3- Akar Da'vası İle İlgili Mes'eleler

İddia olunan şey, bir akarsa, davacı onun dört hududunu ve sahiplerinin ismini (dedesine kadar) ve nesebini de söyleyecektir. İhtiyar Şerhi Muhtar'da da böyledir.

imâm Ebû Hanîfe (R. A.)'ye göre dedesini söylemesi gereklidir. Doğru olanı da budur. Siracü'I-Vehhâc'da da böyledir.

Bu hal, adam meşhur olmadığı zaman böyledir.

Eğer, adam şöhret bulmuşsa buna ihtiyaç yoktur. Bi'I-icma' babası da dedesi de söylenmez. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

ŞeyhıTl-İmâm el-Fakıyh  el-Hakim Ebû Nasr Ahmed  bin Muhammed Semerkandî, Şurût isimîi kitabında şöyle buyurmuştur:

Akar hakkında dava vuku bulunca, elbette onun bulunduğu, yer söylenmelidir. Sonra mahallesi sonra da sokağı söylenmelidir. Önce köyünden başlanır. Sonra mahallesinden, sonrada sokağından başlanılır. Bu, İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlini seçmektir. Çünkü onun mezhebi, önce umumdan başlamaktır. Sonra, umumdan hususa geçilir.

Ebû Zeyd el-Bağdadî de: Önce ehasdan başlanır; sonra, hususa çıkar" buyurmuştur. Çünkü ev, sokakdadır. Sokak mahallededir. Mahalle ise, köydedir.

Fakat, buna Muhammed bin Hasan güzel dememiştir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Da'vahmn elinde olan, müddeinin de, davalının da söylemesiyle doğrulanmaz. Belki de beyyine ile veya hakimin hakikat hali bilmesiyle olur. Kâfî'de de böyledir.

"Karşılıklı hak talebinde bulunmak haktır. Çünkü, elinde rehin olarak kalmak ihtimali veya bedelinin verilmiş olmaması ihtimali vardır.

Karşılıklı talep, bu ihtimalleri izale edip kaldırır.'- denilmiştir. Menkul eşyanın da, karşı tarafın elinde haksız olarak kalmış olması ihtimali de vardır. Hidâye'de de böyledir.

Şurût ehlinden bir cemaat: "Uygun olan, filan adamın evine bitişiktir." demek;   "Filan  adamın  evinin  yanında"   dememektir." demişlerdir.

Bize göre, bunun ikisi de birdir. Hangisi söylenirse, o güzei olur. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet, hududun üç tarafını söyler de, dördüncü tarafta susarsa, bunun zararı olmaz. Fakat söyler ve hata ederse, davalı: Bu şekilde bir hudud, benim elimde yoktur." "Böyle bir hudud, bana teslim edilmedi derse dava sahih olmaz.

Şayet davalı: "Bu hudud, benim haricimin yanındadır. Ve sen hata yaptın." derse, önada iltifat edilmez. Ancak, hata muvafık olursa, o takdirde dava düşer Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, bir ev iddia eyler ve hududunun birisinin Zeyd olduğunu söyler; sonra onun Amir olduğunu iddia ederse; davası kabul edilmez. Davalı ister "Galet etti." desin; isterse demesin fark etmez.

Bir adam, diğerine karşı, bir bağ iddia ederek hududunu da açıkladığında, hududun bir kısmı yani dördüncü hudud Yûsufun oğlu Ahmed'in oğlu, Amrin olur ve öyle yazılmış bulunur; iddia sahibi böyle söyler, şahitler de böylece şahitlik ederler ve hakim de bu bağın hük­münü, davalıya verirse, bu dava sahih olmaz. Zira onlar, hududun bir kısmında hata yapmışlardır.

Müddeî'nin o bağda tasarrufu caiz olmaz. Hizânetü'I-Müftîn'de de böyledir.

Şayet davacı, "dördüncü hududun bir eve bitişik olduğunu ve ona bir kapı açıldığını" söylerse; bu da kafi gelmez. Çünkü, ona bir çok ev bitişik olabilir. Elbette iyice tarif edilmesi gerekir.

Eğer bir şeye nisbet olunmuyorsa, o zaman, "mahalleye bitişik" veya "köye..." veya "nahiyeye bitişik" demesi gerekirki böylece tanınmış olsun. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bu, Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Zahirü'r-rivayeye göre,  iki tarafın  hududunu  söylemek  kafi gelmez.

