhafaza için icarlasa, bu caiz ol­maz. Emanet bırakılan şahıstan, muhafaza için icarlasa, bu caiz olur.

Sirâciyye'de de böyledir.

Bir adam, bir aylığına bir ev icarlayıp, kendisi o eve çıktığı hâl­de, karısı ve eşyaları da çıkmaz, icara veren adam da, onu evden çıkar­mak isteyip icâreyi bozarsa; hasmı huzurda olmadan bunu yapamaz.

Bu durumda onu başka aylar için başkasına icâre verir ve o ay ta­mam olunca, artık önceki icâre bozulmuş bulunur. İkinci ayda, ikinci icareci gelir oturur ve ev sahibi öncekine evi tahliyeyi ve ikinci adama teslimi emreder. Hâvî'de de böyledir.

Bir adam, aylığı belirli dirhemlere bir ev kiralar ve bu müste'cir karısını boşayıp, o şehirden çıkar giderse; ev sahibinin o kadını, o ev­den çıkarma hakkı var mıdır?

— Hayır, ay başı gelene kadar, onu çıkarma hakkı yoktur. Ay başı gelince, koca gâibse, ev sahibi icâreyi feshedebilir mi? Ve kadını evden çıkarabilir mi?

Bu meseleye muhtelif cevaplar verilmiştir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, çıkaramaz. İmâm Ebû Yusuf (R.A.)'a çıkarır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, aylığı bir dirheme ve kendisinden başkası oturmamak şartıyla, bir ev icarladıktan sonra, bir veya iki kadınla evlenirse, bu ev­de onları oturtabilir; ev sahibi buna mâni olamaz.

Bu evde tuvalet çukuru, abdest alma kuyusu yoksa, o takdirde, ev sahibi mâni olabilir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, kirada oturan bir kadınla evlenip, orada bir sene otur­duktan sonra; ev sahibi kirasını ister;  karısı  "O  evde,  kocasının oturduğunu" haber versin veya vermesin, kira vermek kadına aittir; er­keğe âit değildir.

Eğer ev sahibi, evin ücretiyle birlikte, senin eve.masrafın vardır; o da bana aittir." derse; onu, ona tazmin eder. Eğer ev sahibi böyle bir masraf olmadığını isbat ederse, tazminatta bulunmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Bîr kadın, kız kardeşinin evinde, onun rızası olmadan, senelerce oturur ve kız kardeşi de ücret için zorlarsa, o kadın ecr-i misil öder. Gun-ye'de de böyledir.

İmâm, el-AsI Kitabı'nda şöyle buyurmuştur:

îki adam, bir kişiden, aylığı bir dirheme, bir ev kiralar ve bu iki kişi de aralarında anlaşarak, birisi evin ön kısmanda; diğeri de arka kıs­mında oturacak olurlarsa; her birisi hakkında da icâre caizdir. Ev sahi­bi hangisinden isterse, icarı ondan alır.

Bundan sonra, Kitab'ta şöyle yazılmıştır:

İcârenin aslında böyle bir şart olmasa bile icâre sahih olur.

Şayet icârenin aslında böyle bir şart yoksa; bu icâre-fâsid olur mu? Alimlerimizden bir kısmı: "Fâsid olur." Bir kısmı da: "Fâsid olmaz." buyurmuşlardır. Zehıyre'de de böyledir.

Bir eve, hazırda olan bir kimse ile hazırda olmayan bir kimse or­tak olduklarında; şayet hâkim, evin harap edileceğinden korkarsa, ta­mamını icara verir. Ve huzurda olmayanın hissesini yanında tutar. Eğer ev ikiye taksim olmayacak durumda ise bu böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur: Harap olma korkusu olunca, hazırda olan ortak evin tamamında kendisi oturur. Kerderî'nin Verîzi'nde de böyledir.

İcâre için hazırlanmış bir ev, üç kişi arasında mîras kaldığında, onlardan birisi diğer ikisinin haberi olmadan, o eve otursa, ona ücret gerekmez. Gunye'de de böyledir.

Bir adam, bir hanın, bir odasını, bir müddet için icarlayıp, ora­ya eşyalarını bırakır ve kapısını kitler; kendisi de kaybolur, sonra da han sahibi gelip, başka bir anahtar ile, kapıyı açar ve eşyaları çıkarıp, başka bir yere kor; on gün sonra da aynı adam gelip, eşyalarını aynı odaya bırakır ve kapısını kitler ve bir müddet daha geçerse, eşyaları çı­karıldıktan sonraki zaman için ücret gerekmez. Hulâsa'da da böyledir.

Yetîme'de şöyle zikredilmiştir: Ebû Zer'e soruldu:

—  Çıkarılma imkânı var iken, gasben bir evde oturan bir kimseye ne gerekir?

O, şu cevabı verdi:

—  Gasb müddetince icar gerekmez.
Ebû'1-Fadl el-Kirmânî'den soruldu:

—  Bir adam, bakır gasbederek, bir .bakırcıya: "Onu, şu kadar üc­retle bir ibrik yapmasını" söyler; bakırcı da, onun gasben alındığım bi­lirse; ondan ücret alabilir mi?

İmâm, şu cevabı verdi:

—  Evet alır. Ben dedim ki:

—  Bir adam, bakırı gasbedip, onu ibrik yaptırdıktan sonra, mal sahibi gelerek onu almak istese; alabilir mi?

