16- NİKÂH, TALÂK VE KÖLE AZAD ETME HUSUSUNDAKİ İKRAR

Bir adam, sıhhatli veya hasta olduğu halde, "bin dirhem mehirle bir kadını nikahladığını" ikrar eder; sonra da bunu inkar ederse; kadın da onun sağlığında veya Ölümünden sonra, onun ikrarını doğrularsa; bu durumda kadın doğrulanır ve miras ve mehir hakkına sahip olur. Ancak, mehri, mehr-i misilden fazla olursa, o fazlalık batıl olur.

Adam hasta olur, kadın da kendisinin sağlığında ve hastalığında ikrar ederek: "Gerçekten filan, beni şu kadar mehirle, nikahladı." der; sonrada bunu inkar ederse; eğer kocası onun ikrarını sıhhatli iken doğrularsa, nikah sabit olur.                                     

Şayet o öldükten sonra doğrularsa, nikah sahih olmaz.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir. Onun mirasından, kocasına gitmez.

Diğer iki İmama göre, nikah sabit olur. Mebsût'ta da böyledir.

Eğer bir adam: "Ben, filaneyi nikahladım ve inşaallah dedim." derse; bu ikrar, bir şey değildir.

Belki de bu, bir inkardır.         .

Hatta "Bu inşaallah, benim decjiğim gibidir." derse; bu durumda, —o hususta kocanın sözü geçerlidir.

Bir adam, bir kadına: "Ben, seni dün nikahlayacak değilmi idim?" derse; böyle söylemekle, nikah yapılmış sayılmaz.

Ancak: "Seni dün, ben nikah yapmamış mıydım?" der; kadın da: "Evet yapmıştın.'* derse; işte bu, nikah için ikrar olur. Buna binaen, eğer istifham nefi üzerine dahil olursa işte bu isbat olur. Bu, sanki "ben seni dün nikahladım." deyince, "evet." cevabı verilmiş manasına gelir. Muhıyt'te de böyledir.

Keza: "Ben, seni dün boşamış olmadım mı?" diyen kocaya kadın: "Evet'* derse, işte bu da boşamayı ikrar olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse bir kadına: "Ben, seni dün nikahladım." der; kadın da: "Hayır." der; sonra da: "Evet" derse; bu durumda kocaya, nikah lazım olmaz.

Şayet, kadına: "Ben, seni dün boşamadan mı?" derse, işte bu hem nikaha, hem de talaka ikrar olur.

Eğer: "Ben, seni dün boşadım mı?" derse; işte bu, nikahı ikrar olduğu halde, talaka ikrar olmuyor. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kadın, erkeğe: "O beni boşadı." deyince, bu, nikahı ikrar oluyor. Keza: "Beni, bin dirhem mal mukabili boşadı." derse; bu nikaha ikrar oluyor. Keza: "Beni, dün bin dirhem karşılığında boşadı." veya "Bin dirheme karşılık mal mukabili boşadı." veya: "Sen, benden müzahirsin." dedi derse; bunların hepsi nikaha irkar oluyor.

Şayet,   bir   erkek   kadına:   "Ben,   senden   ayrıldım."   veya "...müzahir oldum." derse, bu da nikahı ikrardır.

Eğer: "Sen, bana anamın sırtı gibisin." derse; bu nikahı ikrar olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Eğer bir adam, kadına: "Benden, mal mukabili boşan." derse; işte bu nikahı ikrar olur. Hâvî'de de böyledir.

Bir kadın: "Beni boşa." deyince, kocası da: "Serbestsin." veya "Emrin elinde." dese veya susup bir şey söylemese; işte bu erkek tarafından nikahı ikrar olur.

Şayet, kadın talaktan bahsetmeseydi bunlar nikahı ikrar olmazdı. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer bir adam, karısına: "Sen boşsun." derse, işte bu, nikahı ikrar olur.

Şayet: "Vallahi ben, seni kabul etmiyorum." derse; bu, nikahı ikrar olmaz.

