Kefâlet-i Bi'd-Derek

Kefâlet-i bi'd-derek caizdir.

Kefâlet-i bi'd-derek: Satılan bir şeyin, istihkak yolu ile (başka bir şahsın, o şey hak sahibi çıkması sebebiyle) müşterinin elinden alındığı takdirde, bu müşterinin vermiş olduğu semeni (= bedeli, karşılığı) ken­disine edâ ve teslim etmeye veya o şeyi satan kimsenin şahsını, müşteriye teslim etmeye kefil olmak demektir.

Bir kimse, bu şekilde bir şeye kefil olduktan sonra, satılan şeye bir hak sahibi çıkarsa, bu şekilde, satıcısına hükmedilene kadar, kefil sorumlu olmaz. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Kefâlet-i bi'd-derek yoluyla, satıcının nefsine kefalet caizdir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Uhde'yi  tazammun (=  uhde'ye   kefil   olma)   bâtıldır.  ( = eçersizdir, hükümsüzdür.)

Zâhiru'r-rivâye   budur. Gâyetü'l-Beyan   Şerhu'l-Hidâye'de   de öyledir.

Bu, şu şekilde olur: Bir kimse, başka bir şahıstan bir köle satın ldıfında, diğer bir şahıs da, müştepnin uhde'sini tazammun ederse, erçekten bu caiz olmaz.

Çünkü, uhde kelimesi müşterek (bir çok mana ifade eden) bir simdir. Bazen, "eski kağıt"a; bazen akde (= sözleşmeye;) bazen akid ukukuna; bazen derek üzerine ve bazen de muhayyerlik şartı üzerine ;lâk olunur.

Bundan dolayıdır ki, uhde ile amel etmek güç olur.

Onun ne anlama geldiğinin açıklanmasından önce, ne olduğuna ehâlet galip olduğu için tazammunu bâtıl olur. Tebyîn'de de böyledir.

Halâs'ı tazammun da bâtıldır. (= geçersizdir, hükümsüzdür.) Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir.

Çünkü, İmâm-ı A'zam (R.A.)'a göre, halâs: Satılan bir şeyi, hak ahibinden kurtarıp müşteriye teslim etmek demektir. Buna mahal oktur ve bu bâtıldır.

Zira, halâs'ı tazammun, bir şahsın, vefasına (yerine getirmeye) gü-ünün yetmiyeceği bir şeyi borçlanması demektir.

Ancak, bu şahıs, satılan şeyi borçlanır veya onun bedelini verirse, u tazammun sahih olur.

Çünkü, bu durumda o kimse, ödemeye gücünün yettiği bir şeyi azammun etmiş olur. Bu da, hak sahibinin izin vermesi halinde, satılan eyi, onun izin vermemesi halinde ise parasını teslim etmektir. Kâfî'de de öyledir.

Meselâ: Bir kimse, bir ev sattığı zaman, başka bir şahit», satıcıdan olayı,  müşteriye  kefil  olsa,  bu  şahsın  kefaleti,   satıian  şeyi  (evi) iüşteriye teslim etmek ve onu ikrar husûsundadir.

O şahıs, böyle yapmaya hak sahibi değildir. Hatta bu şahıs: "Bu ev enimdir." diye iddia etse veya "şüf a" vahut "kira" iddia etse, davası inlenilmez. Tebyın'ae de böyledir.

Bîr  kimse,  hazır bulunduğu  halde kefil olmazsa,  bu teslim lyılmaz. Durum, dava üzere kalır. Hidâye'de de böyledir.

Âlimlerimiz, zikredilen  bu  hususun  cevabında  şöyle buyurmuşlardır:

Bu, şunun üzerine hamledilir.

Bir kisme, yazdığı zaman, "ahm-satıma filan şahittir." veya "ahm-satım, benim huzurumda cereyan etti." yahut "benim yanımda, ahm-satım kararlaştırıldı." diye yazsa; şehadet hakkında yazılan bu şeyden dolayı alım-satımın sıhhatli olması gerekmez. Yazılan şeyin geçerli olması, ahm-satım. yazılırken: "Filan, şu kadar (mal) sattı. O şahıs, sattığı şeye sahipdi. Filan da şahit idi." diye yazılması gerekir. Bundan sonra dava sahih olmaz. Nihâye'de de böyledir.

Müstehak olarak elde edilen bir malı, kefil, rehin alırsa, bu rehin bâtıldır. Buna tazminat gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

« Bir kimse, birisinin emriyle, bin dirheme kefil olduğunda, asıl borçlu olan şahıs bu kefile, "bir ipeği, beyYl-ayne ile satmasını" emreder, o da, öyle yaparsa, bu alış-veriş de bundan elde edilen kârda kefilin olur.
BeyYl-ayne[28] ile emretmenin manasi şudur: Kefil, bir tüccardan, on dirhem borç almak ister. O da vermekten kaçınır ve o kefile, on dirhemlik bir elbiseyi veresiye olarak onbeş dirheme satar: borç alan da, onu on dirheme, geri satar; işte bu, mekruhdur. Kâfî'de de böyledir.

Bir kimse, diğerinin emriyle bin dirheme kefil olduğunda asıl borçlu, onu kefile ödese, şundan hâli kalmazlar: Ya iktiza yönü üzere öder. Şöylekı: Malı kefile verir ve: "Ben, talib olan alacaklının senden hakkını alacağına inanmıyorum; O istemeden önce, bunu al." der; o da onu alır.