İmâm:

—  Hayır alamaz." buyurdu. Yine ben:

—  Gümüşü gasbeden bir kimse, onu bilezik yaptırır; gümüşün sa­hibi de gelerek, onun başka bir şeyini alırsa; olur mu?

O:

—  İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'e göre olur." buyurdu. • Ali bin Ahmed'den soruldu:

—  Bir adamın, bir dükkanı var. O da başkasının elinde... Bir topluluk da, dükkan sahibinden onu icarlamak istiyorlar, ne dersiniz? İmâm şöyle buyurdu:

—  İcârlayamazlar. Çünkü o diğerine icara vermiştir ve daha müd­deti vardır. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir yer gasbetmiş bulunan bir şahıs, gasbeylediği o yeri icara ve­rip, ücretini de asıl sahibine öderse; bu helâl olur. Çünkü, onun, bu üc­reti alması, gâsıba izin vermesi demektir.

Hiç ayırım yapmadan, ücreti almak icâzetir. (= izindir.)

Kııdûri de şöyle buyurmuştur:

Eğer ona, gasbden önce verilmişse ücret mal sahibinindir. Gasb-den sonra verilmiş olması hâlinde ise, ücret anlaşma yapan şahsındır. Gunye'de de böyledir.

Bir adam, aile efradı ve hizmetçileriyle beraber bir vakıf evinde oturursa; ecr-i misil gerekir.

Şayet bir kimse; gelir getirsin diye yapılmış bir evi veya vakfedil­miş bir evi yahut bir yetimin evini gasbeder ve onu belirli bir ücretle ica­ra verir; müste'cir de orda oturursa; bu durumda müsemmâ değil; ecr-i misil gerekir. Gâsıbın, o ücreti asıl sahibine vermesi şart mı?

—  Hayır, fakat sahibine yermesi daha evlâ olur.

Müsemmâ sahibine mi aittir; yoksa akid yapana mı? İmâm şöyle buyurmuştur:

Akid yapana aittir. Fakat, onun ücret alması helâl olmaz. Aldığı ücreti, sahibine verir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Onu tasadduk eder." buyurmuştur. Gun­ye'de de böyledir.

Bir gelini güzelleştirmek için, tarayıcı icarlanırsa, âlimler: "Onun ücret alması helâl olmaz." Ancak, şartsız olarak hediye yönüyle olur­sa, o müstesna..." demişlerdir.

'Uygun olanı, yapacağı iş belirli ve hassas ise, ücret almasıdır. Şa­yet gelinin yüzüne resim yapmaz ise ücreti helâl olur. Ş ünkü gelini süs­lemek mübahdır." denilmiştir. Zahîriyye'de de böyledir.

Kübrâ'da şöyle zikredilmiştir:

Vergi vermek bir belde halkının üzerine ağır gelir ve toplanarak, belirli bir ücretie bir adamı hükümdara yollayarak; umûmi olarak zenginden de, fakirden de vergiyi hafifletmesini isteseler; o adam da hü­kümdarın bulunduğu yere gitse; eğer gideceği yer, bir veya iki günlük mesafe ise, ücret alması caizdir. Eğer uzun süreli ise, o şahsın vakitleri­ni belirli bir ücret tayin ederek icarlamak caizdir. Şayet vakit tayin etmezlerse ücret fâsid olur. KM Fahru'd-dtn şöyle buyurmuştur:

Bu, istihsan nev'indendir. Amma yazıya cevap getirmek caiz olmaz. Ancak, vakitlenmişse o zaman ücret caiz olur. Fetva, da böyle verilir.
Serahsâ de Edebü'1-Kâdî Kitabı'nın Rüşvet Babı'nda böylece buyurmuştur. Elbette vakit tâyin«edilmesi —her ne kadar, bir gün, iki gün bile olsa— gereklidir. Müzmerât'ta da böyledir.

Bir köyün çeşmesi için, köy halkından bazıları, adam icarlaya-rak, dağı kazıp, taşlarını kırdırmak ve su yolu açarak köylülerin suyu­nu çoğaltmak isterlerse, ücreti köylüler verir.

Şahsına âit su yolu açtıran kimse, ücreti kendisi öder. Hâvî'de de böyledir.

Bir adamın, köy halkının tamamının rızası olmadan, onların ka­nallarını kazdırma hakkı yoktur. Ancak kendi şahsî malı için şahsî pa­rasıyla kanal kazdırırsa, o müstesnadır. Suğrâ'da da böyledir.

Bir adam, diğerinden her günü bir dirheme, on .günlüğüne bir demir balyoz icarladıktan sonra, bu müste'cir, icara veren şahsın yanı­na, beş günlüğüne emânet bıraksa, —o on gün içinde— icarlayan şah­sın tam on günlük icar vermesi gerekir. Zira, emânet verilen şahsın elinde bulunan bir şey, emâneti verenin elinde bulunmuş gibi olur. Emânet bı­rakılan şey yerinde ariyet olsa mes'ele hâli üzerinedir. Ariyet müddetin-ce de icâre gerekir. Bu hususta, iki rivayet vardır. Zehıyre'de de böyledir.

Bişr, İmam Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: Bir adam, diğerini, duvar örmesi için icarlayıp, yerini göstererek yüksekliğini, enini, uzunluğunu da söyler ve her bin tuğla için ve kireç için şu kadar, şu kadar dirhem vereceğini de söyler; o adam da yapma­ya başlayıp, temele bin tuğla ile söylenilen kireci kullanır, sonra da bi­nayı yapacak olan zat ölürse; icara veren adam, bir hesap yapar ve ya­pılan işin hissesini öder.

