1- Alacakla İlgili Da'valar

Eğer   iddia   olunan   şey,    alacak   ise;     "onun  istenileceği," söylenmiştir. Kafî'de de böyledir.

Bu hususta, ancak miktarı, cinsi, sıfatı açıklandıktan sonra;dava edilir ve o zaman sahih olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da daböyledir.        

Eğer alacak, ölçülen şeyse, dava sahih olur. Bir şartla ki, davacı, onun gerçek cinsini söyleyecektir. O: "Buğdaydır." veya "Arpadır." diyecektir. "Buğdaydır." dediği zaman, çeşidini de söyleyecektir. "Sulu tada buğdayı..."  Susuz tarla buğdayı..."  "Güzlük"  veya  "Yazlık buğday.." diyecek ve sıfatını da beyan edecektir. "Beyaz buğday..." veya "Kırmızı buğday...", "İyi" veya "orta" yahut "engin buğday..." olduğunu ve ne kadar ölçek olduğunu da bildirecek; —ölçekler değişik olduğundan— "nasıl bir ölçek" olduğunu da açıklayacaktır. Zehıyre'de de böyledir.

Ne sebebden gerektiğini de zikredecektir. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer da'vacı, "on ölçek buğday alacaklı olduğunu" söyler; ne sebebden alacaklı: olduğunu söylemezse; da'vasma bakılmaz ve sözü dinlenmez. Hizânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Veresiye vermenin sıhhatinin şartları söylenirken, şayet onun sebebi söylenirse, sahih olur.
Eğer selemin sıhhatinin şartları söylememiş ise, Kadî'1-İmâm Şemsü'l-İslam Mahmûd el-Evzecendî onun sahih olamsma fetva vermiştir.

Diğer alimler ise, sıhhatine fetva vermemişlerdir.

Satış da'vası hakkında, müddeî satışın sebebini söylediyse; da'va ' hilafsız olarak sahih olur.

Alimlerimize göre; "Eğer çok şartı olmasaydı, söylediği bir sebeb sahih olurdu."
Borç almak ve borcu alanın, onu kendi nefsine harcamasından da bahsedilmiştir. Bi'1-icma aldığı adama borç olur.

Keza, ödünç verme da'vası, kendi malından verdiği takdirde, da'v£ meselesi olur. Zehıyre'de de böyledir.

Sadru'l-İslâm boç ödemenin yerini şart kılmamıştır.   Akid ( = sözleşme)    yaparken    de   mekanından   bahsetmeye   hacet   yoktur Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir adam, sebebsiz iddia ederse, sahih olur. Çünkü hisab malı vücubunu gerektirmez. Hulasa'da da böyledir.

Eğer verilen şey, tartılan cinsten ise; da'va, cinsini beyan edere! "alımdır, gümüştür." derse, sahih olur.

Eğer, "altın" der ve bunun maruk olduğunu (= sikke bulunduğunu) söylemesi gerekir. Şu kadar, şu kadar dinardır... deme gibi.

Nev'ini de söylemesi icabeder. Buhara sikkeli veya Nisâbûrî sikk« veya benzerleri gibi... Muhıyt'te de böyledir.

Dinarlarla  ilgili,  davalarda:   Müddeî'nin  elbette:   "On  dinar verdim.''   veya On   dinar   koydum.''   gibi...   söylemesi   gerekir. Hulasa'da da böyledir.

Alimler: Uygun olan dinarın sıfatım da söylemektir. "İyidir."; "ortadır" veya "adidir..." gibi demişlerdir. Muhıyt'te de böyledir.

Bu da'va, eğer satım sebebiyle olursa; sıfatım söylemeye hacet yoktur.

Bir beldede nakid vermek almak örf olur; ancak, vakti geçer de davaya sebeb olursa; o müstesnadır.

Böyle olmayan beldelerde, vech-i mahsus üzere, ne zaman ödeneceğini bahsetmek ve sıfatını bildirmek lazımdır. Zehıyre'de de böyledir.

Eğer bir beldede, nakidler değişik-iseler, revaçda olanlar müsa­vidir.

Bazıları bazıları ile bozulmuyor ise, satışı caiz olur. Müşteri, satı­cıya nakidlerden hangisini isterse onu öder.

Ancak, dava konusunda onlardan birisini açıklaması gerekir. Eğer hepsi revaçda ise, bazısı bazısı ile bozuluyor, harcanıyorsa (bizim bel­demizde olan, gümüşü çok veya az, nakışlı olan dirhemler gibi...) bun­ları açıklamadan, birbirinden ayırmadan, satışı caiz olmaz.