Veya gönderme vechi üzere verir ki: O da, asıl borçlu, kefile: "Şu malı al ve alacaklıya gönder." der.

Asil, bu iki durumda da verdiğini geri alamaz.

Kefil, eğer iktiza yönüyle almışsa, tasarrufa yetkilidir. Bu durumda elde edeceği kâr kendisine aiddir. Bu kârı tasadduk etmesi deicab etmez. Ancak, bundan bir nevi çirkinlik vardır.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavline göre, eğer borcu asıl öderse, Fetâvâyi Hindiyye bu böyledir.

Fakat, borcu kefil öderse, bütün imamlarımıza göre, bunda bir çirkinlik yoktur.

Mektup yoluyla alırsa, ondan kâr istenmez.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre böyledir. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise kâr talep edilir. Ancak kefalet, bir yığın buğday gibi belirli bir şeye yapılır ve kefil onu, asîlden alacaklıya vermeden önce alır, tasarruf ederse, hükümde, yaptığı kâr kefilin olur. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) şöyle buyurmuştur: Bu durumda bana göre, sevgili olan, o kârı asıl borçluya vermektir. Esahh olan da budur.

Eğer kefil fakir ise, bu kâr kendisine güzel ve temiz olur.

Kefil zengin ise, bu durumda iki rivayet vardır.

Fahru'I-İsIâm el-İmâm, şöyle buyurmuştur: "Güzel olan, bu kârın kefilin olmasıdır. Bu kavil, iktiza yönüyle aldığı zaman geçerlidir.. Mektup yönüyle almışsa, önce geçtiği gibi ihtilaf vardır. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre bu kâr, ona tîb ( = temiz, güzel) olmaz. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, bu kâr, ona tîb. olur. Inâye'de de böyledir.

Bir insan, bir insanın nefsine kefil olmak istediği halde, asla kefil olmamış olursa, işte bunun zâhirü'r-Rivaye de yolu şudur: Kefil, kefale­tini söylediği esnada: "Bu aydan sonra kefil olmamak üzere, filanın nefsine bir aya kadar kefil oldum." der, böylece de, bu şahıs asla kefil olmuş olmaz. Çünkü, .bu aydan sonra kefil olmayışı, bu ayı takip eden ayıda nefy eder ve zahiri rivâyeye göre, o anda da kefil olmaz. Zira o, bir aya kadar kefil olursa; aydan sonrayada kefil olur. Bu aydan sonra kefil olmamak üzere bir aya kadar kefil olunca, asla kefil olmuş olmaz. Fusûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Mecmûu'n-NevâzH'de şöyle zikredilmiştir:

Bir kimsenin, başka birisinde bin dirhem alacağı bulunduğunda, buna başka bir şahıs kefil olur; ve borçlu, alacaklıya: "Gerçekten filan adam, bu bin dirheme beden dolayı sana kefil oldu; artık, beni ondan berî kıl; ben aradan çıkayım; da'van kefil ile olsun." der; alacaklı da, onu borçtan berî kılarsa, kefil beraat eder.

Çünkü, asilin beraatı kefilin de beraatıdır. Bu, çarelerden birisidir.

İnsanın bunu böylece öğrenmesi ve hakkını ibtâl ettirmemesi gereklidir.

Bir kimse, diğerine, onun isteğiyle bir mala kefil olur; borçlu da, onu rehin bırakırsa, bu rehin caiz olur.

Eğer bu rehin, kefilin yanında helak olursa; helak sebebiyle, —borçluya karşı, kendisine gerekeni— ödemiş olur. Bu husustaki cevap, hakikatan ödenmesi halinde olan cevap gibidir.

Bir kimsenin, birisinin nefsine, "bin dirhem olan borcunu, bir seneye kadar ödemezse, kendisi ödemek üzere" kefil olduktan sonra, borçlu bir seneye kadar, ona bir malını rehin bıraksa, bu durumda, o rehin bâtıl olur. Çünkü, bundan sonra, asîlin üzerine, kefil için bir mal icâbetmez.

Keza kefil, kefaleti hakkında, alacaklıya: "Eğer, filan adam ölürde, senin malını vermezse, işte o, benim üzerimedir." dedikten sonra, asil borçla kefile rehin verse, bu caiz olmaz.

Alacaklının, o malı, kefilden ibra etmesi de caiz olmaz. Ancak, asîle karşı yaptığı ibra, caiz olur. Rehin yoluyla caiz olmayan hakların tamamı, ibra ile de caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, müvekkilin nefsine filan adamı kefil vermek üzere vekil olursa, onun üzerinde olanı zâmin (= borçlu) olur. Bu vekil, alacaklının malım, müvekkiline öderse, alacaklı, onu kefilden alır. Kefil ise, bunun vekilden alamaz. Çünkü alacaklı, ona onu kefilden Kefil ise, bunu vekilden alamaz. Çünkü burada vekil, elçi menzilindedir. Zira, onda akdin (— sözleşmenin) gereği olmadığı gibi onun kabulü de yoktur. Ancak, ondan borçlu tarafında kefaletine, mücerred bir emir vardır. Akde emreden şahıs, akdin hukuku ile sorumlu olmaz.  Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse, diğer bir kimseye, "borcunu, kendi malından ödeme­sini" söyler; me'mur da, ona razı olmasa, cebredilemez. Zira, me'murun sözü bir va'ddır. Va'd ise, lâzım (= yerine getirilmesi mutlaka gereken bir şey) değildir. Ancak, kabul ederse ve kefil olursa; o zaman ödemekle cebredilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Müntekâ'da zikredildiğine göre,  İbrahim,  İmâm Muhammed ÎR.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir kimse: "Bu mektupda yazılı olanı, filan adamdan dolayı, filan şahıs için tazmin edeceğim." der veya "Bu Kadı efendinin kitabında.olanı..." dese, bu bâtıldır. Şayet: "Bu kitapda yazılı, filandan dolayı, filanın üzerinde olanı, tazmin edeceğim." derse, işte bu caiz olur.