Bir adam, bir yurt icarlayıp, içine de kerpiçten bir duvarı, —mal sahibinin izni olmaksızın— yapar; sonra da mal sahibi, o adamı ora­dan çıkarmak ve duvarını yıktırmak isterse, buna hakkı var mıdır?

Duruma bakılır: Eğer müste'cir, mal sahibinin toprağından yap­mışsa onun bedelini öder ve duvarı yıkmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Muhıyt'te   Şemsü'l-Eimme  el-Evzecendî'nin   şöyle   buyurduğu nakledilmiştir:

Bir adam, sıvacıya: "Şu harap yeri on dirheme yap." der; sıvacı yapmaya başlayınca da tahribat çoğalır ve bu sıvacı hepsini yaparsa on dirhemden fazla almaya hakkı yoktur. Gunye'de de böyledir.

Câmiü'l-Fetâvâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, birini minare yapması için icarlayip, enini ve yüksekliği­ni söyler; minareci yapmaya başlayıp, bir kısmını yapınca, yapılan yer yıkılsa, onun ücreti —hesap edilerek— verilir.

Bir adam, on arşın kuyu kazmak için, birisim icarlar; kuyucu da, beş arşınını kazdıktan sonra: "Kalanım kazmaya gücüm yetmiyor." der; bir özrü de olmazsa, kazdığı kadarının ücreti —hesap edilerek— ödenir.

Bir adam, diğer bir adama, "Bunu yüz dirhem ücret karşılığın­da, filan şehirde, filan adama ver," diye bir mal teslim eder; götüren adam da: "Verdim." dediği hâlde gönderilen şahıs bunu inkâr ederse; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Tazminat gerekir." buyurmuş; İmâm Muham-med (R.A.) ise: "Tazminat gerekmez." buyurmuştur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

İmâm Mnhammed (R.A) şöyle buyurmuştur:

Bir adam, başka birinin arazisini gasbeder ve orayı da bir adama icara verir; mal sahibi durumu bilmez ve seneler geçtikten sonra öğre­nip, buna izin verirse; geçen müddetin ücreti, gasbedem'n; kalan zama­nın ücreti de mal sahibinin olur. Şayet izin vermez ve sene geçerse, bu durumda ücretin tamamı gasbedenin olur. Hâvî'de de böyledir.

Kudûrî'de şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, diğer birinden iki ev icarladığında, onlardan biri yıkılır veya gasbedilir yahut buna benzer bîr hal olursa; icârlayan şahıs diğeri­ni de terkedebilir. Muhıyt'te de böyledir.

İki adam, bir şey hakkında iddiada bulunup; birisi "icarladığı-m"; diğeri de "satın aldığını" söyler ve da'vâlı "icarladım." diyeni doğrulasa; satın alan şahıs; "icarladım." diyene yemin verir.

Her ikisi de "icarladım." diye iddia ederler ve da'vâlı onlardan bi­rini doğrularsa diğerinin ona yemin verme hakkı olmaz. Suğrâ'da da böyledir.

Yetîme'de şöyle zikredilmiştir: Ali bin Ahmed'den sorulmuş:

—  Bir adam, imâm otursun diye, evini vakfederse; imâm o evi, baş­kasına icara verebilir mi?

İmâm şöyle buyurmuş:

—  İcara vermeye hakkı yoktur.

Babamdan aynı roes'ele soruldu; o da aynı cevabı verdi. Tatarhâniy-ye'de de böyledir.'

Bir adam, diğerine bir köle vererek: "İstersen, bin dirheme satın al; istersen, bir seneliğini şü fiata icarla." der; o da, o köleyi teslim alıp, bir müddet çalıştırdıktan sonra, köle ölürse; o, icâre olarak ölmüş olur.

Eğer kölenin sahibi: "Ben, ona mülk olarak vermiştim." der ve kö­lenin kıymeti, —adam bu sözü söylemeden önce— ücret kadar veya da­ha fazla olursa; sözü kabul edilir.

Eğer ücreti fazla ise o tasadduk edilmez. Şayet adam hiç çalıştır­madan bu köle ölmüşse; tazminat gerekmez. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kimse, satın aldığı bir şeyi teslim almadan önce icara verse, bu caiz olmaz.

Bu durumda satması da böyledir. Bu, (-menkûl) taşınır mal ise böyledir.

"Eğer bir akar ise, bunun satışı ihtilaflıdır. İcâresi ise, icmaen caiz değildir." denilmiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir dükkan, harap olur; sahibi yarısını tamir edip, yarısını tamir etmeden sene tamam olursa; —sahibine geri vermediğinden— müste'-cirin tam icar vermesi gerekir. Yarısını verip, yarısını vermemesi olmaz. Gunye'de de böyledir.                                   

Bir adam, diğerine, bakması için buzağılarını verir; onlar da bü­yürler ve adam satarsa; bedelini aralarında taksim ederler. Birisi mal sahibi, diğeri de koruyucu ücreti almış olurlar.

Bir dükkanın icarcısı iflas eder ve kaybolur; icâre müddeti geçer ve dükkan müste'cirin tasarrufunda bulunur; kapısı da kitli olursa; onun tam icar vermesi gerekir. Cevâhirü'l-Fefâvâ'da da böyledir.