Şayet üç tarafının hududunu söylerse, kafi geür. Dördüncü tarafın hududuna nasıl hükmedilin Bu hususta Hassa!, Vakıf Kitabı'nda şöyle buyurmuştur: Dördüncü hudud da, önceki hududa varana kadar üçüncü hududun haddi kadar kabul edilir.

Dördüncü hudud, iki kişinin mülküne bitişir ve her birinin tarlası da ayrı ayrı olur veya birinin tarlası ile, bir mescide bitişir ve müddeî de: "Hudud, fülanın yerine bitişiyor." der de diğerini söylemezse veya mescidden bahsetmezse; dava sahih olur.

Bazıları da: Bu iki halde de, dava sahih olmaz." buyurmuşlardır. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, hududlu yerini dava ettiğinde de bu yerin hududunun birisi veya tamamı kendi mülküne isabet ederse; ayırım yapmaya ihtiyaç var mıdır?

"Yoktur." denilmiştir.

Şayef, iddia olunan (= da'vaîmın = müddeâ aleyhin) mülküne isabet ediyorsa; o zaman ayırım yapmaya ve açıklık getirmeye ihtiyaç hasıl olur. "İddia olunan yer, bir tarla olduğunda da cevap aynıdır" denilmiştir. Eğer iddia olunan yer bir ev veya menzil yahut bir yurt ise, ayırım için duvar söylemeye ihtiyaç yoktur. Zaten duvar* ayırımını yapı­yor. Muhıyt'te de böyledir.

Ağaç fasıla olarak sahih olmaz. Fakat çift ağaçsa, fasıla olabilir. Eğer ağaç, iddia edilen yerin tamamını ihata ediyorsa, onun fasıla olması sahih olur. Hulâsa'da da böyledir.

Yol, fasıla olarak kafi gelir.

Esahh olan, onun enini boyunu beyane hacet yoktur.

Nehir (= ırmak) fasıla olamaz.

Esahh olan ise fasıla olmasıdır.

Hendek de böyledir. Hizânetü'l-Müftîiî'de de böyledir.

Nehrin enini boyunu söylemek şart mıdır?

Esahh olan şart değildir, Hmınetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Hudud yol ise, onun köy yolu, kasaba yolu şeklinde söylenmesine ihtiyaç yoktur. Muhıyt'te de böyledir.

Zahiru'l-Mezhebde, sur, hudud olarak sakindir. Füsûlti'l- Imâ-diyye'de de böyledir.

Esahh olan da budur. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Mezarlık bir tepede ise hudud olur; değilse olmaz. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir adam, on dönüm tarla idda eder ve hudutlarını da söyler fakat, bu tarla dokuz dönüm gelirse (bir dönüm noksansa) eğer bu tarla, diğer tarlaların arasında ise, o tarlaya tecavüz edilmiştir. Delilleriyle bir­likte, bu müddeînin davası on dönüm olarak sahih olur.

Şayet, bu bir dönümün hangi taraftan noksanlaştığı söylenmiyor ve bilinmiyorsa, ona, on dönüm olarak hükmedilmez. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Şayet   müddeî:   "Vakıf  arazisine   bitişik."   derse;   o   vakfın musarrıfını açıklaması gerekir.

Eğer: "Memleket arazisine bitişik." derse; o memleketin emirinin ismini söylemesi icab eder. Emir iki tane olsa bile yine böyledir. Hulâsada da böyledir.

Davacının, tarlasını "Filan adamın varislerine bitşiktir." diye tarif etmesi kafi değildir. Muhıyt'te de böyledir.

"Filan adamın veresesine bitişiktir." diye yazılsa bile, dava sahih olmaz. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

"Ben, güvenilir bir yazı gördüm ki, o yer, fülan adamın bıraktığı eve bitişiktir." diye yazılmış, denilse dava da sahih olur; hudud da sahih olur. Bu güzeldir.

Şayet, müddeî "tarlasını, yolun ortasına bitişik." diye iddia eylese; bu da kâfi gelmez.

Eğer, hudutlarından birisinin sahibinin adını bilemezse; "bu, filanın elindedir." demek kafi gelmez. Çünkü, bununla bilgi hasıl olmaz.