Bir kimse, başka bir şahsa, elbise sattığında, alan şahıs bu elbi­senin bedelini borçlanırsa veya mudarabe ortaklığı ile eşyanın bedelini borçlanırsa,  bu  borçlanma bâtıldır.  Çünkü,  kefalet  karşılıklı verip almayı gerektirir. Bu da kefil ile alacaklıya aittir. Bunlardan herbirisi, kendi nefsffçin borçlu olur.

Keza, iki adam bir köleyi tek satışla sattıklarında, bu şahıslardan birisi, diğerinin hissesini tazammun ederse, bu bâtıl olur. Hidâye'de de böyledir.

Eğer, bu iki kişi, o köleyi, iki ayrı satışla satarlarsa, şöyle ki: Bu şahıslardan her birisi, bu kölenin yarısını, ayrı ayrı satarlar, sonra da onlardan birisi; arkadaşının parasına kefil olursa; bu kefalet sahih olur.

Nikaha vekil olan şahsın, kadının mehrine kefil olması da sahih olur.

Alış-veriş hususunda elçi olan şahısda, satar ve müşteri namına kefil olursa; bu kefalet de sahih olur. Kâfî'de de böyledir.

Bir kimse, bir kadının, kocası tarafından her ay verilmesi lâzım gelen nafakasına kefil olması caiz olur. Kefil olan bu zat, ay başında bu kefaletten dönemez.

Şayet bu şahıs icar hakkında, her ay İçin kefil olmuş olaydı, ay başında, kefaletten rücü edebilirdi.

Aradaki fark: Nafaka, her ay başında yemlenmez; bütün aylarda, tek sebeble vâcib olur. İcarda ise, her ay icar yemlenir.

Bundan dolayı da kefil, yeni ayın kefaletinden rücû edebilir. el-Ihti-yâr Şerhu'l-Muhtar'da da böyledir.

Bu kefil ölür; sonra da, icarcı olduğu yerde kalırsa; müste'cire bir şey lâzım gelmez. Kefilin terekesinden, icar bedeli alınır.

Ölümle, kefalet geçersiz olmaz. Kefaletü'd-derek de böyeldir. Nefis kefaleti ise, bunun hilâfinadır. Yani kefilin ölmesiyle, kefalet sona erer. Hizânetü'l-Müftîn'de de.böyledir.

Kefil için ücret yoktur. îcarcıdan ücret alamaz. Fakat kçfîl, icarı, icarcıdan önce öderse, onu almak üzre icarcıya müracaat eder. Ancak, bunun için onu istemesiyle kefil olmuş olması gerekir.

Bir kimse, ticaretten men edilmiş bir sabiye, on dirhem vererek:

"Bunu, nefsine harca," dediğinde, bir başkası da gelip, onu veren için, on dirheme kefil olsa, bu kefalet sahih olmaz. Çünkü, sabiye verilen şey, kefaleti gerektiren bir şey değildir.

Şayet bu şahıs, o şeye sabiye verilmeden önce, kefil olmuş olsaydı ve: "Bu sabiye on dirhem ver; ondan dolayı, o on dirhemi ben tazmin ederim." deseydi, işte bu kefalet sahih olurdu. Kefil olan şahıs da, onu verene emrettiği için, borçlu, sabi ise, ona nâib olurdu.

Keza, mahcur bir sabi, bir şey satıp parasını alınca, başka bir şahıs gelerek, derek olma sebebiyle, müşteriye kefil olsa; sabi parasını aldıktan sonra kefil olması halinde kefaleti sahih olmaz. Eğer, bundan önce   kefil  olmuşsa,   kefaleti   sahih  olur.   Fetâvâyi  Kâdîhân'da  da böyledir.

Bir ahras {- dilsiz) aklederek yazıp, bir adamı nefsine veya mal­ına kefil eder; veya bir adam onun birşeyine kefil olur ve bu kefaleti, yazılan şahıs da kabul ederse; işte bu.caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, yaş bir şeye kefil olunca, onun bedelini aslına öder. Kefilin üzerinde, o yas şey kalır. Bozulmadığı için de, değişmez. O kıymet, asîl borçludan alınınca, kefil kefaletten berî olur. Eğer kefil, alacaklıya o yaş olan şeyi verirse, kıymetini almak için, asîle müracaat eder. Kâft'de de böyledir.

Ölüm hastalığında (=  maraz-ı mevt'te) yatan bir hasta, bir adamın malından dolayı kefil olduğunda, eğer bu hastanın malı, üze­rinde olan borcuna yetmiyorsa; onun, kefaleti bi'I-külliye batıldır.

Eğer, bu hastanın üzerinde borç yoksa, malının üçte biri nisbetinde, kefaleti caizdir.

Şayet bir vâris için veya vâristen dolayı kefil olmuşsa, bu asla sahih olmaz.