Bir adam, diğer bir adamı, Keremiye'den Bohârâ'ya acele odun ta­şımak üzere icarlar; o adam da odunları su üzerinden götürürse; "o ada­ma ecr-i misil verilir." denilmiştir. Zehıyre'de de böyledir.

İmâm M ilhanım cd (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir adam, her yük devesine yüz rıtıl taşıtmak üzere, bir başkasının develerini icarladıktan sonra, deveci gelerek, kiralayan şahsa; "Yükle." der; kiralayan da: "Yüz rıtıldan başka yoktur." der; deveci onu deni­len yere taşırken de, develerinden bir kısmı ölürse; kiralayan şahsa taz­minat gerekmez.

Bir adam, bir evi, bir aylığına icarladıktan sonra, bu evi, bir ay­lığına başkasının icarladığı hususunda iki şahit şehâdette bulunurlarsa, şehâdetleri kabul edilir.

Bir adam, un öğütmek üzere, bir değirmenciyi bir dirheme icar­lar ve unu üğütüp; onu hamur yapar; ekmek pişirir ve yerse; bu takdir­de, un sahibi dilerse ununu tazmin ettirip, bir dirhem ücretini verir. İs­terse, buğdayını ödetip ücret vermez.

İki adam, bir şey icarladığmda, bunlardan birisi, o şeyi tutması için diğerine verirse; eğer o şey taksim kabul etmeyen bir şey ise, tazmi­nat gerekmez. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerinden; onu bir yerden, diğer bir yere, o gün taşı­ması şarüyle oniki dirhem ücretle, bir yiyecek maddesi alır; o şahıs, onun çoğunu taşır, bir kısmı kalırsa; ecr-i misil gerekir.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'e göre böyledir. İmâmeyn'e göre ise, bu icâre caizdir ve belirlenen ücret verilir. Zehıy­re'de de böyledir.

Fetâvâyi ÂmVda şöyle zikredilmiştir; Bedîu'd-dîn'den soruldu:

Müste'cirin bostanında dikeiPbittiğinde, müste'cir —diğer meyve­leri aldığı gibi— o dikenleri de alabilir mi? İmâm: — "Evet alır." buyurmuştur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Mürebbînin ve sümetcinin ücreti, —malı varsa— sabinin malın-, dan verilir. Malı yoksa, babasının malından verilir.

Ebenin ücreti, onu çağıran kadının malından verilir. Koca, ebe üc­retini vermesi için zorlanmaz.

Zindancının ücretini habsedilenler vermezler.

Zahîrü'd-dîn ümürtâşî şöyle buyurmuştur:

Zamanımızda onların ücreti, borç sahibinin üzerinedir. Çünkü, zindancı o yüzden bekçilik yapıyor. Gunye'de de böyledir.

Kâdî Bedîü'd-Dîn'den sorulmuş:

—  Bir yerin sahibi, oraya bostan yaptırıp, tohumunu da kendisi verse, bu tohumun bedeli müste'cirin hissesinden alınır mı?

İmâm şöyle buyurmuş:

—  Hayır; eğer alırsa, müste'cirin hissesinden almış olur. Tatarhâ-niyye'de de böyledir.

Bir adam, diğer bir adamı, bir yükü bir yere götürmek üzere, be­lirli bir ücretle icarlar; o da yarı yola kadar götürdükten sonra; başka birinin yükünü götürmek için, onu orda bırakır ve sonra da ücretin ya­nsım talep ederse, ne olur?

İmâm şöyle buyurdu:

—   "Evet, şayet geride kalan yol, kolaylık bakımından önceki yan yol gibi ise hakkı vardır.

Fetvalarda böylece zikredilmiştir.

Biz de istisna bölümünde: "Ücretin taksiminde itibar, zorluğa ko­laylığa değil de; mesafeye göredir." dedik. Artık fetvalar iyi düşünül­sün. Muhıyt'te de böyledir.

Mecmûu'n-NevâziTde şöyle zikredilmiştir: ŞemsüM-İslâm el-Evzencendî'den sorulmuş:

—  Bir adam, diğerini, buğday kuyusunun yanında gece ateş yak­mak üzere, icarlar; o adam da ateşi yakar ve gecenin bir kısmında uyur; kuyunun içine ateş düşer ve kuyu ile içindekini yakarsa; ecîr (= ücretle tutulan şahıs) onu tazmin eder mi?

İmâm şöyle buyurmuş:

—  Hayır; tazmin etmez. Yine sorulmuş:

—  Sahibinin emri olmadan ateş yaksa, tazmin eder mi? .   İmâm şöyle buyurmuş:

—  Evet; tazmin eder. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerine, on batman bakır vererek, kırk dirhem karşı­lığında, onu inceltmesini söyler; inceldikten sonra da, bakır dokuz bat­man gelirse; bu durumda on batmanın ücretini vermek mi yoksa dokuz batmanın ücretini vermek mi gerekir?

İmâm şöyle buyurmuştur:

Şartlarına uygun olarak, kırk dirhem ücret gerekir. Hulâsa'da da böyledir.

