2- İKRAR SAYILAN VE İKRAR SAYILMAYAN ŞEYLER

Bir adam: "Benim üzerimde, filanın yüz dirhemi vardır." veya: "Benim cihetimde, filanın yüz dirhemi vardır.*' derse; işte bu borcu ikrardır. Bunun, emanet olduğu doğrulanmaz. Yalnız, sözünü rnevsûl (aralıksız) olarak söylerse,  o müstesnadır.  Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer: Filanın yüz dirhemi, yammdadır." derse; işte bu onun emanet olduğunu ikrardır.

Keza, eğer: "Benimle beraber." veya "Benim elimde..." yahut "...evimde."; "...kesemde."; "...sandığımda; filanın yüz dirhemi vardır." derse; işte bunların tamamı, onun emanet olduğunu ikrardır. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet: "Onun, benim yanımda yüz dirhemi vardır; emanettir, borçtur." veya "Borç bir eşyası vardır."; "Borç bir mudarabe malı vardır."; "Alacak emaneti vardır." veya: "Emanet alacağı vardır." derse, işte bu ödünçtür; alacaktır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam: "Yanımda, filanın yüz dirhem ariyeti vardır." derse, işte bu, onuri ödünç olduğunu ikrardır.

Tartılan ve ölçülen şeylerin tamamı böyledir. Çünkü, ariyetten intifa (= fayda) beklemek mümkün değildir. Ancak, telef edilirse, borç olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Fetâvâyi Nesefî' de şöyle zikredilmiştir:

Bir adam: Filana, on dirhemi vermek, bana lazımdır." derse; bu durumda bir şey gerekmez.

Ancak, bu durumda bir  şey gerekmemesi için, "benim üzerimde..."; veya "boynumda..."; "zimmetimde..." yahut "...vacib borçtur." veya "...lazım hakdır." dememesi gerekir.

Eğer:  'Önün,   benim  malımda  bin  dirhemi  vardır.''   veya "...dirhemleri vardır." derse; işte bu da ikrardır.

Bundan sonra, eğer ayırım yaparak: "Bu emanettir." derse, işte o emanettir; değilse ortaklıktır.

Şayet ikrar eden şahıs, malından, bin dirhemi belirler ve kendisi için ikrar olunan şahıs da: "İşte bu bin dirhemdir." derse, bu ikrarı red olur mu?

— "Olur." denilmiştir.

Keza, alimler: "Ortaklık ikrarı batıl olmaz. Çünkü o, belirli bin dirhem davasının, ortak olmanın cevazından dolayı ikrarını red değildir." Önce ikrar edip, sonra da taksim etmeleri halinde olduğu gibi...

Bu, taksim davasından olur.

Eğer diğeri yemin ederse, taksim sabit olmaz ve ortaklık ikrarı hali üzere kalır.

Şayet, ikrar eden şahıs malından bin dirhemi tayin eder de, ikrar olunan şahıs onu inkar ederse; onun sözü geçerli olur. Serahsî'nin Muhıytı*nde de böyledir.

Eğer: "Malımdan bin dirhemi onundur." derse; işte bu, bağış olur. Ona vermek için cebredilmez.

Bu, bir borç ikrarı değildir.

Şayet: "Şu bin dirhem senindir." demiş olsaydı, bu bir ikrar olurdu. Ve, bağış olmazdı. Ve teslim etmesi için cebredilirdi. Muhıyt'te de böyledir.

"Malımdan bin dirhemi onundur. Onda benim hakkım yoktur." derse, işte bu borç ikrarı olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kadın, kocasına: "Senden hasıl olan herşey, benimdir." derse; bu mehrini almaya ikrar olmaz.

"İkrar olur." diyenler de olmuştur. Sadru'ş-Şehîd: "İkrar olmaz." buyurmuştur. Hulâsa'da da böyledir.

Şayet: "Şu elbise (veya ev filanın ariyetidir." veya "...filandandır." yahut: "Onun malıdır."; "Malı içindir." "...maundadır." veya "...malındandır." "...ve mirasıdır." veya "...rnirasındadır." yahut: "Onun hakkıdır." "...Onun tarafındandır." derse, işte bu sözler, hep ikrardır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse, bir elbise ve bir hayvan hakkında: "Yanımda ariyettir; filanın hakkıdır." derse; bu, bir ikrar olmaz.

Eğer: "Şu bin dirhem, yanımda filanın hakkı olarak mudârebedir." derse, bu da ikrar olmaz.

Şayet: "Filanın hakkıdır; borçtur." derse, bu ikrar olur. Eğer: "Bu dirhemler, filanın hakkı olarak, yanımda ariyettir." ders'e, işte o da ikrar olur. Mebsût'ta da böyledir.

Eğer: Filana karşı, yanımda ariyettir." veya: "Filanın benim üze­rimde,     bin     dirhem    hissesi..."     veya     "...ortaklığı..."     yahut ".;.ortaklıktan..." veya "ortaklık için..." yahut "...ücretten..." veya "...ücret   için";    "...ücretle..."    veya    "..eşyasından";    "...eşyası vardır..."  derse;   işte  bunlar  ikrardır.   Serahsî'nin  Muhıytı'nde  de böyledir.

Eğer: Filanın, üzerimde selemden (- veresiye satıştan bir kürr buğdayı vardır." veya "...önceden..." yahut "...bedelden, bir kürr buğdayı vardır." derse; işte bu ikrardır ve onu vermesi gerekir.

Şayet: "Onun satış bedelinden, benim üzerimde yüz dirhemi vardır." veya "...satış sebebiyle..." yahut "...satış için..." veya ''.. .satış cihetinden..." yahut ' *.. .kira cihetinden...'' veya ".. .kira için..."; "...kira olarak..." veya "...kefaleten..."; "...kefalet için..." veya "...kefalet üzere..."; "yüz dirhemi vardır." derse; bunların hepsi ikrar olur. Ve ikrar eden şahsın ödemesi gerekir. Mebsût'ta da böyledir.

Ebû'l-Leys'in Fetvâları'nda şöyle zikredilmiştir:

Bir adam: "Bu şey, filanın hakkıdır." veya "...senindir." derse; bu ikrar olur.

Eğer: "Bu, filanındır." veya "senindir." derse; işte bu, hibe olur.
Şayet: "Bu malı senin için kıldım." veya "...adına ayırdım." yahut "...sana hak kıldım." derse; bu bir temlik olur.  Şeyhu'1-İmâm Üstad Zahîrü'd-Dîn "...adına ayırdım, demekle temlik olmaz; bu ikrar da olmaz." demiştir.

Bir adam: "Şu evim, küçük çocuklarımmdır." derse bu batıl ( = geçersiz) olur. Çünkü, bu bir hîbedir. Çocukların hangileri olduğunu açıklamadıkça batıl olur.

Şayet: "Şu ev, çocuklarımdan küçüklerinindir." demiş olsaydı, işte bu, ikrar olurdu. Ve bu ev, en küçüklerinden üçünün olurdu.

Keza: "Şu evimin, üçte birisi filanındır." derse; bu, bir hîbe olur.

Eğer: "Şu evin üçte birisi, filanındır." derse, işte bu da, ikrar olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam: "Sen de olan bin dirhemimi, bana Öde." der; diğeri de: "olur." derse; gerçekten onu ikrar etmiş olur. Yine: "Onu sana yakında vereceğim." veya "...yarın vereceğim." yahut "...sonra vereceğim." derse, ikrar eylemiş olur.

Yine: "Otur, onu hazırlayayım; onu ödeyeyim, onu al." veya * *otur.'' demediği halde: ' 'Onu hazırlayayım.' * veya ".. .Nakden vereyim." yahut: "Onu al." derse, bu da ikrar olur.

Ancak: "...Hazırlayayım;" "Nakden vereyim."; "al" derse işte bu sözler, ikrar olmaz. Mebsût*ta da böyledir.

Eğer: "Yarın..." veya "...hazırlığım yok." yahut "...bugün kolaydır." veya "...ödenecekten fazlası vardır." derse, işte bunların hepsi de ikrar olur. Serahsî'nin Muhıytt'nde de böyledir.