Bir hasta, bir adamın bir dirhemine kefii olur, üzerinde de borç bulunmadığı halde sonradan bîr yabancıya bütün malını kuşatacak miktarda borçlu olduğunu ikrar ederse; bu kefilin ölmesi hâlinde, tere­kesine, borçlu olduğunu ikrar ettiği kimse, kefil olduğu şahıstan, daha çok hak sahibidir.

Şayet, terekesi, kabul eylediği borçtan daha fazla ise, bakılır: Borcu çıktıktan sonra, kalan maldan üçte biri, kefaletine yetiyorsa, bu kefa­letin tamamı sahih olur. Eğer borcun tamamı baki kalanın üçte birinden çıkarılmaz ise, üçte biri kadarı sahih olur. Mulııyt'te de böyledir.

İcâre malına kefil olmaktan, sonra da onu fesh edip, yeniden sözleşme yapılmaktan soruldu; İmam şu cevabı verdi: "Bu kefalet baki kalmaz." Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kimsenin, diğerinde vadeli bin dirhem alacağı olduğunda, alacaklı borçludan kefil isterse; zahiri rivâyeye göre, kadı, borçluyu kefil vermeye mecbur eylemez.

Müntekâ'da zikredildiğine göre, âlimlerimz şöyle buyurmuşlardır:

Eğer, borç vadeli ise, alacaklı, borçludan kefil vermesini ister.

Bundan sonra şöyle denilmiştir: "Bundan sonra şöyle denilmiştir:

Hâkim, vadeli borç için, bir yere gitmek isteyen kefil alırsa, deliller geçerli olur. Ancak, bu, kadın için geçerli olmaz.

Kocası sefere çıkmak isteyen bir kadın nafakası için kefil talep ederse, kadı, kocadan, kadının bir aylık nafakası için, kefil alır.

Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göredir ve istihsanen de böyledir. İnsanlara rıfkan, böyle yapılır. Sadru'ş .-Şehîd, Vâkıâlı'nda: "Nafaka mes'elesinde, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'ın kavline göre, insanlara merhameten böyle yapılır." buyurmuştur.

Diğer borçlar hakkında da, müftî, böyle fetva verirse, —insanlara acımak bakımından— güzel olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, başka bir kimsenin üzerinde bulunan mala (alacağı) kefil olduktan sonra, bu kefil, mekfûlün anlı (= asıl borçlu) ve alacaklı ihtilâf eyleseler; kefil, borcun yüz dirhem olduğunu kabul ettiği hâlde, alacaklı,  "yirmi dinar olduğunu"  iddia etse, borçlu ise:  "Bir kürr buğdaydır." dese, bu durumda borçluya ve kefile bir şey gerekmez.

Onlardan herbirisi, böylece yemin ederlerse, da'vadanda kurtu­lurlar.

Eğer birisi yemin eder, diğeri etmezse; yemin etmeyen borcu öder; yemin eden ise, borçtan kujtulur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse,  diğerine:   "Ben,  senin için,  filanın  üzerinde olan alacağına,   bir   aya   kadar   kefil   oldum;   artık,   ben   alım-.verimden beriyim." alacaklı ise: "Belki de sen, bir aydan sonra, bir aya kadar alım-verim olmamak üzre kefiloldun. Bir aydan sonra ben alacağımı istiyorum."   derse,   alacaklının  sözü  geçerlidir;   kefilin  sözü   kabul edilmez. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kimse, başkasına: "Filânın nefsi için, sana kefil oldum." dediği zaman, mekfûlün leh (= alacaklı), borçludan bir sey iddia eyle-mezse, kefalet caiz olur.

Bir kimse, diğerinden, "kendi nefsî malından borcunu ödemesini" istese, me'mur onu kabul etmeye cebredilmez. Ancak, kabul ederse ve kefil olursa o zaman ödemeye cebredilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bİr kimse, diğer şahsa, bir kese içinde, bin dirhem ödediğinde ken­disine ödenen şahıs, bunun bin dirhemden noksan olmasından korkar; başka bir şahıs da "bin dirhemden noksan olanını ödemeye" kefil olur; bin dirhemi alan şahıs da, onu tamam bulduğu hâlde, bu dirhemler katkmlılı olursa, kıyâsda, bu kefİie bir şey gerekmez.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir.

Bu dirhemleri teslim alan şahıs, harcamada bulunursa, hiç bir şeyle İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'e göre veren şahıs veren şahsa müracaat edemez. Bin yeni dirhem ödeyip, katkıntılı dirhemleri borçluya verir.

Borca, iki kişi ortak bulunduğunda, bunlardan birisi ortağının hissesine kefil olursa, bu kefalet bâtıldır.

Bir kadının, kocasında mehir olarak, bin dirhem alacağı olur, başka bir şahıs da, kocasından dolayı, bu kadına kefil olur,.sonra da bu kadın ölürse, kocası ve kardeşi, ona varis olurlar.

Kefil de, bu bin dirhemin yarısından kurtulur. Kardeşine isabet eden yarısı, kefilin üzerinde kalır; o da, kocadan alıp, kardeşe verir.

Bir  müslüman, diğer  bir  müslümanda  malının  (alacağının) olduğunu iddia ettiğinde, diğeri bunu inkar eder; alacaklı da" onun emriyle, malına, bir zimminin kefil olduğunu" söyler; kefil olduğunu söylediği zimmi ve kefaleti inkâr ederse; alacaklının iki şahit dinletmesi hâlinde, onların şahitlikleri, kefil olan zimmi üzerine caiz olur; müs­lüman üzerine ise, caiz değildir. Hatta, kefil bu durumda mal iddia etse bile, asîle, bir mal için müracaat edemez. Bu husus aslın kefaletinin rivayetlerinde, ammeten zikrolunmuştur.