Eğer, "hudutlarından birisinin, memleket arazisine bitişik olduğunu" söylerse; —filanın elinde demese bile— davası sahih olur. Fakat, ayırt edicinin açıklaması şarttır. Füsûlü'Mmâdiyye'de de böyledir.

Yollar, mezarlıklar ve havuzlar gibi, müstesniyattan olan hudut­lardaki şartlarda, alimler ihtilaf eylediler:

Bazıları: "Onları söylemek şarttır."; bazıları da: "Şart değildir." demişlerdir. İmtiyaz olsun diye, bunlardan da söz etmek lazımdır.

Zamanımızda bu gibi müstesnaların hudutları yazılmıyor.

Gerçekten, dört tarafı böyle bir yere bitişik yerin davası veya satışı sahih olmaz. Çünkü ona ayrılık hakkı tanınmaz. Bu gibi müstesniyatin yanlarında nehir varsa, onu söylemek gerekir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Zahîrü'd-Dîn el-Mürğînânî: "Kabristanlık düz bir yerde olursa onun hududunu belirtmek gereklidir," buyurmuştur. Füsûlü'l- Imâ-diyye' de de böyledir.

İmâm Nesefî ve Şeyhu'I-İmâm Serahsî: "İstisnaların içinde mes­citler,  kabristanlıklar umûmî yollar, havuzlar ve benzerleri, yardır. Hassaten bir köyü satın almak gibi, bunların da hudutlarını söylemek, mikdarını, enini boyunu, bildirerek kayda alıp deftere yazmak mutlaka gerekir," buyurmuşlardır.

Seyyidü'l-İmâm Ebû Şüca müslümanlarm işlerinde kolaylık olsun idye bu şeylerin hududunu şart koşmamıştır.

Fetva'da buna göredir. Hulasa'da da böyledir.

Zamanımızda, bu yazılmıyor. Sözleşme yapanlar, gerçekten bunu tanıyorlar.

Fakat bazı alimlerimiz bunu reddediyorlar.

Muhtar olan da budur. Çünkü, satılan şey şehadet zamanında hakim yanında belli olmuyor; elbette ta'yini gerekmektedir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adam,,bir başkasının elinde olan bir evi iddia ettiğinde, hakim ona:' 'Evin, hududunu biliyor musun? diye sorar.

O ada: "Hayır." der sonra da, hududunu açıklamaya çalışırsa, davası dinlenmez.

Fakat: "Hudud sahiplerini isimlerini bilemiyorum."der; ikinci defa da, onları söylerse, davası dinlenilir. Tevfika ihtiyaç kalmaz. Hulasa'da da böyledir.

Şayet: "Hududlarm hududunu bilmiyorum." der; bundan sonra da: "Ben, bununla hududlan bilmediğimi ve hudud sahiplerinin adlarını bilmediğimi kasdeyledim." derse, özrü kabul edilir ve davasına bakılır. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, hudutları bildiğini iddia ederek onları söyler ve tari­finde: "İçinde ağaçlar da vardır." derse, dediği yer, aynı yer olduğu halde, içinde ağaçlar bulunmazsa, dava batıl olmaz.

Keza: "Ağaçların bulunduğu yerde» duvar da vardır." derse; dava geçerli olur.

Şayet iddia sahibi, tarif ederken: "İçinde ağaç yok; duvar da yok." der ve orda da davanın başlangıcından sonra olması mümkün olmayan, büyük bir ağaç, olur ve hudud da aynı hudud olursa dava geçersiz olur.
Bir adam, bir yer iddia edip hududunu söyleyerek: "On dönüm­dür." der; o yer de on dönümden fazla gelirse; dava düşmez. Şayet: "O tarlaya3 on ölçek tohum ekilirdi." der; o yer de, dediğinden fazla veya noksan ekilen bir yer olur, yalnız hudutlar aynen tutarsa, dava düşmez. Zira bu hilaf muvafakata muhtaç olmaz. Kimi insan sık eker; kimi de seyrek. Bu şekildeki, fark ordan ileri gelebilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da .   böyledir.

Bir adam, bir yerde, mahdut (= hudutlanmış) bir yeri dava eder, hudutlarını da açıklar; "hududunda, üzüm bağı olduğunu" veya "ev olduğunu" söylemezse; şahitler şehaöette bulunurlarsa dava dinlenir mi? Şahitlere itibar edilir mi?