Keza: "Sen, bana haramsın.' ' veya "hainsin.'' veya ' *.. .ayrılmışsın/' derse, bu sözler nikahı ikrar olmaz.

beni boşamatlın." veya "Başkası beni nikahladı ,ve bana cima eyledi." derse, gerçekten ~bu kan-kocanın araları ayrılır ve kadına mehrinin yarısı verilir. Duhûlden sonraki nafakası da verilir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kadın: "Kendisinin, kocasının kardeşi olduğunu ve kendi­sinin, onun babasının kızı olduğunu" ikrar eder; bunu da kocasının babası kabul ettiği halde» kocası yalanlarsa, bu durumda hakim, onların aralarını ayırır.

Bilinen iki kız kardeş cariye olurlar ve bir adam onlardan birisini nikahlar;   diğer   kız  kardeşi  de   "onun   kocasının  babasının   kızı," olduğunu irkar eder; ikrar olunan zat ta bunu kabul ederse; kız kardeşi ile onun kocası bunu yalanlasalar bile, bu durumda hakim, onların ara­larını ayırır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir  adamın   bir  cariyesi  olduğunda,   bu ,adam,   "ona  cima eylediğini" ikrar eder ve bu cariyeyi de o adamın babası veya o adamın oğlu satın alırsa, onların bu cariyeye cima yapmaları helal olmaz.

Keza, baba cariyesine cima eylese veya oğul cima eylese; eğer güve­nilir kişi iseler, sözlerine inanılır. Şayet yanında iken cima eder, sonra da onu azad eder; bilahare de onu, oğlu nikah ederse; bu durumda babanın sözüne inanılmaz; nikah kıyasen caiz olur; istihsanen aralan ayrılır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Hür mü, cariye mi olduğu belli olmayan bir kadın: "Filanın cariyesi olduğunu" söylerse; onun bu sözü doğrulanır ve cariyeliği kabul edilir.

Bu durumda kendisi ikrar olunan şahıs o cariyeye istediğini yapa­bilir.

Bu cariyenin yalan söylediği bilinse bile, yine o şahsın cariyesidir. O şahıs isterse azad eder; isterse, hizmetinde kullanır ve ona cima edebilir.

Alimlerimiz, bu hususta, söyle buyurmuşlardır:

Esahh oian, yemin vermektir.

Bu durumda o adama:

Gerçekten sen, bu cariyenin tasarrufuna sahip misin? Önün söyle­dikleri doğru mu? diye yemin veriiir.

Fakat, onlar bu cariyenin yalancı olduğunu bilirlerse o zaman, o adamın tasarrufu caiz olmaz.

Keza, bir adamın hür mü, köle mi olduğu bilinmez ve bu adam "kendisinin, bir adamın kölesi olduğunu" iddia eder; ikrar olunan zat da bunu kabul ederse; bu durumda onun ikrarı kabul edilir.

Keza, bir sabi ve sabiye (= oğlan ve kız çocuk) akılları başlarına gelince, "başkalarının kölesi olduklarını" ikrar ederlerse; bu ikrarları sahih olur. Ve ikrar olunan zat bunu kabul ederse, onun köle ve cariyesi olurlar.

Buluntu çocuk hakkındaki cevap da, köleliği ve hürriyeti meçhul olan kişiler gibidir.

Bu, durum her hangi bir delil ile, bilinmediği zaman böyledir. Fakat delil ile hürriyeti bilinirse, (Mesela: Onun ona ve babasının hür oldukları bilinirse, veya şöhretle bilinirlerse) bu durumda hakim, onun: "Ben köleyim." demesini kabul eylemez. Ve onu, kendisi için ikrar olunan şahsa köle yapmaz.

Şayet hakim, hürlere ait hükümlerle hüküm verirse (Şöyleki: Bir adam cinayet işler veya ona cinayet işlenirse ve hakim de diyetle hük-meylese) bu durumda, onun kölelik ikrarı kabul edilmez.

Keza, "bir adamın, diğer biri tarafından azad edildiği" bilinir, o da  "köleliğini" ikrar ederse; onun da ikrarı sahih olmaz.