Şayet: "Bu gün, yanımda yoktur." veya "...Bana tehir eyle" yahut: "Bana, o hususta nefes aldır." veya "...onu, bana teberru eyle." yahut:   "Vallahi,  onu  ödeyemem."  veya  "onu  sana bugün hazır-layamam..." yahut: "Onu, benden bugün alma, malım gelene kadar dur veya "kölem gelene kadar bekle." derse; işte bu sözlerin, hepsi de ikrardır. Mebsût'ta da böyledir.

Eğer: "Senin üzerinde olan, bir kürr buğdayımı, bana öde." veya: "Yarın gönder." der ve karşı taraf da: "Gönderirim." derse; bu bir ikrardır.

Şayet, bunu tartılan şeyler hakkında söyler ve: "Yarın, onu gönderirim." veya "...Vekil gönderirim, onu sana verir." yahut: "Onu alacak olanı yolla alsın" veya: "Onu, benden kim alacak?" derse, bunların tamamı da ikrardır. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerinden bin dirhem alacaklı olduğunu iddia eder; iddia olunan da: "İddianı sana verdim." derse; bu bir ikrar olmaz.

Keza, iddia olunan şahıs: "Da'vanı, bir ay bana tehir eyle." veya "...iddianı tehir eyle." derse; bu ikrar olmaz.

Şayet: "Da'vanı, benden tehir eyle; malım gelince, onu sana vereyim." derse; işte bu ikrar olur. Eğer: "Malım gelene kadar tehir eyle, davanı sana vereyim." derse, bu ikrar olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Hisıım Nevâdiri'nde şöyle demektedir:

Ben, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu işittim: Bir adam, diğerine: "Bana bin dirhem ver." der; diğeri de: "Hazır­layayım." derse, bu durumda bir şey lazım olmaz. Çünkü: "Bin dirhe­mimi ver." dememiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet: "Sende olan bin dirhemi ver." demiş olsaydı; diğeri de: "Sabret" veya "Onu, ilerde alırsın." deseydi, bu da ikrar olmazdı. Çünkü o istihza ve istihfaf etmiştir.

Şayet: "İnşaallah, onu bana teberru edersen..." derse, işte bu ikrar olur. Çünkü teberru, daha önceden borcun olmasını iktiza eder. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Nevâzil'de şöyle zikredilmiştir:

İddia olunan zat: "Kese dikildi, al." derse; bu ikrar olmaz. Keza: "Tut." derse, bu da ikrar olmaz. Çünkü, bu sözler, başlangıç sözlere elverişlidir. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer: "Benim senin üzerinde olan yüz dirhemimi ver. Beni, ala­caklılarım bırakmıyor." der; diğeri de: "Onların bir kısmını bana havale eyle." veya: "Onlardan dilediğini bana havale eyle." yahut: "Onlardan birini, bana gönder de, ona ben ödeyim." veya: "Benim üzerime havale et." derse; bunların hepsi de ikrar olur.

Şayet: "Onu, sana ödedim." derse; bu da ikrar olur.

Keza: "Sen, onu bana tçberrû eyledin." derse, bu da ikrar olur.

Keza: "Bana, helal eyledin." veya "Bana bağışladın." yahut: "Bana tasadduk-eyledin." derse; bunlar da ikrar olur. Mebsût'ta da böyledir.

"Onu, sana ifa eyledim." derse; işte bu da borçlu olduğunu ikrardır. Ve bu şahsa, "borcunu ödemesi" emredilir.

Sonra da bu şahıs ifasını isbâta çalışır.

Keza, davalı davacıya: "Bu malın sana ulaşmadığına, yemin et." der veya: Yemin et; gerçekten bu mal sana ulaşmadı mı?" derse, bu da davalının üzerinde, malın olduğunu ikrardır. Ve, o şahsa, bu borcunun vermesi" emredilir.

Bazı alimlerimizin fetvalarında da, böyle hikaye edilmiştir. Muhiyt'te de böyledir.

Şayet:  "Sen, beni bu davadan temize çıkardın." veya:  "Bu davadan, benimle sulh oldun." derse; bu ikrar olmaz. Hulâsa'da da böyledir.

Eğer: "Hakkından, seninle sulh eyledik." derse, bu da-ikrar olur. Ancak:   "Da'vandan sulh   eyledim."   derse;   bu   ikrar   olmaz.

Serahsfnin Muhıytı'nde de böyledir.

Eğer: Şu evden... bin dirhem çıkar." veya "...Bin dirhem ibra et."; "Bin dirhem terk et. (- bırak)." "...bin dirhem bana teslim eyle."; "...Onu bana ver." derse; gerçekten onu mülk ile ikrar etmiş olur. Çünkü, bu lafızlar bedele yakın söylendiği zaman, —sulh lafzı öne geçmezse, örf ve adette müsaveme için kullanılırlar.

Şayet bu lafızlar, bedel olarak söylenmezlerse, o zaman, ikrar olmazlar.

Eğer iki kişi, bir birleri ile, biri ev teslimi, diğeri de bir köle teslimi üzerine anlaşma yaparlarsa, bu bir ikrar olmaz.

Şayet bir kimse, bir adamdan, bir ev satın aldıktan sonra, o adama: "Bana satış bedeli için, bin dirhem teslim eyle/v derse, bu bir ikrar olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Mecmûıı'n-Nevâzil'de şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, diğer bir şahsa: "Sende, benim bin dirhemim var." der; diğeri de: "Benim de sende, bin dirhemim var." derse; veya bir şahıs, diğerine: "Senin karını boşadım." veya "cariyeni azad eyledim." yahut: "Köleni azad eyledim." der; diğeri de: "Sen, kendi karını boşadm." veya "Kendi cariyeni azad eyledin." yahut: "Kendi köleni azad eyledin." derse; İbnü Semâa, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmi?tir:

"Bu, bir ikrar olur."

Zahirü'r-rivayede, —böyle demek— ikrar olmaz.
Şeyhu'1-lmâm Üstad Zahîrü'd-Dîn, İbnü Semâa'nm cevabı ile fetva vermiştir. Hulasa'da da böyledir*

Şayet, aynı adam, —vav harfini si ylemeksizin—: "Benim, şende bin dirhemim var." derse, işte bu ikrar olmaz.

Şu mes'ele, bunun hilafınadır:

Eğer: "Senin üzerinde, benim için onun misli vardır." derse, bu ikrar olur.

Keza, diğeri: "Sen, önceki gibi kendi köleni azad eyledin." derse, bu, diğeri için ikrar olur mu?

—Olur.                

Şayet: "Sen, kendi köleni azad eyledin." derse, bu ikrar olmaz. Bunda hilaf yoktur.

Bu hilaf üzerine; bir adam, diğerine: "Sen filanı, öldürdün." der; diğeri de Ona: "Sen de, filanı öldürdün." derse, işte bu ikrar olur.

Eğer: "Sen filanı öldürdün." derse; işte bu, hilafsız ikrar olmaz. Muhiyt'te de böyledir.

Eğer, bir kimse farsca: "mera tü cündîn mî bâyed." (yâni: Benim, senin üzerinde şu kadarım var." diyerek belirli bir mal isimlendirip, karşıdaki adam da: "Benim de senin üzerinde, onun gibi hakkim var." diye, öncekini iade etmesi sebebiyle söylerse, bu, ikinci adamın ikrarı olur.

Bazı alimlerimiz; Uygun olanı, bunun İmam Muhammed (R.A.)'in kavli üzerine olanıdır.'' buyurmuşlardır.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, arabça olarak, "eyzan (= bunun gibi)" demekle, ikrar olmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Uyun kitabında şöyle zikredilmiştir:

Bir adam: "Ben filanın oğlunu öldürdüm." der; sonra da yine: "Ben, filanın oğlunu öldürdüm.'' derse; bu filanın bir oğlunu öldürdüğünü" ikrar olur.                                                        :

Semerkant alimlerinin fetvalarında: Eğer bir adam, diğerine: "Filanı niçin öldürdün?" der; diğeri de: "Bu, levh-i mahfuzda yazılmış idi." veya: '-'Düşmanımı öldürdüm." derse, işte bu katli ikrar olur.