Şemsii'I-Eimme Serahsî'nin Fetvâsı'nda şöyle zikredilmiştir: Dava da, şahitler de sahih olmaz.

Şemsü'I-Eimme Evzecendî'nin Fetvasında ise, eğer müddeî şehrini, mahallesini yerini ve hududunu açıklarsa, davası sahih olur. Hududlanndan birini terk etmesi, davanın düşmesini gerektirmez. Zahîrü'd-din el-Mürğînâni, fetvanın cevabında: "Şayet hakim bu davayı kabul ederse caiz olur." buyurmuştur.

"Şehri, köyü mahallesi lazım değildir." denilmiştir. Reşîdü'd-dîn de "Elbette, hangi yerde ise, cehaletin kalkması için, yazılır." buyurmuştur.

Yazılırken de, elbette köyü ve yeri yazılmalıdır. Çünkü hududunu söylese de mekanını söylemese, cehalet baki kalır.

Şurût ehlinin ihtilafı, yukardan aşağıya mı yoksa aşağıdan yukarıya mı olduğu hususundadır. îcma' yalnız açıklama yapmakdadır. Füsûlü'l-Imâüiyye'dt de 'jönledir.

Bir adamın, yağmur ve abdest suyunun akıntısının yerini iddia eden kimse, onu iyice beyan edip açıklamalıdır. Hizânetü'I-Müftîn'de de böyledir.

Uygun olan, su yolunun evinin önünde veya arkasında olduğunu beyan etmektir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğer bir adamın arazisinde, bir su yolu veya evine yol iddia ederse; bazı rivayetlerde  "davası dinlenmez.  Şahitleri    kabul edilmez. Ancak yerini, uzunluğunu genişliğini açıkladıktan sonra dava­sına bakılır." tarzında vaki olmuştur.

Asi Kîtabı'nda ise: "Şahitleri kabul edilir. Davası dinlenir.'* denilmiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir  adam,  diğerinin tarlasını yarıp kanal yaptığım veya su akıttığını iddia ettiğinde, elbette yarılan tarlasını ve kanal olan yerin, tarlanın sağında mı solunda mı? iyice açıklaması, nehrin uzunluğu ve eninin ne kadar olduğunu, derinliğini tamamen belirtmesi gerekir.

Eğer davalı da bunu ikrar ederse; ilzam edilir. Eğer inkar ederse, iddia edilen yere kanal yapılıp yapılmadığına dair yemin verilir.

Keza, "eğer, yerine,' ev yaptığını" iddia ederse; bina yapılacak yeri iyice vasıflamadıkca davasına iltifad edilmez.

Evin uzunluğunu, enini, ağaçtan mı, kerpiçten mi yapıldığını bilirse, davasına bakılır; değilse bakılmaz.

Keza, arsasına ağaç diktiğini iddia ederse, işte o da yukarda söylenen gibidir. Davacı açıklama yapar; davalı da kabul ederse, oha,; evini ve ağacını sökmesi emredilir.

Eğer inkar ederse, yemin verilir. Allah adına, ben bina yapmadım ve ağaç dikmedim diye yemin eder.

Şayet yeminden kaçınırsa, binasını ve ağaçlarım sökmesi emredilir. Füsûlü'l-Imâdîyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerinden, "bir evin, onda üçünü" iddia eder ve: "Bu üç sehim, bu evin onda üçü  hudutlu benim rnülkümdür ve hakkımdır. Bu da'vahnın elinde haksız olarak duruyor." derse evin tamamından söz etmez; böylece, şahitler de evin tamamından bahsetmezlerse işte bu dava ve şahitler de evin tamamından bahsetmezlerse işte bu dava ve şahitler makbuldür. Mnhıyt'te de böyledir.

Şüyu'lu evin yarısını gasbetme davasında, iddia olunan adamın elinde bulunan evin, tamamından bahsetmek şart mıdır?

Alimler, bu hususta ihtilaf eylediler: Bazıları: "Şarttır." dediler. Çünkü, zoraki alınan evin yarısı elinde olanın evinin yarısından başkası olamaz.