Bazı rivayetlerde ise: "Bu şehadetler, asla caiz olmaz." denilmiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Nefse  veya  mala kefil  olan bir zat,  kendi  nefsini   kefalet sözleşmesinden çıkardığı zaman, alacaklı ve borçlu hazır bulunurlarsa, nefsini kefaletten çıkaramaz; kefilliği baki kalır.

Vekile gelince, müvekkilinin huzurunda, nefsini vekâietten çıkarırsa, işte o vekâletten çıkmış olur.

Kitâb-ı Hıyel'de buna işaret olunmuştur.

Kefilin, kefaletten nefsini çıkarmaya hakkı vardır.

Bir adamın, başka bir adamla, va'deli alacağı olduğunda, bir başkası da alacaklıya: Eğer, alacağını fülan adamdan kaldırır, açarsan; işte ben, onun nefsine sana, kefil olurum" dedikten sonra, liu kefil, mal hulul etmeden nefsini kefaletten çıkarmak istese, bunu yapamaz. Burada mesele, "mal hulul etmeden" diye şarta bağlanmıştır ve bu bir işarettir. Şayet, mal halledilirse, bu kefil de, kefaletten çıkabilir. Zehıyre'de de böyledir.

Harâc'ta, kefalet ve rehin caizdir. Hidâye'de de böyledir.

"Bundan maksat Muvazzaf haracdır." denilmiştir. Kifâye'de de böyledir.
Nevâibe gelince, eğer onunla murad, müşterek (= umuma ait) nehir kirası, mahalle bekçisinin ücreti, orduya teçhiz eden muvazzafın ücreti, esirlerin fidye hakkı veya beytü'1-mâl ile ilgili olmazsa, buna kefalet bi'1-icma' caiz olur. Şayet onunla, —zamanımızda olduğu gibi— hükümdar için dikici, boyayıcı ve başkaları gibi haksız olarak çalışanlar murad edilirse-ki işte bu zulümdür bundaki kefalet hususunda âlimler ihtilâf ettiler. Fethu'l Kadîri'de de böyledir.

Fetva ise kefaletin sahih olduğu üzeredir. Vikâye'de de böyledir.

Bunun sahih olduğuna meyi edenlerden birisi, Şeyhu'î-İmâm Aliyyü'l-Bezdevî'dir. Hidâye'de böyledir. Nesefi, Şemsü'I-Eimme ve Kâdîhân'm kavilleri de; Fahru'l-İslâm'ın kavli gibidir. "Mutâlebenin teveccüh hakkı, diğer alacaklardan daha üstündür."   

Mutâlebe için, kefalet babında ibret vardır. Çünkü, onun iltizamına şürû edilir. Bunun için, biz deriz ki: "Kim bu nâiblerin hakkını adaletle dağıtmaya kalkarsa, önada ücret verilir. Her ne kadar, alıcısı zulmen almış olsa bile böyledir. Mi'racü'd-Dirâye'de de böyledir.

Kendisinde kefalet şart kılınan akidler üç kısımdır.
1) Eğer kefil, kefaletten önce huzurda olmaz veya kefaleti kabul etmezse yahut hazır olduğu halde kabul etmezse, bu durumda kefalet akdi, kıyâsen ve istihsânen bozuktur.

Şayet kefil, hazır olur ve kefaleti kabul ederse, bu istihsânen sahih olur. Bu şekildeki her sözleşme, fâsid şartlan ibtâl eder. ( = geçersiz kılar.) İster ahş-verişte, ister icârede, ister selem (= parayı peşin alıp, malı veresiye satmak) de olsun, bu böyledir.
2) Kefalet şartının bozulmadığı Akidler: İster, kefil hazır olsun; i ister hazır olmasın. İster kefaleti kabul etsin, isterse etmesin değişmez.

Bu öyle bir akiddir ki, fâsid şartlar, bunu ibtâl etmez (Borç gibi, mal karşılığı köleyi azat etmek gibi, nikâh ve kasden öldürme sulhu gibi...).

Ancak kefil kefaleti kabul etmezse; kefalet sabit olmaz. Kabule derse sabit olur. Ancak, bu hallerin hiç birinde akid, kefaletin şartlarıyla bozulmaz.
3) Kefilden önce, kefaletin şartları bulunursa, kefil hazır olsun veya olmasın, bu kefalet sahih olur.

Ancak, kefil, kefaleti kabuletmezse, o zaman kefalet sahih olmaz.

Bir kimsenin,  diğerinde,  sattığı bir sevin parası  olarak, hâli hazırda ödemesi gereken bin dirhem alacağı veya veresiye yoluyla bin dirhem alacağı olduğunda alacaklı, borçludan kefil ister, borçlu da, kefil de bunu kabûlederse, bu borcu te'hir etmek sahih olur. Kefilin hazırda bulunup bulunmasıda fark etmez.

Ancak kefil, kefaleti kabul etmezse, bu durumda kefalet sahih olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Gemide bulunan iki kişiden birisi suyu az bir yere vardıklarında arkadaşına: "Eşyalarını suya at; benim eşyalarım seninle benim aram-dadır." derse, bu fâsiddir.