Mecmûu'n-NevâziPde şöyle zikredilmiştir: Bir adam, çarşıda bir şey sattığında, ona çarşı halkından birisi yardımcı olur; sonra da ondan üc­ret isterse; o yerin örf ve adetine itibar edilir. Eğer âdetleri, bu şekil yar­dımlardan ücret alıyorlarsa, o da alır; değilse alamaz. Simsarlar için ise ecr-i misil vardır. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam, diğer bir şahsı "şu sahaya, iki katlı, iki ev yap." diye icarlayıp, enini, boyunu ve benzeri şeyleri de söylerse; Ebû'l-Leys'in Fet-vâfan'nda "Bu caiz değildir." denilmiştir.

Halbuki uygun olanı teamülde müste'cirin malzemesiyle yapılmak varsa, bunun caiz olmasıdırf Muhıyt'te de böyledir.

Nevâzil'de şöyle zikredilmiştir: Ebû Bekir'den sorulmuş:

—  Bir adam, evini bir adama, aylığı bir dirheme icara verdikten sonra, o evi, bir başkasına satar ve müşteri, her ayın ücretini müste'cir-den alır; bir müddet böylece geçer ve müşteri, satıcıya "eğer, parasını verirse, evi geri vereceğine" söz verir ve "müste'cirden aldığını da he­saba katacağını" söyler; evi satan da, evin parasını getirerek, aldığı icar­ları da saymasını isterse ne olur?

İmâm şöyle buyurmuş:

—  Müşterinin, müste'cirden icar alması caizdir. Çünkü, o kendi malı yerindedir ve müstakil icâre hükmündedir. Aldığı icarın tamamı müşterinindir. Satıcının, ücrette az veya çok bir hakkı yoktur. El gör-dülük söze gelince, onu yapmazsa, ona birşey gerekmez.

Eğer satış zamanı böyle bir şartları varsa, o satış fâsiddir. Tatarhâ­niyye'de de böyledir.

Şemsü'l-Eimme el-Evzecendî'den sorulmuş:

—  Bir kimse, bir doktora, hasta bir câriye vererek ona, "gereken ilaçları verip, tedavi yapmasını" söyler ve sıhhate kavuşması için kıy­metinden fazla masraf yapmamasını ister; tabib de fazla masraf yapar ve bu câriye iyileşirse; bu doktor, cariyenin sahibinden ecr-i misil alır. îlaç ve tedavi masrafı, ecr-i misilden fazla olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir tabibe, hasta bir câriye verip, ona; "Bunu tedavi eyle. Eğer iyileşirse sana kıymetinden fazla ücret vardır." der; doktor da tedavi eder ve câriye iyileşirse; ona ecr-i misil ile ilaç, yeme ve giyme masrafı ödenir. Yalnız ecr-i mislinin ödenmesi için, cariyeyi yanında tu­tamaz. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Çocuklar, muallime, mektebin masrafı olan hasır sergi veya başka ihtiyaçları için dirhemler getirdiklerinde;-muallim, o dirhemleri kendi dirhemlerine karıştırıp, bir kısmını kendi ihtiyacına sarf etme veya ha­sır alıp onu evine serme hakkı vardır. CMhirü'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Küçük bir talebe, muallime yenilecek bir şey verirse, esahh olan kavle göre, öğretmenin onu yemesi helâl olur. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

İmâm Kerhî şöyle buyurmuştur:

Bir usta veya muallim san'at için kendisine teslim edilen talebeyi, babasının veya vasisinin izni olmadan dövse ve bu talebe ölürse, tazmi­nat gerekir. Amma onların izniyle döverse, tazminat gerekmez.

Bu, dövüş mu'tad olursa, böyledir. Amma mu'tad olmazsa, taz­minat gerekir. Her haliyle bu böyledir. Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.

Nevâzil'de şöyle zikredilmiştir:

İdraki olmayan bir ecîrde bir arıza görülse, terbiye edilir mi? Hayır edilmez. Ancak babası izin verirse, o müstesnadır. Half bin Eyyûb'den şöyle sorulmuş:

—  "Bir "adam, çocuğunu çarşıda birinin yanına bıraktığında ba­basına, onun tenbel olduğunu söyleyerek: "Onu terbiye edelim mi?" derlerse, ne olur?

O:

—   "Evet dövülerek terbiye edilir." demiştir. Hasan ise:

—  O  dövülerek  terbiye  edilmez."   demiştir Tatarhâniyye'de  de böyledir.

Bir adam, dokumacıya, dokumacılık öğrensin diye, oğlunu veya kölesini ücretle verire O dokumacı da onu başka bir dokumacıya verir­se; caiz olur." denilmiştir. "Olmaz" diyenler de olmuştur. Doğru olanı da budur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, diğerinden senet yazmasını ister; o da: "Bana bir şey ver." der; o da verir, kâtip de onu kendi nefsi için yazarsa, ondan bir şey alması helâl ©Imaz. Gımye'de de böyledir.

Yazıcı yazdığının çoğunda veya bir kısmında güzel yazmasa, ona ücret verilmez. Söyleyen muhayyerdir. Eğer onun yazdığına rıza göste­rirse, ecri mislini verir, yazdığını alır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, senet yazan şahsa: "Bir alım-satım senedi yaz." der­se; âlimler: "Bu sahih değildir. Bir işe yaramaz." diye fetva vermişler­dir. Gmye'de de böyledir.

Bir müftînin, kendi beldesinde veya başka bir yerde, bir şey yaz­masından dolayı alması caizdir. Çünkü, yazı yazması onun üzerine va­cip değildir. Vacip olanı, fetva soran kimseye diliyle veya yazmak sure­tiyle cevap vermesidir. Fetâvâyi Garâib'de de böyledir.