Bu şahıs, öldürmenin kasden olduğunu ikkrar eylemezse, malından diyet lazım gelir.

Şayet: "Mukadder olucudur." demiş olursa, bu ikrar olmaz. Hulasa'da da böyledir.

Bir adam, iki yüz dirhem iddia ettiğinde davalı: "Yüz dirhemden sonra, yüz dirhem daha ödedim. Bende hakkın kalmadı." derse bu ikrar olmaz.

Keza, bu şahıs yüz dirhem iddia eder; diğeri ise: "Gerçekten sana elli dirhem ödedim." derse; bu da ikrar olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, diğerinden bin dirhem iddia eder; o da: "Ondan bir miktar aldın." derse; bu durumda onu ikrar etmiş olur.

Keza, davalı: "Ağırlığı kaçtır?" veya "Müddeti ne kadar?" yahut: "Darbı nedir?" veya "Gerçekten onları sana ödedim." derse, bunların tamamı, bin dirhemi ikrar etmektir.

Şayet: "Gerçekten çoğunu da, azını da —tamamını— sana teberru eyledim. Senin benim üzerimde olan malını." derse, bu, bin dirhemi ikrar olmaz. Fakat, belirsiz bir şeyi ikrar olur. Bu durumda, o şahıs, kasdettiği şeyi açıklamaya cebredilir.

Açıkladığı zaman da talibe,, ondan bir şey alıp almadığı hakkında yemin verilir.

Matluba da, üzerinde bir şeyin kalıp kalmadığına dair yemin verilir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, varislerin bazılarına karşı, ölen zatın üzerinde alacağı olduğunu" iddia ettiğinde, davalı: "Benim elimde terekeden bir şey yok."  derse;  işte bu,  tereke hakkında ikrar olmaz.  Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerinin elinde bulunan bir yeri iddia ettiğinde, davalı, iddia edene: ''Senin yerin burdanbaşkasıdır." derse, işte bu, davalının, onu ikrarıdır; Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerine karşı, "haksız olarak, dirhemlerini aldığını" iddia eder; diğeri de: "Ben haksız olarak almadım." derse* bu ikrar olmaz.

Şayet: "Senin emrinle, kardeşine verdim." derse işte bu ikrar ve bu işi isbat olur. Hulasada da böyledir.

Bir adam,  diğerinden  on dirhem alacaklı olduğu iddiasında bulunur; iddia olunan şahıs da: "Bu cümleden olarak, sana beş dirhem vermem gerekir." derse, İşte bu, on dirhemi ikrar olur.

Bir adam: Beş dirhem, bu cümleden baki kaldı." derse, bu on dirhemi ikrar olmaz. Zahîriyye'de de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, diğerine: "Senin üzerinde, benim bin dirhemim vardır, der; o da: "Dikkat! Beşyüz dirhemi yoktur." veya: "Ben, ondan beşyüz dirhemini bilmiyorum." derse, gerçekten beşyüz dirhemi ikrar etmiş olur.

Şayet: "Dikkat! beşyüz dirhemi yoktur." dediği haîde, "ondan, beşyüz dirhemi yoktur." demezse; işte bu, ikrar değildir. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Sende bin dirhemim vardır." der; o da: "Hak ve Sıdk." veya "hakkan" veya "sıdkan" derse; işte bu, ikrar olur.

Şayet: "Hak hakdır." veya "Sıdk sıdktır." yahut "Yakın yakîndir." veya "Birr hakdır."; "Hak birrdir," derse, bu da ikrardır. Yani bu şahsın, cevap olarak "Hak hakdır."; "Sıdk sıdktır."; "Yakin yakindir." demesi ikrardır.

Eğer birr lafzını yalnız söyler ve "Birr birrdir." der; bu kelimeyi hak kelimesine, sıdk kelimesine, yakın kelimesine ilave etmezse (ve meselâ: "Birr. birrdir." derse) bu ikrar olmaz. Kâfî'de de böyledir.

Bir adam, diğerine: ".Benim, senin üzerinde bin dirhemim var." der; iddia olunan zat da: "...yüz dinarla beraberdir. derse; Fakıyh Ebû Bekir el-İskâf: "Bu, ikrar olmaz." buyurmuştur.
Fakıyh Ebû'1-Leys ise: "Eğer, dinarları tasdik ederse, iki malı da ikrarı sahih olur. Ve eğer, dinarları yalanlarsa; bu durumda da dirhem­leri ikrarı sahih olur. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Sana yüz dirhem borç verdim." der; diğeri de: "Ben, senden başka bir kimseden borç almadım." veya "Senden gayrı kimseden borç almadım." yahut: "Senden önce, kimseden borç almadım." veya "Senden sonra, kimseden borç almam." derse; bu sözler ikrar olmazlar. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Asi kitabında şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, diğerine: "Sana, yüz dirhem borç verdim." der; diğeri de: "Onu, sana döndürmem." veya "Bundan sonra, geri vermem." derse, bu ikrar oiur.

Bu şahsın, —sadece—: "...döndürmem." demesi ikrar olmaz.

Bir kimse diğerine: "Sen, benden yüz dirhem gasbeyledin." der; diğeri de: "Yüzdirhemden sonra* bir şey gasbeylemedim." veya "O yüz dirhemle birlikte, bir şey gasbeylemedim." yahut:."Bu yüz dirhemden başa bir şey gasbeylemedim." derse bu, durumda, yüz dirhemi gasbeylediğini ikrar etmiş oiur.

Keza, bu şahıs: "Bundan sonra, kimseden bir şey gasbeylemedim." veya "Bir kimseden, bundan sonra, bir şey gasbeylemedim." yahut: "Bundan sonra, bir ahadden bir şey gasbeylemedim." derse, bunlar da ikrar olur.

Şayet:  "Benim üzerimde,  emanet dirhemlerin vardır." veya: "Yüz dirhemden başka yoktur." yahut: "Yüzdirhemden fazla yoktur." derse; işte bunlar, yüz dirhemi ikrar olur.

Şayet: "Senin için, benim üzerimde bin dirhemden fazla da, noksan da dirhemin yoktur." derse; işte bu ikrar olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer:   "Senin,   üzerinde,   bin  dirhemden  fazla  veya  noksan dirhemin yoktur." derse, bu ikrar olmaz; denildi. "Noksanı, nefyettiği için, ikrar olur." diyenler de vardır. Esahh olan da budur. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Hemen, ancak, senin bende yüz dirhemin vardır." derse, işte bu, yüz dirhemi ikrar olur.

Eğer "Senin, benim üzerimde yüz dirhemin yoktur." derse; bir şey ikrar etmiş olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Eğer bir adam: Şu taksim olunan evin üçte biri filanın, üçte birisi benim; üçte birisi de başka filanın" derse; bu durumda diğer iki filan kişi için, evin üçte ikisi ikrar edilmiş olmaz. Ancak, "evin üçte birisi filanın; evin üçte birisi de filanın" demesi halinde, bu ikrar olur. ZahîriyyeMe de böyledir.                                                                                   

Bir  adam:   "Filanın,  ben  de bin  dirhemi  vardır.  Ben  oriu biliyorum." (veya bildim.) derse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.): "Bunların tamamı batıldır," buyurmuşlardır.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise: "Bunların tamamı, ikrar olur." buyurmuştur.

Şayet: "Gerçekten, filanın benim üzerimde bin dirhemi vardır." veya: "Filanın, benim üzerimde, bin dirhemi vardır; gerçekten, ben onu biliyorum.'' derse; işte bunlar ikrar olur. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet: "Onun, bende bin dirhemi vardır. Ben, öyle zanne­diyorum, (veya "zanneyledim." yahut "sanıyorum."; "sandım." veya "görüyorum."; "gördüm." derse; işte bu batıldır. Mebsût'ta da böyledir.

Eğer: "Onun, bende bin dirhemi vardır; filanın şehadetiyle." (veya filanın bilgisiyle) derse, bu durumda bir şey gerekmez.