Şayet, arkadaşı eşyasını atarsa bunu teklif eden şahıs, eşyasının yarısının kıymetini öder. Serâhsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Teklif sahibi, dediğini yapabilmek için, denize atılan eşyaya, kendi eşyasının yarısı ile müşteri olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kimse, diğer bir şahsa karşı, "gerçekten, senin bana sermâye olarak verdiğin köleye, "Eğer efendiyin sermayesine hıyanette bulu­nursan, ben onu öderim." diye söz verdin. Ve bu köle, gerçekten benim malıma, şu kadar hıyanette bulundu. Onu ödemek sana, düşer." dese, bu dâva sahih olur. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

iddia sahibi, müddeâ aleyhin, iddia olan şey üzerine kefil getirmeşini taleb ettiğinde, bu iddia olan şey, menkul (= taşınır mal) veya akar (= gelir getiren mal) veya borç olursa duruma bakılır: Eğer menkul olursa (ölçülen, tartılan şeyler gibi...) borçlunun kefil vermesi cebre­dilmez. Çünkü, onun hüküm meclisine getirilmesi gerekmez.

Şayet, misli de olmazsa, (köle, hayvan ve elbise gibi...) kefil vermesi cebredilir.

Eğer iddia olan şey, akar veya borç olursa, ondan kefil alınmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

İbnü Semâ'a, Nevâdiri'nde, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir kimse, diğeri için bir koyun kestiğinde, o şahıs, koyunu yer; bir başkası da, ona kefil olursa; ona koyunu koyun olarak ödemek gerekmez. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.), böyle buyurmuştur. Çünkü, onun üzerine, koyun ödeme mecburiyeti yoktur.

Ancak, koyunun bedelini (— parasını) öder.

Bir adam, diğerine bir koyunu borç verdiğinde, alan şahıs, onu zayi eder; bir başkası da, ona kefil olursa, tazminat gerekmez. Çünkü, onun üzerine koyun yoktur.

Keza, insanların kendi aralarında, birbirlerine ivaz (= karşılık, bedel) olarak vermedikleri hiç bir şeyde tazminat gerekmez.

Gasbedilen bir şey de, helak olduğu zaman, aynı değil kıymeti tazmin edilir.
Sulhu'I-Asi1 da İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin şöyle buyurduğu nak­ledilmiştir:

Helak olan ayn hakkında, sulh, kıymetinin ekserisi üzerine yapılırsa, bu caiz olur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Bir adam, başkasının koyununu gas-bedip boğazlasa, bir başkası da, ona kefil olsa, ben ona tazmin eyletirim. Bu, hayvanların tamamında böyledir/' buyurmuştur.

Keza, bir kimse, bir köleyi gasbettiğinde, bu köle yanında ölür, bir başkası da, ona kefil olmuş olursa, onu tazmin eyler.

Görmüyor musun ki, bir adam kölesinden kefili berî ederse, işte o kıymetinden berî olmuş olur.

Bu mes'eleler, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'dan nasdır ki, gasb olunan zayi olursa, kıymeti değil, ayn'i tazmin olunur. Zehıyre'de de böyledir.

el-Asl'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, birisinin kölesini, cariyesini, bir malını veya parasını gasben (= zoraki) aldığında, bir başkası ona kefil olursa, onun kefaleti sahih olur. Bu kefil, gasbolunan bizzat duruyorsa, onu aynen öder. Eğer zayi olmuşsa, kıymetini öder. Asıl borçlu daicab ettiği gibi...

Bu şeyin kıymetinin miktarı hakkında alacaklı ile kefil arasında ihtilaf olduğu zaman, kefilin sözü geçerli olur.

Şayet gâsıb,  kefilin kabul eylediği kıymetten fazlasını kabın ederse; bu fazlalık, ona ilzam edilir; kefile ilzam edilmez.

Kıymetin fazlalığına beyyinesi olması hâlinde kefil, o fazlalığı alır. Bu kitapta zikredümemiştir. Asîl borçlu, yemin ederse, bu böyledir; yeminden kaçınması hâlinde, ziyâdeyi ödemek ona ait olur.

Bu mes'ele şöyle: Kefil: "Onun kıymeti, beşyüz dirhemdir." dediği hâlde, mah gasbolunan şahıs: "Hayır, kıymeti bin dirhemdir." derse; bu durumda, borçludan yemin etmesi istenilir. Eğer, yemin etmekten kaçınırsa, kefilin bin dirhem ödemesi gerekmez.

Şayet, bunun hilâfına ikrarı sebkat olursa; şöyleki: Malı zoraki alı­nan şahıs onun kıymetinin bin dirhem olduğunu söylediğinde, kefil duyar ve sükût eder, kendisine yemin verilince de, ondan kaçınırsa; işte o zaman, kefilin bin dirhem ödemesi gerekir. Muhıyt'te de böyledir.

Kadı, müddeâ aleyh'den kefil talep olunursa, sika (=, İnanılır, güvenilir) bir kefil alır. Ve bana: "Üç güne kadar beyyine hazırla." der. Çünkü onlar, her üç günde bir, hüküm için meclis kurarlar.

Şayet, müddeâ aleyh kefil vermekten kaçınırsa; hâkim, onun borcu ödemesini emreder; fakat, onu habseylemez. Hulâsa'da da böyledir.

Burada Sika, evi veya dükkânı belli olup, nefsini gizlemesi müm­kün olmayan kimse demektir.

Bundan başka, kefilin tacir veya benzeri olmasına, hâkim iltifat etmez.

Bir odada, tek başına oturan kimse de, sika olamaz.