Azad eden ikrar eder; azad olunan da kabul ederse, artık o hürdür. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, hür veya cariye olduğu bilinmeyen bir kadını nikah­larsa; bu nikah caizdir. Ve bu kadının hür olduğuna hükmedilir.

Şayet çocuk doğurduktan sonra, bu kadın, başka bir adamın cariyesi olduğunu iddia eder, bunu da, ikrar olunan şahıs doğrular; kocası ise, inkar ederse; bu durumda kadının cariyeliği doğrulanır ve diğerinin cariyesi olur. Onun efendisinin izninin zamanına kadar, o kadın, adamın karışıdır ve efendisi isterse onu kocasına hizmetten men edebilir. Câmiu'l-Kebîr Şerhı'nde de böyledir.

Eğer kadının efendisi, onun ikrarından'önce mehrini verirse, ondan beri (= kurtulmuş) olur. İkrarından sonra verirse, beri olmaz.

Bu kadın, efendisinin sözünden Önce veya sonra, altı aydan az bir müddette doğum yaparsa; bu durumda o çocuk hürdür.

Şayet altı aydan fazla müddette doğum yaparsa, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, o çocuk köledir,

İmâmMuhammed(R.A.), bunamuhalifdir.
Cariyenin talakı iki olduğu gibi, iddeti de bi'1-ittifak ikidir.

Eğer efendisi, cariyenin ikrarından önce iki talak boşarsa; ric'at hakkına sahiptir.

Eğer azad eder ve onu da ikrar ederse, bu durumda kadına muhayyerlik yoktur.

Eğer kocası onu îlâ eder; cariye de, iki ay geçmeden önce, "azad eylediğini" söylerse; işte onun îlâsı iki aydır.

Şayet iki aydan sonra ikrar ederse kadının îlâsı dört aydır. Serahsî'nın Muhıytı'nde de böyledir.

Cariyeye karşı işlenen cinayetin diyeti, ikrar eden içindir.

Eğer cariye cinayet işlerse, ikrar olunan şahıs onu ya def eder veya diyetini verir. Kâfî'de de böyledir.

Eğer  kocası,  —cariyenin  ikrarını  bilmeden—  onu  iki talak boşarsa, ona ric'at edebilir.

Eğer bilirse, ric'at edemez.

Sahih olan da budur.

Keza, bir adamı, cariyeyi —iki talak olarak— boşamak üzre vekil eder; sonra da vekil onu azad eylediğini söyler; kadın da ikrar eder ve kocası da bunu bilirse, bu durumda kadın, kocası, onu iki talak boşayana kadar azledilmiş olmaz.

Elendi vekilin azlettiğini ister bilsin, isterse bilmesin, kadına müra­caat edebilir. (= Yani ona cima edebilir; yine karışıdır). Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.    .

Şayet kocası bir talak boşar ve bu cariyenin iddeti bir hayız olarak tamam olduktan sonra da, bu kadın azad edildiğini ikrar ederse, iddeti iki hayız olur.

Eğer iki hayız görmeden ikrar ederse; o zaman iddeti üç hayız olur.

Eğer kocası îlâ eder; bir ay geçer, sonra yine îlâ eder; bir ay daha geçer; sonra da bu cariye "hür olduğunu" söylerse; bu durumda birinci ilânın müddeti dört ay; ikinci ilânın müddeti, iki aydır.

İkrar vaktinden sonra bir ay geçer; ikinci îlâ ile boşar ve ikinci ilânın da müddeti geçerse; o, birinci îlânın müddeti olur.

Keza ondan îlâ eder; sonra da iki ay geçtikten sonra, "artık, Allah'a yemin olsun, sana yaklaşmam." der; iki ay daha geçer ve cariye "hür olduğunu" söylerse, önceki îlânın müddeti dört ay, ikinci îlânın müdeti, iki aydır. İşte bu iki ay geçtikten sonra, bu cariye, —iki îlânın hükmü sebebiyle— iki talak ile bainen boş olur. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, cariyesine:   "Eğer   eve   girersen   (veya   filan   ile konuşursan veya öğle namazını kılarsan, yahut ay başı gelirse) sen iki talak boşsun." der; sonra da bu cariye hür olduğunu söyler; şartlar da yerine gelirse; bu durumda cariye iki talak boş olmuş olur. Ve kocası ric'at hakkına sahiptir. Çünkü ta'likten dönmek, sahih değildir. Ric'at şartı koşarsa, bu da sahih olmaz. Tedâriki de (= ona kavuşması da) mümkün değildir.