Şayet: "Filanın şehadeti sebebiyle" veya "Filanın ilmi sebebiyle" derse; işte bu ikrar olur.

Eğer filanın sözü veya "Filanın sözüyle" derse, bir şey lazım gelmez. Fetâyâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer: "Onun, bende hesabıma göre, bin dirhemi vardır." veya "Filanın hesabına göre, bin dirhemi vardır." yahut "Onun, hesabına göre, bin dirhemi vardır." yahut, "kitabımda, (yazımda, defterimde) onun, bende bin dirhemi vardır." veya "Filanın kitabında, onun, bende bin dirhemi vardır." yahut, "Filanın yazısı sebebiyle, onun, bende, bin diremi vardır." derse, bu batıl ( = geçersiz) olur.

Şayet: "Onun kağıdında (= defterinde) yazılı." veya "Senin def­terinde yazılı" yahut, "Benim defterimde yazılı, bin dirhemi vardır." derse; işte bu, ikrar olur.

Eğer: "Filanın, bende bin dirhemi vardır; kitabda yazılıdır." veya "...kitap ile sabittir." yahut "Filanın, bende bin dirhemi vardır; hesablıdır.", "...hesabdandır."; "...hesap sebebiyledir." derse, bu ikrar olur. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet: "...defterlidir." veya   "...defterdedir.' yahut "...defter sebebiyledir," veya "...Onunla benim aramda yazılıdır." veya "Onunla rjenim aramda hesablıdır." derse, bunların tamamı ikrar olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer: "Onun, benim üzerimde, bin dirhemi, kağıt üzerindedir." veya ."..'.kitapda yazılıdır."  yahut,  "...hisablıdır."  derse; bu malı ödemesi gereklidir.

Şayet: "Onunla, benim aramda, ortaklıktan bin dirhemi vardır." veya "...ticaretten, onun bende bin dirhemi vardır." yahut, "...onun bin dirhemi, bana karışmıştır." derse, bu durumda da, bu bîn dirhemi ödemesi gerekir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Şayet: "Onun, bende bin dirhemi vardır; filanın hükmü olarak." veya "...filan alimin Hükmü olarak." yahut, "...onun oğullarının hükmü olarak." veya "onun fıkhı olarak." derse; bu durumlarda birşey gerekmez.

Şayet: "Filanın hükmüyle, o filan ise hakimdir." veya "filan alimin hükmüyle ki, o hakimdir." derse, yine ikrar eden şahsın, o bin dirhemi ödemesi gerekir.

Eğer, o filan şahıs, hakim olmadığı halde, alacaklı: "Ben, onu hakem tayin eyledim ve bana hükmeyledi." der borçlu da, onu tasdik ederse, o malı, borçlunun ödemesi gerekir.

Eğer: "Filanın, bende bin dirhemi vardır; onun söylemesiyle." derse, bu durumda bîr şey gerekmez. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, ikrar ederek: "înşaallah, filanın, bende bin dirhemi vardır." derse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Bu şahsın, bu ikrarı batıldır. (= geçersizdir.)" buyurmuştur.

Bu, istihsandır. Muhıyt'te de böyledir. Hulâsa"da da böyledir.

Bir adam: "Allah'ın izniyle, ben bu köleyi gasbeyledim." derse; bir şey gerekmez.

Bir adam "Filanın, bende şu kadar hakkı vardır. Ve, bu hak şu zamana kadar tehir eylemiştir." diye yazar; bir başkası da: "Bu bir hakdır." der ve bunu "inşaallah" diye söylerse; bir şey gerekmez.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir. İmâmeyn'e göre, o şahsın, bunu ödemesi gerekir.

Şayet: Bu köleyi, dün senden gasbeyledim; inşaallah." derse; işte bu ikrar, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre batıldır. İstisna ise sahihdir. Muhıyt'te de böyledir.

Zâhirü'r-rivaye budur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam: "Filanın, benim üzerimde, dilerse bin dirhemi vardır." derse, bu ikrar batıldır.

Eğer, inşâe (= eğer dilerse) derse, bunların tamamı şarta ta'lik eden ikrardır. Mesela: "Eğer eve girersen"; "gökten yağmur yağarsa"; "rüzgar eserse"; "Allah takdir ederse"; "Allah dilerse"; "Allah razı olursa"; "Allah severse"; "Allah mukadder ederse"; "Allah kolaylık verirse"; "Şöyle müjdelersen"; gibi lafızların hepsi, ikrar için geçersizdir.

Ancak, bunun için bu kelimelerin mevsul (= cümleye bitişik) olma­ları gerekir. Tebyîn'de de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Benim üzerimde, bin dirhemin vardır; ancak, bundan başka görmüyorum." derse; bu ikrar batıl olur.

Şayet: "Onun, benim üzerimde, bin dirhemi vardır; eğer eşyamı ; Basra'da evime götürürse" der; diğeri de eşyayı evine götürür; kendisi de I hazırda olup, söyleneni duymuş olursa, işte, bu mal caizdir; vermesi gerekir.

Keza: "Şu eşyayı evime götürürseri, sana bin dirhem vardır." derse, işte bu, icar olur. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam: "Şahit olunuz; gerçekten, onun, bende bin dirhemi vardır. Eğer Ölürsem, işte o, onundur." derse; ölse de, yaşasa da,1 bin dirhem o şahsındır.

Keza: "Üzerimde bin dirhem vardır. Eğer ölürsem, o onundur." derse; ölse de, yaşasa da, o, o şahsın olur.

Keza: "Üzerimde bin dirhem vardır. Ay başı gelince, (veya "insanlar iftar edince"; yahut, "ramazan bayramı gelince." veya "kurban bayramı gelince;) o onundur." derse; yine dediği gibi olur. Tebyîn'de de böyledir.

Müntekâ'da, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur:

Bir adam: "Filan gelirse; (veya geldiği zaman) onun, benim üze­rimde bin dirhemi vardır." derse; işte bu batıldır.

Şayet: "Filan gelirse, senin benim üzerimde, bin dirhemin vardır." derse; işte bu caizdir.

Eğer talip, o adam gelince iddia ederse, bin dirhemini alır. Çünkü, ona söz verilmiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Eğer yemin edersen, üzerimde bin dirhemin vardır." veya "yemin etmen halinde, bin dirhemin vardır." yahut, "yemin ettiğin zaman, bin dirhemin vardır." veya "Ne zaman yemin edersen bin dirhemin vardır." yahut, "yemin ettiğin an, bin dirhemin vardır." veya "yeminle beraber, bin dirhemin vardır." yahut, "yemi­nimde bin dirhemin vardır." veya "yeminden sonra, bin dirhemin vardır." der; o adam da yemin eder; ikrar edende, bu bin dirhemi inkar ederse; o bin dirhem, ondan alınmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Bîr adam, diğerine: "Şu kölemi, benden satın al." veya "icarla." yahut "Evimi ariyet al." der; diğeri de: "Evet." derse; bu "evet" sözü, mülkü ikrar olur.

Keza: "Şu kölemin kazancını bana ver." veya "Kölemin elbisesini bana ver." der; diğeri ı>* "Olur.'* derse; gerçekten bu kölenin, o adama ait olduğunu ikrar olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet, bir adam, diğerine: "Şu evimin kapusunu aç." Veya "Evimi kireçle badana yap." yahut,  "Şu hayvanımı eğerle." veya "Katırımı gemle" yahut '(Şu katırımın eğerini ver." veya "Şu katırımın , gemini ver." der; diğeri de: "Olur." derse, işte, bu ikrar olur.

Keza, bir kimse, diğer bir şahsın yanında olan elbise için: "Onu, bana filan bağış yaptı." veya "...tasadduk etti." deyince, diğeri de: "Doğru.", "Evet.", "Doğusun,", "Öyle." demiş olursa, bu sözler de ikrar olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Eğer, bir adama: "Sende filanın alacağı var mıdır?" denilince, o başı ile "evet" diye işaret yaparsa, işte bu, ikrar olmaz. Tebyîn'de de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Filana haber ver." veya "ona bildir." yahut "ona söyle." veya "onu şahit tut." yahut "ona müjdele, gerçekten onun bende bin dirhemi vardır." derse, bu ikrar olur.