Şayet dava olunan: "Ben, sika olan bir kefil bulamadım." derse, onun sözü geçerli olur. Bu durumda iddia edenin, —alacaklının borçludan aldıpı gibi hareket ederek —alması emredilir. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet iddia sahibi: "Beyyinem kayboldu." der veya bir tek şahit gösterir ve: "Diğeri, hazırda yoktur." derse, kefil alamaz. Hulâsa'da da böyledir.

Bu, borçlu, şehirde oturuyorsa böyledir. Borçlu misafir ise, kefü vermekte cebredilmez; hüküm meclisine gelene kadar müsâde edilir.

Eğer iddia eden zat, beyyine getirirse bu böyledir; değilse yolu açık bırakılır. Serahsi'nin Mııhıytı'nde de böyledir.

Müddeâ aleyh, "misafir olduğunu" söyler, iddia eden de, bunun inkâr ederse bu durumda iddia edenin sözü geçerli olur. Çünkü şehir­lerde, asıl olan ikâmettir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet "Ben, yarın (veya üç güne kadar) çıkarırım." der ve üç güne kadar da kefil ederse, talip ( — alacaklı) da üç güne kadar çıktığını inkâr ederse, bakılır ve arkadaşlarına sorulur; eğer onlar:  "Evet, bizimle beraber çıkmak için hazırladı" derlerse; onu çıkma zamanına kadar kefil eder.

Sefer (= yolculuk) sebebiyle icarı bozmakda böyledir. Hulâsa'da da böyledir.

Kadı'dan bu şekilde kefil istemenin, kitapdaki şartı hakkında âlimler şöyle buyurdular: "Bu hüküm, o şahıs âlime olduğu zaman böyledir. Eğer adam cahil ise, kadı iddia olunan kimseye emrederek, "kefil vermesini" söyler. îddia eden, kefil istemese bile, bu böyledir. Muhiyt'te de böyledir.                                                       

Bu kimse nefsi için kefilverdiği zaman, vekilden imtina eder. ( = kaçınır.) Bu durumda, kadı, onu cebredemediği gibi, mülâzemetini de emredemez.

Şayet, dava için vekil verirde, kefil vermekten kaçınırsa, bu durumda kefil vermeye zorlanır, (yâni cebredilir.) Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimsenin üzerinde borç bulunur; önada rehni ve kefili olur ve bu borçlunun izniyle bir kefil daha olur, o da alacaklının alacağını öder sonra da,  alacaklının  elinde  rehin   helak  olursa, Nevâzipde   "Bu durumda, kefil, kefil olduğu şey için asîle müracaat eyler." denilmiştir.

Bunun numunesi şudur: Bir kimse, bir şey sattığında, müşterinin emriyle bir de kefil alsa ve kefil parayı verdiğini iddia ettikten sonra da satılan şey satıcının yanında, helak olsa, bu durumda kefil satıcıyı dava edemez. Parası için de, ona müracaat edemez. Ancak, müşteri dava edebilir. Sonra da, müşteri, —kefilden dolayı- ona müracaat eder.

Bir kimsenin, başka bir kimseye borcu olur ve buna kefili de bulunur ve alacaklısı hem kefilden, hem de asilden rehin alır ve her birisi bu borç» bedel olmak üzere aldığı bu iki rehinden birisi rehin alan şahsın yanında zayi olursa, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.^: "Eğer, ikinci defa aldığı rehin helak olduğu halde, rehin veren, önce ki alınan rehnin helak olduğunu biliyorsa, bu durumda, ikinci rehin, borcun yansına bedel olarak helak olmuş olur.

Burada bilmek ve bilmemekten bahsedilmemiştir. Sahih olan ise. zikredilmiş olmasıdır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer böyle bilmiyorsa bu, borcun tamamına karşılık olarak helak olmuş olur." buyurmuştur.

Rehin Kitabı'nda şöyle zikrolunmuştur:

İkinci defa alınan rehin, borcun yarısına bedel olur.

Rehin Kitabı'nda: "Nasrâni olan iki köle, bir kitabet ile, ikisi birden   bedellerine   şarap  vermek  üzere,   mükatep  olduktan  sonra, onlardan  birisi  müslüman  olursa,  şarabın tamamı  bedele dönüşür; kitabet ise, baki kalır.

Keza, bu kölelerden birisi ölse de, onun vârislerinden birisi müs­lüman olsa, borç olan şarap bedele döndürülür. Kâfî'de de böyledir.

Yol korkusundan emin olmak için, tüccarlara borç yoluyla verilen paralar mekrûhdur. Allah Resulü menfaat çeken (- menfaat getiren, sağlayan bir biçimde) borç vermekten men eylemiştir.

Bunun şekli şudur: Bir kimse, bir dostuna vermesi için, bir tüccara on dirhemi, — enrânet yoluyla değil— borç yoluyla verir, böylece de, bu dirhemlerin   yolda  uğrayacağı   zarardan   kurtulup,   kendisine   fayda; sağlamış olur.

Ancak menfaat şart koşulmaz ve örf de böyle olmazsa, bunda bir beis olmaz. Kâfî'de de böyledir.

Bîr kimsenin, diğerine:"Filah yere kadar, yol emniyetine dâir, bana bir yazı yaz; sana bir miktar para vereceğim." demesinde hayır yoktur. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse, ortağından veya bir dostundan bir şahsa süftece (=poliçe)[29]  tarzında, bir mektup getirip verince, o, bu mektubu okuduktan sonra, ona: "Benimle sana yazdı." veya "Bana onu öde." yahut "Bunu, sana yazdı" dese, işte bu bâtıldır. Zehıyre'de de böyledir.