Şayet ağır bir haramla haram kılarsa; cariyenin sözüyle zarar görür.

Keza, "iki talak hususunda yetkin elindedir." der veya bunu başkasının yetkisine havale ederse; sonra da bu cariye "hür olduğunu" söylerse, tevfiz gerekir. Bu durumda rücu kabul olmaz ve tedariki de ( — ona kavuşması da) mümkün olmaz. Camiu'l-Kebîr'de de böyledir.

Eğer talakını iki fiile ta'lik eder; cariye de "hür olduğunu" ikrar eder; sonra da o fiilleri işlerse, bu durumda kocasından iki talak boş olur. Bu durumda yine, bu koca ric'at edebilir.

Eğer, kendi nefsine ait bir fiile talik eder; kadın da hür olduğunu söyledikten sonra, adam»o işi yaparsa, bu durumda, o cariye, ona haram olur. O söz, ister gerekli, ister gereksiz olsun aynıdır. (Babamla konuşursam; öğle namazımı kılarsam demek veya benzeri bir şey söylemek gibi...) Muhıyt'te de böyledir.

Aslı belirsiz bir erkeğin; cariyelerinden, müdebberelerinden ve mükâtebelerinden  çocukları  olsa,  onlar  da  fakir  olsalar;  onun  bu çocuklarına sadaka verilmez. Kendisi fakir ise, ona verilir. Muhıyt'te de böyledir.

Hâli belirli olmayan bir kadının yanında, zinadan meydana gelmiş küçük bir çocuk bulunur; bu kadın da "Filanın cariyesi olduğunu" ikrar eder; o çocuk da "o adamın kölesi olduğunu" söylerse, işte o zaman, kendi nefsi hakkındaki ikrarı kabul ediiir.

Eğer o çocuk "kendinin hür olduğunu'* söyleyebiliyorsa onun, bu sözü geçerlidir.

Keza, erkek de kadın da tamnmasalar, ikisinin de bir çocukları olsa; adam "kendinin de, çocuğun da hür olduğunu" söylese; bu caiz olur.

Şayet: "İkimiz de filanın köleleriyiz." derler; efendileri de, "çocuğun köleliğini" kabul etmezse; çocuk da: "Ben de, onun köle-siyim." derse, bu caizdir. Tahrir'de de böyledir.

Bir adam, kölesini azad ettikten sonra, "onun filanın kölesi olduğunu" ikrar eder; o filan da, onu doğrularsa, yine o, köle olur.

Bu hakim, "onun azad olduğuna dair" hüküm vermezse böyledir.

Bu köle, "köle olduğunu" ikrar ettiği halde, hakim onun azad edilmiş olduğuna hükmederse, bu sahih olmaz.   .

Şayet köle: "Ben, filanın kölesiyim." der; adam da: "Hayır" der; sonra da: "Evet." derse, o takdirde, onun kölesi olur. Serahsî'nin Muhıyd'nde de böyledir.

Köle yanında  bulunan  şahıs  diğer  bir  adama: "Bu,  senin kölendir." der;  o da: "Hayır."  der; sonra  da:   "Evet,  o  benim kölemdir." der ve bu hususta beyyine getirirse; bu beyyinesi kabul edilmez.

Keza: "Bu köle, filanındır." diye ikrar eder; sonra da, beyyine getirerek "kendisinin olduğunu" söylerse, bu beyyinesi kabul edilmez. Mebsût'ta da böyledir.

Efendisinin tasarrufu zamanında bir köle sükût ederse, bu hal köleliğine delalet eder mi?