Keza: "Senin üzerinde, filanın bin dirhemi olduğunu haber vereyim mi?" veya "...Ona bildireyim mi?" yahut "...onun, senin üzerinde, bin dirhemi olduğuna, şahit olayım mı?" veya "...ona söyleyeyim mi?" der; diğeri de: "Evet" derse; işte bunların tamamı, ikrar olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam,  diğerine:  "Filanın, benim üzerimde olan binine, şahitlik yapma." derse; bu ikrar olmaz.

Keza: "Filanın, benim üzerimde olan binini, ona haber verme." yahut "...ona söyleme." derse; bu da ikrar olmaz. Nâtifî, Ecnâs isimli kitabında, İmâm Kerhî'nin şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

"Haber verme." sözü, "şahit olma." sözü gibidir. Her ikisi de ikrar olmaz."

Sahih olanı ise, bu kelimelerin aralarında fark vardır. Serahsî'nîn Muhıyü'nde de böyledir.

Şayet: "Ben, onu boşadım. Siz saklayınız; onu boşâdığımı sak­layınız." derse, işte bu ikrar olur.

"Ben onu boşadım, haber vermeyiniz." demek bunun hilafınadır. Eğer:   "Onun boşandığını  saklayınız"  derse,  bu  talak  olmaz. Zehiyre'de de böyledir.

Bir adam, başka birine: "Elimde olan bütün (çok az, köle ve başka) şeyler, filanındır." derse, işte bu, hakikaten ikrardır.

Eğer ikrar olunan zat gelir de, onları almak isteyince, bir köle hakkında ihtilaf ederler ve o filan: "Bu köle, ikrar eylediğin gün elinde idi; bu benimdir." der; diğeri de: "İkrar eylediğim gün, bu köle elimde değildi. Ben, buna sonradan sahib oldum. Bu benimdir." derse; bu durumda ikrar eden şahsın sözü geçerlidir.

Ancak, ikrar olunan zat, isbat eder de, ikrar olunduğu gün, ikrar edenin elinde olduğunu" kanıtlarsa, o zaman ikrar olunan şahsa hük­medilir. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam: "Elimde bulunanın tamamı..." veya "...Tanıdığımın tamamı..." yahut "...Bana ait olanın tamamı, işte o filanındır." derse; bu ikrar olur. Hulâsa'da da böyledir.

Şayet: "Malımın tamamı..." veya "Sahip olduğumun tamamı, falanındır." derse, işte o hîbe olur. Onu teslim edilmeden almak, caiz olmaz. Teslim için de, veren şahıs cebredilmez.

Eğer: "Evimde olanın tamamı, filanındır." derse, bu ikrar olur. Fetâvâyi Kâdîhân' da da böyledir.

İcarcı ikrar ederek: "Ticaretten çok veya az, ire varsa, elinde olan ayn veya deyn (= Alacak) filanındır." derse, işte bu da ikrardır. "Ben, onun icarcısıyım." demesi'caizdir. O takdirde, elinde* olanın tamamı, filanın olur. Onda kiracının bir hakkı olmaz.

Ancak, yer, giyer, ücretini alır.

Eğer ecîr (= ücretli) elinde bulunan ticaret mallarımın filana ait olduğunu" ikrar ederse; ticaret malı olmayan şeyler, kendine ait olur. Bu durumda, ikrar edenin açıklamasına bakılır.

Keza, bu kimse, ticaret mallarından, elinde bulunanı iddia ederek, "bunların ikrarından sonra hasıl olduğunu ve kendine ait bulunduğunu" söylerse; —yeminle birlikte— onun sözü geçerli olur.

Ecîr (ücretli kimse) ikrar ederek "Gerçekten ticaret mallarından, elinde bulunanın, filanın —malı— olduğunu" söyler ve —bu hususta— elinde yazılı kağıtları bulunursa, bunların tamamı o filanın olur.

Şayet, ikrar ederek, "Ayn'dan taam olarak elinde bulunanın filana ait olduğunu söyler; elinde de buğday, arpa, susam, hurma gibi şeyler bulunursa; onlar, o filanın olmaz. Yalnız buğday onun olur. Eğer elinde buğday da olmamış olsaydı, kendisi için ikrar olunan şahsın bir şeyi olmazdı, Mebsût'ta da böyledir.

Bir kimse, hali sıhhatli olduğu sırada, kızı adına ikrarda bulu­narak: Yataklar, eşyalar, mevcut kaplar ve diğer bütün mallar hayvanat, köleler, beldede bulunan ne varsa onundur." derse; bunların hepsi ikrarına dahil olur. Bunlardan başka şeyleri, ikrara dahil olmaz. Zahî-riyye'de de böyledir.

Bir adam, aklı başında, sıhhati yerinde iken, ikrar ederek, "Evinin içinde olanı karısına mal ederse" (üzerinde olan elbise hariç), kendisi de ölür, bir de oğlu kalırsa; sonra da o oğlu, iddia ederek, "her şeyin babasından kalma olduğunu" söylerse; kadın, bu ikrar sebebiyle, onu men etme hakkına sahiptir.

Evde olmayan şeyler ise, kadının olmaz.

Hükme gelince, şahitler ikrar yapıldığına şehadette bulunurlarsa; ikrar zamanın da evde bulunan şeyler, kadına hükmedilirler. Hulâsa'da da böyledir.

Bir adam, karısına: "Bu ev ve bu evde olan senindir." derse; bu durumda ev ve eşya onun olur.

Bu lafızla, ikrar yerine satış olsa, hüküm bunun hilafmadır; eşya, satışa dahil olmaz. Nitekim: "Evi hukuku ile, sana sattım." demiş olsaydı, yine böyle olurdu.

Şayet, bu oğlan babasının malını telef eder ve sonra da, babası ona: "Maldan yanımda olanın tamamı senindir." der; bilahare de, bu baba ölür; ikrar eylediği malda durmakta olursa, işte o mal, onun olur. Eğer, onu oğlu helak eder; bu mal da Ölçülmeyen ve tartılmayan mallardan olursa; (dirhemler veya dinarlar terkederse) işte o dirhem ve dinarlardan helak edilen kadar faydalanır.

"Benim elimde olanın tamamı senindir." dedikten sonra; çünkü bu, sulh menzilinde olur. Helak sebebiyle, sulhun batıl olup, borcun avdet etmesi gibi... Zehıyre' de de böyledir.

Bir adam, diğeri için bir duvar ikrar ettikten sonra: "Yeri hariç ben, binasını kasdeyledim.'.' derse, bu sözü tasdik edilmez ve ona, yeriyle beraber duvar hükmedilir.

Keza, tuğladan yapılmış bir direk ikrar eder; direk ise, ağaçtan olursa; onun yeri hariç— direk, ikrar olunan şahsa, hükmedilir.

Eğer bir zarar vermeden, kaldırabilirse, ikrar olunan şahıs onu alır.

Eğer zararsız kaldırılmazsa, ikrar eden şahıs onun kıymetini talibe öder. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet: "Şu evin binası, filanındır." derse; onun altı ona hükme­dilmez. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, bir hurmalığı veya bir ağaçlığı, bir bostanı, veyahut hurmalık ve ağun kökleri girmiş bulunan bir yeri ikrar ederse; (işte bunun ne kadar girdiği, kitapta söylenmedi. Başka yerde şöyle işaret edilmiştir. "Gerçekten o, kökünün hizasına kadar dahil olur. Hatta, ağaç sökülür, yerinde bir şey biterse) o, kendisi ikrar olunan şahıs olur.

Bu bölüm, bilginlerin ihtilaf ettikleri bölümdür: Bazı alimler: "Büyük köklerin uzandığı yerlere kadar olan miktar dahildir." demişler; bazıları ise: "Güneş semanın tam ortasında-iken, bu ağacın gölgesinin ihata eylediği yer, dahildir." demişlerdir.