Bazı alimler de: "Evin yarısı, iki kişiden birinin olduğu tasavvur edilerek, o kişiye ait olan yerin alınmış olması ihtimal dışı olamaz." demişlerdir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Kendi hissesine düşmesi sebebiyle iddiada bulunan zat, elbette ve elbette hissesini iyice açıklaması gerekir.

Bu, hakimin hükmüyle mi veya sahibinin rızasıyla mı oldu, beyan etmesi lazımdır. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir  adam,  başkasının  evini  satıp,  onu  da müşteriye  teslim ettiğinde, asil ev sahibi gelerek evi satıcıdan dava ederse; dava sahih olur mu?

Duruma bakılır: Eğer, evi almak istiyorsa, dava sahih olmaz.

Şayet gasb yoluyla olduğunu ve tazminatı istiyorsa; ihtilaflıdır.

Fakat, meşhur olanı gasb akarda olur.

Evde gasb tazminatı gerektirir mi?

Satışı ve teslim edilmesinden dolayı tazminat olup olmadığı husu­sunda iki rivayet vardır. Bunun ikisi de İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'den gelmiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Esahh olan, gerçekten akar, satış ve teslim sebebiyle, tazmin etti­rilir. Füsûlü'I-Imâdiyye'de de böyledir.

Şayet evin asıl sahibi, satışa izin verip nz& gösterir ve bedelinin alınmasını isterse; davası sahih olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, babasının bıraktığı bir evi babası hasta iken kendisinin ondan satın aldığını iddia eder, diğer Varisler de bunu inkar ederlerse; "bu dava sahih olmaz." denilmiştir.

Bazı alimler ise: "Bunun sahih olması uygundur." demişlerdir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, bir akarı sattığında, oğlu, karısı veya bazı yakınları bu satışta hazır bulunurlar ve bu satışı bilirler; alanla satan arasında teslim tesellüm de vuku bulur; zamanla müşteri o akar da tasarrufta bulunur; sonra da, o hazır bulunan şahıslardan birisi, müşteriyi dava ederek, o yerin kendi mülkü olduğunu iddia ederse; —her ne kadar, satış vaktinde o yer, satanın malı olmasa bile— Semerkant'ın müteahhirin alimleri, bu da'vanm sahih olmayacağ hususunda ittifak etmişlerdir

Sükût ikrarı gerektirir." buyurmuşlardır.

Buhara alimleri de, bu davanın sahih olacağına fetva vermişlerdir.

SadrıTş-Şehîd ise, Vakıat Kitabında: "Müfî, iddia sahibine bakar ve ihtiyatla fetva verirse, güzel olur." buyurmuş ve "Eğer bu mümküın olmazsa, Buhara alimlerinin görüşüne göre fetva verir." demiştir.

Şayet, satış vakti huzurda olan şahıs, gelip müşteriden bedeli alır ve akarı o teslim eder ve "satıcının kendisini gönderdiğini" söylerse; bundan sonra, "bu mülk benimdir." iddiasına bakılmaz ve davası kabul edilmez.

Bu şahsın, o akarın satışına rıza göstermiş olduğu, bedelini aldığından belli olur. Ve bundan sonra, "bu mülk benimdir." davası geçerli olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, başkasının elinde bulunan bir evi iddia eder ve: "ben, bunu senin küçüklüğünde, vasıyyetin üzerine satın aldım."  diyerek vasisini ve nesebini söylerse; dava sahih olur.

Keza: "Ben senin vekilinden satın aldım." derse; dava yine sahih olur,                                                                                              

Fakat: "Vekilim senden satın aldı." derse dava sahih olmazj. Hulasada da böyledir.

Bir adam, başka bir şahsın elinde bulunan bir evi iddia ettiğinde bu davasında: "Bu ev, benim ölen babamdan miras kalan bir evdir. Benim, bir de kız kardeşim filane vardır. Başka da mirasçımız yoktur. Babam, evden başka elbise ve hayvan miras bırakmıştır. Biz, bu mirası aramızda taksim ettik. Bu gün, hisseme karşılık bu ev bana düştü. Bu sebebden dolayı, bu ev benim evimdir. Bu adam, haksız olarak oturuyor." derse, dâvası sahihdir.

Fakat, elbette onun: "Ben, kız kardeşimin hissesini o mallara mukabil aldım." demesi gerekir ki, davası sahih olsun ve evin tamamı ona teslim edilsin.