O durumda bakılır: "Eğer tasarruf birlikte olursa; (icare gibi, nikah gibi, hizmet gibi...) bu köleliği ikrar olmaz.

Şayet tasarruf, kölelikle ilgili ise, (satım gibi teslim gibi, bağış gibi, rehin gibi...) işte o zaman, sûküt, köleliğini ikrar olur.

Veresiye satımda sükût, köleliğine ikrar olmaz.

Ancak, satar da teslim etmez ve köle de ses çıkarmazsa, bu köleliğine ikrar olur mu?

Bunda ihtilaf olmuştur: Mütekaddimin: "İkrar olur." demişler; müteahhirin ise: "Köleliğine ikrar olmaz." buyurmuşlardır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, "bir cariyenin, kendi cariyesi olduğunu" iddia eder; bu cariye de, "o adamın, kendi kölesi olduğunu" söyler ve her ikisinin de aslı bilinmez ve ikisi de biri birinin yanında olmazlar; her birisi de, diğerini doğrularsa; bu durumda davaları batıldır.

Şayet, birisi diğerinden önce ikrar eder; sonra ikrar edeni, ikinci doğrularsa; onun kölesi olur.

Eğer doğrulamadığı gibi, yalanlamazsa da, bu durumda birisi» diğerinin kölesi olmaz. Tahrir'de de böyledir.

Bir adam: "O beni azad eyledi." derse, bu köleliği ikrar olur. Keza: "Dün beni azâd eyledi." derse, bu köleliği ikrar olur.

Keza: "Beni azad etti mi?" derse, bu da köle olduğunu ikrar olur. Muhıyt'te de böyledir.

İmâm Muhammet! (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Nesebi belli olmayan bir adamın, hür bir oğlu olur ve onu belirsiz bir adam satın alıp ve azad eder; sonra da o şahıs bir adamın kölesi olduğunu" irkar eder; o ikrar olunan şahıs da onu doğrular; azad olunan da inkar ederse; o şahsın kendi nefsi hakkındaki ikrarı sahih olur. Ve kendisi ikrar ettiği şahsın kölesi olur.

Azad eden hakkındaki ikrarı ise sahih olmaz. Ve azadhğı batıl olur.

Şayet azad eden ölür ve mal bırakırsa, bu durumda azad olunan şahsa mal yoktur.

Eğer, bu ölünün oğlu, kardeşi gibi veya amcası gibi asabesi bulu­nursa işte bunlar, ikrar olunan şahsın terekesine varis olurlar.

Şayet ölen şahsın bir kızından başka, kimsesi olmazsa, terekesinin yarısı, ona verilir. Geride kalanı da vela sebebiyle azad edilenindir. O, ikrarı sebebiyle, ikrar olunan olur.

Azad edilen şahıs, ölmez de, bir cinayet işlerse, onu da kimse bil­mezse alimler burda ihtilaf etmişlerdir: Bazıları: "kıymetine..." bazıları da: "diyeti cihetine gidilir." demişlerdir.

Sadru'ş-Şehîd: "Sahih olan budur." demiş; Kerhî'de buna mey­letmiş ve bu kavli Cessas'tan rivayet etmiştiur. Tahrir'de de böyledir.

Eğer ona karşı bir cinayet işlenirse bu durumda o köleye işlenen cinayet gibi olur. Serahsî'nin Mııhıytı'nde de böyledir.

Kölelikle ikrar olunan zatı, ikrar eden şahıs azad eder; sonra da, önceki azad eden ölürse; ikrar olunan şahıs için bir şey yoktur.

Keza, ikrar edenin, hür bir oğlu varsa, bu durumda ikrar olunan .şahsa miras yoktur.

Keza, ölenin, oğlundan başka asabesi de bulunsa; mal onun olur.
Şayet, önceki ikrar eden ölür; bir hür oğul terk eder; sonra da önceki azad olunan ölür ve mirasına asabe bırakmaz ise, bu durumda onun malı da, ikrar edenin oğlunun olur; ikrar olunan şahsın olmaz. Tahrir'de de böyledir. [20]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..