Bazıları da: İkrar zamanı, ağacın kalınlığı mikdarıdır." buyurmuşlardır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse: "Bu ağaçtaki hurma filanındır." derse, ağacı ikrar etmiş olmaz.

Şayet: "Şu yerin bitkisi filana ait." derse; o yer de, o filanın olmaz. Zehiyre'de de böyledir.

Bir kimse: "Şu bağ filanındır." derse; işte o zaman, o bağ yeriyle birlikte, içinde ne varsa ağaçlan, binası hepsi, o filanın olur.

Keza: "Şu hurma ağaçlarının kökleri filanındır." derse; meyvesi de, o filanın olur.

Eğer: "Şu yer filanındır; hurma ağaçları müstesna." derse; gerçekten, yer de ağaçlar da o filanın olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam: "Şu yer, filanındır." der ve orda da ekin bulunursa o yer, ekini ( = bitkisi) ile birlikte, o filan şahsın olur.

Şayet, ikrar eden zat, —hükümden önce veya sonra— beyyinesiyle gelerek, "o ekinin kendisine ait olduğunu" isbatlarsa, bu beyyinesî kabul edilir.

Şayet, o yerde hurma ağaçları bulunmakta ise, "hüküm yine böyledir." denilemez. O şahıs: "Bu ağaçlar, benimdir." diye beyyine ibraz eylese bile, bu beyyinesi kabul edilmez.

Bu şahıs "yerin başkasına, ait olduğunu; ağaçların ise kendine ait bulunduğunu, belgelerse; o takdirde, ağaçlar ikrar olunan şahsa hük­medilmez. Vâkıât-ı Hüsâmiyye'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R..A.) şöyle buyurmuştur:

Bir adam: "Şu ev, filanındır." derse, o ev, yeriyle, binasıyla, o filan şahsın olur.

Keza: "Şu evin yeri filanındır." derse; o yere, ev de dahil olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, ikrar ederek: "Yüzük filanındır." derse; bu yüzüğün kaşı da, halkası da o filan şahsa ait olur.

Bir kimse, bir kılıcı ikrar ettiğinde de, onun kınıda, kabzası da, hamaili de ikrar olunan şahsın olur.

Keza, bir kimsenin elinde bulunan ev, hakkında: "Bu ev filanındır. Anak şu oda gerçekten benimdir." derse, işte o, dediği gibidir.

Şayet: "Şu ev benimdir. Şu ev filanındır. Şu evde başkasımndır." veya "Şu oda benimdir. Şu oda filanındır. Şu oda da başkasımndır." derse, yine dediği gibidir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Şayet:  "Şu yer filanındır; binası benimdir." veya:  "Şu yer filanındır; hurma ağaçları benimdir."' veya: "Hurma ağaçlarının kökleri filanındır; hurmaları benimdir." derse; bunların tamamı, ikrar olunan şahsın olur.

Senetsiz, isbatsız ikrar edenin: "Benimdir." sözü, tasdik edilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam: "Şu yer, filanındır; ancak, onun binaları gerçekten benimdir." derse, bu durumda binalar hakkındaki sözü tasdik olunmaz.

Buna göre, eğer: "Şu bostan filanındır; yalnız, —kökü hariç— hurma ağaçları benimdir." veya: "Şu cübbe fülanındır; ancak, astarı benimdir." yahut: "Şu -kılıç filanındır; ancak, tezyinatı benimdir." veya: "Şu yüzük filanındır; ancak, kaşı benimdir." derse, sözü tasdik olunmaz. Mebsûf'ta da böyledir.

Eğer:  "Binası benimdir; arsası ise filanındır." derse; işte o, söylediği gibidir. Kenz'de de böyledir.

Bir adam, eğer: "Şu evin binası benim; arsası, filanındır." veya: "Arsası filanın, binası ise benimdir." derse, bu durumda bina da, arsa da ikrar olunan şahsın olur.

Şayet: "Arsası benim, binası filanın." derse; arsa onun, bina filanın olur.

Eğer: "Arsası filanın; binası başkasının." derse; bu durumda da, arsası da binası da filanın olur.

Eğer: "Binası filanın, arsası başkasının..."derse; dediği gibi olur. Muhıyt'te de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, diğerine: "Şu yüzük benim, onun kaşı senindir." veya: "Şu kemer benim; hülliyatı (= altunu, gümüşü) senindir." yahut: "Şu kılıç benimdir; hülliyatı senindir.''; "Şu çübbe benimdir; astarı senindir." der; kendisi için ikrar olunan şahıs da: "tamamı benimdir." derse; bu durumda söz ikrar eden şahsın sözü geçerlidir.

Bundan sonra, duruma bakılır: Eğer, o ikrar olunan şeyleri soyup almak zarar vermiyorsa, onların soyup söküp kendisi adına ikrar olunan şahsa vermesi ikrar eden şahsa emredilir.

Şayet, çıkarılmasında zarar olursa; bu durumda güzel olanı, ikrar eden şahsın, ikrar olunan şahsa, ikrar eylediği şeylerin kıymetini Ödemesidir.

Bunların tamamı, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavilleridir. Zehiyre'de de böyledir.

Bir cariye, bir adamın yanında doğum yaptıktan sonra, bu adam: "Cariye fülanm, çocuk benimdir." derse, işte o dediği gibidir.

Hayvanların yavruları ve ağaçların toplanmış meyveleri de böyledir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir   adamın,   yanında   bulunan   bir   sandığın   içinde,   eşya bulunduğunda, bu adam: "Sandık fülânın; eşyalar benim." derse; veya: "Şu ev fülanın; içinde olan eşyalar benim." derse, bu durumlarda, onun sözü kabul edilir. Fetâvyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam: "Bu cüzdan, başkasının." derse; bu durumda o cüzdan ve içinde olan paralar, onun olur.

Şayet: "Ben cüzdanın kendisini murad eyledim; içindeki paraları değil." derse, bu sözü tasdik edilmez.

Bir kimse eğer: "Şu sepet fülanındrr." derse; bu durumda, o sepet de, içinde bulunan şey de, kendisi adına ikrar olunan zatın olur.

Keza: "Şu küp fülanındır." derse; küp de, içindeki sirke de o filanındır.

Veya: "Şu şu çuval fülanındır; içinde herevî eşya vardır." veya: "Şu çuval fülanındır; içinde un vardır." yahut: "Şu çuval filanındır; içinde buğday vardır." der; müteakiben de: "Ben, yalnız çuvalı kasdey-ledim." derse, bu sözüne inanılır. Çünkü bu, insanların yaptığı teamül­dür.                                                                      .

Şayet, yağ tuluğuna bakarak: "Bu tuluk filanındır." derse işte o zaman, bizzat o tuluk, o filanındır.

Eğer: "Bu buğday samanı, filanındır." derse; işte o saman, filanındır.

Şayet: "Bu başakların buğdayı filanındır." derse; başaklar da, buğdayı da filanındır. Eğer: "Bu paltonun dışı fülanındır." derse, bu durumda, o paltonun tamamı filanındır.

Eğer: "Bu paltonun içi, filanındır." derse, bu durumda o paltonun, içini (= astarını) sahibine öder.

İmâm Mııhiimmcd (R.A.) böyle buyurmuştur.

"Bu kırba (- su tuluğu) filanındır." dediği zaman onun içine, su olursa, bu su, ikrar olunan şahsın olur; kırba ise onun olmaz. Muhiyt'te de böyledir.

Şayet: "Ziraattan  bu  buğday, filanın  tarlasındadır." veya "...onun tarlasından hasıl oldu." derse; işte bu, buğdayı ikrar olur.

Keza, eğer:  "Bu kuru üzüm, filanın bağmdandır." veya "Bu hurma, filanın hurmalığındandır." derse, işte o, onundur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

"Bu yün, filanın koyunundandır; benim yanımda duruyor." veya "Yanımda duran bu süt, filanın koyunlanndandır." veya "Bu yağ, (veya peynir) filanın koyunlanndandır." derse, bunlar da ikrar olurlar. Muhıyt'te de böyledir.