Mektup gelen adam, dilerse, ona malı verir; dilerse vermez. Tahâvî şöyle buyurmuştur:

Kendisine mektup verilen zat, süftece mektubunu kabul eder ve içindekini önceki itimad üzere okursa, bu mektupta yazılmış olan malı verir. Veya mektubu yazan şahıs: "Bunu, sana yazdım; vereceğin şeye ben kefilim." der. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Fetva ise, önceki kavle göredir. Yâni, o ne yazarsa yazsın, isterse verir, isterse, vermez. Zehıyre'de de böyledir.
Şeyhu'1-İmâm   Ebû   Bekir   Muhammed   bin   Fadl'ın   şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

Bir adam, çırağını şehirlerden birisine yolladıktan sonra o çırak şehirden çıkınca, diğer bir çırağını da, öncekine, bir miktar ma! ile yollar, bilahare de ona bir süftece mektup yazarak bir adamın isminden bahsedip, "ona bir miktar mal verilmesini" ister; süftece mektubu çırağa varınca, o da, onu kabul edip verilmesi istenilen yere, mal ver­dikten sonra, ustasından, bu çırağa bir mektup daha gelir ve: "İsminden bahseylemiş olduğum kimseye, süfteceyi kabul etme." der ve devamında da: "Eğer kabul eder, ona mal verirsen; onu sana ödemem." derse; bu çırağa.imtinâ etmek hakkı var mıdır?

İmam şu cevabı vermiştir:

Eğer, yazılan mektup, süftecenin sahibi ise malda mektup yazılana verildi ise çırağın ona kefil olması ve ödemesi sahih olur. Çırağın geride" kalan malı, vermeme hakkı olmaz.

Fakat süftece sahibi malı katibe verirse, çırağın onu ödemesi'sahih olmaz. Ve bu durumda çırak,   kalan malı vermeme hakkına sahiptir.

Bu çırağın, önceki verdiğini geri isteme hakkı da yokdur. Bu, çirak süftece sahibinin malına kefil olduğu zaman geçerlidir. Fakat, kefil olmazsa; bu çırak süftece sahibine, malı, iki yönden vermez. Ancak, diliyle kabul eder veya "filan için, mal benim üzerimedir." diye mektup yazar ve bunun üzerine de şahit tutarsa; o zaman verir. Fetâvâyi Kâdî­hân'da da böyledir.

Bir başkasından, bir kısım tacirlere süftece olduğunda, o, maldan bir kısmını verir, bir kısmı ise, baki kalırsa, malın, mektupdan önce verilmiş, sonra da, mektup sahibine, "malı ver." diye yazılmış; o da, mektupta yazılanı kabul etmiş olması hâlinde, gerçekten o mal, onun üzerine borçtur. Ve, o ödemeye cebrolunur.

Eğer kabul etmezse, cebredilmez.

Eğer mektup yazanın malı yoksa, mektup yazılana, mal vermesi için cebredilemez. Yalnız malı tazmin, mektup sahibine ait olur. Zehıyre'de de böyledir.
En doğrusun, noksan sıfatlardan münezzeh, her türlü kemâl sıfat­ları ile muttasıf olan. Allah-u Teâlâ bilir. [30]
[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/87.
[2] Mekfûliin leh: Bir malın edasını veya bir şahsın teslimini kefilinden talepefmeycvebu hususu dava etmeye hakkı olan kimse. Kefaletin menfaati bu şahsa ait bulunur.
[3] Mekfûlim anlı: Borcunun ödenmesi veya şahsının teslim olması hususunda, kendisine kefil olunmuş bulunulan kimsedir ki, buna asil de denilir.
[4] Evceh: En münâsebetli, en uygun.
[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/87-89.
[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/90.
[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/90-91.
[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/91-92.
[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/92-93.
[10] Kitabet bedeli: Köle ile efendisi arasında; kölenin hürriyetine kavuşabilmesi için, yapılmış bulunan anlaşmada, hürrivet için tesbit edilmiş olan hedel.
[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/93-94.
[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/94.
[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/95-101.
[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/101-103.
[15] Maraz-ı mevt: Ölüm hastalığı. Ölüm korkusu hastalığı. Erkeği evin dışında, kadını ise evin içinde iş görmekten men eden ve başladığı tarihten itibaren en az bir yıl içinde ölümle neticelenen hastalık.
[16] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/103-116.
[17] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/116.
[18] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/117-119.
[19] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/119-130.
[20] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/130-145.
[21] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/145-147.
[22] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/147-150.
[23] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/151-156.
[24] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/157-160.
[25] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/161-163.
[26] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/163-166.
[27] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/167.
[28] Beyıl-ayne: Bir kimsenin, bir malı, bir şahsa, bir bedel ile veresiye olarak satip, o malı, aynı mecliste, o şahıstan, o.bedelden noksan bir bedelle, peşin olarak satın alması demektir.

Ayrıe, faiz muâmelesindeki, —faiz olarak ödenen— fazla miktar manasına da gelir.
[29] Süftece (=  Poliçe): Belirli bir vadenin sonunda, parayı kendisi veya başkası adına ödenmek üzere, borçluya, alacaklı satışın verdiği yazılı emir.
[30] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 6/167-183.

Anasayfaya dön Kapak Sayfası
Sadakat.Net © İslami web hizmetleri


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..