Bir hâkimin kayıt defteri veya vesikalar yazması için ücret alma­sı caizdir. Mültekıt'ta da böyledir.

Şeyhu'l-İslâm Ebû Hasan es-Sağdî'den senet yazanların ne kadar üc^ ret alacakları sorulduğunda İmâm şöyle buyurdu:

— Eğer senet malı bin dirheme çıkıyorsa beş dirhem; iki bin dir­heme çıkıyorsa, on dirhem alır. On bin dirheme kadar bu böyle devam eder. Onbin dirheme kadar elli dirhem alır. Ondan sonra, her bin dir­hem için bir dirhem alır ve bunu elli dirhemin üzerine ilâve eder.

Şayet vesika bin dirhemden az olur ve o meşakkatli bulunursa; ka­tip ondan da beş dirhem alır.

Şayet daha fazla zorsa, on dirhem alır.

Şayet fazla noksansa ona göre kıyas yapar. Şeyhü'l-İslâm'da Seyyidü'l-İmâm Üstad Ebû Şûca'da bize böyle söyledi.

Şeyhu'l-İslâm: Bu, sanki İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavli gibidir." dedi. Mütekaddim âlimleri böyle söylediler. Zehıyre'de de böyledir.

Hâkimin bir şey yazmasına ve taksim etmesine gelince; eğer hâ­kim müddeî ve şahidin da'vâlarım yazacak olur ve da'vâyı haksız gö­rürse, ondan ücret alır; değilse beytü'l-mâlden alır.

Kayıt zabtının ücreti sorulduğunda^ Bürhânü'd-dîn şöyle buyurdu:

— "Da'vâhdan alınır."

Bazıları da: "Da'vâcıdan alınır." buyurdular. Kâdîhân ise: "Yazıcıyı kim icarlarsa, ücretini o verir." buyurdu.

Eğer da'vâ şehir içinde ise, hâkim yarım dirhemden bir dirheme ka­dar ücret alır.

Şayet hâkim, köye gidecekse, her fersah için üç veya dört dirhem­den fazla almaz.

Bazı âlimler: "Ücret, beytü'l-mâlden alınır." demişlerdir.        

"Bu, hırsızın elini kesen cellâdın ücretidir." denilmiştir.

Şayet hâkim, bir adama emir verir ve da'vâlının malı haczedilecek olursa, müsemma (= belirlenen ücret) onun malından alınır.

Esahh olan da budur. Da'vâda temize çıkan şahıs, masrafını müd-deîden (= da'vâcıdan) alır.

Adalet için giden de böyledir.

Bazı yerlerde şöyle zikredildiğini gördüm:

Hâkim, da'valıya bir bilgin gönderir; o da durumu ona arz eder; da'vâlı bunu kabul etmez; da'vâcı şahit dinleterek hâkimin huzurunda hakkını isbat eder; hâkim de ikinci defa yine bilgin gönderir ve da'vâ-Uya giden şahıs zahmet çeker; da'vâlı ise yine imtina ederek, ikinci defa kat'î hüccet gösterirse, hak, da'vâlının olur.

Kıyâsda, sonuçta, masraf da'valıya aittir. Zahidi'de ve Fetâvâyi Garâ­ib'de de böyledir.

Taksim ücreti, adedi rüûsa (- taksime iştirak edecek şahıs sa­yısına) göredir. Büyük küçük fark etmez.
Zahîrü'd-dîn el-Mürğînânî ve Şerefti '1-Eimme el-M ek kî Kâdî şöyle buyur-muşlardır: Terekenin taksiminden kaçınırlarsa, onların ücret vermesi gerekmez.

Muhıyt'te  ve  Şerhu  Ebû  Zer'de:   "Müstehab  olan  almamaktır."

buyurulmuştur.

Üstadım, Zahîrü'd-dîn ve Şerefü'l-Eimme el-Mekkî'nin cevabını vermiş­tir ve: "Bu zamanın kadılarının fesada gitmiş olmasından dolayı onla­ra bıraksan, ecr-i misle kanaat etmezler." demiştir. Gunye'de de böyledir.

Bir adam, ziraat işleri yapmaları için, iki adamı icarlayıp, ikisi­ne de öküzlerinden, belirli ikişer öküz verir; onlardan birisi, ta'yin eylediği öküzlerden başkasını çalıştırır; o işi yaparken de öküz ölür ve ölen öküzün kıymetini öderse; sahibinin geri verdiğinin kıymetini de ödeye­cek mi?

— "Ödeyecek." denilmiştir. Esahh olan budur.

Zâhirü'l-rivâye de budur.                              ,.

Şemsü'l-Eimme de bununla fetva vermiştir.

MecmûıTn-Nevâzil'de şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, diğerinin yanma emaneten yiyecek maddeleri koyar; emâ­net bırakılan adam da o emânet kapları (çuvalları) boşaltıp, yerine ken­di buğdayını doldurur; sonra da emânet bırakan zat, yüklerini Mekke'­ye götürmek için, emânet bıraktığı adamdan ister ve o da, kendi buğ­daylarını verir; emânet bırakan da yükün farkında olmaz ve develerine yükleterek Mekke'ye götürürse, bu durumda emânet bırakan şahıs o buğ­dayları alır. Ona ayrı bir ücret ödemesi gerekmez. Muhıyl'te de böyledir.