Keza bir kimse ikrar ederek: "Filan bu yeri ekti." veya "Bu binayı yaptı." yahut "Bu bağı dikti." der; bunlar da ikrar eden şahsın yanında olur ve onu ikrar olunan şahsa iddia ederse; işte o, ikrar olunan şahsın ölür.                    

Eğer ikrar eden: "Bunların tamamı benimdir ve ben sana yardım eyledim." der; diğeri de: "Sen onları ücretle yaptın." derse; bu durumda ikrar edenin sözü geçerlidir. Kâfî'de de böyledir.

Eğer: "Bu un, filanın değirmenindendir." derse; bu, bir ikrar olmaz. Hulasa'da da böyledir.                                                  

Şayet, bir kimse: "Şunu, şunu gasbeyledim." derse; işte o, ikisini de gasbettiğini ikrar olur.

Eğer: "Ben, köleyi de, cariyeyi de gasbeyledim." derse; bu da iki­sini de gasbeylediğini ikrar olur. Keza, eğer: "Sununla beraber şunu..." derse, (Meselâ: "Hayvanla beraber, eğerini de gasbettîm." derse, ikisini de gasbeylemiş olur.

Keza: "Sununla şunu." derse, (Meselâ: Atı, gemiyle gasbeyledim." veya "Köleyi, mendiliyle gasbeyledim" derse) işte bu, ikisini de gasbettiğini ikrar olur.

Keza, fe harfi ile söyleyerek: "Köleyi ve cariyeyi gasbeyledim." derse; yine ikisini de gasbeylemiş olur.

Keza, alâ kelimesiyle söyleyerek; "Hayvanı ve üzerindeki eğerini gasbeyledim." derse; ikisini de gasbeylemiş olur.

Keza, min harfiyle söyler ve: "Kölesinden mendilini; atından gemini gasbeyledim." derse, bu durumda da onların ikisini gasbeylemiş olur.

Keza, "Eşeği üzerinde palanıyla gasbeyledim." derse, ikisini de" gasbeylemiş olur.

Şayet ikincisi, birinciye kap olursa; ikisi de ona mal olur. Meselâ: Bohçada elbise... Sofrada yemek... gemide buğday... ve benzerleri gibi.

Keza, sepette hurma veya çuvalda buğday gibi.

Eğer ikinci, birinciye kap olmazsa, (Meselâ: "Dirhemde dirhemi gasbeyledim." denilmesi gibi...) o zaman, ikinci ilzam olunmaz.

Eğer, ikinci, birinciye vasıta olursa (Mesela: On elbisede bir elbise gasbeyledim." demek gibi...) bu takdirde, yalnız bir elbise ilzam olunur. Bu, tmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'e İmâm Ebû Hanı t e (R.A.)'ın naklettiği kavildir.

tmâm Muhammed (R.A.)'e göre bu durumda, ikrar eden şahsa on bir elbise ilzam olunur. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet   bir   adam:   "Senden,   on   elbisede   ipek   bir   elbise gasbeyledim." derse; tmâm Muhammed (R.A.)'e göre önce söylediği ilzam olunur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Eğer: "Senden, evde buğday gasbeyledim." derse; bu "gemide buğday gasbeyledim." demek yerindedir. Ve, "hem evi, hem de buğdayı gasbettiğini ikrar olur.

Yalnız bu gasb sebebiyle, buğdayı tazmin etmek gerekir. Ev ise, tazminata girmez.

Bu, tmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un son kavlidir. Eğer: "Buğdayı yerinden kaldırmadım." derse; sözüne inanılmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet "ahırda hayvanı gasbettiğini" ikrar ederse; bu durumda sadece o hayvan, ilzam olunur. Kenz'de de böyledir.

Bir adam: "Filanın, bende on dirhemde on dirhemi vardır." der ve ikrar eden bu şahıs: "Ben bunula, fi ile maa'yı (= de ile ...beraber mânâsını murad eyledim veya fi ile vav harfini (= ...de ile ve bağlacını) murad eyledim." derse, bu durumda yirmi dirhem ikrar etmiş olur.

Eğer: "Ben, onunla alâ harfini murad eyledim." derse; o zaman on dirhem ilzam olunur.

Eğer: "Ben onunla, darb murad eyledim." derse; alimlerimize göre, yine on dirhem ilzam olunur.

Keza,eğer hakikatini niyet ederse ,zarfiye olur ve yine on dirhem ilzam olunur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse: "Onun, benim üzerimde, kavrulmuş buğdayın içinde, dirhemleri  vardır."  derse;  ona dirhemler  ilzam  olunur.  Kafiz  ( = kavrulmuş) buğday batıldır.

Şayet: "Onun, benim üzerimde dirhemin içinde kâfizi vardır." derse, bu durumda da kafiz ilzam olunur; dirhem ilzam olunmaz.

Keza, eğer: *'Onun, benim üzerimde buğdayın karışmış on ölçeğinde, onaltı ntıl zeytin yağı vardır." derse; bu durumda da zeytin yağı ilzam edilir; buğday batıl olur. Gayetü'I-Beyân'da da böyledir.

Şayet: "Onun, benim üzerimde, on dinarda on dirhemi vardır." derse, ona, on dirhem vermesi gerekir; diğer sözü geçersizdir.

Ancak: "Ben her ikisini de niyet eyledim." derse, o zaman ikisini de vermesi gerekir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, ikrar ederek: "Yahûdinin elbisemde beş dirhemi var." derse; beş dirhem ilzam olunur.

Bundan sonra: "Yahûdinin elbisesi, o ve beş dirhem alacaktır. Ve ben, onu, ona teslim eyledim." derse, işte bu, bir açıklama olur.

Fakat, içinde değişiklik olduğundan ayrı olarak sahih olmaz. Ancak talip (= alacaklı) bunu doğrularsa, o zaman hem elbise, hem de beş dirhem —ikisi birlikte— ilzam olunur. Gayetü'l-Beyân'da da böyledir.

Keza: "Dirhemden önce, üzerimde dirhemi vardır." derse, bir dirhem ilzam olunur.

Şayet: "Dirhemden önce, o dirhemin öncesi vardır." derse, o z^-rA^n, iki dirhem ilzam olunur.

fci";er: "Dirhemden sonra, dirhemi vardır." veya "Üzerimde bir dirhem en sonra, o dirhemin sonrası vardır." derse, bu durumlarda iki dirhem uzam olunur.

Şa. ?t onların birine, dinar veya buğday kafizi, derse, bu durumda ikiU de ilzam olunur. Mebsût'ta $a böyledir.

îayet: "Dirhem ve dirhem." veya "...dirhem, sonra dirhem." der";:, o zt .-*ıan, iki dirhemi ikrar etmiş olur. Eğer: "...dirhem dirhem" derst. *v  lurumda bir dirhem ikrar etmiş olur.

Keza: "Filanın benim üzerimde dirhemi vardır; üzerimde dirhemi vardır." derse; bu durumda bir dirhem ikrar etmiş olur.

Eğer: "Üzerimde onun iki dirhemi, sonra da bir dirhemi vardır." derse, bu durumda üç dirhem ikrar etmiş olur. Bunun aksi de böyledir. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet, bir adam: "Filanın, üzerimde bir dirhemi vardır. Üzerimde bir dirhemi vardır." derse; iki dirhem lazım olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer: "Onun, benim üzerimde dirheme mukabil, bir dirhemi vardır." derse;  ona, bir dirhem lazım olur.  Gâyetü'l-Beyân'da da böyledir.

Eğer: "Filanın, benim üzerimde, her dirhemle beraber bir dirhemi vardır." veya: "Filanın, benim üzerimde, dirhemi, her dirhemle bera­berdir." derse; bu durumda iki dirhem lazım olur. On dirheme bakmış olsa bile böyledir.

Şayet: "Filanın, benim üzerimde, şu dirhemlerden her biriyle beraber bir dirhemi vardır." der ve on dirheme bakmakta olursa, o zaman yirmi dirhem lazım olur.