Keza,  bunun da'vası  da,  beyansız sahih  olmaz.  Muhıyt'te de böyledir.
İki nakidden birisi, daha geçerli olur, revaç bulur; diğ> değerde üstün olursa; akid caiz olur. Onlar, birbiriyle botu canırlar. Ben, Esterûşnî'nin yazısında: " Bir belde de, nakidler ol1.     .i> birisi daha geçerli (= revaçda) bulunursa; açıklama yapmadan davası sahih olmaz." buyurduğunu gördüm. FüsûlüM-Imâdiyye'de de böyledir.
İki nakidden biri daha revaçda olur, diğeri 4e üstün bulunursa, bu durumda, akid caiz olur.

Eğer da'va, ödünç ye onun zayi olması sebebiyle ise, elbette sıfatını, her hal üzere açıklamak lazımdır. Nihâye'de de böyledir.

Eğer, Nîsâbûrî dinarı söylenmiş; sözleşme buna göre yapılmış da, yeniliğinden bahsedîlmemişse; alimler bu hususta ihtilaf eylediler: Bazı­ları: "Yeni demeye hacet yoktur." dediler.

Sahih olanı da budur. Şayet, "yeni" deseler de nakid olduğunu söylemeselerdi, da'va yine sahih olurdu. Muhıyt'te de böyledir.

Nîsâbûrî veya Buharî denildiği zaman, kırmızı demeye ihtiyaç yoktur. Çünki Nisabûrî ve Buharî kırmızıdan başka renkte olmazlar. Yalnız yeni denilmesi gerekir. Alimlerimiz, bu görüştedirler. Nesefî'nin Fetvâları'nda: "Halis kırmızı denilirse; yeni demeye hacet kalmaz." buyrulmuştur. O kadarı kâfî gelir. Bazı alimlere göre, hangi valinin sik­kesi olduğunu da muhakkak söylemelidir.

Bazılarına göre ise, buna hacet yoktur.

Evla olan öncekidir.

İddia olunan para, sikkeli gümüş ise, nev'î zikredilmelidir.

Sıfatı da söylenmelidir.  Yeni mi, orta halli mi, adi mi olduğu açıklanmalıdır.

Miktarı da belli edilmelidir. (Yedi dirhem... gibi) Muhıyt'te de böyledir.

Eğer, iddia olunan dirhemler sikkeli olur. İçinde fazla miktarda bulunursa, teamül (=   âdet) ağırlığına ise; nev'î, sıfatı, mikdarı ve ağırlığı  söylenmelidir.  Eğer  teamül,  adedi ne ise  adedi  ( =   sayısı) söylenmelidir. Zahîriyye'de de böyledir.

Eğer dirhemler, katkmtısız ve sikkesiz olursa; onun, "halis olduğu ve nev'î" söylenir. Firene gümüşü ; rus gümüşü veya damgacı gümüşü gibi... Sıfatı da söylenir. "İyi", "yeni" veya "eski", "adî" gibi...

"Damgacı" denildikten sonra, "iyi gümüş" demeye hacet kalmaz." diyenler de olmuştur.

"Yalnız, "beyaz gümüş" demek kafi gelir. "Damgacı", "külçe" demeye de hacet yoktur." demişlerdir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Kaç dirhem olduğu (= miktar) da söylenmelidir. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet iddia edilen şey, buğday veya arpa ise; onun kaç batman olduğunu söylemek muhtardır.

Gerçekten davacıdan davası sorulur. Eğer borç sebebiyle, zayi etmek sebebiyle İse, davanın sıhhatine fetva verilmez. Şayet, satış sebe­biyle, zimmet sebebiyle, veresiye verme sebebiyle olursa; davanın sıhha­tine fetva verilir. Zehiyre'de de böyledir.

Eğer ölçülen şeyler dava ediliyorsa, hilafsız dava sahih olur. İddia olunan şahsın (= müddeâ aleyhin) onun buğday mı, arpa mı olduğu hususundaki ikrarı beyyine olur.

İkrarında, sıfatını söylemese bile, bu beyana cebr hususunda beyyine olarak kabul edilir; edaya cebr hususunda beyyine olarak kabul edilmez. Muhıyt'te de böyledir.

Darıda ve mercimekde örfe itibar olunur. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Davacı, Unu, ölçekle iddia ederse; sahih olmaz. Ancak ağırlığını söylediği zaman sahih olur. On dokuz kilo... On sekiz kilo gibi...