Bir vakfın mütevellisi veya bir sabinin vasîsi, o yetimin veya vakfın malını, insanların aldatılmış sayılmayacağı kadar bir ecr-i misille icara verirlerse; Şeyhu'l-İmâm Muhammed bin FadI "Tam ecr-i misil lâzım olur." demiştir.

Fetva da bunun üzerinedir.

Bir vasî, dava uğrunda, hâkimin kapusunda harcadığım, —yetim küçükse— yetimin malından harcar.

Şeyhu'l-İmâm şöyle buyurmuştur:

Vasînin, icâre olarak, yetimin malından vermesinde (ecr-i misilden fazla olmamak şartıyle) bir beis yoktur. Eğer rüşvet olarak verirse, vasî onu tazmin eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, bir vakıf evinde veya yetimin evinde, aile efradı ile otu-ruyorsa; metbu' olana ecr-i misil öder. Kerderi'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Hasta bir kimse, evini ecr-i misilden noksana icara verirse; bu icâre bütün malında caizdir; üçte birine itibar olunmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, fakirlere vakfedilmiş bir dükkânı icarlayıp, ona, ken­di malından bir yazıhane yaparak, dükkânın ücretini artırmaksızın on­dan faydalanmak isterse, ona müsâade edilmez.

Ancak icarını artırırsa, o zaman müsâade edilir.

O takdirde, eski binaya hiç zarar vermeksizin, yazıhanesini yapabilir.

Şayet bu dükkân uzun süredir muattal (— kullanılmayan) bir yer­se o takdirde icarını artırmaksızın —ona rağbet olsun diye— yazıhane yapabilir. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, camiye vakfedilmiş bir odayı icarlayıp, onun içinde keserle odun kırar ve komşular buna razı olmazlar; mütevelli ise razı olursa; âlimler: "O zarar, (demirci, çamaşır yıkayıcı gibi...) belirli ise, mütevelli aynı ücretle icarcıyı yeniler ve kiracıyı odun kırmaktan men eder.

Eğer vazgeçmez ise, onu ordan çıkarır ve bir başkasına icara verir.

Şayet aynı ücretle icarcı bulamaz ise, mütevelli, o dükkanı, onun elinde bırakır.

Ancak onun o halinden vakfedilmiş oda zarar görecekse, o takdir­de onu ordan çıkarır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Câmiu'l-Fetâvâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, aylığı on dirheme bir eşek icarlayıp, onun üzerine bir eğer koyarak, aylığı yirmi dirheme, başkasına icara verse; eğerin hisse­si, bu adama helâl olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, bir başkasını, yüz batman yaş bir şeyi filan beldeye taşımak için icarlar; yaş olan o şey de, yolda kuruyup elli batmana dü­şerse; bir hayvan icarlamış olması hâlinde., onun ücretinden bir şey nok-sanlandıramaz. Eğer oraya yüz batman götürmek üzre icarladı ise, o takdirde ücretinden yükün noksanı kadarını düşer. Cevâhİrü'l-Fetâvâ'da da böyledir..

Bir adam, diğerine, sabun yapması için, üç yük yağ verir; o yağ yanında kaynatılırken yüz dirhem yağa daha ihtiyaç olur; onu da, sa­buncu verirse; bu durumda sabun, yağ sahibinin olur ve adamın ilâve eylediği yağın bedeli ile birlikte icarını verir. Hülâsa'da da böyledir.

Bir adam, belirli bir iş için, bir köleyi, bir aylığına icarladıktan sonra; ona: "Şu kitabı, filana götür; filan yerde ona ver. Sana iki dir­hem vardır." derse; bu iş için ücret verilmez.

Fakat o, iki dirhemlik icareyi bozmuş olursa, o takdirde, ona iki dirhem ücret verir.

Adam gider de geri gelirse, icâre eski haline avdet eder. O kitabı götürdüğü kadar ki ücreti kaldırabilir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, icarladığı bir değirmeni, bir başkasına icara verir ve bu değirmenin bir kısmı yıkılınca; önceki müste'cir, ikinciye: "Bunu yap ve masrafını öde." der; o da masraf ederse; önceki müste'cire, bu mas­raf için müracaat edebilir mi?

—  Şayet ikinci adamın da müste'cir olduğunu biliyorsa, müracaat edemez. Eğer onun mal sahibi olduğunu zannediyorsa; burda iki riva­yet vardır: Bir rivayette, "Şart koşmadı ise, yine müracaat edemez."; ikinci rivayette ise: "Masrafını ondan alacağını şart koşmasa bile mü­racaat hakkı vardır." denilmiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Ebû'I-Kâsım'dan sorulmuş:

—  Bir yurtta, birinin bir odası, başka birinin de bir ahırı var. Ahır sahibi, çoğu zaman kapıyı kitliyor; oda sahibi de onu men etmek isti­yor; onu men edebilir mi?

İmâm şu cevabı verdi:

—  İnsanların kapılarını kitlemeleri hâlinde, onun da kapısını kit­leme hakkı vardır. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, debbağcılık yapmak üzere bir yer icarlasa, komşuları ona mâni olabilirler mi?