Şayet, on dirheme bakar da: "Filanın benim üzerimde, şu dirhem­lerden her biriyle beraber bir dirhemi vardır; şu da bir dirhemdir." derse; on bir dirhem lazım olur.

Şayet: "Filanın, benim üzerimde, dirhemlerden her biri kadar dirhem vardır." derse; üç dirhem lazım olur.

Bu, İmâmeyn'e göre, kiyasda böyledir.

İmâm Ebû Hanîfc (R.A.)'nin kıyasında, on dirhem lazım olur.

Bir adam, diğeri için: "Üzerimde, dirhem üstüne dirhemi vardır." derse, iki dirhem lazım olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Yazı ile ikrar etmenin bir takım vecizleri vardır:
1) Belli olmayan (havaya, su veya buz üzerine yazı yazmak) gibi... bir yazı yazmak.

Bu şekildeki yazı ile hiç bir şey gerekmez.

Her ne kadar, ona şahit tutsa bile, bu böyledir. "Şahit tutsa" demek kendilerine karşı okunmuş bir şey olmamasına rağmen, bir topluluğun: "Biz, bunun üzerine şahitlik ederiz." demeleridir.

Ancak, bu adam, şahitlere karşı ikrarda bulunmuşsa o zaman ikrar eylediği lazım olur. Zehıyre'de de böyledir.
2) Belirli bir yere yazmak:

Bunun da bazı vecihleri vardır:

a) Mektup yazmak:

Bu beyaz kağıdın üzerine besmeleyi, sonra duayı, sonra da maksudu yazmaktır. Mektup yazan şahıs: "Gerçekten senin, bundan önce, şu şekilde, benim üzerimde bin dirhemin vardır." diye yazarsa, işte bu, istihsanen ikrar olur.

Ve bu şahsın, yazısını şahitlere karşı alenileştirmesi helal olur. Ancak bir şart vardır, o da, şahitlerin bu şahsın yazıldığını —ister şahitlik yapsınlar, isterse yapmasınlar görüp anlamalarıdır. Muhiyt'te de böyledir.

Şayet, bir adam, diğerine bir risale yazmış olduğunda, kendisine yazılan adam: "Gerçekten sen, bana yazdın. Ben de, senin için, filan şahsa bin dirhem ödedim." der ve yanında da iki şahidi bulunur ve onlar yazılan şeye şahit olurlar; sonra da o şahıs yazdığını imha eder; şahitler de ona göre şahitlik yaparlarsa, bu durumda diyecek bir şey yoktur.

Eğer, bu iki şahide "şahit olunuz." demez ve onlara imza veya mühür yaptırmaz ise hüküm yine aynıdır.

Talak (= kadın boşamak), ıtak (= köle azad etmek) gibi sabit haklar da böyledir. Mebsût'ta da böyledir.

Toprak üzerine veya bez parçası yahut buna benzer bir şey üzerine yazarsa; bu ikrar olmaz.

Şahitlerin, buna göre şehadetleri de helal olmaz. Ancak: "Bu mal üzerine şahit olunuz." diye söylerse, işte bu ikrar olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet, gönderilmeyen kağıdın üzerine, açıkça "filanın, kendi üzerinde hakkı olduğunu" yazarsa, bu caiz değildir.

Ancak: "Yazdığıma şahit olunuz." derse; bu durumda şahitlerin şehadeti yapmaları caiz olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

b) Kağıt yazmak:
Bir adam, yazarak "kendi nefsi üzerindeki haklan" bildirip veya vasiyetini yazdıktan sonra, bir topluluğa: "Şahit olunuz: Filanın, üze­rimde bulunan şeye...1' der; fakat, onlara karşı, yazdığı şeyi okumazsa, işte buda caizdir.

Eğer onların önünde yazar ve eliyle imla ederse, bu böyle olur.

Şayet yazı yazılırken, imla yapılırken şahitler hazır olmazlarsa, şehadetleri caiz olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

eğer, bir toplumun arasında kendi başına yazar ve onlara karşı yazdığını da okumaz ve onlara: Şahit olunuz." demezse; işte bu ikrar olmaz. Onların da, bu şahıs hakkında şehadetleri helal olmaz.

Kâdrl-İmâm Ebû AH en-Nesefî, şöyle buyurmuştur:

Eğer mektup yazılmış, mühürlenmiş ise, (Mesela: Bismillâhirrah-mânirrahim... Bu filan oğlu filanın, nefsi üzerine ikrarıdır: Filana bin dirhem borcu vardır." der; şahitler de bunu bilirse) onlara: "bu mala şahit olunuz." dese de olur; demese de olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer şahitler huzurunda, ona karşı, bu mektubu katipten başkası yazar ve katip de: "Bu yazıda olana şahit olunuz." derse, bu da ikrar olur. Eğer: "Şahit olunuz.''demezse, bu ikrar olmaz. Hizânetü'I-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, kendisi bir topluluğun önünde yazar; ancak onlara: "Davacı olunuz." der; "şahit olunuz." demezse, bu, bir ikrar olmaz.

Bu durumda şahitlerin, bu mal hakkındaki şehadetleri de helal olmaz.

Şayet şahitler: "Senin üzerine biz şehadette bulunuruz." derler; o da: "Davacı olunuz." derse, bu yine ikrar sayılmaz.

Şayet: "Bu yazıya davacı ol." der; onlar da "Biz şahitlik yaparız." derlerse, işte hu ikrar olur. Ve, bu durumda onların şahitlikleri helal olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, kâtibe: "Yaz, filanın, bende bin dirhemi vardır." derse; katibin bu mal hakkındaki şehadeti helal olur.

Keza, bir kimse, kâtibe: "Şu evin, şu fiata satışını yaz." derse; —katip, yazsın veya yazmasın— bu, saüşa ve o fiata ikrar olur.

Keza, bir kimse katibe: "Karımın boşandığım yaz." derse, bu da ikrar olur. Şayet, ikinci defa: "Boşandığını yaz." derse, bu durum tek talakına ikrar olur. Hulasa'da da böyledir.

Bir adam, diğerine karşı, bir mal hakkında yazıyla ikrarda bulunur ve ona, bir başkası: "Yazılı olan mala karşı, şehadette bulunur musun?" der; o da: "Evet." derse, bu da ikrar olur. Ve ona göre şeha-" deti helal olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
3) Hesap Etmek:

Hesap, ticaret yapan kimsenin, alış-verişini defterine yazmasıdır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, sahifelerine yazar ve:'Gerçekten filanın, bende bin dirhemi vardır." der; iki kişi de bu söze şahit olur veya onu, hâkim huzurunda ikrar ederse, "şahitlik yapınız." demedikçe, bir şey lazım olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Müteahhirin alimleri şöyle buyurmuşlardır:

Bir adam: "Filanın, benim üzerimde şu kadar alacağı vardır." der; sonra da onu yazarsa, onun üzerine şahit tutmak gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet: "Ben, yazdığım şeyde buldum; filanın, benim üzerimde bin dirhem ajacağı vardır veya "Ben, hesabımda (veya yazımda) buldum ki, filanın, benim üzerimde bin dirhemi vardır." yahut: "Ben elimle filanın, benim üzerimde olan bin dirhemini yazdım." derse; bunların tamamı batıldır. (= geçersizdir) Zahîriyye'de de böyledir.

Belh İmamlarından bir kısmı şöyle buyurmuşlardır:

Şayet, defterde satış yazısı varsa, işte bu geçerlidir ve ödenmesi gerekir.

Şayet satıcı: "Ben, yazımda buldum ki, gerçekten filanın benim üzerimde bin dirhem alacağı vardır." derse, işte bu ikrar olur. Ve onu ödemesi zaruridir. Mebsût'ta da böyledir.

"Ben yazdım ki, gerçekten filanın, benim üzerimde bin dirhemi vardır." demek ve sarraflık, satıcılık, simsarlık, örfçe, insanlar arasında hüccettir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, bir mal iddiasında bulunduğunda, davalı: "İddiacının bütün iddialarının yazılı olduğunu" söylerse, bu durumda hüküm lazım olur.
Ve, bu, bir ikrar olmaz. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir. [5]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..