Unun elenmiş veya elenmemiş olmasını da açıklaması lazımdır. Ekmeklik olup olmayacağını da bildirmesi icap eder. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerine karşı "gümüşü az, bakırı çok olan yüz dirhemi gasbetti" diye da'va eder; o da, dava zamanı insanların elinden kesilmiş (piyasadan kalkmış) olsa; uygun olanı, onun kıymetini dava etmektir; kendisini  değil...  İmâm  Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre,  kıymeti  dava zamanındaki değerine göredir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre gasbedildiği günün kıymetine göredir.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, piyasadan çekildiği günün kıymetine göredir.

Bu durumlarda, dirhemlerin vücûb sebebini açıklamak mecburiyeti vardır. Zehiyre'de de böyledir.

Ölen adamda olan alacak davasına gelince; adamın, ölmeden önce,    "borcunu    ödemediğini"    söylemesi    ve    "varislerine    mal bıraktığını" bildirmesi; "bırakılan malın, alacağına kafi geleceğini ve artacağım'/ söylemesi gerekir. Varisleri belirtmese bile, davacının davası dinlenir.

Fakat, tereke veresenin eline geçmedikçe, hüküm verilmez.

Eğer onlar terekenin ellerine geçtiğini inkar ederler; da'vacı da bunu isbatı murad eylerse; terekenin durumunu belirtmeden hükmedilmez. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Şayet borçlu "alacağı gönderdim." diye iddia eder veya ala­caklının haberi olmaksızın, "onun filana olan borcunun yerine, ödediğim" söylerse; müddeî'nin davası sahih olur ve yemin verilir.

Şayet bir adam, diğerinde, "bin dirhem alacağının olduğunu" iddia eder o adam da: "Sana filan adamın eliyel, malım vasıl oldu." derse; da Vasi dinlenilmez. Ayın da olduğu gibi. Hulasa da da böyledir.

Kefalet sebebiyle maf davasında, elbette sebebini açıklamak . gerekir.

Keza, ayni mecliste kefilliği kabul eylediğini söyler. Daha önce kefil olduğunu söylerse, sahih olmaz.

Keza, bir kadın kocasının ölümünden sonra, mal iddiasında bulunsa; sebebini açıklamadan davası sahih olmaz.

Alimler: "Da'vada malın lüzumu satış, icare ve tasarrufattan ben­zeri şeyler sebebiyle olur. Elbette, davasının geçerli olma sebebini söylemesi gereklidir." buyurmuşlardır. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Kiraya verenin ölmesi sebebiyle bozulan, icar davasında, eğer ücret dirhemler veya katkaıtılı dirhemler ise, dirhemlerin durumunu açıklamak lazımdır. Raice göre, sözleşme vaktinden, akdin bozulduğu zamana kadar olan kıymet üzre hükmedilir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, hakimin huzurunda, diğer bir adamdan, on dirhem iddiasında bulunduğunda: "Benim onda on dirhemim var." der ve fazla bir şey söylemezse; bu hususta, alimler ihtilaf eylediler..

Bazıları: "Dava sahih olur." dediler.

Bazıları da: "Hakime emreylede versin; demedikçe, bu dava sahih olmaz." buyurdular. Nevazil'de de böyledir.

Ebû Nasr: "Sahih olan,  da'vanın dinlenmesidir." buyurmuştur. Hulasa'da da böyledir.

Bir adam, diğerinden teslim almış olduğu, satılan şeyin bedelini dava ettiğinde, satılan şeyin ne olduğunu açıklamaz veya hududunu belirtmezse, davası sahih ve caiz olur.

Bozulmuş icare malı da'vası da böyledir, karcının icarladığı yerin, hududunu beyan şart değildir.

Şayet bir adam, diğerine karşı, "iddia olunan şeyi icarladı." diye belirli bir şeyi belirtir ve aylık kirasını da söyler; o adam da o kadar muhafaza ederse; o şart koşulan ücretin edası gerekir.

Elbette satılan şeyin hakimler meclisinde olması icab eder. Taki satış hakimin huzurunda yapılsın. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, diğerine vasisinin kumaşlarını sattığını iddia eder ve yine "küçüklük halinde, şunu şunu sattığım ve bedelini de almadan öldüğünü iddia ederek, "Bedeli bana ver." derse; bu dava sahih olmaz. Çünkü vasinin ölümünden sonra, satılanın parasını almak bir haktır. O hak da varislerin hakkıdır.

Eğer varisler ve vasi yoksa, hakim bir vasi nasbeder.

Bu sözü, satış vekilliğinde bazı alimler söylemişlerdir.

Önceki vasi, sattığının parasını almadan ölürse; alma hakkı mü­vekkile geçer.
En uygun olanı, bu hususta satılan şeyin bedelini alma hakkı, sabinin bulûğa erdiği zaman, bizzat kendisinin almasıdır. O takdirde, dava sahih olur. Muhıyt'te de böyledir. [6]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..