Şayet, davasında: "Babam Öldü. Bana ve kız kardeşime bu evi terk eyledi" der; sonra da: "Gerçekten, benim kız kardeşim bu evin bana düşdüğünü ikrar eyledi." der; kız da ikrarını doğrularsa, Şeyhu'l-İslâm 'Evzecendî: "Bu dava sahih olur." demişdir.

Fakat, en isabetli olanı, her üç halde de, davanın sahih olma­masıdır. Muhiyt'te de böyledir.

Şemsii'l-Eimme Evzecendî şöyle buyurmuştur: Bir kimse, başkasında olan belirli bir şeyi iddia eder ve: "Bu, benim babamın malıdır. O da öldü. Bana ve filanlana    bunu miras olarak bıraktı." der ve vereselerin adlarını ve sayılarını söyler fakat şahsî hisse­sinin nisbetini belirtmezse; işte bu dava sahihdir.
Fakat hakkını istemede, hissesini muhakkak belirtmesi gerekir. iŞayet varislerin adedini1 söylemez ve: "Babam öldü. Bu şeyi bana ve bir topluma terk eyledi. Bunda, benim hakkım vardır ve şu kadardır." der ve onun teslim edilmesini talep ederse; onun bu davası kabul dilmez. Varislerin sayısını mutlaka söylemesi gerekir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, babasından veya anasından miras kalan bir evi iddia ettiğinde, ölenin nesebini söylemezse; (şöyleki: "Babamdan bana miras kaldı." dese de, babasının adım ve nesebini söyelmese) davası sahih olmaz.

Şemsü'l-İslam el-Evzecendî: "Bu dava dinlenmez." buyurmuştur. Muhıyt'te de böyledir,

Bir adam, diğerinin elinde olan bir şeyi iddia ettiğinde, sadece davalının ikrarı ile dava sahih olmaz.

Bir adam dirhemler iddiasında bulunduğunda davası esnasında: "Benim onda bin dirhem alacağım vardır." der; o adam, da, bunu ikrar ederse; alimlerin ekserisine göre, bu dava sahih olmaz. Hizânetü'I-Müftîn'de de de böyledir.

Sstdfu'ş-Şehîd, Edebü'l-Kâdı Şerhı'nin elli ikinci babında şöyle buyurmuştur: "Gerçekten müddei O, bu şeyin benim olduğunu ikrar etti. Emredin de bana teslim etsin." der; fakat, "benim mailindir." demezse; bütün alimler: "Bu dava kabul edilir ve o şeyin iddia sahibine verilmesi emredilir.'' buyurmuşlardır. Füsûlü'Mmâdiyye'de de böyledir.

İctna' şunun üzerinedir. Şayet bir kimse: "Bu şey benim mül-kümdür."  dediğinde, o mülkü elinde bulunduran' şahıs bunu ikrar ederse; veya:  "Benim, onda şu kadar alacağım vardır." dediğinde, müddeâ aleyh (= davalı) bunu kabul ederse; gerçekten bu dava sahih olur ve beyyineye itibar edilir,

Bu durumda, eğer müddeâ aleyh inkar ederse, ikrarına karşı. yemin ettirilir mi?

Fetva: İkrarı üzerine yemin ettirilmez. Ancak, mal üzerine yemin verilir. Füsûîü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

İkrar sebebiyle, mal davası sahih olmadığı gibi, ikrar sebebiyle nikah davası da sahih olmaz.

Şayet davasında, mal elinde bulunan şahıs: "Bu mal, senindir." derse; o zaman dava dinlenir. Çünkü, bu davacı bağış sebebiyle mala sahib olmuş sayılır.
Bir tarafı def için,-'ikrar davasının sahih olup olmayacağında, alimler ihtilaf etmişlerdir: Şayet, müddeâ aleyh (= davalı) beyyine ibraz eder ve davacı da onda hakkı olmadığını ikrar ederse; durum ne olur? veya davalı "gerçekten da'vacı: "Bu benim malım olduğunu" ikrar eyledi diye beyyine gösterirse kabul edilir mi? Alimlerin ekserisi: "Malı vermekte ikrar davası  sahih  olur." buyurmuşlardır. Füsûlü'I-Imâdiyye'de de böyledir. [8]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..