—  Umuma zarar veriyorsa, onu men edebilirler. Cevâhirii'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir kimse, bir işi yaptırmak için, üç kişiyi beraberce icarladığın-da onlardan birisi hastalanır ve bu iü, diğer ikisi yaparlarsa, ücreti ara­larında müsavi olarak paylaşırlar. Hastaya verilen, nafile durumunda olur. Sirâciyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerine icara bir değirmen verdiğinde, icara veren şa­hıs, öğütsün diye, değirmene buğday gönderir; o da onu üğütürse, üc­ret gerekmez. Şayet icara veren şahıs: "Bu değirmende üğüt." derse, o zaman ücret gerekir. TatarhSniyye'de de böyledir.

Bir adam, kendisinden icarlayan şahıstan, dükkânını geri ister; bu müste'cir de dükkân sahibi ile-hâkim huzurunda murafaa olur ve hâkim dükkanı mühürlerse; dükkan mühürlü durduğu müddet için icar gerekir mi, gerekmez mi?

El-cevap: Gerekmez. Çünkü icarcınm, hâkimin mührünü kaldırma­ya ve dükkandan faydalanmaya gücü ve yetkisi yoktur. Ondan icar düşer. Burda dikkat gerekir. Doğru olanı menfaat te'minidir.

Bir dokumacı, her gün için belirli bir bedelle bir tezgah icarla-yıp, vakıf olan bir yerde de çalışmaya başlar; o vakfın mütevellisi de dokuma âletini dükkanın gelirine —icarına karşılık— rehin alırsa; o müd­det için dokumacıya tezgahın icarı icab eder mi?

El-cevab: Şayet dokumacının mütevelliye rehni kurtarma imkanı yoksa ve tezgahı alamaz ise icar gerekmez. Burda da duruma bakılır; doğru olanı, bu durumda icar gerekir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, ziraat için bir arazi icarlayıp orayı ektikten sonra, bir âfet gelir ve ekini soğuk vurursa; o günden sonra için, icar gerekmez. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

İcara veren zat, onu bir yabancıya satar; sonra da müşteri icâre malını müste'cire verirse; duruma bakılır: Eğer icara veren şahıs huzur­da ise, verdiği o şey tatavvu' olur. Eğer icara veren şahıs yoksa; o şey tatavvu olmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Gasbeden adam, gasbeylediği evi veya köleyi icara verir; sonra da kendisinden gasbolunan adam: "Ben, icara verilmesini söyledim." der; gasbeden şahıs da: "Evet sen söyledin." derse; gasbolunan şahsın sözü geçerli olur.

Şayet gasbeden şahıs, icara verir; icâre müddeti de tamam olur ve malı gasbolunan şahıs; "Sözleşmeye ben izin vermiştim." derse; müd­det bittikten sonra söylemiş olması hâlinde, bu sözüne itibar edilmez; sözü kabul edilmez; beyyine getirmesi gerekir. Fetâvâyi Kâdâhân'da da böyledir.

Bir adam, bir evi gasbederek icara verdikten sonra o evi sahibin­den satın alırsa; geçmişteki icâreler kendisinin olur.

Eğer öncekini sahibine verir de sonrakini kendi alırsa, bu daha ef-dâl olur. Gasbeden şahıs, onu bir başkasına icara verir; sonra da müs­te'cir, o şeyi gasbeden şahsa icara verir ve ondan icar alırsa, gasbeyle-yen şahsın o ücreti müste'cire vermesi gerekir. Hızânetü'l-Müftin'de de böyledir.

Bir kimse kaçan bir köleyi yakalar ve onu icara verirse, ücret akid yapanın olur ve onu tasadduk eder. Şayet onu icara veren şahıs, köleyle birlikte o ücreti kölenin efendisine verir ve: "Bu, senin kölenin geliridır." derse, o, efendi için helâl olur. İstihsânen onu yemesi helâldir; kı-yâsen ise helâl değildir. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir adam, bir ağaçlık satın alıp, onları keser; başka bir yer icar-layarak, o ağaçları oraya kurutmak için kor; icarlanan o yerden de bir adamın yolu geçmekte olur ve ağaçlan satın alan zat, o yol sahibine mü­racaat ederek, "ağaçlarını, o yoldan taşımak" isterse, o yerin sahibi buna mâni olamaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerinden bir köle veya bir yer satın alıp, onu da tes­lim alarak belirli bir müddet ve belirli bir ücretle, satın aldığı adama icara verir; sonra da o şeye bir hak sahibi çıkarsa; müşteri, satıcıdan geçen günlerin icarını alabilir mi?

"Uygun  olanı,  taleb  etmemesidir."  denilmiştir.   Zehıyre'de  de böyledir.
En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dır. Dönüş de, son varılacak yer de O'nun huzurudur. [59]
[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/357.
[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/357.
[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/357-361.
[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/362.
[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/362-364.
[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/364-365.
[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/365-366.
[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/366.
[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/366.
[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/367.
[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/367-369.
[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/370-378.
[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/379-383.
[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/384-390.
[15] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/390-398.
[16] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/399-403.
[17] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/403-406.
[18] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/407-412.
[19] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/413-421.
[20] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/422-425.
[21] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/426-434.
[22] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/435-443.
[23] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/444-445.
[24] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/446-448.
[25] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/449-450.
[26] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/451.
[27] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/451-459.
[28] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/459-464.
[29] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/464-468.
[30] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/469-472.
[31] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/473-474.
[32] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/474-477.
[33] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/478-488.
[34] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/488-493.
[35] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/494-495.
[36] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/496-498.
[37] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/499-502.
[38] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/503-525.
[39] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/526-534.
[40] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/535-539.
[41] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/540-546.
[42] Feteva-i Hindi


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..